Kategori: Genel

  • Öfke kontrolü testi

    I. Bölüm

    YÖNERGE: Aşağıda, kişilerin kendilerine ait duygularını anlatırken kullandıkları birtakım ifadeler verilmiştir. Her ifadeyi okuyun, sonra da genel olarak nasıl hissettiğinizi düşünün ve ifadelerin sağ tarafındaki sayılar arasında sizi en iyi tanımlayanı seçerek üzerine (x) işareti koyun. Doğru ya da yanlış cevap yoktur. Herhangi bir ifadenin üzerinde fazla zaman sarf etmeksizin, genel olarak nasıl hissettiğini gösteren cevabı işaretleyiniz.

    İFADELERHiç (1)Biraz (2)Oldukça (3)Tümüyle (4)
    1.Çabuk parlarım. (1) (2) (3) (4)
    2.Kızgın mizaçlıyımdır. (1) (2) (3) (4)
    3.Öfkesi burnunda birisiyim. (1) (2) (3) (4)
    4. Başkalaının hataları yaptığım işi yavaşlatınca kızarım (1) (2) (3) (4)
    5.Yaptığım iyi bir işten sonra takdir edilmemek canımı sıkar. (1) (2) (3) (4)
    6. Öfkelenince kontrolümü kaybederim (1) (2) (3) (4)
    7.Öfkelendiğimde ağzıma geleni söylerim (1) (2) (3) (4)
    8.Başkalarının önünde eleştirilmek beni hiddetlendirir. (1) (2) (3) (4)
    9.Engellendiğimde içimden birilerine vurmak gelir. (1) (2) (3) (4)
    10.Yaptığım iyi bir iş kötü değerlendirildiğinde çılgına dönerim. (1) (2) (3) (4)

    II. Bölüm

    YÖNERGE: Herkes zaman zaman kızgınlık veya öfke duyabilir. Ancak, kişilerin öfke duygularıyla ilgili tepkileri farklıdır. Aşağıda, kişilerin öfke ve kızgınlık tepkilerini tanımlarken kullandıkları ifadeleri göreceksiniz. Her bir ifadeyi okuyun ve öfke ve kızgınlık duyduğunuzda genelde ne yaptığınızı düşünerek o ifadenin yanında sizi en iyi tanımlayan sayının üzerine (x) işareti koyarak belirtin. Doğru veya yanlış cevap yoktur. Herhangi bir ifadenin üzerinde fazla zaman sarf etmeyin.

    Öfkelendiğimde veya kızdığımda:

    Hiç (1) Biraz (2) Oldukça (3) Tümüyle (4)
    11.Öfkemi kontrol ederim. (1) (2) (3) (4)
    12.Kızgınlığımı gösteririm. (1) (2) (3) (4)
    13.Öfkemi içime atarım. (1) (2) (3) (4)
    14.Başkalarına karşı sabırlıyımdır. (1) (2) (3) (4)
    15.Somurtur ya da surat asarım. (1) (2) (3) (4)
    16. İnsanlardan uzak dururum. (1) (2) (3) (4)
    17. Başkalarına iğneli sözler söylerim. (1) (2) (3) (4)
    18. Soğukkanlılığımı korurum. (1) (2) (3) (4)
    19 Kapıları çarpmak gibi şeyler yaparım. (1) (2) (3) (4)
    20. İçin için köpürürüm ama gösteremem. (1) (2) (3) (4)
    21.Davranışlarımı kontrol ederim. (1) (2) (3) (4)
    22.Başkalarıyla tartışırım. (1) (2) (3) (4)
    23. İçimde, kimseye söyleyemediğim kinler beslerim. (1) (2) (3) (4)
    24.Beni çileden çıkaran her neyse saldırırım. (1) (2) (3) (4)
    25.Öfkem kontrolden çıkmadan kendimi durdurabilirim. (1) (2) (3) (4)
    26.Gizliden gizliye insanları epeyce eleştirim. (1) (2) (3) (4)
    27.Belli ettiğimden daha öfkeliyimdir. (1) (2) (3) (4)
    28.Çoğu kimseye kıyasla daha çabuk sakinleşirim. (1) (2) (3) (4)
    29. Kötü şeyler söylerim. (1) (2) (3) (4)
    30.Hoşgörülü ve anlayışlı olmaya çalışırım. (1) (2) (3) (4)
    31.İçimden insanların fark ettiğinden daha fazla sinirlenirim. (1) (2) (3) (4)
    32.Sinirlerime hakim olamam. (1) (2) (3) (4)
    33.Beni sinirlendirenlere, ne hissettiğimi söylerim. (1) (2) (3) (4)
    34.Kızgınlık duygularımı kontrol ederim. (1) (2) (3) (4)

    Öfke Kontrolü Testi Hakkında

    Öfke Kontrolü Testi’nin özgün adı şudur: “Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği”/ “The State Trait Anger Scale (STAS)”

    Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği, öfke duygusunun hissedilmesi, ifade edilmesi ve kontrol edilmesini ölçmek amacıyla geliştirilmiştir.

    Ölçeği geliştirenler, Spielberger, Jacobs, Russel ve Crane’dir.

    Ölçeğin Türkçe uyarlaması Kadir Özer tarafından yapılmıştır. Ancak Durumluk Öfke alt ölçeği Türkçe’ye uyarlanmamıştır.

    Sürekli Öfke ve Öfke Tarz Ölçeği 34 maddeden oluşmaktadır. Ölçeğin ilk 10 maddesi Sürekli Öfke ile, kalan 24 maddesi ise Öfke İfade Tarzı ile ilgilidir.

    Öfke İfade Tarzı alt ölçeğinin ayrıca 3 alt ölçeği vardır:

    1- kontrol altına alınmış öfke (öfke-kontrol, 8 madde),

    2- dışa yöneltilen öfke (öfke-dışta, 8 madde),

    3- içe yöneltilen öfke (öfke-içte, 8 madde).

    Öfke Kontrol Testinin Puanlanması

    Ankette yer alan maddeler ile ilgili değerlendirme seçeneklerinden “Hiç” yanıtı 1, “Biraz” yanıtından 2, “Oldukça” yanıtından 3 ve “Tümüyle” yanıtından 4 puan elde edilir.

    • Ölçekte yer alan ilk on madde, Sürekli Öfke alt ölçeğinin maddeleridir.
    • Öfke Tarz Ölçeğinin Öfke İçte alt ölçeği puanı, 13,15,16,20,23,26,27 ve 31 no’lu maddelerinin toplanmasıyla hesaplanır.
    • Dışa yöneltilen öfke alt ölçeği puanı, 12,17,19,22,24,29,32 ve 33 no’lu maddelerin toplanmasıyla hesaplanır.
    • Öfke Kontrol alt ölçeğinin puanları 11,14,18,21,25,28,30 ve 34 no’lu maddelerin toplanmasıyla hesaplanır.

    “Sürekli Öfke’den alınan yüksek puanlar, öfke düzeyinin yüksek olduğunu, Kontrol Öfke ölçeğindeki yüksek puanlar öfkenin kontrol edilebildiğini, Öfke-Dışa ölçeğindeki yüksek puanlar, öfkenin kolayca ifade ediliyor olduğunu ve Öfke-İçe ölçeğindeki yüksek puanlar ise öfkenin bastırılmış olduğunu göstermektedir.

  • Özgüven testi

    Özgüven aslında son derece öznel (subjektif, kişiye özgü) bir deneyim olduğu halde, özgüvenin bazı göstergelerinden bahsetmemiz de mümkündür. Özgüven testi, işte böyle bir mantıktan hareketle geliştirilmiştir. Dolayısıyla, aşağıdaki kısa testi, kendi özgüven deneyiminizi anlamak için bir ipucu olarak değerlendirebilirsiniz.

    Özgüven Testini Nasıl Kullanabilirsiniz?

    Aşağıdaki testte 33 madde yer almaktadır. Her maddeyi kendi deneyimleriniz açısından puanlamanız gerekmektedir. Maddeleri 5’li derecelendirme açısından değerlendirin ve her maddeye puan verin.

    İfadelere katılma düzeyiniz açısından puanlamanız şu şekilde olacak:

    Hiçbir zaman katılmıyorsanız 1 puan
    Nadiren katılıyorsanız 2 puan
    Sık sık katılıyorsanız 3 puan
    Genellikle katılıyorsanız 4 puan
    Her zaman katılıyorsanız 5 puan

    Özgüven Testi Soru Maddeleri

    1.Kendimi başarılı bir insan olarak görüyorum.
    12345
    2.Başkalarının yanında heyecanımı kontrol edebilirim. 12345
    3.Seçimlerimde başkalarına bağımlı değilimdir. 12345
    4.Yaşamdaki zorluklarla baş edebilirim.
    12345
    5.Benim için aşılamayacak sorun yoktur. 12345
    6. Başkalarının görüşlerine saygı gösteririm. 12345
    7.Problemlerimin üstesinden gelebileceğime inanırım. 12345
    8.Sosyal etkinliklere katılmaktan çekinmem. 12345
    9.Verdiğim kararların arkasında dururum. 12345
    10. Kendi kendime yetebileceğime inanırım. 12345
    11.Aktif birisi olduğumu düşünürüm. 12345
    12.Öz eleştiri yapabilirim. 12345
    13.Anlamadığım konularda başkalarına soru sorabilirim. 12345
    14.Yeni girdiğim ortamlara uyum sağlarım. 12345
    15.Kendimle barışık bir insanım. 12345
    16.Gerektiğinde sonuna kadar hakkımı savunurum. 12345
    17.İstediğim şeyleri elde etmek için mücadele edebilirim. 12345
    18.Kendimi rahat bir şekilde ifade edebilirim. 12345
    19.Kendimi ve başkalarını olduğu gibi kabul ederim. 12345
    20.Çevremde yeteri kadar güvenebileceğim insan vardır. 12345
    21.Sorumluluk almaktan çekinmem. 12345
    22.Diğer insanların eleştirilerini anlayışla karşılayabilirim. 12345
    23.Sıkıntılı anlarımda bile olumlu düşünmeye çalışırım. 12345
    24.Ön plana çıkmaktan korkmam. 12345
    25.Başarısız olduğumda hemen pes etmem.
    12345
    26.Başka insanlarla kolaylıkla iletişim kurabilirim. 12345
    27.Değerli birisi olduğuma inanırım. 12345
    28.Kolay arkadaş edinebilirim. 12345
    29.Düşüncelerimi ifade ederken başkalarından çekinmem. 12345
    30.Kolay karar verebilirim. 12345
    31.Sosyal bir insan olduğuma inanırım. 12345
    32.Kendimi severim. 12345
    33.Başka insanların övgülerini hak ettiğime inanırım. 12345

    Özgüven testi sonucunu değerlendirme

    Testte toplam 33 madde yer aldığı için, testten alabileceğiniz en düşük puan 33 en yüksek puan ise 165’tir. Bu testin sonucuna göre, aldığınız puan özgüveninizin seviyesini göstermektedir. Ne kadar yüksek puan aldıysanız, o kadar yüksek özgüven sahibi olduğunuzu söyleyebiliriz.

    Ölçekten aldığınız toplam puanı 33’e bölerek elde edeceğiniz ortalama, bu teste göre sizin özgüven düzeyinizdir. Sonuç olarak aldığınız puanlar açısından şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

    Puanınız 2,5’tan küçük ise düşük özgüven,
    2,5 ile 3,5 arası ise orta özgüven,
    3,5 puandan yüksek ise yüksek özgüven sahibi olduğunuz söylenebilir.

  • Kaygı testi

    Kaygı testi ile, sahip olduğunuz kaygı düzeyini -bu test özelinde- değerlendirebileceksiniz. Kullanacağımız psikolojik test, bir öz bildirim ölçeğidir.

    Notlar: Kaygı testini akıllı telefon üzerinden görüntülüyorsanız, telefonunuzu yatay pozisyona getirmelisiniz. Testi henüz, web sitemiz üzerinden uygulayamıyoruz. Bu yüzden, kağıt-kalem kullanmaya ihtiyacınız olacak.

    Durumluk Kaygı Ölçeği

    YÖNERGE: Aşağıda, kişilerin kendilerine ait duygularını anlatmada kullandıkları birtakım ifadeler verilmiştir. Her ifadeyi okuyun, sonra da o anda nasıl hissettiğinizi, ifadelerin sağ tarafındaki parantezlerden uygun olanını işaretlemek suretiyle belirtin. Doğru ya da yanlış cevap yoktur. Herhangi bir ifadenin üzerinde fazla zaman harcamadan, anında, nasıl hissettiğinizi gösteren cevabı işaretleyin. (Siz, ifadeler için puanlamayı, bir kağıda yapabilirsiniz.)

    1.Şu anda sakinim.1234
    2.Kendimi emniyette hissediyorum.1234
    3.Su anda sinirlerim gergin.1234
    4.Pişmanlık duygusu içindeyim.1234
    5.Şu anda huzur içindeyim.1234
    6.Şu anda hiç keyfim yok.1234
    7.Başıma geleceklerden endişe ediyorum.1234
    8.Kendimi dinlenmiş hissediyorum.1234
    9.Şu anda kaygılıyım.1234
    10. Kendimi rahat hissediyorum.1234
    11.Kendime güvenim var.1234
    12.Şu anda asabım bozuk.1234
    13.Çok sinirliyim.1234
    14.Sinirlerimin çok gergin olduğunu hissediyorum.1234
    15.Kendimi rahatlamış hissediyorum.1234
    16.Şu anda halimden memnunum.1234
    17.Şu anda endişeliyim.1234
    18.Heyecandan kendimi şaşkına dönmüş hissediyorum.1234
    19.Şu anda sevinçliyim.1234
    20.Şu anda keyfim yerinde.1234

    Sürekli Kaygı Ölçeği

    YÖNERGE: Aşağıda, kişilerin kendilerine ait duygularını anlatmada kullandıkları bir takım ifadeler verilmiştir. Her ifadeyi okuyun, sonra da o anda nasıl hissettiğinizi ifadelerin sağ tarafındaki parantezlerden uygun olanını işaretlemek suretiyle belirtin. Doğru ya da yanlış cevap yoktur. Herhangi bir ifadenin üzerinde fazla zaman harcamadan, anında nasıl hissettiğinizi gösteren cevabı işaretleyin. (Siz, ifadeler için puanlamayı, bir kağıda yapabilirsiniz.)

    21.Genellikle keyfim yerindedir.1234
    22.Genellikle çabuk yorulurum.1234
    23.Genellikle kolay ağlarım.1234
    24.Başkaları kadar mutlu olmak isterim.1234
    25.Çabuk karar veremediğim için fırsatları kaçırırım.1234
    26.Kendimi dinlenmiş hissediyorum.1234
    27.Genellikle sakin, kendine hakim ve soğukkanlıyım.1234
    28.Güçlüklerin yenemeyeceğim kadar
    biriktiğini hissederim.
    1234
    29.Önemsiz şeyler hakkında endişelenirim.1234
    30.Genellikle mutluyum.1234
    31.Her şeyi ciddiye alır ve endişelenirim.1234
    32.Genellikle kendime güvenim yoktur.1234
    33.Genellikle kendimi emniyette hissederim.1234
    34.Sıkıntılı ve güç durumlarla karşılaşmaktan kaçınırım.1234
    35.Genellikle kendimi hüzünlü hissederim.1234
    36.Genellikle hayatımdan memnunum.1234
    37.Olur olmaz düşünceler beni rahatsız eder.1234
    38.Hayal kırıklıklarını öylesine ciddiye alırım ki hiç unutamam.1234
    39.Aklı başında ve kararlı bir insanım.1234
    40.Son zamanlarda kafama takılan konular
    beni tedirgin ediyor.
    1234

    Kaygı Testinin Puanlaması

    Yüksek puanlar yüksek kaygı seviyelerini, düşük puanlar düşük kaygı seviyelerini gösterir. Her iki ölçekten elde edilen toplam puan değeri 20-80 arasında değişir; yani her iki testten de en az 20 en fazla 80 puan elde edebilirsiniz.

    Ölçeğin maddeleri 1 (Hiç) ile 4 (Tamamıyla) arasında derecelendirilir. Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanterlerinde iki tür ifade vardır: Doğrudan ifadeler ve tersine çevrilmiş ifadeler.

    Doğrudan ifadeler olumsuz duyguları, tersine çevrilmiş ifadeler ise olumlu duyguları dile getirir.

    Durumluk Kaygı Envanterindeki tersine dönmüş ifadeler 1, 2, 5, 8, 10, 11, 15, 16, 19 ve 20. maddelerdir.

    Sürekli Kaygı Envanterindeki tersine çevrilmiş ifadeler 21, 26, 27, 30, 33, 36 ve 39. maddelerdir.

    Doğrudan ve tersine çevrilmiş ifadelerin ayrı ayrı toplam ağırlıkları bulunduktan sonra doğrudan ifadeler için elde edilen toplam ağırlık puanından, ters ifadelerin toplam ağırlık puanı çıkarılır. Bu sayıya, önceden saptanmış ve değişmeyen bir değer eklenir. Durumluk Kaygı Envanteri için bu değişmeyen değer 50, Sürekli Kaygı Envanteri için 35’tir. Bu işlemlerden sonra elde edilen puan kişilerin kaygı puanıdır. Uygulamalarda saptanan ortalama puan düzeyi 36 ile 41 arasında değişmektedir.

    Kaygı Testi Hakkında

    Kaygı Testinin orijinal adı şudur: Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği (DSKÖ)

    Kaygı testi, durumluk (o andaki) ve sürekli (geneldeki) kaygı düzeylerini 20’şer soru ile ölçen Likert tipi bir ölçektir.

    Ölçeğin Türkçeye uyarlaması, geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmıştır. Ölçek ilgili bilimsel araştırmalarda kullanılan bir ölçektir.

    Durumluk Kaygı Ölçeği (DKÖ), ani değişiklik gösteren heyecansal reaksiyonları değerlendirirken, envanterin ikinci bölümünde yer alan Sürekli Kaygı Ölçeği (SKÖ), kişinin genelde, yaşama eğilimi gösterdiği kaygının sürekliliğini ölçer.

    Kaynak

    Vedat Ceylan tarafından hazırlanan BORDERLİNE KİŞİLİK ÖLÇEĞİ: GEÇERLİK, GÜVENİRLİĞİ, FAKTÖR YAPISI adlı Yüksek Lisans Tezi. Teze, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ adresinden ulaşabilirsiniz.

  • YAB testi

    Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) Testi, sahip olduğunuz YAB düzeyini tespit etmenize yarayan, psikolojik bir testtir.

    Not 1: Test bir kağıt-kalem testidir. Şu anda, maddeler site üzerinden puanlanamıyor. Bu yüzden, verdiğiniz cevapları bir kağıda not alabilirsiniz.

    Not 2: Ölçeği akıllı telefon üzerinden puanlıyorsanız, telefonunuzu yatay pozisyona getirmelisiniz.

    YAB Testi Yönergesi

    Aşağıdaki ölçek maddelerini dikkatlice okuyunuz. Verilen bilgilere göre, her bir maddeyi, son iki haftalık durumunuza göre puanlayınız. Mesela ilk madde için şöyle düşünebilirsiniz: “Sinirli, kaygılı, endişeli misiniz?” sorusuna 0 puan vermeniz, son iki haftadır hiç öyle olmadığınızı gösterir; 3 puan vermeniz son iki haftanın her gününde öyle olduğunuzu gösterir.

    0= Hiç1= Birçok Gün2= Günlerin Yarısından Fazlasında 3= Hemen Hemen Her Gün
    1.Sinirli, kaygılı, endişeli misiniz?0123
    2.Endişelerinizi kontrol edememe ya da durduramama 0123
    3. Farklı konularda çok fazla endişelenme 0123
    4. Gevşeyip rahatlayamama 0123
    5. Yerinizde duramayacak kadar kıpır kıpır huzursuz olma 0123
    6. Çabuk sinirlenme, kızma ya da huzursuz olma 0123
    7. Çok kötü bir şey olacak diye korkma 0123

    Yaygın Anksiyete Bozukluğu Testi Hakkında

    Testin psikoloji literatüründeki özgün adı şudur: Yaygın Anksiyete Bozukluğu Testi-7 (YAB-7)

    YAB-7, DSM-IV-TR ölçütlerine göre geliştirilmiş, yaygın anksiyete bozukluğunu değerlendiren kısa, özbildirimle doldurulan bir testtir.

    Son 2 hafta içindeki ölçek maddelerinde sorulan yaşantıları değerlendiren 7 maddeli dörtlü likert (0= hiç, 1= Birçok gün, 2= günlerin yarısından fazlasında, 3= hemen hemen her gün), kağıt-kalem tipi bir ölçektir.

    Ölçekten edinilen toplam puanlar 5, 10, ve 15 sırasıyla hafif, orta ve ciddi anksiyete için kesme noktalarıdır.

    Toplam puanı 10 ve üzerinde alan hastaların, diğer yöntemlerle YAB tanısının araştırılması ve doğrulanması gereklidir.

    Kaynak

    https://toad.halileksi.net/sites/default/files/pdf/yaygin-anksiyete-bozuklugu-7-yab-7-toad.pdf

  • Utangaçlık testi

    Utangaçlık testi arayışındaysanız, aşağıdaki ölçek ilginizi çekebilir.

    Utangaçlık Testi Yönergesi

    Testi çözmek için kağıt-kalem kullanabilirsiniz.

    Lütfen, ölçekteki maddeleri okuyun ve maddelerin karşısındaki ifadelerden size uygun olanı, alt satırdaki bilgilere göre işaretleyin. Puanlama ve değerlendirmeyi testin sonunda bulabileceksiniz.

    1- Bana hiç uygun değil 2- Uygun değil 3- Kararsızım 4- Bana uygun 5- Bana çok uygun

    Not: Utangaçlık testini akıllı telefon üzerinden görüntülemeye çalışıyorsanız, telefonunuzu yatay pozisyona getiriniz.

    Test Maddeleri Puanlar
    1.İyi tanımadığım kişilerle birlikte iken kendimi tedirgin hissederim?12345
    2.Toplumsal ilişkilerde hiç rahat değilim. 1 2345
    3.Başkalarından herhangi bir konuda bilgi istemek bana zor gelir. 1 2345
    4.Arkadaş toplantıları ve diğer sosyal etkinliklerde genellikle rahat değilimdir. 1 2345
    5.Başkaları ile birlikte iken konuşacak uygun konulan bulmakta güçlük çekerim. 1 2345
    6.Yeni girdiğim bir ortamda utangaçlığımı yenmek uzun zaman alır. 1 2345
    7.Yeni tanıştığım insanlara doğal davranmakta güçlük çekerim. 1 2345
    8.Yetkili bir kişi ile konuşurken kendimi gergin hissederim. 1 2345
    9.Sosyal yeterliliğim konusunda kuşkularım var. 1 2345
    10.Karşımdaki kişinin gözlerinin içine bakmak bana zor gelir. 1 2345
    11.Sosyal ortamlarda kendimi baskı altında hissederim. 1 2345
    12.Tanımadığım kişilerle konuşmak bana güç gelir. 1 2345
    13.Karşı cinsten kişilerle birlikte iken daha utangaç olurum. 1 2345
    14.Topluluk önünde konuşmakta güçlük çekerim. 1 2345
    15.Kalabalıkta herkesin bakışlarım üzerimde hissetmekten rahatsız olurum. 1 2345
    16.Başkalarının yanında hata yapmaktan çekinirim. 1 2345
    17.Birisinden ödünç bir şey isterken güçlük çekerim. 1 2345
    18.Tek başıma alışverişe gitmekten çekinirim. 1 2345
    19.Başkalarına duygularımı açıklamakta güçlük çekerim. 1 2345
    20.Birisine ödünç verdiğim bir şeyi geri istemekten çekinirim. 1 2345

    Utangaçlık Testi Hakkında

    Testin orjinal adı “Utangaçlık Ölçeği”dir. Utangaçlık ölçeği maddeleri, çeşitli durumlarda genelde bireylerin kendilerini ne kadar utangaç olarak algıladıklarına ilişkin 5’li likert tipi bir ölçektir.

    Ölçeğin genel amacı, kişilerin utangaçlık düzeyini ölçmektir.

    Utangaçlık Ölçeği, gerekli geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmış, ilgili bilimsel araştırmalarda kullanılan bir ölçektir.

    Utangaçlık Testi Puanlaması ve Değerlendirmesi

    Utangaçlık ölçeği, 20 maddeden oluşmuştur. Ölçeğin bir kesme puanı yoktur. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 100, en düşük puan ise 20’dir. Puanın yüksek olması, bireyin kendisini “utangaç” olarak algıladığı biçiminde değerlendirilmektedir. Testten 20 puan aldıysanız kendinizi utangaç görmediğiniz, 100 puan aldıysanız, kendinizi -bu teste göre- maksimum seviyede utangaç gördüğünüz söylenebilir.

    Utangaçlıkla ilgili olan Utanç/ Kusurluluk Şeması Nedir? yazısını okumanızı tavsiye ederim. Utangaçlıkla veya testle ilgili soru ve düşüncelerinizi, aşağıdaki yorum kısmından paylaşabilirsiniz.

    Kaynak

    https://toad.halileksi.net/sites/default/files/pdf/utangaclik-olcegi-toad.pdf

  • Karne alan bir çocuğa nasıl davranılmalı?

    Çocuklar ve ergenler yaşlarına uygun yeni bilgiler öğrenmek ve beceriler kazanmak için okula giderler. Okul,  çocukların evleri dışında en çok vakit geçirdikleri yerdir. Bu nedenle okul, yeni bilgilerin öğrenilmesi dışında çocuğun kendisi ve çevresiyle uyum içinde yaşamayı öğrendiği, sorumluluk duygusunu kazandığı bir yerdir. Okuldaki başarı birçok nedene göre değişiklik gösterebilir. Bunlardan;  çocuğun gelişimi, yetenekleri, kapasitesi, öğrenme isteği ve becerisi, okul ve öğretmenler, anne- baba tutumları en önemli etkilerdendir.

    Çocuğun gelişimsel bir bozukluğu yoksa , anne- baba olarak çocuklara sorumluluk duygusu yeterince kazandırıldıysa, okul ve öğretmenlere uyum sağlayabilmişse başarılı olma ihtimali daha yüksek olacaktır. Eğer ki bir başarısızlık söz konusu olursa, sonuca değil başarısızlık noktasına nasıl gelindiği üzerine değerlendirmeler yapılmalıdır.

    “Aileler çocukların ulaşılabilir beklentiler ve başarılar elde edebilmesi için onların bireysel kapasitelerinin farkında olmaları gerekir.”

    Yapılan araştırmalara göre, aile çocuğun okuldaki başarısını etkileyen en önemli çevresel faktördür. Yine bu araştırmaya göre çocuğun okul başarısının yarısından çoğu aileye bağlıdır.

    Karne çocukların başarılarını gösterir; fakat tek gösterge değildir. Okul tarafından verilen karne aileye yol göstericidir. Çocuğun okul hayatı , notlarının takibi, desteğe ihtiyacı olduğu alanlar, başarılı olduğu alanların değerlendirilmesi  açısından aile için önemlidir. Düzenli olarak çocuklara yılda iki kez verilir. Bu değerlendirmeler açısından bakıldığında karne aileler için bir övünç ya da utanç kaynağı olmamalıdır.

    Dönem ya da yıl sonu gelip karneler gündeme gelmeye başlandığında bazı aileler heyecanlanır bazıları aşırı kaygılı olur. Aileler ve çocuklar bu durumda yoğun kaygı yaşarlar. Bunun sebbei ise anne- babanın karnedeki değerlendirmeye verdiği yorumdur. Ebeveynler karneyi gözlerinde ne kadar büyütürlerse çocuklarda karnelerini kendi değerlerinin bir göstergesi olarak görmeye başlar.

    Karne çocukların sadece ders başarısını gösteren bir değerlendirme değildir. Sosyal ilişkileri, öğretmenleriyle ilişkilerini, ilgi alanları, okula devamlılık gibibilgileri içerir. Genel bir değerlendirme yapmak gerekir. Sadece notlara odaklanılmamalıdır.

    Karne İle İlgili, Çocuğa Nasıl Yaklaşılmalıdır?

    • Sadece kötü notlar değerlendirip, çocuğu küçümseyici konuşulmamalı
    • İyi notlarda göz ardı edilmemeli
    • Arkadaş, kardeş ya da yaşıtlarıyla asla kıyaslanmamalı, her çocuk bireysel değerlendirilmeli
    • Her ne kadar olumsuz bir karne olsa da asla şiddete başvurulmamalı
    • Eleştirici, aşağılayıcı, küçük düşürücü, rencide edici ifadeler kullanılmamalı
    • Kötü bir karne sonucunda aileler çözümü suçlamayı ve aşağılamayı tekrar motive edebilmek amaçlı kullansa da uzun vadede bu durum çocuğun ciddi bir şekilde benlik saygısını düşürür, kendisini değersiz hissettirir ve başarılı olma inancını azaltır.
    • Karne sonucu her ne olursa olsun ilgi ve sevgi azaltılmamalı, koşullar ne olursa olsun her zaman sevileceği hissettirilmelidir. Bu şekilde çocuğun benlik saygısı ve özgüveni artar.
    • İlk etapta iyi notlar değerlendirilmeli , tebrik edilmelidir. Sonrasında düşük notlara geçilmeli nedenleri ve neler yapılabileceği hakkında birlikte konuşulup karar verilmelidir. Örneğin “Bu derste eksiklerin var gibi görünüyor, önümüzdeki dönemde bunun için neler yapabiliriz?” gibi ortak bir karara varılmalıdır.
    • Karnesi hakkında çocuğunda ne hissettiği sorulmalı, söyledikleri mutlaka dikkate alınmalıdır.
    • Her alanda başarılı olacak diye bir zorunluluk yoktur. Başarılı olduğu alanlar belirlenip pekiştirilmelidir. Çocuk bu durumda yapabileceklerini de gördükçe daha da motive olur.
    • Çocuğun kapasitesi burada çok önemlidir. Çocuğa yapabileceğinden daha fazla sorumluk yüklemek başarının aksine başarısızlık getirmiş olur. Bu yüzden kapasite ve yetenekler doğrultusunda hedefler belirlenmelidir.
    • Karnedeki notlar kişilik özelliklerinden bağımsız olarak değerlendirilmeli, düşük bir not için “tembelsin, başarısızsın, buna layıksın, hak etmiyorsun” gibi ifadeler kullanılmalıdır.
    •  Karne aileler için bir rehber , yön gösterme olarak görülmeli, bu doğrultuda eksik veya geliştirilmesi gereken alanlar tespit edilip bu alanlarda çalışmalar başlatılmalıdır.
    • Bazen çok çalışılsa bile düşük notlarla karşılaşılabilir. Bu durumlarda ilk olarak çocuğun çabası ödüllendirilmeli, sonrasında düşüt notların altında yatan sebepler araştırılmalıdır.
    • Karnedeki yüksek notlar takdir edilmeli fakat çok abartılmamalıdır. Maddi değeri yüksek olan ödüllerden kaçınılmalıdır. Bu durumda çocuğun amacı başarmak değil ödül almak olur. Ailecek gidilen sinema,  tiyatro, yemek, müze gezileri gibi birlikte geçirilen kaliteli zaman en büyük ödüllerdendir.
    • Karnedeki iyi notlar abartıdan uzak, takdir edici ifadelerle belirtilmelidir: “Aferin ne kadar güzel notlar” gibi.
    • Tatil çocukların dinlenmesi için önemlidir. Tüm tatil boyunca ders çalıştırılmamalı, eğlenme, dinlenme ihtiyaçları giderilmelidir.
    • Ders çalışmaya okulun başlamasına yakın bir zaman da başlanılmaldır. Çok uzun sürelerde olmayan tekrar yapma ya da eksikleri tamamlama çalışmaları yapılabilir.
    • Kendinizi yetersiz, çaresiz hissettiğiniz zamanlarda bir uzmandan destek almanız  gerekebilir.

    Unutulmamalıdır ki öğrenme, öğrenciler için olduğu kadar anne-babalar içinde bir süreçtir. Bu süreç içinde çocukları özgüvenli, geleceğe umutla bakan, sorumluluk sahibi ve sevgi dolu bireyler olarak yetiştirmek anne-babaların elindedir. Sorun odaklı değil çözüm odaklı ebeveynler olunması önemlidir.         

    Başarıyı etkileyen aile modelleri

    Yapılan araştırma sonuçlarına göre ; çocuk ve ergenin başarısını olumlu ve olumsuz yönde etkileyen üç tip aile yapısı vardır.

    1- Aile modellerinden ilki aşırı kontrolcü modeldir. Olumsuz etki yaratan tutumlar arasındadır. Bu aileler diğer tüm davranışları gibi ders çalışma süreçlerini de kontol altında tutmaya çalışırlar. Sürekli kendileri takip eder, çocuklara söz hakkı verme gereği duymazlar. Çocuğa karşı bu tutum da sorumluluk duygusunu kazanmasını engeller. Kendine güvenemeyen bir birey olma yoluna girer.

    2- Aile modellerinden ikincisi ise aşırı koruyucu modeldir. Bu da ilki gibi olumsuz etki yaratan tutumlardandır. Böyle aileler çocuklarına karşı aşırı ilgili olurlar. Hiçbir görev vermezler. Sürekli çocuklarının yapması gereken görevleri üstlenirler. Bu şekilde çocuklarının mutlu olacaklarını düşünürler. Çocuklarına ödev yapmak, ders çalışmak gibi sorumluluklar vermeyip tembelleşmelerine sebep olurlar. Bu durum da kişilik gelişimine olumsuz yansıyarak kendine güvenemeyen bireyler oluşmasına sebep olur.

    3- Aile modellerinden üçüncüsü ise destekleyici modeldir. Bu aileler çocuklarına daha küçük yaşlardayken bile  küçük görevler verir. Görevleri yerine getiren çocuklara olumlu söz ve tutumlarla olumlu davranışlarının arttırması sağlanır. Çocuklara aşırı kontolcü davranmaz, baskı yapmazlar. Bir sorunla karşı karşıya kalan çocuklara için hemen müdahale etmez, çözüm bulmaz. Bu şekilde çocuklarda sorumluluk alma, sorumluluklarını yerine getirme, çözümler üretebilme duyguları gelişmiş olur. Ayrıca çocuk kendi başarabileceği , yapabileceği sorumlukların olduğunun farkına vararak kendine güven duygusu gelişir.

    Çocukların okul başarısında etkili olan diğer faktörler

    Çocukların okul başarısında etken olan diğer önemli faktör içinde bulunduğu gelişim dönemidir.

    • İlköğretim birinci sınıf dönemi çocukların hayatında önemli değişikliklerin olduğu dönemdir. Yeni bir ortam , öğretmenler , arkadaşlar, dersler uyum sağlama açısından önemlidir. Çocuklar bu dönemlerde okula uyum sorunları yaşayabilir. Okula uyum sağlayamama da ders başarısının düşmesinde çok etkili bir faktördür.
    • Bazen çocukların ilgi alanları başka şeylere kayabilir. Özellikle ergenlik dönemindeki çocuklarda fizyolojik ve psikolojik olarak birçok değişim yaşanır. İlgi alanları değişebilir, sosyal ortam ve arkadaşlara ilgi artabilir, ders çalışma isteği düşebilir. Ergenlik döneminde normal gelişim gösteren ve sağlıklı bir çocuk bile başarısızlık gösterebilir. Bu sebeple bu dönemde de yaşanan problemler gelişimsel olarak normal karşılanabilir. Fakat bu dönemde kısa sürede toparlanıp, tekrar sorumlulukların bilincine vararak başarılı bir performans göstermesi gerekir.
    • Üniversiteye hazırlanma döneminde, sınav kaygısının yanında günlük okuldaki rutinleri aksayabilir. Bu nedenle çocuklar ek bir eğitim ve destek amaçlı yardım alabilir.
    • Genel durumlar dışında okul içinde veya dışında yaşanan özel sebepler de ders başarısını düşürebilir. ( Ailevi problemler, boşanma , şiddet, okulda arkadaş kavgaları vs.)
    • Bunların dışında üstün zeka ya da normal zeka seviyesindeki çocuklar başarı elde edemiyorsa  bir uzman desteği alınmalıdır.

    Karnesi zayıf olan çocuğa nasıl davranmalı?

    Aileler olumsuz karne sonuçlarında hayal kırıklığı, üzüntü yaşıyorsa problem var demektir. Çünkü karne anne ve babanın karnesi değil çocuğun karnesidir. Aileler bu durumda soğukkanlı olmalıdırlar. Başlarda şaşkınlık olsa bile çocuğa hiçbir şekilde olumsuz söz ya da davranışta bulunmamalıdırlar. Zaten çocuğun getirebileceği karne önceden ortalama olarak tahmin edilebilir. Ama her ne olursa olsun zayıf bir karnede yapılabileceklere bakıldığında;

    • Kontrolsüz öfke, suçlayıcı, kıyaslayıcı, rencide edici, suçluluk duyurucu tutumlar  sergilenmemelidir.
    • Karşılıklı konuşularak, zayıflıkların nedenleri bulunup, ileriki süreçlerde eksikleri tamamlamak için çalışmalarına başlanmalıdır.
    • Aile de eksiklerin tamamlanması konusunda çocuğa destek olmalıdır. Çalışma disiplini, zaman planlaması, akademik destek gibi düzenlemeler yapılmalıdır.

    Olumlu ve olumsuz  ebeveyn tutumları nelerdir?

    Olumlu ve Olumsuz davranışları inceleyecek olursak;

    A) Olumsuz davranışlar

    • Birçok aile çocuklarının sorumluluk duygusunu arttırabileceğini düşünerek, sürekli “biz elimizden geleni yaptık gerisi sende”, “ders çalış başka işin yok” vb gibi söylemlerde bulunurlar. Halbuki bu tutum çocukları daha da kaygılandırır. Başarısızlık durumunda da kendilerini daha fazla suçlu hissederler.
    • Çocuğu başkalarıyla kıyaslamak (arkadaş, kardeş vs) , sürekli olumsuz yorumlarda bulunmak çok yanlış bir tutumdur.
    • Çocuklar kötü karne alsa bile dinlenmeye ve tatile hakları, ihtiyaçları vardır. Bazı aileler zayıf karne alan çocukların dinlenmelerine izin vermeyip, bir yılda yapılanları bir anda çocuğa yüklemeye çalışır.

     B) Olumlu davranışlar

    • Okuldaki psikolojik danışmanla görüşmeler yapılarak bir çalışma ve takip planı hazırlanabilir. Çocukların okuldaki davranış ve ders durumu en iyi öğretmenlerden öğrenilir.
    • Tatil amaçlı aktiviteler bulunabilir.
    • Çocukların göstermiş olduğu çaba , karne sonucundan çok daha önemlidir. Bu da çocuğa belirtilmesi gereken bir konudur.

    Ebeveyn tutumlarının, çocuğun okul başarısızlığında etkisi var mıdır?

    Aşağıdaki maddelerin, çocuğun okul başarısını olumsuz yönde etkilediği söylenebilir:

    • Çocuğa başka hiçbir aktivitesi yok gibi sürekli ders çalıştırmak
    • Çocuğun çabasına , gayretine değil sadece notlara odaklanmak ve notlara duygusal tepkiler vermek.
    • Sürekli kıyaslamalar yapmak, her fırsatta ders çalışmalısın uyarılarında bulunmak, çalışma pazarlıkları yapmak.
    • Anne ve babanın ilgisiz olması , okulu çok önemsememesi,  tutarsız ve disiplinsiz davranışları.

    Zayıf karneye ceza verilmeli midir?

    Başarı sağlayamayan, zayıf karne getiren, dersleri aksatan , zamanını iyi değerlendiremeyen çocuklara belirli kısıtmaların getirilmesi gerekebilir. Bu çocuk için yararlı olur . Fakat bu durumu çok abartmadan yapmak gerekir. Çocuktan hınç alır gibi değil, yardımcı olmak için yapılmalıdır. Yoksa çocuk daha çok rencide olur , verileni ceza olarak görür ve aileye karşı öfke duyar.  Önemli olan başarısızlığın nedenlerinin bulunması ve bu alanlarda çalışılmasıdır.

    Öğretmen-aile işbirliği nasıl olmalıdır?

    Çocuklar öğretmenlerini sevdikçe okula ve ve derse olan bağlılıkları da artar. Aile öğretmen ile diyalog halinde olursa çocuk için bu yararlı olur. Problemli çocuklar, okulda da problemler çıkarabiliyor. Bu durumdan bazı öğretmenler çok rahatsız olup aileyle sorunlar yaşayabiliyor. Bu şekilde de en çok çocuk zarar görüyor. Çocuğun başarısında öğretmenin de sorumlulukları vardır, düzenli takip , destek sağlamalıdır. Yeri gelince uyarılarda bulunmalı, çözüm odaklı olmalıdır.

    Okul başarısını olumsuz etkileyen diğer faktörler neler olabilir?

    • Okul koşulları öğrenmede etkilidir. Yetersiz bir okul eğitim kalitesini düşürebilir.
    • Çocukta zeka geriliği, dikkat eksikliği, disleksi, gelişim bozukluğu vb. problemler de öğrenmeyi güçleştirir.
    • Kaygı, depresyon gibi birçok ruhsal hastalık çocuğun özgüven ve motivasyonunu olumsuz etkiler.
    • Aile ortamında yaşanan problemlerde olumsuz etki yaratır, okul başarısını etkiler. Ayrıca aile ortamındaki genel tutumda etkilidir. ilgili, disiplinli, okula özendirici bir tutum başarıyı arttırır.

    Tatilini iyi değerlendirmek için  öneriler

    • Öncelikle tatilde dinlenme ve eğlenme için bolca fırsat yaratılmalıdır.
    • Çocuğun yaşıtlarıyla beraber zaman geçirmesi desteklenmelidir.
    • Hobilerine, ilgi alanlarına zaman ayırmaya fırsat verilmelidir.
    • Kısa süreli bir tatil düşünülebilir.
    • Geçmiş dönemin zayıflıklarını düzeltmek ve yeni döneme hazırlık yapmak amacıyla, dinlenme gereksinimini aksatmayacak şekilde programlar yapılabilir.
    • Karne hediyesi, eğer çocuğunuza bununla ilgili bir söz vermediyseniz gerekli ve şart değildir. Çocuğa verilecek en güzel ödül elbette koşulsuz sevginiz ve ona ayıracağınız kaliteli zamandır.
    Kaynakça
    • Burns, C.P., ROE B.D. ve ROSS E.P. (1992). Teaching Reading in Today’s Elementary Scchools. Boston Houghton Mifflin Company.
    • Çelenk, S. (2003). Okul başarısının ön koşulu: Okul aile dayanışması. İlköğretim online2 (2).
    • Eastman, B. (1988). Family Involvement In Education. (Bul.Kyn. Satır, 1996). Wisconsin State Department of Public İnstruction, Januvary
    • Malkoç, G. (1993). Aile Eğitimi ve Eğikimde Nitelik Geliştirme. Eğitimde Arayışlar 1. Sempozyumu. İstanbul: Kültür Koleji Yayınları.
  • Depresyon tedavisi için hangi doktora gidilir?

    Depresyon tedavisi için hastanelerin psikiyatri bölümlerine ve/veya psikiyatristlere gidilir. İlaçsız destek almak için de psikiyatristlerle birlikte klinik psikologlara gidilebilir.

    Depresyon, psikolojik sorunlar literatüründe üzerinde çok konuşulan, hakkında çok şey söylenen/yazılan konuların başında gelmektedir. Depresyon aynı zamanda, dünyadaki sağlık harcamalarında ilk sıralarda yer almasıyla da dikkat çekici bir özelliğe sahiptir.

    Depresyon nedir?

    Depresyonun bir tanı olarak ele alınabilmesi için (DSM-V’e göre) şu kriterlerin gerçekleşmiş olması gerekmektedir: iki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki semptomlardan/belirtilerden beşinin(ya da daha fazlasının) bulunmuş olması; semptomlardan en az birinin ya depresif duygu durum ya da ilgi kaybı ya da zevk alamama olması gerekir:

    a- Hemen her gün, gün boyunca süren çökkün duygu durum

    b- Hemen her aktivitede memnuniyetsizlik ya da ilgide belirgin azalma

    c- Belirgin bir kilo kaybı/alımı ya da iştahta azalma/artma

    d- Uykusuzluk ya da uykuda artma

    e- Psikomotor hızlanma/yavaşlama

    f- Halsizlik ya da enerji kaybı

    g- Değersizlik duyguları ya da artmış uygunsuz suçluluk duyguları

    h- Dikkat azalması ya da kararsızlık

    i- Tekrarlayıcı ölüm düşünceleri, öz kıyım/intihar tasarıları ?planlı ya da plansız- ya da öz kıyım girişimi

    İnsanın hayatında var olan, yaşantıladığı duygular kategorize edilmeye çalışıldığında, diğer duyguların bir şekilde kendileriyle ilintili olduğu dört temel duygudan bahsedilebilir. Bu temel duygular: üzüntü, öfori ve eksitasyon/mutluluk, öfke ve anksiyete/bunaltıdır. Depresyon kendini daha çok üzüntü duygusuyla belli eden bir durumdur.

    Bilişsel terapi “Yaşadığımız duyguyu belirleyen şey sahip olduğumuz düşünce/inançtır.” temel savıyla kendini inşa etmiştir. Buna göre bir insanın sahip olduğu duyguyu anlama çabasında ilk yapılacak şey, aklından geçen düşüncelere odaklanmak ve onları tespit etmektir. Mesela ben bu yazıyı yazarken, ?daha iyisini yapabilmeliydim? diye düşündüğümde “yetersizlik”, “iyi olmayacak” dediğimde “üzüntü/endişe/ümitsizlik”, “harika oldu” dediğimde “mutluluk”, “bir sonraki yazı daha iyi olacak” dediğimde “ümit” vb. hissederim. Fark edileceği üzere yaşadığım her duygu, altında belli bir düşünce/anlam barındırmaktadır.

    Düşünceler fark edilebilmeleri ve birbirine etkimeleri açısından üçlü bir yapı arzederler. Bu yapının en üstünde “otomatik düşünceler”, otomatik düşüncelerin altında “ara inançlar”, ara inançların altında ise en temelde “temel inançlar/şemalar” yer almaktadır.

    “Otomatik düşünceler” her hangi bir anda aklımızdan geçen, çok hızlı seyreden, kontrol dahilinde olmayan, örtük anlamlar içerebilen düşüncelerdir. Otomatik düşünceler sözel bir yapılanma sergileyebileceği gibi imajinatif/ hayali/resimsel bir yapı da arzedebilirler. Mesela ben, bir sevdiğimin ölümünü hayal ettiğimde üzülebilir, takdir edildiğimi düşlediğimde mutlu olabilirim.

    “Ara inançlar” temel inançlardan hareketle oluşturduğumuz hayatımıza dair tutum, kural ve varsayımlardan oluşur.

    “Temel inançlar” ise bilişsel/düşünsel yapımızın en altında yer alan, kendimize, diğer insanlara, dünyaya/hayata dair temel bakışımızı ifade eden zihinsel yapı taşlarıdır. Temel inançlar katı, toptancı ve aşırı genelleyicidirler. Son paragrafta yazdıklarımızı özetlersek, zihinsel yapımızın en altında temel inançlar/şemalar (hayata açılan kapılar)ımız, onun üstünde temel inançlardan hareketle oluşan ara inançlarımız ve en üstte de ara inançlara göre belirlenen otomatik düşüncelerimiz yer alır. Sahip olduğumuz bu otomatik düşünceler de duygu, davranış ve fizyolojimize etki eder.

    Zihinsel yapımızın en altında yer alan temel inançlar/şemalar, hayatımıza yön veren , duygu, dünce, davranış ve fizyolojimizi etkileyen en önemli mekanizmalardır. Bu noktada sorulan temel soru şudur: “İnsanın şemaları nasıl oluşur?” Bu sorunun en kestirme, kısa ve de doğru cevabı “temel yaşantılar sayesinde” olacaktır.

    İnsan doğduğunda, boş fakat potansiyel/etkilenmeye açık bir düşünce yapısıyla doğar. Zamanla karşılaştığı durumlar, yaşantılar onun kendine, diğer insanlara ve dünyaya dair temel bakış açılarını oluşturur. Annesi tarafından ilgi görmeyen bir çocuğun “ben sevilmezim”, etrafındaki insanlardan iyilik ve yardım gören bir çocuğun “insanlar güvenilir varlıklardır” vb. temel inancı oluşturması pek muhtemeldir. Bu süreçte ilk yıllar son derece önemli bir yere sahiptir; çünkü zihinsel yapının bir özelliği olarak bir bilgi sonraki bilginin oluşumunu etkilemektedir. Kişinin sahip olduğu temel inançlar, onu bazı tutumlara, davranışlara sürükler. Bu tutumlar zamanla onun bir “yaşam tarzı” oluşturmasına yol açar. Bu “yaşam tarzı” gittikçe katılaşır; katılaşan bu tarz herkes için olmasa da bazı insanlar için olumsuz sonuçlar doğurur, ve kişiyi/veya başkalarını da huzursuz eder .

    Yukarıda anlatılanlar, depresyonun belirtileriyle birlikte, depresyon (ve diğer psikolojik problemler)un oluşumuna etki eden bilişsel/düşünsel mekanizmanın temel özellikleriydi. Depresif bir insanın düşünce yapısı dikkatle incelendiğinde fark edilebilecek en önemli nokta, kişinin kendini, olayları, durumları, geleceği kaybeden penceresinden görmesidir. Ona göre, o bir ?kaybeden?dir. Bu durum bilişsel terapide bilişsel üçlü kavramı(kendini, dünyayı, geleceği olumsuz algılama) ile ifadelendirilir. Depresif kişi, ?olumsuz bir dünya/hayat algısı?na, “olumsuz bir kendilik algısı”na ve “olumsuz bir gelecek algısına” sahiptir.

    Her insanı diri tutan, insana enerji kaynağı teşkil eden, yaptığının yaşadığının anlamlı/olumlu olmasıdır. Ancak depresif kişide bu yapı bozulmuştur; ve “artık hiçbir şeyin anlamı yok”tur. Hayat boş ve saçmadır. Hiç bir eylem işe yaramaz, hiç bir etkinlik zevk vermez hale gelmiştir. Hayata böyle bakan bir insanın yapacağı en doğal şey “hiçbir şey yapmamak”; hiçbir şey yapmayarak da sahip olduğu olumsuz düşünce ateşine yakıt temin etmek olacaktır.

    Depresyon içindeki kişi kendini bir ?kaybeden? olarak algılar. Bu kaybediş, yetersizlik, güçsüzlük, değersizlik, suçluluk, millete yük olma, işe yaramama düşünceleriyle kendini gösterir. Ona göre onun var olmasının da bir anlamı yoktur. Onun var olmasıyla insanlık bir şey kazanmadığı gibi, yok olmasıyla da bir şey kaybetmeyecektir.

    İnsan depresyondayken geleceğe de “kaybetme” penceresinden bakar. Bu pencerenin gösterdiği ise ümitsizlik, çaresizlik vb.dir. Depresif kişiye göre hiçbir şey eskisi gibi olamayacak, kaybedilenler asla telafi edilemeyecektir. Gelecekte sadece “daha fazla kaybetme” ihtimali vardır. Madem benim ve hayatın bir anlamı yok; gelecekte de bu durum düzelmeyecek o halde yapılacak en iyi şey bu dünyadan gitmektir: İntihar!

    Depresyondaki insanın düşüncelerinde bir miktar doğruluk payının olması muhtemeldir; ancak problem olan nokta depresif kişinin, pek çok insan tarafından olumlu ve iyi kabul edilebilecek şeyleri bile olumsuz olarak algılamasıdır. Bu algı sürecinde yapılan hataları “bilişsel çarpıtma” olarak ifade ediyoruz. Bilişsel çarpıtma, düşünce üretme sürecinde yapılan sistematik/olumsuz /yanlış değerlendirmelerdir. Bilişsel çarpıtma ile insan, değerlendirmelerini tamamen öznel ve olumsuzluk penceresinden yapar. Bu çarpıtmalar içinde, felaketleştirme, seçici odaklanma, olumluyu yok sayma, etiketleme, aşırı küçümseme/yüceltme, abartma, tünel bakış vb. yer alır.

    Depresyonun bilişsel terapisinde danışan ilk önce, bilişsel yapısı/hayata bakışı konusunda farkındalık sağlar. Daha sonra da otomatik düşüncelerini, ara inançlarını ve en sonunda da temel inançlarını daha olumlu ve faydalı olanlarıyla değiştirmeyi öğrenir. Bu da danışana “hayatını yeniden inşa etme” şansını sunar!

    Depresyon belirtileri nelerdir?

    Depresyon, pek çok belirtisi olan psikolojik bir sorundur. Depresyonun en çok dikkat çeken belirtileri aşağıda listelenmiştir:

    Genel görünüm ve davranış: Depresif bir kişide genel olarak yüz çizgileri belirgin, alın çizgileri derinleşmiş, omuzlar çökük, yüz üzüntülü ve az bakımlı bir görünüm vardır. Hareketler yavaşlamıştır. Durgunluk göze çarpar ve bazı kişilerde çok uzun süre yatakta yatma görülebilir. Bazı durumlarda da çok sıkıntılı bir görünüme yerinde duramama, ileri geri yürüme görülebilir.

    Konuşma ve insanlarla ilişki kurma: Depresif kişiler genelde alçak sesli ve yavaş konuşur. Bu kişilerden yanıt almak çok zor olabilir. İleri düzeyde depresyonda hiç konuşmama(mutizm) görülebilir. Hafif ve orta düzeyde depresyon yaşayanlar etrafıyla ilişki kurabilir; ancak ileri düzeyde depresyonda olanlar etrafındaki insanlarla ilişki kuramayabilirler. Bunlar ayrıca ilgisiz, duygusuz bir görünüm arzedebilirler.

    Duygulanım (Duygusal Tepkide Bulunma): Depresif kişiler genel bir keyifsizlikten ağır bir üzüntüye kadar değişen bir duygu yelpazesinde yer alabilirler. Üzüntüye bunaltı(anksiyete), tedirginlik ve öfke de eşlik edebilir. Bazı depresif kişilerde sabah bunaltısı çok belirgin ve ağırdır. Hayattan zevk alamama, anlamsızlık, isteksizlik, ilgisizlik önemli depresif göstergelerdir.

    Bilişsel Yetiler (Zihinsel Özellikler): Depresyondaki kişilerde genelde bilin açıktır; çok ağır durumlarda bilinç bulanıklığı söz konusu olabilir. Genellikle algı bozukluğu olmaz Unutkanlık sık karşılaşılan bir durumdur. Burdaki unutkanlık ağır üzüntü, sıkıntı ve dikkat azalmasına bağlıdır. Bu unutkanlık, randevu, yemek pişirme gibi günlük işlerde kendini gösterir. Çökkünlük iyileşince unutkanlık düzelir. Depresif kişiler yer, zaman ve kişileri doğru algılamakta sıkıntı çekmezler; ancak zaman onlar için çok zor geçer ve çok uzun olur.

    Düşünce Akımı ve İçeriği: Depresif kişilerin düşünceleri yavaş olur. Bu düşünce yavaşlamasına hareketlerdeki yavaşlama da eşlik eder. Hastalar düşüncelerini yavaşça ve düşük bir ses tonuyla dile getitirirler. Depresyondaki hastaların düşüncelerinin en belirgin özelliği ?kaybetme? üzerine odaklanmaktır. Hasta her şeye kaybetmiş penceresinden bakar. O öz güvenini, kendine saygısını, yaşamın anlamını, ümidini vb. kaybetmiş olarak algılar. Çaresizlik, ümitsizlik, kendini suçlama düşünceleri hastada egemendir. Ona göre kendi olumsuz birisidir, geçmiş kötü yaşanmıştır ve gelecek de kötü olacaktır. Bu olumsuz bakış açıları ileri düzeyde olduğunda kişi intihara yönelebilir.

    Devinim (Psikomotor hareketler): Ruhsal süreçlerdeki yavaşlamaya hareketlerdeki yavaşlamalar eşlik eder. Hasta için konuşmak, yürümek, iş yapmak çok zordur. Kişi sürekli yatmak, uyumak isteyebilir. Bununla birlikte bunaltı düzeyi yüksek hastalarda tedirginlik, yerinde duramama, elleri ovuşturma görülebilir

    Fiziksel ve Fizyolojik Belirtiler: Hastaların çoğunda yeme isteği azalır. Bu nedenle kısa sürede bir zayıflama söz konusu olabilir. Bazen de aşırı yemek yeme ve kilo alma söz konusu olabilir.

    Depresyon hastaları genelde enerji düşüklüğü, güçsüzlük, halsizlik ve çabuk yorulmadan yakınırlar.

    Uyku düzeninde bozulmalar olur. Uykuya dalmada, uykuyu sürdürmede güçlükler ortaya çıkabilir. Bazı hastalar çok az uyurken bazıları fazla uyuyabilir.

    Depresif hastalarda cinsel isteksizlik ortaya çıkabilir.

    Bir depresyon (çökkünlük) nöbetindeki ana belirtiler özetle şöyledir:

    • Çökkün ve bunaltılı duygu durum
    • Psikolojik ve devinimsel işlerde yavaşlama
    • Genel bir isteksizlik, enerji düşüklüğü, çabuk yorulma
    • Eskiden zevk alınan şeylerden artık zevk alınamaması
    • İlgilerde, eylemlerde azalma
    • Dikkati yoğunlaştırmada zorluk, dalgınlık
    • Yetersizlik, değersizlik, suçluluk düşünceleri
    • Pişmanlık ve ümitsizlik
    • Uykuda bozukluk
    • İştahta azalma, zayıflama/bazen tam tersi
    • Cinsel isteksizlik ve uyarılma sorunları
    • İntihar düşünceleri

    Depresyonun nedenleri nelerdir?

    Psikiyatrik açıdan, henüz hiç bir psikopatolojinin oluşum sebebi kesin olarak ortaya konamamıştır. Dolayısıyla depresyon nedenleri de henüz tam olarak bilinmemektedir. Genel anlamda depresyon nedenleri biyolojik nedenler, genetik nedenler ve psikosoyal nedenler olmak üzere üç başlıkta ele alınabilir. Ancak bu depresyon nedenleri birbirlerinden kesin bir şekilde ayrılmış değildir.

    • Depresyonun Biyolojik Nedenleri: Yapılan çalışmalar, beyindeki bazı maddelerin (nörepinefrin, serotonin, bazı hormonlar vb.) depresyonla ilişkisini ortaya koymaktadır.
    • Depresyonun Genetik Nedenleri: Araştırmalar, depresyonda genetik bir yatkınlığın olduğunu ortaya koymaktadır. Aile araştırmalarında ağır depresyonu olan kişilerin birinci derece yakınlarında depresyon normal topluma oranla 2-3 kat fazla görülmektedir. Aynı şekilde tek yumurta ikizlerinde birinde depresyon varsa diğerinin de depresyon geçirme oranı %50?dir.
    • Depresyonun Psiko-Sosyal Nedenleri: Bazı araştırmalar stresli yaşam olaylarının depresyonun ortaya çıkmasında etkili olduğunu göstermektedir. Küçük yaşta anne babasını kayedenlerin ileride depresyon yaşama ihtimalleri diğerlerine göre daha fazladır.

    Burada psikolojik açıdan bakıldığında depresyona yatkınlıktan bahsedebiliriz. Çünkü aynı yaşantılara (iflas, eşin kaybı, ağır bir hastalık, ders başarısızlığı vb.) sahip herkes depresyona girmiyor. Hastalıklara yatkınlık üzerinde çalışan bazı kuramcılar, durumu şemalarla açıklama yoluna gitmektedir. Şema en basit anlatımıyla, temel ihtiyaçlarımızın (sevilme, güven, ait olma, başarı, gerçekçi sınırlar vb.) çocukluk ve ergenlik döneminde uygun şekilde giderilememesi sebebiyle oluşan ruhsal yapılardır. Bu bakış açısına göre, her şema/patolojik ruhsal yapı, belirli bir psikolojik rahatsızlığa zemin oluşturur. Mesela depresyonda, terk edilme, başarısızlık, kusurluluk, dayanıksızlık, boyun eğicilik, karamsarlık, cezalandırıcılık gibi şemaların belirleyici rol oynadığını söyleyebilir.

    Depresyon tedavisi nasıl olur?

    Bilişsel Davranışçı Terapi, depresyon tedavisinde oldukça işlevsel ve başarılı sonuçlara imza atan bir tedavi yöntemi olarak yer almaktadır. Özellikle hafif veya orta dereceli depresyon tedavilerinde hızlı çözümlere ulaşmak adına kullanılan bu terapi yöntemi, ağır depresyon vakalarında da kullanılabilmektedir. Yapılan araştırmalara göre, ilaç tedavisi ve Bilişsel Davranışçı Terapinin aynı anda kullanımının, yalnızca ilaç kullanımı ile daha olumlu sonuçları sağladığı fark edilmiştir. 

    BDT hem yetişkinler hem de gençler için kullanılabilir. Kazandığınız başa çıkma stratejileri ile terapi bittikten sonra bile zihinsel olarak sağlıklı kalmanız sağlanmış olur. Böylece depresyon gibi nüksetme olasılığı fazla bir ruh sağlığı sorunuyla tekrar karşılaşma olasılığınız azalmış olur.

    Depresyon ve Bağımlılık 

    Madde bağımlılığı, depresyonla mücadele eden kişilerde çok yaygın olarak görülmektedir. Depresyonda olan kişiler tekrar kendini iyi hissetmek için alkol ve çeşitli madde kullanımına başvurabilmektedir. Ancak alkol ve madde kullanımı kişi için kısa vadede işe yarıyormuş gibi gözükse de uzun vadede depresyon semptomlarını tetikleyici ve yoğunlaştırıcı bir etkisi vardır. Depresyon ve madde bağımlılığı sıklıkla beraber gitmektedir. Böyle bir döngüde mahsur kaldığınızı düşünüyorsanız mutlaka terapi desteği almanız gerekmektedir. BDT bu noktada etkin bir tedavi desteği olarak yer almaktadır. 

    Terapistiniz tedavi süresi boyunca, hedeflerinizi belirleyerek depresif düşüncelerinizi azaltmaya çalışacaktır. Hatta bu düşüncelerin bir sonucu olarak alkol kullanımınız varsa alkol kullanımını azaltmak için de çalışmış olacaktır.  

    Depresyon tedavisinde bilişsel davranışçı terapi ne işe yarar? 

    BDT uygulayan terapistin depresyon tedavisindeki temel amacını olumsuz ve işlevsiz düşüncelerin tanımlaması ve bu olumsuz düşüncelerin yerine daha sağlıklı düşüncelerin gelmesi amaçlanmaktadır. Bu da kişilerdeki depresyon seviyesinin düşmesini sağlamaktadır. Örneğin, sabah yataktan kalkmak istemeyen depresyonda olan bir kişinin “zaten kalksam da ne olacak. Canım yataktan çıkmayı hiç istemiyor” dediğini düşünelim. Kişinin olumsuz düşünceleri daha işlevsel hale geldiğinde, kişi sonunda yataktan çıkmayı başarmış olacaktır. Bu olumsuz düşüncelerin kaynağı olarak çeşitli bilişsel çarpıtmaların varlığından söz edebiliriz. 

    BDT depresyondaki hangi bilişsel çarpıtmalarla ilgilenir? 

    BDT’deki en etkili tekniklerden biri de depresyonda olan kişilerin, olumsuz otomatik düşüncelerine neden olan bilişsel çarpıtmaları değiştirmektir. Bilişsel çarpıtmalar olumsuz düşüncelerin açığa çıkmasına neden olan işlevsiz düşünme şekilleridir. Şimdi size depresyonda olan bir kişinin hangi bilişsel çarpıtmalara sahip olacağını söyleyelim: 

    Filtreleme 

    Bu bilişsel çarpıtmaya sahip olan kişi herhangi bir olay ya da durum yaşadığında olumlu olan şeyleri görmezden gelerek sadece olumsuz olan şeylere odaklanmaktadır. Depresyonda olan kişi de yaşadığı olumlu bir olayda olumsuz tarafı görerek, olumlu olan durumlarda bile olumsuzları görme eğiliminde olmaktadır. 

    Siyah ya da beyaz şeklinde düşünmek

    Bu bilişsel çarpıtmada kişi, siyah veya beyaz arasındaki gri tonları asla göremez. Kişi için yaşanılan bir olay ya siyahtır ya da beyazdır. Bu bilişsel çarpıtma ile de kişi yapacağı şeylerde mükemmel bir performans gösteremezse kendini başarısız olarak kabul edebilir. Örneğin “sınavdan 90 üstü bir not alamazsam, başarısız olacağım” diyen bir öğrenci bu bilişsel çarpıtmayı yapmış olur. Çünkü sadece bir sınav bir kişinin başarılı ya da başarısız olacağını göstermeyeceği gibi, alınan 70 üstü bir not da duruma göre başarı olarak kabul edilebilir. Eğer kişi böyle düşünmeye devam ederse değersiz düşünceleri artacak ve bu da depresif düşüncelere zemin hazırlayacaktır. 

    Aşırı genelleme 

    Aşırı genellemede kişi yaşanılan tek bir olayı bile tüm hayatına yayar ve gelecekte de hep bu olayı yaşayabileceğini düşünür. Örneğin depresyondaki iş arayan bir kişiyi hayal edelim. İş görüşmesi olumsuz sonuçlanan bu kişi, “ben zatan asla iş bulamayacağım. Bu yüzden iş aramama bile gerek yok” diyebilir. Böylece yaşanılan tek bir olumsuz olay bile kişinin bundan sonraki hayatında da asla iş bulamayacağı genellemesine neden olmuştur. 

    Sonuçlara gitmek 

    Aşırı genelleme bilişsel çarpıtmasına çok benzeyen bu bilişsel çarpıtmada, kişinin çıkardığı sonuçlarla ilgili hatalı muhakemeleri vardır. Hiçbir kanıta sahip olunmadan direkt olarak sonuçlara atlanır ve bu da kişinin işlevsiz bir şekilde düşünmesine neden olur. Bu da en yakın arkadaşınızın sizin fark ettiğiniz en ufak kanıtlarla bile sizi sevmediğine dair tamamen ikna olmanıza neden olabilir. 

    Felaketleştirme 

    Bu çarpıtmada kişi gelecek adına en kötü senaryoları düşünmektedir. Örneğin iş yerinde ufak bir hata yapan çalışanın, işten kovulacağını ve bu hata yüzünden asla iş bulamayacağına dair bir düşünce geliştirmesi felaketleştirme bilişsel çarpıtmasına örnek olabilir.  

    Kişiselleştirme 

    En tehlikeli bilişsel çarpıtmalardan biri olan kişiselleştirmede, bireyin yaptığı her şeyin diğer insanlar üzerinde bir etkisi olduğuna inanmaktadır. Bu da bireyin her olumsuz konuda kendisiyle ilgisi olmasa bile sorumluluk hissetmesine neden olmaktadır. Kişi etrafında meydana gelen herhangi bir olumsuz olayın mutlaka kendisinden kaynaklandığını düşünecek ve bu durumda kişide yoğun suçluluk duygularının oluşmasına zemin hazırlayacaktır.  

    Adalet yanılgısı 

    Her insan adalet konusunda kaygılı olabilir ve bu noktada endişelerini ifade edebilir. Ancak hayatın insanlara her zaman adil davranmadığını unutmamak gerekmektedir. Hayatı boyunca yaşadığı tüm deneyimlerinde adalet arayan bir kişi, yaşama karşı kızgın ve küsmüş olabilir.  

    Suçlama 

    İşler yolunda gitmediğinde sonucu açıklamak ve sorumluları tespit etmek isteriz. Ancak sorumluluklarımızı sürekli olarak başkalarının üstüne atmak ve kişileri yanlış giden şeyler için sürekli suçlamanın bir bilişsel çarpıtma olduğu unutulmamalıdır. Unutmayın ki kişinin yaşadığı çoğu deneyimde, nasıl hissettiği ve buna göre nasıl davrandığı konusunda sorumlu olan tek kişi de kendisidir. 

    Duygusal muhakeme 

    Bu bilişsel çarpıtmada kişi duygularını çok fazla ön plana çıkartmaktadır. Bir örnekle ifade etmek gerekirse, bu bilişsel çarpıtmaya sahip olan kişi “şu an kendimi kötü hissediyorum. Demek ki gerçekten kötü bir şeyler olacak” diyebilir. Ancak duyguların her zaman kesin ve nesnel şeyler olmadığı unutulmamalıdır. 

    Değişim yanılgısı 

    Bu bilişsel çarpıtmaya sahip olan bir kişi, diğer insanların kendisine uygun olarak değişmelerini beklemektedir. Bu durum da kişinin mutlu olması için mutlaka başkalarına ihtiyaç duymasına neden olmaktadır. Ancak bizden başka kimse mutluluğumuzdan sorumlu değildir. 

    Etiketleme 

    Etiketleme, bir ya da iki kanıt ile kendimizi ya da bir başkasını küresel bir yargı ile genelleştirdiğimiz bilişsel çarpıtma biçimidir. Yanlış etiketlemede kişi abartılı ve duygusal olarak yüklü bir dil kullanmaktadır. Örneğin yoğun bir şekilde çalışan bir iş kadınının, çocuklarının bakımı için bir bakıcı tuttuğunda onun çocuklarını terk eden bir anne olduğunu söylemek bu bilişsel çarpıtmaya girebilmektedir. 

    Olumluyu geçersiz kılmak 

    Olumluyu geçersiz kılmak bilişsel çarpıtması aslında filtrelemeye çok benzemektedir. Ancak bu bilişsel çarpıtmayı farklı yapan durum kişinin olumlu olan olayda sadece olumsuzları görmesi değil, olumlu olan olayı bile olumsuza çevirebilmesidir. Bu da depresyondaki en tehlikeli oluşumlardan biridir. Çünkü kişi için yaşadığı bütün deneyimler olumsuz olarak yeniden çerçevelenir. 

    “Meli – Malı” şeklinde düşünmek 

    Bu bilişsel çarpıtmada kişi kendisinin veya bir başkasının yaşadığı tüm deneyimleri kesin kurallarla birlikte düşünmektedir. Örneğin depresyondaki bir kişi bu bilişsel çarpıtmayla şu şekilde düşünebilir: 

    “Bütün insanlar tarafından sevilmeliyim. Yoksa değersiz bir insan olurum.”  

    “Yarınki iş toplantısı mutlaka güzel geçmeli yoksa başarısız bir çalışan olurum.” 

    Depresyon tedavisindeki temel BDT teknikleri 

    BDT’deki depresyon tedavisinde kullanılan ve kişinin günlük hayatını olumlu bir şekilde etkileyen pek çok yöntem vardır. Aşağıda da kullanılan bazı önemli tekniklere yer verilmiştir. 

    Günlük tutma 

    Bu teknik ile beraber kişi günlük hayatındaki ruh hali ve düşünceleri konusunda veri toplamaktadır. Kişi böylece davranışlarının nelerden dolayı kaynakladığını, hangi durumlarda tetiklendiğini, bilişsel çarpıtmalarının kendisini nasıl etkilediği konusunda farkındalık sahibi olmuş olur. Ayrıca yaşamış olduğu deneyimlerin kendisini nasıl etkilediğini puanlandırarak, çözülmesi gereken problemlerin önceliklerini değerlendirebilir. Böylece danışanlar düşünce kalıpları ve duygusal eğilimlerini tanımalmış olur. Daha sonrasında da onları nasıl değiştirileceğine ve hayatlarına ne şekilde adapte edebileceklerini görmüş olurlar. 

    Bilişsel çarpıtmaların çözümlenmesi

    Yukarıda anlatılan bilişsel çarpıtmalarda hangilerinin sizde yoğun olarak var olduğu tespit edilir. Giderilmesi için terapistiniz ile beraber siz de onlara meydan okumaya çalışırsınız. 

    Bilişsel yeniden yapılandırma 

    Bu tekniğe bir örnek vermek gerekirse, saygın bir insan olmak için yüksek ücretli bir işte çalışmanız gerektiğine dair bir inancınız olduğunu düşünelim. Ancak işinizi kaybettiğinizi düşünelim, Bu nedenle artık kendiniz için yıkıcı düşünceler duymaya başlamış olacaksınız. Kendinizde mantıklı olmayan ve bu düşüncelere neden olacak hatalı inancı kabul etmek yerine, gerçekten bir insanı “saygın” yapanın ne olduğunu keşfederek yıkıcı düşüncelerden kurtulmuş olacaksınız. 

    Maruz bırakma ve tepki önleme 

    Bu teknik daha çok obsesif kompulsif bozukluğa sahip olan kişilerde kullanılsa da, depresyon tedavisinde de kullanılabilmektedir. Terapistiniz çeşitli maruz bırakma yöntemleri ile beraber sizde depresif düşüncelere neden olan deneyimlere sizi maruz bırakabilir ve bu yöntemle depresif tepkilerinizin oluşmasını önleyebilir. Ancak burada unutulmaması gereken şey, danışanın istemediği bir şeyi yapmaya zorlanmamasıdır. Terapist hayal etme yöntemiyle kişiyi olaya maruz bırakabilir ve daha sonraki adımlarla kişiyi durumla yüzleştirebilir. 

    Sonuna kadar senaryoyu devam ettirme 

    Bu teknik özellikle yoğun bir şekilde endişe duyan kişilerdeki depresif düşüncelerin yıkıcılığını önlemek için faydalıdır. Depresyonda olan kişi genellikle en kötüyü hayal ederek onun gerçekleşeceğini kabul etmektedir. Terapi sırasında ise terapist, danışandan en kötü senaryoyu hayal etmesini ve senaryoyu devam ettirmesini ister. Bu senaryonun devam etmesi kişinin aslında sonuçları daha net bir şekilde görebilmesini ve sonuçların o kadar da “kötü” olmadığını fark edebilmesini sağlamaktadır. 

    Kas gevşetme egzersizleri 

    Yoğun kaygı ve endişe duyan depresif kişiler için uygulanan bu teknik, tüm vücudunuzu gevşetmeye yönelik bir tekniktir. Bu tekniği uygularken terapistiniz tüm vücudunuza odaklanmanızı ister ve onları rahatlatıcı bir müzik altında gevşetmenize yardımcı olmak için size rehberlik eder. 

    Nefes egzersizleri 

    Terapistiniz bu teknik ile rahatlamanız ve düzenli bir nefes alış verişi için size yol göstermektedir. Bu tekniği günlük hayatınızda da yoğun düşünceler aklınıza geldiğinizde kullanabilir ve rahatlayabilirsiniz. 

    Bilişsel Davranışçı Terapi Tekniklerinden bazılarına yukarıda değinilmiştir. Ancak unutulmaması gereken şey, bu tekniklerin mutlaka alanında uzman bir terapist rehberliğinde gerçekleşmesinin gerektiğidir. 

    BDT diğer terapi yöntemlerinden hangi konularda ayrılır? 

    BDT diğer geleneksel terapi yöntemlerinden birçok konuda ayrılmaktadır. BDT’nin diğer terapi yöntemlerine göre ayırıcı özellikleri aşağıda sıralanmıştır: 

    • Depresyondaki düşünce kalıplarını ve bu düşünce kalıplarının neden olduğu davranışları değiştirmeye odaklanır. 
    • Problemi oluşturan kaynakları özel olarak ele alır. 
    • Hedef odaklı bir terapi yöntemidir. Hazırlanan programa göre net hedefler belirlenir. 
    • Danışanın da kendini eğitmesini sağlar ve çeşitli başa çıkma stratejilerini danışana kazandırır. Kişi böylece terapi dışındaki günlük hayatında da kendini olumsuz uyaranlara karşı korumuş olur. 
    • Öğrenme ve iyileşme sürecinde terapist kadar danışanın da aktif bir rol üstlenmesini sağlar. Seans sonrası verilen ödevlerle, danışanın da terapideki varlığı göz önüne alınır. 
    • Yazıda bahsettiğimiz teknikler gibi birçok teknik ile beraber çoklu stratejiler kullanır. 

    Depresyon tedavisinde sosyal desteğin önemi 

    Tedavi boyunca kişinin ilişkilerinin ruh halini nasıl etkileyeceği dair kavramlar gösterilir. Bu noktada danışan için sosyal desteğin olması önemli bir destekleyici etmen olarak yer almaktadır. Bu nedenle depresyondaki birey sosyal ilişkilerini nasıl yönetebileceğini psikoeğitim yoluyla öğrenebilmektedir.  

    Depresyon tedavisinde aklınızda tutmanız gerekenler

    Tüm yeni deneyimlerde olduğu gibi, özellikle değişim için size bir fırsat sunan BDT de sizin için endişe verici bir durum olabilir. Bu duyguyu hissetmeniz tamamen normaldir. Terapistiniz size bu konuda destek olacak ve rehberlik edecektir. 

    • Terapi sırasında yoğun ve kaygı verici hisler ya da deneyimler yaşamak sizin için rahatsız edici olabilir. Kendinizi genellikle kaçınmak isteyeceğiniz durumlarla baş başa kalmış bir şekilde bulabilirsiniz. Ancak bu yaşadıklarınız, tedavi boyunca başa çıkmayı öğrendiğiniz durumlardır ve bu duyguların geçici olduğunu unutmayın. 
    • Terapi boyunca başarıya ulaşmanız terapistiniz kadar size de bağlıdır. Bu nedenle sürece güvenmeniz önem taşımaktadır. 
    • Bazen seansa gelmek istemeyebilir ve bunun için yeteri kadar motivasyon bulamayabilirsiniz. Ancak başarılı bir sonuç için bazen gerçekten kendinizi zorlamanız gerektiğinizi unutmamalısınız. 
    • Bazen terapistiniz sorunlarınızla sizi yüzleştirebilir. Bu kısa bir süre için daha kötü hissetmenize yol açabilir. Ancak bu hisler çabucak dağılır ve yerine başarı hisleri gelir. 
    Kaynaklar (5)
    1. Healthline (t,y). Cognitive –ehavioral Therapy for Depression. www.healthline.com  
    2. JourneyPure (t, y). Treating Depression With Cognitive Behavioral Therapy. www.journeypureriver.com 
    3. Positive Psychology Program (Mart, 2017). 25 CBT Techniques and Worksheets for Cognitive Behavioral Therapy. www.positivepsychologyprogram.com 
    4. Webmd (t, y). Does Cognitive Behavioral Therapy Treat Depression. www.webmd.com 
    5. http://ipsi.uprrp.edu/pdf/manuales_tara/individual_manual_eng.pdf 
  • Çocuklarda kaygı bozukluğu düzelir mi?

    Evet. Çocuklarda kaygı bozukluğu -tabii ki duruma bağlı olarak- düzelebilir, tedavi edilebilir.

    Kaygı, insan yaşamının normal bir parçasıdır. Endişenin en üst derecesi olduğu da söylenebilir. Tanımlanması zor bir korku ve endişe durumudur. Korku ve stres ile birlikte ele alındığı zaman insanın hayatta kalması açısından doğal bir tepki olarakta  değerlendirilebilir.  Tehlikeli durumlarda, “vücuda meydan okumaya hazır olması gerektiğini haber veren” bir sinyal gibidir. Bu dürtü bize, trafikte yaşanacak herhangi bir tehlikeli durumda direksiyona ani müdahale etme, sınavda daha iyi performans sergileme gibi durumlarda yardımcı olabilir.

    Herkes günlük yaşamı içerisinde farklı konular ile ilgili kaygılar duyabilir. Bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar , gelecek ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Aslında kaygı, bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, olumsuz bir durumda daha hızlı karar verip kurtulmamızı sağlama konusunda işimizi kolayşatırıyor ve normalde bu tür kaygılar hafiftir ve baş edilebilir. Ama her insanın olayları algılayış şekli de farklıdır. Bu nedenle de kaygı çok hafif derecede de çok yoğun panik derecesinde  de olabilir.

    Kaygı bozuklukları; panik atağı, agorafobiyi, sosyal fobiyi , özgül fobiyi , obsesif kompulsif bozukluğu , posttravmatik stres bozukluğu ve yaygın anksiyete bozukluklarını içerir.

    Yoğun kaygı yaşayan kişilerde sıkıntı, bunaltı, endişe ve korkuya benzer duygular oluşur. Kaygı  yaşayan kişi bu durumu “kötü bir şey olacakmış hissi”,  “rahatsız edici bir endişe hali” ya da  “nedensiz bir korku” duyguları ile ifade eder. Belirtileri huzursuzluk, gerginlik, tedirginlik, sıkıntı, daralma, dikkatini toplayamama ve bir konu üzerine yoğunlaşamama, çabuk yorulma, uyku bozuklukları, kolay irkilme, tetikte olma, baş ağrısı, baş dönmesi, başta uyuşma ve sersemlik hissi,  kulaklarda uğuldama, çınlama, görme bulanıklıkları olarak sıralanabilir. Ayrıca belirtiler arasında olumsuz duygulanım, değersizlik ve reddedilmişlik hissi, eleştiriye aşırı duyarlılık, kendini aşırı inceleme, sosyal huzursuzluk, uyku ve iştah bozukluğu gibi yakınmalar da çok sık hissedilen olumsuz duygular arasındadır.

    Kaygı  yaşayan kişi çevresindeki olay ve kişileri tehdit edici olarakta görebilir, çevresel uyaranları tehlike yönünde,  yoğun duygular içerisinde,  abartır ve genelleştirir. Kendisini bunlarla baş edecek güçte bulmaz . zayıf görür ve kaygıyla baş etme durumunda yardım alabilecek güçleri de yok sayar veya küçümser . Bu nedenle yoğun kaygı yaşayan kişilerin en temel bilişsel şemaları tehlike, tehdit ve incinebilirliktir. Bu temel bilişsel şemalar bireye özgüdür. Erken çocukluk döneminde ve sosyalleşme sürecinde yerleşmektedir.

    Tanı için gerekli olan temel özellik başkalarından birçok durumda  sürekli olarak korkma, aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da rezil olacağı şekilde davranabileceğinden korkma durumu olarak tanımlanmıştır. Kaygı bozukluğu genel olarak en yaygın ruhsal problemlerdendir. Ayrıca hastanelere bedensel belirtilerle başvuran veya yatan hastalarda da psikiyatrik bozukluklar arasında en yaygın görülen rahatsızlıklardandır. Fizyolojik olarak çarpıntı, nefes almada zorluk, hızlı hızlı nefes alma, ellerde ve ayaklarda titreme, aşırı terleme gibi belirtilerin yanında psikolojik özellikler olarak sıkıntı, heyecan, aniden kötü bir şey olacakmış hissi ve korkusu sayılabilir.Yoğun kaygı durumu  engelleyici işlev de görebilir. Kişinin verimini düşüren, kişiler arası ilişkilerde bozulmaya sebep olan, sıklıkla titreme, çarpıntı, ağız kuruluğu, kas gerginliği gibi fiziksel belirtilerin de eşlik ettiği kaygı durumları patolojik olarak değerlendirilmelidir.

    Belirtilerini sıralayacak olursak;

    • Özgüvensiz ve değersiz olduğunu düşünmek
    • Başkaları ile konuşmada zorluk çekmek
    • Toplum içinde konuşmaktan ve yemek yemekten  çekinmek
    • Gergin, kaygılı, sıkıntılı hissetmek
    • İnsanların sözleri ile sürekli  zihnini meşgul etmek
    • Kendini çevreden soyutlamaya çalışmak , kaçmak istemek
    • Kas ağrısı çekmek
    • Hızlı nefes alıp vermek
    • Çabuk gerilmek
    • Titremeye, sallanmaya başlamak
    • Umutsuz hissetmek
    • Devamlı ağlamak istemek
    • Konsantre olamamak
    • Çabuk yorulmak
    • Uykusuzluk çekmek
    • Hatırlamakta zorlanmak
    • Üzüntülü durumlara yoğunlaşmak

    Kaygı bozukluklarının risk faktörleri

    • Ayrılma olaylarına aşırı duyarlılık
    • Öfkeye ve bağımlılığa yatkınlık
    • Çocukluk döneminde fiziksel veya cinsel istismar
    • Stresli yaşam alanları
    • Sorunlu bağlanma şekilleri

    Çocuklarda kaygı bozukluğu

    Çocukluk  yılları insan hayatının en hızlı ve en önemli gelişim yıllarıdır. Bu yıllarda fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimin temelleri atılır. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açar ve bunun yanında stres yaratan durumlara karşı fazla duyarlı olmaya da neden olur . Yoğun kaygı konusunda yapılan araştırmalara göre, çocukluk çağında ortaya çıkan kaygı bozukluklarında hem çevresel hem de genetik faktörler birlikte rol almaktadır

    Çocuk çevresini tanımaya başlar. Çevresindeki ilişkileri kendi gördüğü ve gözlemlediği şekilde anlamaya, olaylara karşı bakış açısı kazandırmaya ve olayları yorumlamaya çalışır. Bu gelişim sürecinde çocuğun içinde bulunduğu çevresel koşullara göre kaygı düzeyi de oluşmaya  başlar. Kaygı duygusu anne-babasının, öğretmenlerinin ve arkadaşlarının davranışlarına göre artar veya azalır.  Çocuğun kişiliğinin gelişimi üzerinde önemli rol oynayan ailenin ölüm ya da boşanma gibi nedenlerle dağılması ya da yaşanan kayıplar, çocuğu önemli ölçüde etkileyerek kaygılı bir kişiliğe sahip olmasına sebep olur. Ayrıca çocuğun normal gelişiminin bir parçası olan duygulardan da birisidir. Çocuk gelişimiyle paralel olarak anneden ayrılma kaygısı, kardeş kaygısı, okul kaygısı, arkadaş edinememe, ölümler ya da kayıp kaygısı gibi farklı şekillerde kaygı duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun günlük hayatından farklı olaylara bağlı olarak kaygı halini yaşaması normal sayılır.Fakat  farklı durumlar dışında sık sık kaygı yaşaması patalojik olarak değerlendirilmelidir .

    Gelecekte kötü bir şey olacakmış gibi algılanan ve çocuğun kendini güvensiz hissettiği durumlarda gösterdiği tepki, geleceğe yönelik endişe, kararsızlık, karmaşa, korku, kötümserlik ve umutsuzluk duygularını dile getirmekte ve çocuğun güvensiz, başkalarına bağımlı bir kişiliğe sahip olmasına yol açabilmektedir .Örneğin çocuk yabancı kişilerden çekindiğinde kendi güvenliğini sağlamaktadır. Kaygının şiddeti ve sürekliliğii arttukça bireyin performansında ve uyumunda istenmeyen psikolojik baskı da artar. Bu baskının yoğun veya sürekli yaşanması halinde çocuk  işlevlerini gerçekleştirmez ve kendi kendini engellemiş olur. Kaygı ortaya çıktığı durumda kişi kendisi  için bir şeyler yapmaya kalktıgında , tehdit edici durumdan kaçabilmekte, tehlikeli dürtülerini bastırabilmekte ya da vicdanının sesine uyabilmektedir. Kişi kaygısını denetleyemez iveya kontrol edemez ise  kendisini yalnız, çaresiz kalmış bir çocuk gibi hisseder.

    Rank , bir insanın yaşamındaki kaygının örneğini, dölyatağından çıkıp dış dünya ile bağlantısı gerçekleştiğinde , dış dünyanın gerçekleriyle karşılaşmanın yarattığı kaygı olan doğum sarsıntısı olduğunu belirtti ve insan yaşamındaki kaygıların çoğunu doğum anında yaşanmış olan ayrılık kaygısının bir tekrarı olduğunu söylemiştir . Horney’ e göre ise eğer çocuk anne-babası tarafından gözle görülür  ya da gizli bir biçimde itilmekte, tutarsız tutumları ile sık sık karşılaşmakta ve bocalamakta, yetenekleri küçümsenmekte veya aşırı korunarak bağımlılığa zorlanmakta ise kendini gerçekleştirmesi mümkün olamaz ve çocuk nevrotik bir kişilik geliştirir. Bu durum da temel kaygının oluşmasına neden olacaktır . Kaygı, insanlarda iki şekilde gözlenebilmektedir; 1- Kişi çok kaygılı birisidir (sürekli kaygılıdır). 2- Çok kaygılı bir kişi değildir ama özel bir durum onu kaygılandırmaktadır (duruma göre kaygılanır). Bu, Speilberger’in ele aldığı durumluk-sürekli kaygı, kaygının bir başka biçimi şeklinde de yorumlanabilir. Durumluk kaygı, bireyin içinde bulunduğu stresli durumdan dolayı hissettiği bir korkudur. Fizyolojik olarak da sinir sisteminde meydana gelen bir uyarılma sonucu terleme, sararma, kızarma ve titreme gibi fiziksel değişmeler bireyin gerilim ve huzursuzluk duygularının göstergeleridir.

    Çocukluk döneminde maruz kalınan aşırı reddedici, küçük düşürücü tutumlar, ergenlik döneminde diğer yetişkinlerin alaycı tutumları, ceza verirken anababaların cezaya eşlik eden itici davranışları, çocuğun fiziksel veya psikolojik baskı altında tutulması,çocuğun altını ıslatma ve cinsel oyunlarının tepkiyle karşılanması, aşın koruyucu tutumlar, anne ve babaların kaygı düzeylerinin yüksek olması, birbirine zıt düşen istekleri, tutarsızlıklan, boşanmış ailelerde boşandıktan sonra bile devam eden anne-baba arasındaki çekişmeler, çocukta kaygının oluşmasına neden olabilmektedir . Kaygının öğrenilen bir duygu olduğunu varsayarsak, annelerin kaygı düzeyinin çocukların kaygı düzeyini etkileyebileceği ortaya çıkmaktadır.

    Çocuklarda Okul öncesi dönemde Kaygı Bozukluğu tanısını koyarken en önemli durum yaşa özgü korkulardaki farkın değerlendirilebilmesidir. Korkular yaşa özgü değerlendirildiğinde örneğin 9. ayda beklediğimiz yabancı olmaması bir sorun olarak değerlendirilir. 3-6 yaş aralığında yaşa özgü doğal korkular vardır fakat kaygı bozukluğu için hem işlevsel bozulmalar hem de korku ve kaygı belirtilerinin şiddetli olması gerekir. Bu yaş grubunda kaygı- korku belirtileri; aşırı ağlama, kaçınma, donup kalma, öfke nöbetleri veya yapışma şeklinde kendini gösterebilir. İşlevselliğin kaybı ise kreş ya da anaokuluna gitmek istememe, yaşıtlarıyla ilişkide huzursuzluk ve isteksizlik, aşırı sıkıntılı duygulanım olabilir. Böyle durumlarda örneğin dışarıda vakit geçirirken veya alışveriş yaparken işlerin yarım bırakılmasına sebep olabilcek düzeyde sıkıntılar meydana gelebilir.

    Kaygı Bozukluğu görülme sıklığı 3-6 yaş döneminde %10-20 aralığındadır ve en önemli risk faktörüdür. Bu yaş grubunda cinsiyetler arası fark anlamlı düzeye henüz gelmemiştir. Kaygı Bozukluğu olan çocuklarda diğer ruhsal hastalıklara göre, eş zamanlı Depresyon, Dikkat Eksikliği-Hiperaktivite Bozukluğu, Karşıt Olma-Karşıt Gelme Bozukluğu tanılarına daha sık karşılaşılır.

    Kaygı Bozukluğu’nda ailesel kalıtım oranı %40-65 aralığında bulunmuştur , bu oran diğer ruhsal hastalıklara (Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Bipolar Bozukluğu, Otizm, Şizofreniye) göre oldukça yüksektir. Bu yüksek sonuç genetik aktarımın yanında çevresel etkilerinde Kaygı Bozukluğu’nda önemli rol oynadığını gösterir.

    Ailedeki kaygı bozukluğu, hem genetik  hem de bebeğin gelişimi sırasında etkileyici önemli bir diğer faktördür. Özellikle baskıcı, otoriter  tutum ve aşırı koruyucu aile tutum örnekleri 3-6 yaş aralığında kaygı bozukluğunun oluşumuna sebep olabilir. Bu nedenle ebeveynlerin psikoeğitimi ve davranış terapileri de çocukların kaygı bozukluğu tedavisinin bir parçası olarak verimelidir.

    Çocukluk döneminde yaygın olarak;

    • Ayrılık kaygısı,
    • Sosyal kaygı,
    • Yaygın kaygı,
    • Özgül fobiler görülür.

    Ayrılık kaygısı

    Çocuk kendisine bakım veren kişiden ayrılma konusunda çok yoğun kaygı yaşar. Genellikle bakım verenini bir daha göremeyeceğine düşünebilir ya da  onların, kendisinin başına bir şey geleceğine yönelik düşünceler taşır. Bunlara bağlı olarak da bakım vereninden  hiç ayrılmak istemez. Zorunlu ayrılık olduğu zamanlarda ise yoğun kaygı duyar, ağlar veya içe kapanır.

    Sosyal kaygı

    Çocuk yaşıtları ile iletişim kurmaktan, yaşıtları arasında herhangi bir performansını , becerisini ortaya koymaktan  aşırı kaygı duyar. Genellikle  böyle durumlardan kaçmaya çalışır. Bu çocuklar sınıf öğretmenleri tarafından , genelde sessiz, sakin, derse ve sosyal aktivitelere katılımı az çocuklar olarak tanımlanırlar. Sınıf içinde parmak kaldırmaktan, sunum yapmaktan, oyunlarda yer almaktan, kendi fikrini belirtmekten oldukça çekinir ve kaçınırlar.

    Yaygın kaygı 

    Çocuk sadece bir konu hakkında değil, birçok konu hakkında sürekli olarak kaygı duyar. Haberlerde duyduğu, arkadaşlarından duyduğu birçok konuda hemen kaygıya kapılabilir. Olumsuz her duruma karşı hassas olurlar. Bu kaygı bozukluğunasahip çocuklarda genelde kendi sağlıkları, annesinin ve babasının sağlığı hakkında kaygılı olma durumu da çok sıkgörülür.

    Özgül fobiler 

    Çocuk sadece belirli bir objeye, bir duruma karşı yoğun kaygı duyar. O durum veya o obje söz konusu olduğunda sürekli olarak kaçmaya çalışır.

    Çocuklarında yoğun kaygı bozukluğunu fark eden anne babalar; Öncelikle doktor ile konuşup bu belirtilerin kaygı bozukluğundan mı yoksa başka bir sorundan mı kaynakladığını anlamak için yardım almalıdırlar. Bir psikologla, veya ilaç tedavisi için bir  psikiyatrist ile görüşülmelidir. Benzer sorunlar yaşayan aileler ile görüşmeler ayarlamaya çalışılıp, başka kaynaklardan da yardım alınmalıdır.

    Çocuklarda kaygı bozukluğu nasıl tedavi edilir?

    Kaygı bozukluğu tedavisinde etkililiği kanıtlanmış en iyi terapi bilişsel davranışçı terapilerdir.

    Kaygı bozukluğu tedavisinde terapist ve çocuk arasında sağlam  işbirliği ve güven ilişkisi oluşturulmalı sonrasında  kaygı duyulan obje veya  durum ile çocuk karşılaştırılmalı ve önceden kullandığı işlevsiz baş etme  yöntemleri kullandırılmamalıdır.

     Kaygı bozukluğu, tedavisi için  “maruz kalmak” olarak adlandırılan bir yöntem de vardır. Çocuğu kaygı duyulan obje ya da durumla karşı karşıya getirmektir. Maruz kalmak daha travmatik bir tanımlamadır. Karşı karşıya getirmek ise çocuğun isteği doğrultusunda , kademeli olarak ve bir uzman tarafından yapılan bir yöntemdir. Oldukça hassas bir yöntemdir, uzman olmayan kişiler tarafından yapılması çocukta kalıcı etkilere yol açabilir.

    Kaygı bozukluğu tedavisinde aileler, çocukları kendilerine kaygılarından söz ettiklerinde anlayışlı davranmalılardır. Kaygı bozukluğu olan çocuklarını yaşadıkları kaygılar hakkında eleştirmemeli ve duygularını ifade etmeleri sağlanmalıdır. Özellikle bilişsel davranışçı terapide anneler ve babalar terapistlerin yardımcıları olurlar ve gerektiği zaman psikoterapi seansı içerisinde yapılanların evde de yapılması için çocuğa yardımcı olurlar.

    Kaynaklar
    • Alisinanoğlu, F., & Ulutaş, İ. (2003). Çocukların kaygı düzeyleri ile annelerinin kaygı düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Eğitim ve Bilim28(128).
    • Aral, N., & Başar, F. (1998). Çocukların kaygı düzeylerinin yaş, cinsiyet, sosyo ekonomik düzey ve ailenin parçalanma durumuna göre incelenmesi. Eğitim ve Bilim22(110).
    • Çifter, A. (1985). Psikiyatri I. Gata Eğitim Yayınlan
    • DURDU, M., BİNGÖL, F., DELEN, A., & AŞİROĞLU, D. S. ANKSİYETE BOZUKLUĞU.
    • Hill, K. T., & Sarason, S. B. (1966). The relation of test anxiety and defensiveness to test and school performance over the elementary-school years: A further longitudinal study. Monographs of the Society for Research in Child Development31(2), 1-76.
    • Karamustafalıoğlu, O., & Yumrukçal, H. (2011). Depresyon ve anksiyete bozuklukları. Şişli Etfal Hastanesi Tıp Bülteni45(2), 65-74.
    • Rankin, R. P., & Maneker, J. S. (1985). The duration of marriage in a divorcing population: The impact of children. Journal of Marriage and the Family, 43-52.
    • Saatçioğlu, Ö. (2001). Yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisi ve yeni yaklaşımlar. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni11(1), 60-77.
    • Türkçapar, H. (2004). Anksiyete bozukluğu ve depresyonun tanısal ilişkileri. Klinik Psikiyatri, Ek4, 12-16.Zaichkowsky, L. D., Zaichkousky, L.B. & Martince, T. J. (1980). Grınvth and developmeııt. U. S. A.: The C. V. Mosby Coıııpany.
  • Mutlu çocuk

    Kuşkusuz her anne babanın dileği, çocuklarının öncelikle sağlıklı ve mutlu olmasıdır. Bu iki kavram aslında iç içedir. Mutlu olmak, temel ihtiyaçların asgari düzeyde giderilmiş olmasına bağlıdır. Yani fiziksel ve psikososyal açıdan sağlıklı yetiştirilen çocuk kendine güveni tam, benlik saygısı yüksek, kendiyle barışık aynı zamanda da yaşama adapte olmuş mutlu bir kişi olacaktır.

    Mutlu çocuk nedir?

    Mutluluk kavramı TDK ’da “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu.” olarak tanımlanmakta olup eski çağlardan günümüze birçok bilim insanı, düşünür, yazar mutluluğa çeşitli tanımlar getirmiştir.

    Antik yunan filozofu Aristo, mutluluğun hissedilebilir bir durumdan ziyade bir hayat tarzı olduğuna inanıyordu. Bu yaşam tarzının temel özelliği, sürekli olarak alıştırmada bulunarak her bireyin en iyi yanlarını ortaya çıkarmaktır. Bu tanımdan yola çıkacak olursak mutluluğun yaşamdaki olaylara bakış açımız ve tepkilerimizle birlikte başta kendimizden memnun olma hali olduğunu söyleyebiliriz.

    Kendinden memnun ve mutlu bireyler yetişebilmesi için de ebeveynlere önemli roller düşmektedir. Özellikle okul öncesi dönemde(0-6) çocuk anne babaya bebeklikte tam bağımlı olmakla birlikte, yaş aldıkça bağlılık azalsa da büyük ölçüde bağlı kalacaktır.

    Her istediği alınan, her sözü onaylanan çocuk mutlu çocuk demek değildir. Çocuk için mutluluk; kendi ihtiyaçlarının giderilmesi olarak algılanır. Bu noktada ebeveynlerin çocuğa tutumları çocuğa nasıl davrandıkları büyük önem taşır. Doğru tutumları sağlayabilmek çocuğun gelişim süreçlerini ve temel ihtiyaçlarını bilmekle birlikte gelişimiyle doğru orantılı neye ne ölçüde gereksinim duyduğunun farkında olmakla mümkündür. Mutluluk kavramının iç içe geçmiş parçalardan oluşan bir bütün olduğunu belirttikten sonra şimdi de bu parçaların neler olduğuna hep birlikte bakalım.

    Çocukların temel ihtiyaçları nelerdir?

    Temel ihtiyaç “olmazsa olmaz” demektir. Genel olarak çocuğun temel ihtiyaçları üç başlık altında incelenir: Fiziksel, sosyal ve psikolojik temel ihtiyaçlar. Bunlardan fiziksel olanı kısaca özetleyip daha çok psikososyal (sosyal ve psikolojik) ihtiyaçları konuşacağız.

    Çocukların temel fiziksel ihtiyaçları

    Fiziksel sağlık yaşam değerinin ve kalitesinin oldukça önemli bir kısmını oluşturur. Fiziksel temel ihtiyaçlar diğer psikososyal ihtiyaçlardan önceliklidir. İhtiyaçlar sıralamasına göre ilk basamaktaki (fiziksel) ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyin üst basamaklara yoğunlaşması mümkün değildir bu sebeple fiziksel temel ihtiyaçların karşılanması zorunluluktur. Bu ihtiyaçların neler olduğuna bir bakalım.

    Beslenme İhtiyacı: Yaşamı sürdürebilmek ve sağlığın korunması için sağlıklı ve dengeli beslenme vazgeçilmezdir. Çocuğun günlük besin ihtiyacı yaşına,yaşam tarzı ve sağlık durumuna göre değişir. Bazı hastalıklar ya da rahatsızlıklar belli vitaminlerin ya da   minarellerin gereksinimini artırabilir. Bunun yanı sıra bazı özel durumlar bazı besinlerin tamamen yasaklanmasını gerektirebilir. Normal koşullarda ise herkesin tüketmesi gereken standart yiyecek miktarı vardır.

    Çocukların fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimlerini tamamlayabilmeleri yeterli ve dengeli beslenmeyi gerektirir. Beslenmesi yeterli olan çocukların hastalanmaları durumunda daha çabuk iyileştikleri gözlenmiştir. Çocuğun sık hastalanmaması, büyüme ve gelişiminin normlara uygun olması yeterli beslendiği anlamını taşır. Bu dönemde çocuk her üç ayda tartılır ve boyu ölçülür. Çocuk uygun şekilde kilo alıyor, boyu uzuyorsa beslenme yeterlidir. İyi beslenen çocuk fiziksel gelişim standartlarına uygun gelişim gösterir.

    Barınma İhtiyacı: Çocuğun barınma ihtiyaçlarının karşılanması için sadece fiziksel özelliklere sahip bir ortamın oluşturulması yeterli değildir. Çocuk için barınma ihtiyacı güven içinde olmak gibi duygusal anlam da taşır. Aynı zamanda, aile bireyleriyle bir arada olmayı ve diğer kişilerle ilişki kurmayı sağlar.

    Giyinme İhtiyacı: Giyinmenin birinci amacı doğa şartlarından korunmaktır. Bireyin giyinme ihtiyacının karşılanması aynı zamanda beden sağlığı yönünden büyük önem taşır. İkinci amacı ise süslenmektir süslenmede bireyin ruh sağlığında önemli bir yer tutar. Çocuğun gelişimine göre içinde rahat etmesine imkan sağlayan kıyafetler seçilmelidir .

    Uyku ve Dinlenme İhtiyacı: Çocukların ruhsal ve bedensel gelişiminde uyku ve uyku sonucu dinlenme çok önemlidir. Dinlenmeyi sağlamayacak kadar az uyuyan çocuklarda iştahsızlık, sinirlilik, duygu ve heyecanların kolayca harekete geçmesi ve direnme görünür. Ayrıca, büyüme hormonu gibi gelişimi sağlayan bazı hormonlar uyku sırasında artar. Çocuklarda uyku ve dinlenme ihtiyacının doğru karşılanması kişilik gelişimi, etkileşimi, çevreye uyumu ve insanlarla ilişkileri üzerinde oldukça önemli etkiler yaratır.

    Çocukların temel sosyal ihtiyaçları

    İnsan yapısına bakıldığında fiziksel temel ihtiyaçlarının giderilmesinden sonra ortaya çıkan ihtiyaçların bireyin sosyalleşmesiyle ilgili olduğu gözlemlenmiştir. Sosyalleşme diğer insanlarla iletişim kurmakla başlar. Bebeklikten itibaren önce anne-babayla etkileşime giren çocuk giderek daha geniş çevrelerle kaynaşır. Çocuğun ailesi ve çevresi tarafından olumlu karşılanması, desteklenmesi, çabalarının takdir edilmesi sosyal gelişimini sağlıklı sürdürebilmesini sağlar. Olumlu aile ve çevre desteği ile birlikte sosyalleşmeye başlayan çocuk başarılı ve mutlu olur. Çocukların sosyal temel ihtiyaçları şunlardır:

    Arkadaşlık İhtiyacı: Arkadaşlık kurma çocukların sosyal ve duygusal gelişimini sağlayan en önemli faktörlerden biridir. Bu sayede çocuk ilişki kurmayı, paylaşmayı, iş birliği yapmayı, kendini ifade etmeyi, başkalarına saygı duymayı ve kendi duygularını kontrol edebilmeyi öğrenir. Aynı zamanda grup içinde yaşamayı öğrenmeleri ve toplumsallaşmalarına yardımcı olur. Bu konuda ebeveynlerinin dikkat etmesi gereken hususlar şunlar olabilir:

    • Çocuğun kendini ifade etmesi, başkaları ile iletişimi başlatması ve dinlemeyi sürdürmesi için teşvik edilmelidir.
    • Paylaşma, özür dileme, teşekkür etme,  soru sorma ve gruba katılma becerileri desteklenmelidir.
    • Yetişkinler çocukların sağlıklı iletişim kurmaları ve sosyalleşmeleri için arkadaşlık sorunlarını kendileri çözmek yerine çocukları dinlemeli, anlamaya çalışmalı çocukların problem çözme yeteneklerini geliştirmeye yönelik kendi sorunlarına çözüm bulmalarına imkan tanımalıdır.
    • Çocuklarla ilişkilerde olumlu dil kullanımı, olumlu davranışların yüceltilmesi ve övülmesi, aile içi sorunlarda yapıcı çözüm yolları bulunması çocukların sosyal becerilerini geliştir.
    • Çocuk yakın çevredeki yetişkinlerin sosyal becerilerini örnek alacağından yetişkinler de arkadaşlık ilişkilerine ve iletişim biçimlerine dikkat etmelidir.

    Bir Gruba Ait Olma İhtiyacı: Çocuğun kabul görme, sevme-sevilme ihtiyaçları karşılanırsa tamamlanır. Ait olma ihtiyacı ile birlikte umursanma, güvenilme, kabul edilme, beğenilme ihtiyaçları da karşılanmış olur. Birey ait olma ve sevgi ihtiyacını belli bir süre karşılayamamışsa daha sonra karşılamış olsa bile uzun süre önceki eksikliğin olumsuz etkilerine benliğinde hisseder.  Bu konuda anne babaların dikkat etmesi gereken unsurlar:

    • Çocuğa ait olmak istediği grup hakkında sorular sorulmalı çocuk hissettirmeden izlenmelidir. Aşırı kollayıcı davranışlar ihtiyaçlarını doyuramayan çocuğun uyumsuzluğuna neden olur.
    • Öğütler vermek yerine çocuk özenle dinlenmeli, anlayışla karşılanmalı, problemlerini çözmede çocuğa yol gösterici olunmalıdır.

    Sosyal Statü İhtiyacı: Statü bireye; başarı,saygı görme, özgüven gibi değerler kazandırır. Sosyal statü ihtiyacı ilk olarak anne-baba tarafından karşılanır.Ailede edinilen statü çocuğun geleceğine de yansır. Birey statü kazandıkça kendini başarılı ve mutlu hisseder. Erken çocukluk döneminde, anaokulunda çocukların diğer çocukların oyunlarına katılmak istemesi onlara armağanlar vermesi ve hayranlık duyması ya da onları izleyip yerlerini almak istemesi sosyal statü ihtiyacını karşılamak için gösterdikleri davranışlardır.

    Bir İşe Yarama (Üretkenlik) İhtiyacı: Gruba ait olma ihtiyacının devamdır. Grup, verdiği bazı görevleri yerine getirmesini isteyerek bireyin sorumluluk almasını sağlar. Böylece bireyin grup için önemi vurgulanır. Kendini işe yarar hisseder. Aldığı sorumluluğu doğru zamanda yerine getirmeyi, düzenli çalışmayı ve tutarlı olmayı öğrenir.Bunları başarmak çocuğa kendine güvenle birlikte mutluluk ve tatmin olma sağlar.Ebeveynlerin bu alanda destekleyebilecekleri durumlar şunlardır:

    • Çocuğa yaşına göre yapabileceği görevler ve sorumluluklar vermek.
    • Olumlu pekiştireçler kullanarak istenilen davranışın kalıcı olmasını sağlama(aferin,çok güzel olmuş gibi)
    • Çocuğun tek başına yapabileceği işleri üstlenmek yerine onun yapmasına olanak tanıma ve teşvik etme.

    Bağımsızlık İhtiyacı: Gözetim ve emir olmadan kendi hedeflerini oluşturma,kendi kararlarını ortaya koyma ve plan tasarlama ihtiyacıdır. Çocuğun kendisini erken yaşlardan itibaren başkalarından ayrı ve bağımsız hissetmesi, ruhsal olarak olgun kişiliğe ulaşmasını sağlar.

    Bağımsızlık duygusunun keşfi 2-3 yaşlarında çocuğun tuvalet eğitimi kazanmasıyla başlar. Bu dönemde çocuk tuvaletini tutmayı veya boşaltmayı kendi denetiminde ve isteğinde gerçekleşen ilk eylem olarak algılar. Çocuk için bağımsızlık duygusunun tohumlarının atıldığı bu evrede asla sert tutumlar, şiddet, kınama, ayıplama gibi rencide edici sözler ve davranışlar kullanılmamalıdır. Çocuk tuvaletinin ne zaman geldiğine ve ne zaman yapmak istediğine kendisi karar verecektir. Bununla birlikte annesinden ayrı kendi kararlarını alma ve uygulama evresine giriş yapar. Tuvalet eğitimi sırasında altına kaçırma olasıdır. Ancak bu durumda çocuğa kızılır veya şiddet uygulanırsa çocuktaki bağımsızlık kazanma duygusu zayıflayarak yerine suçluluk duyguları taşıyan ve çekingen bir kişilik yapısı oluşturur. Bağımsızlık duygusunun temeli doğru atılamazsa çocuk ileriki yaşlarında da bu dönemden izler taşır. Bağımsızlık kazanamayan birey utanç duygusuna kapılır ve mutsuz olur. Çocuğun bağımsızlık duygusunu kazanmasında ebeveynin yapabilecekleri:

    • Merak, araştırma ve keşif konusunda çocuğa tatmin edici cevaplar vermek bu alanlarda isteklerini dikkate almak.
    • Yeme, içme, giyinme, ne giyeceğine karar verme gibi konularda beceri kazanmasına kendi işlerini kendisinin yapmasına fırsat vermek.
    • Olumlu veya olumsuz duyguların ifade edilmesine izin  vermek.
    • Sınırsız özgürlük verilmemeli. Anne babalar genellikle çocuğu mutlu olsun diye her isteğini olumlu karşılama eğilimi gösterebiliyor. Mesela çocuk evin duvarlarına resim yapmak isterse, “Olur.” demek yerine, “Sadece odandaki duvarlara istediğin gibi yapabilirsin, orası sana ait.” denilebilir. Bu şekilde çocuk isteklerinin belli sınırlar dahilinde gerçekleşeceğini bilir ve başkalarının haklarına saygı duyar.

    Çocukların temel psikolojik ihtiyaçları

    Bu alan bebeklikten itibaren kazanılmaya başlayan benlik kavramının ve tüm hayatı etkileyen kişiliğin oluşmasını sağlar. Psikolojik temel ihtiyaçlar çocuğun ruhsal yapısını şekillendiren çok önemli unsurlar barındırır. Bunlardan bazıları sevme sevilme, ait olma, psikolojik güven içinde olma, kendine ve kişiliğine saygı duyma ve saygı duyulmasını isteme.

    Sevmek ve Sevilmek İhtiyacı: Sevginin temel taşı kabul duygusudur. Bu duygunun eksikliği çocukta istenmediği duygusunu doğurur. Çocuğu sevmek onunla bütünleşmek, bazı etkinliklerde onunla beraber olmak ve onun gerçeklerini anlamaya çalışmaktır. Sevgiden yoksun büyümüş çocuklarda çeşitli uyum ve davranış bozuklukları görülebilir. Sevgisiz ve ilgisiz ortamlarda yetişen çocukların büyüme hormonu salgısı yetersizliği nedeniyle bedensel ve zihinsel gelişme gösteremedikleri görülmektetedir.

    Sevginin yoksunluğu kadar aşırılığı da doğru değildir. Aşırı sevgi çocuğu bencil ve doyumsuz bir birey haline getirebilir. Çocuğun bütün istedikleri yerli yersiz, gerekli gereksiz yerine getirmek çocukta telafisi zor uyumsuzluklara neden olabilir.

    Bazen ebeveynlerde hatalı sevme tutumları da görülebiliyor bu sevgiye “koşullu sevgi” diyoruz. Yetişkin farkında olmadan koşullar öne sürerek çocuğu uyuma zorlar.” Yemeğini yersen seni severim.”, “Okulda uslu durursan öğretmenin seni çok sever.” gibi. Koşullu sevgiyi öğrenen çocuk anne babası dahil herkesi bu yolla sevmeye çalışacaktır.” Bana istediğim oyuncağı alırsanız uslu dururum, sizi üzmem.”, “Benim istediklerimi yaparsan…”, “Benim istediğim gibi davranırsan…” gibi cümleler kurabilir. Anne baba çocuğun bu koşullarını tolere edebilir ancak diğer insanlar bu kadar anlayışlı olmayacaktır.

    Koşullu sevgiyle bağ kurmaya çalışan çocuk, diğerlerinin reddiyle gerçek sevginin böyle olmadığını öğrenir; ancak bu travmatik bir şekilde gerçekleşir. Samimi koşulsuz bir sevgiden mahrum kalan çocuklarda mutsuzluk, kendini değersiz görme ve depresif örüntüler görülebilir.

    Ait Olma İhtiyacı: Birey yaşadığı ortamda kendini güvende hissetmiyorsa ait olma ihtiyacı karşılanmıyordur. Ait olma ihtiyacı daha çok 7-9 yaşlarında hız kazanır. Dikkat edilmesi gereken noktalar:

    • Çocuğa ailenin bir parçası olduğu hissettirilmelidir.
    • Onunla vakit geçirilmeli, tatillerde çocuğa zaman ayrılmalı,özel etkinlikler düzenlenmelidir.
    • Çocuk sevgiden mahrum kalmamalı, reddedilmemelidir.
    • Çocuk beklenti veya belirsizlik içinde bırakılmamalıdır.

    Psikolojik Güven İçinde Olma: Güvenlik “kişiyi fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ve malına yönelik olan tehditlerden koruma, kişinin kendini tehlikelerden uzak hissetme durumudur.” Kendini güvende hissetme özgüven için şarttır. Kendini güvende hissetmeyen çocuk huzursuz ve mutsuz olur.

    Yeni doğan bebek için dış dünya kavramı yoktur. Anne karnında bütün ihtiyaçları eksiksiz ve kendiliğinden gerçekleşen bebek doğduğunda da ihtiyaçlarının kendiliğinden giderildiğini düşünür. Anneye henüz ihtiyaç duyduğunun farkında değildir.

    3-4 aya kadar bebek görüş alanındaki kişilere ayrım yapmadan tepkide bulunur.

    4-5 aydan itibaren ise tepkilerini ayırt edici şekilde gösterir, artık annesini diğerlerinden ayırabilmektedir. Başkasının kucağında durmayıp ağlayarak annesini isteyen bebek bu döneme gelmiş demektir.

    6-7 aydan itibaren bebek artık tek bir kişiye bağlanır ve bu genellikle annedir. Bu dönem temel güvenin oluşmasında en önemli dönemdir.

    Temel güven psikolojik sağlığın ön koşuludur. Anne, bebek ihtiyaç duyduğunda her zaman hazır ve yanında olmalıdır. Bebek acıktığında annenin onu besleyeceğini, altına yaptığında değiştireceğini, ağladığında kucağına alıp onu sakinleştireceğini bilip anneye güvenmelidir. Güven duygusu oluşmayan anne tarafında reddedilen, soğuk davranılıp ihtiyaçları yerinde ve zamanında sevgiyle karşılanmayan çocukta kendisine ve çevresine güvensizlik oluşur. Bununla beraber tehdit altında hisseden çocuk sık sık ağlar, uykusuz, huzursuz olur.

    Başarılı Olma (Üretkenlik): Çocuk okul çağına geldiğinde artık toplumun sağladığı öğrenme ve çalışma alanında kendini göstermek zorundadır. Çocuk okula başladığında sosyal dünyası büyük bir gelişme gösterir. Bu dönemde çocuk yetişkinlerin kullandığı aletleri kullanmaya ve üretmeye başlar. Çocuğun çabaları desteklendiğinde çalışma ve başarılı olma davranışları gelişir. Aksine sürekli olarak yaptıkları eleştirilen, beğenilmeyen çocuk beceriksiz olduğunu düşünerek yaptıklarının değersiz olduğuna inanır. Değersizlik duyguları da beraberinde aşağılık duygusunu getirir. Başarı çocuğa haz verirken başarısızlık üzüntü verir. Başarılı olmayı desteklemede aileye düşen sorumluluklar:

    • Çocuğa erken yaşlardan itibaren en başarılı olabileceği yaşına uygun ilgi alanına yönelik sorumluluklar verilmelidir.
    • Çocuktan yeteneğinin üstünde bir başarı bekleyip sonuçta onu başarısız olmakla suçlamak yerine gücüne uygun gerçekçi beklentiler içinde olmak.(örneğin 3 yaşındaki çocuktan ayakkabılarını bağlamayı beklemek gerçekçi olmayacaktır)
    • Çocuk aldığı görevlerde başarı sağladıkça sözel pekiştireçler kullanarak hevesini canlı tutmak sağlanmalıdır.
    • Çocuğa başarısızlık durumunda dahi anne babasının yanında olup onu desteklemeye devam edecekleri hissettirilmelidir.

    Kendine ve Kişiliğine Saygı Duyulması: Yazımızda buraya kadar anlatmış olduğumuz hususların toplamı sonunda çocuğun kişiliğini şekillendirip oluşturacaktır.

    Doğumdan itibaren başlayan serüvende fiziksel ihtiyaçlar başta olmak üzere sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarında karşılanması ile çocuk ne ölçüde doyum sağladıysa kişiliği de o ölçüde sağlıklı olacaktır. Çocuk onay, kabul ve saygı gördükçe başkalarına saygı duymayı öğrenir ayrıca kendine saygı duyar.

    Çocukların benliğine saygı duyulma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç toplumda var olabilme, yer edinebilme, yaşamda hakkı olma duygularını doyurur. Eğer çocuk başkaları tarafından değer görmüyorsa kendini kabullenemez ya da kendine saygı duyamaz. Bununla birlikte düşük benlik saygısı (aşağılık duygusu) gelişebilir. Bu durum fark edilmez ve hatta olumsuz tutumlarla pekiştirilirse çocukta; tutukluk, çekingenlik, kekemelik, tikler, ilk çocukluğa dönüş isteği ve anormal bir becerisizlik kendini gösterebilir. Böyle bir tabloyla karşılaşıldığında şu çözümler uygulanabilir:

    • Öncelikle çocuğa karşılıksız ve koşulsuz olarak sevildiği hissettirilmelidir.
    • Çocuğun özgüveni artırılmalıdır (olumlu yönlerinin ön plana çıkarılması hatalarının gündemde tutulmaması, onaylayıcı tutum).
    • Fiziksel cezadan kesinlikle kaçınılmalıdır. Fiziksel cezanın uzun vadede birçok probleme yol açtığı araştırmalarla kanıtlanmıştır.
    • Ceza uygulanırken suçla doğrudan bağlantıyı sağlayacak şekilde olmalı ve daha çok yaptığı hatanın sonuçlarıyla karşılaşması prensibine dayanmalıdır.
    • Çocuğa bireyselleşme imkanı tanınmalıdır. Mümkünse ayrı oda,dolap vb. veya bunlar olamıyorsa en azından özel eşyalarını koyabileceği sadece ona ait olan kilitli bir kutu sağlanarak hayatında özerklik verildiği hissettirilmelidir.
    • Kişiliğinin gelişmesinde kişisel mekan önemlidir. Odasına saygı göstergesi olarak kapısı çalınmadan girilmemelidir.
    • Sık sık aktif dinleme yapılarak duygularını paylaşmasına fırsat tanınmalıdır.
    • Ona sorular sorularak ideallerini tanımlaması sağlanmalıdır.
    • Çocuğun ilgi alanına yönelik herhangi bir aktiviteye katılmasına teşvik edilmelidir.
    • Tüm çabalara rağmen çocukta iyileşme görülmezse uzmana başvurulabilir.

    Çocuğun temel ihtiyaçlarını tanıyıp uygun cevaplar vermeye çalıştıktan sonra şimdi de çocuğun mutluluğu ve sağlıklı kişilik gelişimi için ebeveyn tutumlarının çocuk üzerindeki etkilerine değinelim.

    Çocuk yetiştirme tutumları nelerdir?

    Otoriter ebeveyn tutumu

    Otoriter ebeveynin kontrol boyutu yüksek ama sıcaklık(yakınlık) boyutu düşüktür. Bu anne babalar kontrolün tamamen ebeveynde olması gerektiğini düşünmektedir.

    Ebeveyn çocuktan bir şey talep ederse çocuk bunu yapmakla yükümlüdür. Bu konuda pazarlık yapmaktan ya da kuralları esnetmekten hoşlanmazlar. Kuralları koyarken toplumsal normlara dikkat ederler. Söz dinlemeyi, itaati bir erdem olarak görür çocuğun istekleri ile kendi doğruları uyuşmayınca cezalandırma yöntemini kullanırlar. Kullanılan cezanın çeşidi işlenilen suça göre fiziksel de olabilmektedir. Ebeveynin esas amacı çocuğa belirli bir davranış kalıbını öğretmekten ziyade kendi otoritesini korumaktır. Çocuğun ancak bu yolla öğrenebileceğini düşünürler.

    Otoriter Tutumun Çocuğa Etkisi Ne Olur?

    Otoriter sitile sahip ailelerin çocukları kendine güvenmekte sorun yaşarlar. Arkadaşları ile ilişkilerinde girişken değillerdir. Yaratıcılık ve organizasyon yetenekleri zayıftır. Bu çocuklar büyüklerin yanında söz dinlese de otoritenin olmadığı zamanlarda kuralları sıklıkla çiğneyebilirler. Bunun nedeni içselleştirilmiş bir ahlak anlayışına sahip olmamalarıdır. Çocuğa nedeni açıklanmadan uygulanan disiplin onun sadece disiplin unsuru olduğu ortamda kurallara uyumasına neden olur.

    Aile tarafından uygulanan katı disiplin çocuğun mizacına göre iki farklı sonuç doğurabilmektedir: Çocuk uysal bir yapıya sahipse ezilip bastırılmasına neden olabilir. Dik kafalı bir çocuğun ise saldırganlaşmasına ve ailesinden gördüğü şiddeti etrafına uygulamasına neden olabilir.

    Demokratik ebeveyn tutumu

    Demokratik ebeveynliğin kontrol boyutu da sıcaklık boyutu da yüksektir. Ebeveynler çocuklarından dönemsel özelliklerine göre belirli taleplerde bulunur ve kurallar koyar ama bunları çocuğun karşılayabileceği seviyede tutmaya özen gösterirler. Çocukla konulan kurala İlgili konuşur onunda görüşlerini söylemesine izin verirler. Yapılmaması gereken davranışların nedenleri ile ilgili çocukları bilgilendirirler. Yapılmasını istedikleri şeyler için rica ederler çocuğun taleplerini dinlerler.

    Demokratik ebeveynler çocuklarına sözel ya da fiziksel şiddet kullanmaz. Ebeveynin tavrı çocuğa değil yaptığı harekete karşıdır. Her zaman tutarlıdır ve çocuğu örseleyecek saldırgan tavırlar içermemektedir.

    Demokratik Tutumun Çocuğa Etkisi Nedir?

    Bu çocukların özgüveni yüksektir. Hem bilişsel hem de sosyal alanda başarılıdırlar. Arkadaşlık kurmada hevesli girişken ve öfke kontrolünde başarılıdırlar. Çocuklara karşı ailenin tutarlı tavırları çocuklarında tavırlarındaki tutarlılığa neden olur. Bu çocuklar ortada bir otorite figürü olmadığı zamanlarda bile kurallara uymak da zorluk çekmezler çünkü kuralları içselleştirmişlerdir.

    İzin verici (şımartan) ebeveyn tutumu

    İzin verici ebeveynliğin kontrol boyutu düşük, sıcaklık boyutu yüksektir. İzin verici ebeveynler çocuğun taleplerini mümkün olduğunca yapma eğilimindedirler. Çocuklarına karşı sevgileri yüksektir ama herhangi bir beklentileri yoktur. Çocuğun saldırganca davranışlarına bile göz yumarlar. Kendi kararlarını vermesine izin verirler. Bu tip aileler özerkliği, kontrolü çocuğa verme olarak yorumlamışlardır. Evdeki televizyonda çocuk ne istiyorsa sadece onu izleme, yatma saatine çocuğun karar vermesi, öğünlerde sadece abur cubur yemesi izin verici ailelerin göz yumduğu davranışlara örnektir.

    İzin verici ebeveynler çocuğun gelecek seçimlerini ve davranışlarını şekillendirmeye çalışmaz. Aile içi çatışmalar genellikle çocuğun isteğinin yapılması ile sonuçlanır. İzin verici davranış çocukların baskı olmadan davranışları özgürce sürdürebilmesini sağlar ama aynı zamanda çocuk olumsuz bir davranışta bulunduğunda onun yanlış olduğunu anlayamaz ve sürdürmeye devam eder. Bu çocukların aile ortamı dışındaki sosyal hayatlarında problemler yaşamasına neden olur.

    İzin Verici Tutumun (Şımartılmanın) Çocuğa Etkisi Nedir?

    İzin verici ebeveynlerin çocukları güdü kontrolü ve kendine güvende zayıftırlar . Sorumluluklarını yerine getirmede zorlanırlar bilişsel ve sosyal gelişim de yaşıtlarının gerisinde kalırlar. Sorumluluk alamayan ve temelde güvensiz çocuklar olduğu düşünüldüğünde olumsuz katkıları olumludan yüksektir.

    Yukarıda anlatılanlardan ayrı olarak batı toplumunda pek rastlanmayan ama bizim ülkemizde görülen başka bir tutum tipi ise aşırı koruyuculuktur.

    Aşırı koruyucu ebeveynler çocuklarının sürekli yanlarında olur hayatı onlar için kolaylaştırmak ister. Bu tip ebeveynler onlar yanlarında değilken ya da çocuğa yardım etmedikleri taktirde çocuklarının bakımsız kalacağı ve  zarar göreceği korkusu yaşarlar. Çocuklarından olgunluk talepleri çok düşüktür ve her işi onların yerine yapma eğilimindedirler. Literatürde, böyle endişeli yetiştirme tutumlarının çocuklarda yüksek endişe ve güvensizlik yarattığı ortaya konmuştur.

    Mutlu çocuk hangi ebeveyn tutumuna bağlıdır?

    Bahsettiğimiz dört tutum arasından mutlu çocuk için en uygunu demokratik tutumdur. Bu tutumun sağlanmasıyla çocuk gelişimini sağlıklı bir şekilde tamamlar. Demokratik aile aynı zamanda çocuğunun farkında, ne zaman neye ihtiyacı olduğunu bilen, çocuğu koruyan ama bağımsızlık kazanmasına da izin veren, doğru davranışlar geliştirebilmesi için ceza da uygulayan ancak kontrollü şekilde çocuğu incitmeden bunu yapabilen bilinçli aile demektir. Ebeveynler çocuk gelişimi konusunda ne kadar bilinçli olur çocuğu ne kadar iyi tanırsa ona uygun destekleyici tutumlarda bulunarak çocuğun mutlu bir yaşam biçimi kazanmasına büyük katkı sağlayacaklardır.

    Kaynakça
    • Smith, Jeffrey Trawick.  Erken Çocukluk Döneminde Gelişim.  İstanbul: Nobel Akademik Yayncılık, 5. basım, 2017.
    • Bee, Helen.  Çocuk Gelişim Psikolojisi.  İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1. basım  2009.
    • Sharma, H.D Dengeli Çocuk Yetiştirme. İstanbul: Platform Yyayınları, 1. basım, 2004
  • Çocuğun öz güveni nasıl geliştirilir?

    Çocuklarda özgüven, sevgi dolu ve üretken bir yetişkinliğe giden yolda en önemli gelişim faktörlerinden biridir. Bu yazıda, çocuklarda özgüven geliştirme yolları üzerinde duruyoruz.

    Bireyin sahip olduğu hayatında, mutlu ve başarılı olması için en gerekli özelliklerden biri özgüvendir. Özgüven, kişinin iyi ve pozitif duygular ile kendini iyi hissetmesi ve çevresindeki insanlarla barışık olması demektir. Ayrıca bireyin kendi kendine güvenmesidir.

    Özgüven, doğum ile gelişmeye başlar ve yaşam boyu da gelişmeye devam eder. İlk olarak annenin çocuğa yaklaşımı ile şekillenir. Çocuğun sevgi potansiyeli 0-2 yaşlarında hızla dolar. Hayat boyu dağıtacağı bu duygu, sevgi dolu aile ortamından alınır. Kişiliğin sağlıklı temelleri bu ortamda atılmaktadır. Sevgi ile büyüyen çocuklar hayata güvenmeyi ve diğer insanlara sevgiyle yaklaşmayı öğrenir. Temel güven duygusu böyle bir aile ortamında gelişir. Daha sonra öğretmen ve arkadaşlar ile beslenir. Bireyden bireye değişen karmaşık bir süreçtir, düşük ya da yüksek olabilir. Duruma ve içinde bulunan koşullara göre de değişim gösterebilir.

    Çocuklarda özgüven gelişimini etkileyen faktörler

    Anne – baba tutumları

    Çocuğun ilk karşılaşmış olduğu sosyal çevresi ailesidir. Bu ilk sosyal çevrede çocuğa verilen tepkiler ve gösterilen davranışlar onun bütün gelişim sürecini etkiler. Çünkü yaşamış olduğu sosyal çevreye göre davranışlarını şekillendirir. Bu dönem, çocuğun bedensel, sosyal, bilişsel gelişiminin ve buna bağlı olarak özgüven, benlik saygısının oluştuğu dönemdir. Çocuğun gelecekteki yaşantısına yön veren özgüven duygusu, anne ve babanın çocuğa göstermiş olduğu tutum ve davranışlarla çok yakından ilişkilidir.

    Bir insanın en temel ve belirleyici ilişkisi, anne ve babasıyla olan ilişkisidir. Bu açıdan ebeveyn tutumları, bir çocuğun ruhsal dünyası için hayati bir öneme sahiptir.

    Yapılan bazı araştırmalara göre yaşamın ilk üç veya dört yılında, anne ve babanın çocuklarını yetiştirme şeklinin çocuğun sahip olduğu özgüveni belirlediğini gösterir.

    Çocuk okula başlayana kadar, kendine dönük bir benlik algısı geliştirmiş olur. Okuldaki arkadaş ve öğretmenleriyle de bu benlik algısı gelişecektir. Örneğin, okulda öğrenme zorluğu yaşayan bir çocuk aynı zamanda özgüven sorunu da yaşar. Böyle bir çocuğun eğitimsel gelişimini sağlamak için öncelikle özgüveninin geliştirilmesi çok önemlidir. Öğretmenler bu durumda çocuklara yardımcı olabilir. Fakat çocuğun en ihtiyaç duyduğu şey anne ve babasının sevgisi ve ilgisidir.

    Şu sözleri pek çoğumuz duymuşuzdur: “Annem babam beni gerçekten sever miydi bilmiyorum. Benim için her türlü fedakarlığı yaptılar ama sanki bir görev duygusuyla yapıyorlardı. Bu kadar fedakarlık yerine, keşke daha çok sevselerdi ya da sevgilerini daha iyi ifade etselerdi.” Çocuklarını çok sevdikleri halde, davranış ve sözle ifade etmeyi gereksiz bulan ve sevgilerini göstermemiş anne ve baba, çocuklarının benlik saygılarının gelişimine farkında olmadan zarar verirler.

    Ayrıca okula başlamış olan çocuğun özgüveni zayıf ise anne ve babasının da özgüveninin zayıf olma ihtimali yüksektir. Özgüven düzeyi yüksek olan anne, baba ve öğretmen çocuğun özgüvenini arttırır ama malesef bazen bunun tersi de söz konusudur.

    Anne babanın çocuklarına yönelik tutumlarını etkileyen faktörler de bulunmaktadır. Bu faktörler içinde; anne ve babanın beklentilerine uygun çocuğa sahip olup olmamaları, sahip oldukları çocuklarının sayısı, cinsiyeti bulunabilir. Bunlarla birlikte anne ve babanın birbirleri ile olan iletişimlerinin sağlıklı olup olmaması da çocuklarına karşı tutumlarını etkileyen faktörlerdendir. Çocuğun ileride özgüvenli bir birey olmasını isteyen anne ve babanın öncelikle kendilerine daha sonra birbirlerine ardından da çocuklarına güvenmeleri gereklidir.

    Çocuklarımızın gerçekçi ve yüksek bir özgüvenle yetişmelerini sağlamak, ebeveyn olarak, onlara sunacağımız en güzel hediyemiz olabilir. Özgüveni yüksek bir çocuk, sevebilen ve üretebilen bir yetişkinliğe yelken açabilir.

    Boşanma

    Ebeveynlerden birinin ölümü ya da boşanma gibi nedenlerle kayıplar ailenin birlik içinde olmasını engeller . Böyle bir durumda anne veya babanın sorumluluğu artar ve buna bağlı olarak anne veya babanın karşılaştığı zorlanmalar çocukta güvensizlik duygusunu arttırır. Bununla birlikte çocuk anne ya da babadan hangisine bağlılık göstereceğinin karmaşasını yaşar . Bu durum da çocuğun güven duygusunun ve kendine yeterlilik duygusunun zedelenmesine veya yitirmesine neden olur.

    Ceza-şiddet

    Korkutma, sindirme gibi yöntemler çocukların içe kapanık ve saldırgan olmalarına sebep olur.Bununla birlikte çocuğun kendine olan güvenin sarsılmasına neden olabilir. Çocuğa uygulanan bedensel ceza veya sevgisizlik yüksek kaygı düzeyi oluşturur. Bunların aksine anne ile babanın sevgi dolu yaklaşımı çocukta güvenlik ve yüksek benlik saygısı oluşturur

    Zeka

    Zeki çocuklar aktarılanları hızlı kavrar, çabuk öğrenir. Bu durum onlara çevrelerinde üstünlük sağlamaktadır. Bu kazandıkları üstünlük doğrultusunda çocuğun kendine olan güveni ve benlik saygısıda güçlüdür. Kişinin kazandığı her başarı kendilerine olan güvenleri sağlamlaştırmaktadır.

    Başarı

    Başarı, çocuğun kendi becerileri doğrultusunda kendini geliştirmesidir. Başarı bir ihtiyaçtır. Fakat bazı bireyler devamlı başarılı olmak zorunluluğu duyarlar. Bu kişilerde başarısız olmak değersizlikle aynı anlamdadır. Başarısız oldukları takdirde çevreden dışlanacaklarını, sevilmeyeceklerini düşünürler. Bu tür bir durum çoğunlukla doyumsuzluk ve özgüven eksikliğinden oluşmaktadır.

    Baba Yoksunluğu

    Ülkemizde aile baba otoritesine dayanır. Babanın aile içindeki yoksunluğu, babanın ilgisinin eksik olması veya aşırı otoriter davranması, çocuğun içine kapanık, utangaç ve çekingen bir kişilik geliştirmesine neden olur. Çocukğun kendine olan güveni azalabilir ve buna bağlı olarak çeşitli uyum ve davranış bozuklukları ortaya çıkabilir.

    Genetik Etki

    Bazı yaklaşımlara göre, insan kişiliğinin %30-40’ı genlerden gelen özelliklerle şekillenir; %60-%70’i ise öğrenme ile edinilir. Bazı kişiler içe dönük, bazı kişiler ise dışa dönük olabilir. Bu tamamen kişiden kişiye göre değişebilen bir durumdur. Dışa dönük çocuğu içe dönük yapmaya çalışmak ya da içe dönük çocuğu dışa dönük yapmaya çalışmak, kişinin zaten genetiğine uygun olmadığı için uğraşlar sonuçsuz kalır. Çocuğun kendine güveni azalır. Bu durumda anne ve baba çocuğun kişilik özelliklerine saygı duymalıdır.

    Okul ve öğretmen

    Çocuğun ailesinden sonra kendini geliştirmesinde en büyük payı olan kurum okuldur. Okul hayatının başlangıcıyla çocuğun hayatına giren öğretmen, kısa bir süre içinde yaşamındaki en önemli, en etkili kişilerden biri haline gelir. Bu nedenle öğretmen, öğrencilerin davranışları ve başarısı üzerinde geniş bir etkiye sahiptir. Öğrencinin de öğretmene karşı tutumu ve karşılıklı iletişimleri çok önemlidir. Özgüven, yapılan başarı ve olumlu davranışlar ile değişebilen bir özellik taşır. Çünkü her birey bir şeyler yapabileceğine inanmak ister ve başardıkça kendine olan güveni artar. Kendisini okulda başarılı gören, öğretmeni tarafından sevildiğini düşünen, derse kalktığında bildiklerini anlatabilen, güzel fikirlerinin ve müzik, resim gibi yeteneklerinin olduğunu düşünen bireyin olumlu benlik kavramı gelişir.

    Diğer faktörler

    Stres, psikolojik sorunlar, kronik fiziksel hastalıklar, sürekli olarak rahatsız eden herhangi bir şey, başka bir şehre yada başka bir ülkeye taşınmak, başarısızlık, gibi durumlar da özgüveni etkileyebilir. Özgüven bireyin sadece eğitimini değil aynı zamanda duygusal, sosyal gelişimini de etkiler. Özgüvenin küçük yaştan itibaren oluşması ve geliştirilmesi için destek olunması gereklidir. Bu sayede çocuklar yaşamları boyunca kendilerini her konuda rahatlıkla ifade edebilir , sosyal ve yaratıcı bir birey olabilir, kendileriyle ilgili olumlu düşünebilirler.

    Özgüveni gelişmiş çocuk, elde ettiği başarıları karşılığında övülmeyi ister ve övülmekten hoşlanır. Başkalarının kendisiyle ilgilenmesini ister. Özgüveni gelişmemiş biri ise çok az başarı elde ettiği için yeterince övgü almamıştır. Bu nedenle elde ettiği başarılardan sonra gelen övgüleri geri çevirebilir. Yani övülmeyi sevmez ve başkasının ilgisini çekmekten rahatsız olabilir.

    Özgüvenli birey yeteneklerinin farkındadır. Neyi yapabileceğinden ve neyi yapamayacağından emin olur. Yani güçlü ve zayıf yanlarını görür ve bilir. Yeteneklerini çok iyi kullanır. Girişken olduğu için yeni şeyler denemekten çekinmez. Özgüveni gelişmemiş birey ise kendini yeterince tanımadığı için yeteneklerinin farkında değildir. Neyi başarabileceğini bilmez. Onun bildiği tek şey, hiçbir şey yapamayacağıdır. Kendinde gurur kaynağı olabilecek bir yan bulamaz, sürekli kedni kusurlarını düşünür ve ufak eksiklikleri bile onun gözünde daha büyüyebilir. Sürekli kendini diğer insanlara göre eksik ve yetersiz görür. İçe kapanık ve depresyona daha yatkındır.

    Özgüveni sağlam kişi, başkalarını kıskanmaz ve onların yaşamlarını olumsuz etkileyecek davranışlardan kaçınır. Hatta başkalarının mutlu olması için gayret eder, eleştirilere açık olur ancak özgüveni gelişmemiş kişi başkasını kıskanır. Kendi mutluluğu için çalışmaz çünkü işin başında mutsuzluğu kabullenmiş ve değişmeyeceğine kendisini şartlandırmıştır.Ufacık bir olumsuz eleştiriden çok etkilenir, başladığı bir işi bile sırf bu yüzden tamamlamadan bırakabilir.

    Çocukların özgüveni için ebeveynler neler yapabilirler?

    Evdeki herkesin birbirine güvendiği bir ortam oluşturulmalıdır. Güvenli bir ortamda yetişen çocuklar duygularını aileleriyle rahatça paylaşabilir. Bu da onun özgüveninin gelişmesine yardımcı olur. Duygularınızda samimi olun. Asla yalan söylemeyin. Ona olan sevginizin başarısına bağlı olmadığını onu her koşulda seveceğinizi daima hissettirin.

    Her çocuğun kapasitesi farklı olabilir. Bir şeyi yapamayacağını bildiğiniz halde yapmasını istemeyin. Çünkü bu onu hayal kırıklığına uğratır. Kendi çocuğunuzun kapasitesinin farkında olun, zayıflıklarını görmezden gelmeyin. Kendindeki eksiklerinin farkında olmalı, bunun için dürüst olun fakat güçlü yönlerini de atlamayın. Yaptığı bir yanlışı tüm kişiliğini eleştirmeden nasıl düzeltebiliriz şeklinde yaklaşın. Tüm kişiliğine değil sadece yaptığı hatasına odaklanın.

    Özgüvenli olmak kibirli olmak değildir. En küçük bir başarıda şımaran çocuklar aslında özgüveni yoktur ya da çok düşüktür. Bunun için hemen önlem alın. İlgi alanlarına ve yeteneklerine göre alanlar belirleyip faaliyetlere katılmasını sağlayın. Böylece sahip olduğu yetenekleri ön plana çıkarır. Yerine getirebileceği sorumluluklar verin. Bu şekilde kendini yararlı ve önemli hisseder. Önemsediğinizi ve değer verdiğinizi hissettirin. Ufak bile olsa yaptığı güzel davranışları övün. Kendilerini ifade etmelerine yardımcı olun. Böylece başka zaman başka bir ortamda da bunu kolaylıkla yapabilme cesareti gösterebilir.

    Korkularını ve duygularını reddetmeyin, ciddiye alın. Negatif duygularını yenmesi ve çözüm yolu bulması için yardımcı olun, izin verin. Korktuğunda görmezden gelmek yerine ciddiye alın dinleyin ve korkmanın normal bir duygu olduğunu anlatın.

    Çocuğunuza zaman ayırın, oyuncaklarıyla birlikte oynayın.Kardeşinin kıskanan çocuğunuz için kendini geri planda hissetmemesi için yalnız zaman ayırın, baş başa olun. Bir şeyler söylemek istediğinde de zaman ayırın. Uygun bir zaman değilse bunu ona belirtin, ne zaman uygun olacağınızı söyleyebilirsiniz. Konuşurken mutlaka göz teması kurmaya özen gösterin. Rica edin, emretmeyin. Bu daha yakın bir iletişim kurmayı sağlayacaktır.

    Anne ve babalar sürekli çocukların kontrolünü tamamen ellerinde tutmak isterler. Örneğin bir oyuncağın eskiyip atılmasına siz değil çocuğunuz karar versin. Anne ve baba arasındaki çatışma da çocuğun özgüven ve güvenlik duygusunu zedeler. Birçok çok anne ve baba çocuklarının hayatlarını yaşar; bu şekilde de hem kendi özgüvenlerinin hem de çocuklarının özgüveninin gelişmesini engellerler.

    Çocuklar sizin onlara sunduğunuz örnekler sayesinde kendilerine değer vermeyi öğrenirler. Kendiniz için olumlu bir tavır benimser ve kendinizi olduğu gibi kabul ederseniz, çocuklarınız da aynı şekilde davranmayı sizden öğreneceklerdir. Kendinizi korumak için belirli sınırlar koymanızı sağlayacak bir özgüvene sahip olduğunuz takdirde çocuklarınız da sizi bu konuda örnek alacaklardır.

    Umarım, çocuklarda özgüven geliştirme konusunda yapılabilecekler konusunda size ipucu sağlayabildim. Yazı ile ilgili yorumlarınızı, yorum kısmından benimle paylaşırsanız memnun olurum.

    Kaynak
    • Akagündüz, N. (2006). İnsan yaşamında özgüven kavramı. İstanbul: Ümraniye Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayınları.
    • CEYLAN, V., BİNAY, H., YALÇIN, M. H., & BİLGİNER, M. A. ÇOCUKLARIN ALGILADIKLARI ANNE BABA TUTUMLARI İLE DEPRESYON DÜZEYİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü, 6.
    • Çelik, Y., & Onay, I. (2014). 6. SINIF ÖĞRENCİLERİNİN BİLİMSEL TUTUMLARI VE ÖZGÜVENLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLERE GÖRE İNCELENMESİ. Asian Journal of Instruction, 2(2), 38.
    • Günalp, A. (2007). Farklı anne baba tutumlarının okul öncesi eğitim çağındaki çocukların özgüven duygusunun gelişimine etkisi (Aksaray ili örneği) (Doctoral dissertation, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
    • Kasatura, İ. (1998). Kişilik ve Özgüven. Evrim Yayınevi, İstanbul.
    • Mckay M. Ve Fannıng P. (1998). Özgüven Yaratılması ve Korunması. Çeviren: Anita Tatlıer, Epsilon Yayınevi, İstanbul.
    • Yarımkaya, E. (2013). 12-14 yaş arası ilköğretim öğrencilerinin öz güven düzeylerinin voleybolda servis atma becerisi üzerine etkisi (Doctoral dissertation, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü).
    • Yörükoğlu, A. (1977). “Okul Öncesi Eğitim ve Ruh Sağlığı”. Okul Öncesi Eğitimi. Unesco Milli Komisyonu, Ankara.
  • Okul korkusu

    Okul korkusu, Psikiyatrik Hastalıkların Tanımsal El Kitabı’na (DSM-V) girmemiştir. Fakat birçok psikopatalojinin ön belirtisi olduğu için aslında çok önemlidir.

    Okul korkusunun tanımlanması 100 yıl öncelerine dayanır. Çocuğun okula gitmemek için direnmesi, arkadaşlarını kabul etmemesi ve ağlamak gibi tepkiler geliştirmesi olarak tanımlanır.

    Okul öncesi ve okul çağında, 5- 7 yaşlarında sık gözlemlenen problemlerdendir. Çalışmalar, özellikle ilkokul döneminde olan çocukların yüzde beşinin okul korkusu yüzünden okuldan geri kalmakta olduğunu göstermektedir. Ek olarak, yapılan araştırmalara göre, çocukluk çağında çökkünlük ve kaygı bozukluğu sebebiyle tedavi gören hastaların çoğunun okul korkusu yaşadığı görülmüştür.

    İlköğretim ve lisede de görülebilen okul korkusunun tedavisi, yaşı küçük olan çocuklardan daha kolay olmaktadır.

    Okul korkusunun, erkek ve kız çocuklarda görülme sıklığı eşittir.

    Problemin ana kaynağı çocuğun anne ve babasından ayrılmasındaki zorluktur.

    Özellikle okul öncesi dönemdeki yani 0-6 yaş arasındaki çocukların, anne ve babasıyla ilişkileri oldukça önemlidir. Anne ve babanın çocukla ilişkisinin yanında birbirleriyle ilişkilerinin de çocuk üzerinde çok büyük etkisi vardır. Bu durumda, ailedeki ilişkiler sağlıklı olduğunda çocukların psikolojik açıdan uyumlu olacakları öngörülmektedir. Ayrıca okul öncesi dönemdeki çocuklarda sözelleştirme yeteneği yeterince gelişmediği için, kendini ifade etmede zorluklar yaşayabilir ve sıklıkla depresif görünüm, içe kapanma belirtileri görülür.

    Korkular ve kaygılar çocuğun yaşamının normal gidişini engelleyecek düzeylere geldiği durumda, durumun araştırılıp kısa zamanda tedaviye bir uzman desteği ile başlanması gerekir. Bazı korkular çabuk gelir ve geçer, çocuğun yaşamını çok etkilemez. Genellikle erken yaşta oluşan korkular kısa sürede kaybolur. Okul öncesi çağdaki çocuk zayıf ve küçük olduğunun farkındadır. Bu nedenle bu yaşta çocuklar bazı gerçekleri sınırlı düzeylerde algıladıkları için dış dünyadan korkmaları ve kaygı duymaları aslında normaldir.

    Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), özel öğrenme güçlüğü, zekâ engeli, davranış bozukluğu, depresyon ve sosyal fobi gibi rahatsızlıklar mevcut ise ve çocuk bazı alanlarda kedini yetersiz hisssediyorsa, zor öğreniyorsa, kendine güveni azsa, okula uyum sorunları yaşar.

    Okula Başlama Olgunluğuna Sahip Çocukların Özellikleri

    • Bedenini rahatça kullanabilmeli,
    • Kalemi tutup yazabilecek ince motor gelişimine sahip olmalı,
    • Dil gelişiminde, yeterli kelime bilgisine sahip olmalı,
    • Yeterli özgüvene sahip olmalı,
    • Anne babasıyla güvenli ilişki kurmuş olmalı,
    • Güvenli ayrılığı başarabiliyor olmalı,
    • Sorumluluk alabilmeli,
    • Yaşıtlarıyla rahat sosyal ilişkiler kurabilmeli ve ilişkileri sağlıklı sürdürebilmeli,
    • Sosyal problemleri çözebilme yetisine sahip olmalı,
    • Grup etkinliklerinde sakin bir şekilde oturabilmeli,
    • Yönergeleri dinleyip uygulayabilmeli,
    • Temizlik, beslenme ve giyinme gibi ihtiyaçlarını kendi karşılayabilmelidir.

    Yetersizlik Yaşayan Çocuklar Desteklenmeli

    Bireysel farklılıklar sebebi ile çocukların olgunluk düzeyi birbirinden farklı olabilir. Henüz okula başlamak için yeterli olgunluğa ulaşamayan ve yukarıda da saydığımız gibi problemlerden birine sahip olan çocuklar için şunları yapabiliriz:

    • Korkutma, tehdit, şiddet, yargılama kullanılmamalıdır.
    • Rahatsızlık duyduğu konuları sizinle paylaşması sağlanmalıdır, bunu konuşarak sağlayabilirsiniz ve bu durumda eleştirmek ya da olumsuz tepkiler vermek yerine empati kurup anlamaya çalışılmalıdır.
    • Okul reddine hangi durum ve duygunun neden olduğu bulunmalı ve bu sorunun çözülmesi için bir destek alınmalıdır.
    • Bunun için aile, bir psikiyatri merkezinden yardım almalıdır. Psikiyatrik yaklaşım ve psikoterapi birlikte götürülmelidir. Gerekirse özel eğitime başvurulmalıdır.
    • Ailenin, çocuğun okula devamıyla ilgili kararlı olması gereklidir. Çocuğu öğrenme hakkından asla mahrum bırakmamalıdır. Fakat çocuğa, bu sorunun tüm aileyi ilgilendirdiği, sadece çocuğun sorunu olmadığı hissettirilmelidir.
    • Öğretmen ve ailenin sıkı işbirliği içinde olması gereklidir. Öğretmenin güven verici ve zorlayıcı olmayan tutumu çocuklar için çok önemlidir.

    Ayrıca çocuk anne ve babasının onu okula bıraktığı zaman bir daha almayacaklarını bile düşünür. Bu düşünceler de çocuklarda okul korkusunu daha da arttırır. Bununla birlikte belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz:

    • Okula başlandığı durumda, annede ayrılmak zorunda kaldığında şiddetli tepkiler gösterebilir. (ağlama, bağırma, anneyi sıkıca tutma, vurmaya kalkma..)
    • Bu dönemde aşırı huysuzlanma ve somatik yakınmalar da görülebilir. ( karın, baş, mide ağrısı..)
    • Öğretmeni sevmeme, okulla ilgili sürekli şikayetlerde bulunma gibi sebeplerle okula gitmemek için bahaneler üretme,
    • Uyku ve yeme bozuklukları, geceleri altını ıslatmaya başlama,
    • İlgi ve enerji kaybı, sinirlilik, içe kapanıklık

    Okul Korkusu Olan Çocukların 3 Karakteristik Özelliği

    1- Bu çocuklar anne ve babalarına aşırı bağımlıdır. Bunun sebebi ise anne ve baba tarafından aşırı korunmadır. Bu şekilde yetiştirilen çocuklar bağımlı, anne ve babaya yapışık bir birey olarak gelişir. Özellikle annenin koruyucu tutumundan kaynaklı çocukta özgüven duygusu yeterince gelişmez ve buna bağlı olarak kaygı ve korku düzeyi de oldukça yüksek olur. Anneye tamamen bağımlı olarak yaşamaktadırlar.

    2- Çocuğun her isteğinin koşulsuz yerine getirilmesidir. Bu durum ise çocuğun bir şeyi ısrarla isteyen ve isteğini elde etmek için hileye başvuran bir birey olmasına sebep olur.

    3- Anne ve babalarının disiplin konusunda çocuklarına karşı yetersiz kaldıklarında ve otoriteyi kuramadıklarında yani çocuk merkezli bir yapıya dönüştüklerinde çocuk tüm durumlarda her şeye egemen olmak ister. Her istediğinin yapılmasını ister . Gitmek istemediği zaman, okula gitmek gibi zorunda kaldığı durumlarda şiddetli tepkiler vereblir.

    Bu korkular okul korkusu için tek etki olmayabilir. Ayrılık kaygısı da okul korkusunun en önemli sebeplerindendir. Anne babanın hastalanması , ailedeki zorlu ayrılık yaşantıları ve yoksunluklar, anne ya da babanın uzun süreli hastane yatışları, çocuğun bakılamama nedeniyle evden uzaklaştırılması (bakıcı, akraba ..), boşanma, evlilik çatışmaları, ölüm, ekonomik güçlük, kalabalık aile ve ailede psikopatoloji önemle vurgulanır. O evde yangın çıkması veya eve hırsız girmesi gibi durumlarda da çocuk endişelenir ve evden ayrılma durumunda daha yoğun kaygı yaşayabilir.

    Okul Korkusu Yaşayan Çocuklar İçin Anne ve Babalara Öneriler

    1. Okul korkusu veya ayrılma kaygısı yaşayan çocuklarınızı bu duruma yavaş yavaş alıştırmaya çalışın. Bu durumda anne, baba ve okul işbirliği yaparak çocuğa yardımcı olabilir.
    2. Kendi başına dışarı çıkması için cesaretlendirin. Bunu başarabildiği zaman küçük hediyelerle onu ödüllendirin. Böylece bu durumda hem alıştırıp hem de motive etmiş olursunuz .
    3. “Bugün okula gitmezsen evde kalabilirsin.” gibi seçenekler sunmayın.
    4. Çocuğu götürmeden önce okul ve öğretmenler hakkında önce siz bilgi sahibi olmaya çalışın.
    5. Eve en yakın okulu tercih etmeye çalışın.
    6. Çocuğunuza neden okula gitmesi gerektiğini ve okulun işlevinin ne olduğunu anlatın.
    7. Okul için alışveriş yapın ve bunun zevkli geçmesine dikkat edin.
    8. Ona okul hayatının güzel yanlarını anlatın.
    9. Okula giden çocuklar ile ilgili hikayeler okuyup onu okula gitmeye özendirmeye çalışın. Böylece okul hayatına da hazırlamaya başlamış olursunuz.
    10. Sabah okula gitmek üzere yapılan hazırlıkları eğlenceli hale getirin. Öperek uyandırıp, kahvaltıda sevdiği şeyleri hazırlayabilirsiniz. Bu çocuğunuzu daha pozitif yapıp, rahatlatabilir. Fakat okulda yapılacaklar hakkında çok fazla bilgi vermeyin. Bu onu daha fazla kaygılandırabilir. “Öğretmenin ve arkadaşların olacak” demeniz yeterli olacaktır onun için.
    11. Okula gitmesi gerektiğini anlatın. Okulun işlevlerini anlatırken kurallarından da bahsedin. Sınıfta oturamayız, okul kurallarına uymaz” gibi kuralları anlatın.
    12. Sakin ve rahat görünmeye çalısın bu onu da olumlu etkileyecektir.
    13. Mümkünse bir gün anne diğer gün baba çocuğu okuldan alsın.
    14. İlk günlerde okulda biraz kalıp “bugünlük bu kadar” diyerek , sonrasında bu süreyi arttırın.
    15. Yaşadığı kaygı ile alay etmeyin veya küçümsemeyin.
    16. Korku ve kaygılarını anlamaya çalışın ve onu anladığınızı ona gösterin, ifade edin.
    17. Çocuğunuza asla, “eğer okula gidersen sana istediğin oyuncağı alacağım” şeklinde rüşvetler teklif etmeyin. Ama yapmasını istediğiniz olumlu bir davranışından sonra ödüllendirebilirsiniz.
    18. Anne ve babaların hangisi daha tutarlı ve kararlı davranabiliyorsa, çocuğu okula o götürmelidir.
    19. Mutlaka kararlı ve tutarlı olun. Çocuğun olur olmaz bahanelerle evde kalıp oyun oynamasına izin vermeyin. Evde kalması uzadıkça okula adapte olması daha da zorlaşır.
    20. Onu rahatlatıcı şekilde konuşmaya çalışın. “Biz yine seni almaya geleceğiz, biz seni hiçbir yerde, okulda da bırakmayız.” gibi rahatlatıcı ve güven verici açıklamalar yapın.
    21. Yeni bir kardeş doğacaksa , doğmadan 6 ay önce okula alıştırmaya çalışın. Yoksa kardeşinin annesini alacağı, annesini kaybedeceği düşüncesine kapılır
    22. Çocuğunuzun okula gitmek istememesinin altında yatan sebebi araştırın. Bunlar; arkadaşlarıyla sorun yaşaması, öğretmeninin davranışı, okula alışamaması gibi sebepler olabilir. Çocukla duyguları konuşulmalı, ikna edilmeye çalışılmalı ve gerekirse bir uzmandan yardım alınmalıdır.
    23. En önemlisi bütün bunlara rağmen çocuğun korku ve kaygıları devam ediyor, rahatsızlıkları gittikçe artıyor ve yayılıyorsa mutlaka bir uzmandan değerlendirme ve yardım istenilmelidir.

    Okul Korkusu Nasıl Tedavi Edilir?

    Tedavideki temel amaç okul korkusu olan çocuğun çok fazla zaman kaybedilmeden okula döndürülmesidir. Doktorlar tıbbi durumu evde kalmayı gerektirmedikçe rapor vermekten kaçınırlar. Çünkü çocuklar okuldan geri kalırlar ve bu durum çocuğu giderek okuldan soğutur.

    Öncelikle, tedavi aşamasında problemin neden kaynaklandığı belirlenmelidir. Bunlar ailesel faktörler, psikiyatrik hastalıklar olabilir. Ama okul korkusu olan çocuklarda genellikle tıbbi bir hastalıktan çok psikolojik bir sorun olduğu düşünülür. Bu durumda uzman desteği alınmalıdır. Ebeveyn, psikolog, öğretmen ve farmakolojik bir destek gerekirse psikiyatrist işbirliği ile bu problemin üstesinden gelinebilir.

    Okul korkusu, Psikiyatrik Hastalıkların Tanımsal El Kitabı’na (DSM-V) girmemiştir. Fakat birçok psikopatalojinin ön belirtisi olduğu için aslında çok önemlidir.

    Kaynakça
    • Büküşoğlu, N., Aysan, F., & Erermiş, S. (2001). Okul Fobisi Olan Çocukların Davranışsal Özellikleri, Annelerinin Ruhsal Belirti Düzeyleri Ve Aile Fonksiyonlarının İncelenmesi. Ege Tıp Dergisi, 40(2), 99-104.
    • Carlson, G. A., & Kashani, J. H. (1988). Phenomenology of major depression from childhood through adulthood: analysis of three studies. The American Journal of Psychiatry, 145(10), 1222.
      Difilippo, J. M., & Overholser, J. C. (2002). Depression, adult attachment, and recollections of parental caring during childhood. The Journal of nervous and mental disease, 190(10), 663-669.
    • Dursun, A. (2010). Okul öncesi dönemdeki çocukların davranış problemleriyle anne-baba tutumları arasındaki ilişkinin incelenmesi (Doctoral dissertation, DEÜ Eğitim Bilimleri Enstitüsü).
    • Knauth, D. G. (2000). Predictors of parental sense of competence for the couple during the transition to parenthood. Research in Nursing & Health, 23(6), 496-509.
    • Öngider, N. (2013). Anne-Baba ile Okul Öncesi Çocuk Arasındaki İlişki. Current Approaches in Psychiatry/Psikiyatride Guncel Yaklasimlar, 5(4).renthood. Res Nurs Health 2000; 23:496-509.
      Özcan, Ö., Kılıç, B. G., & Aysev, A. (2006). Okul korkusu yakınması olan çocukların ana babalarında ruhsal bozukluklar. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(3), 173-180.
    • Soysal Ş, Bodur Ş. Bir büyüme masalı: okul korkusu. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi 2004; 13:234-236.
    • Stocker C, Ahmed K, Stall M. Marital satisfaction and maternal emotional expressiveness: links with children’s sibling relationships. Soc Dev 1997; 6:373-385.
      Vandewater EA, Lansford JE. Influences of family structure and parental conflict on children’s well-being. Fam Relat 1998; 47:323-330.
  • Yaygın anksiyete bozukluğu

    Öncelikli olarak toplum içerisinde kötü bir duygu olarak algılanmasının aksine belirli bir düzeyde anksiyete (bunaltı), kişiler için olumlu ve motivasyon sağlayıcı bir durumdur. Ancak kişi kaygısını kontrol edemiyorsa ve bunun da beraberinde kaygı seviyesi gereğinden fazla yüksek ise burada kaygının olumsuz etkilerinden söz etmemiz mümkündür.

    Yaygın anksiyete bozukluğu nedir?

    Yaygın anksiyete bozukluğu, çeşitli durumlar ya da yaşam olayları konusunda, sürekli olarak aşırı endişe duyma hali ile karakterize edilir. Kişi, sürekli olarak bir felaketin kendisini beklediğini düşünür ya da herhangi bir neden olmasa dahi para, sağlık, aile, iş veya diğer konularda endişe duyar. Bu kişiler kaygı duyabilecekleri herhangi bir nedene ihtiyaç duymazlar ve kendileri için her zaman daha kötüsünü beklerler. Bu durum da kişinin günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmelerini engeller ve sonuç olarak iş, okul, sosyal yaşam önemli bir biçimde etkilenir.

    YAB herhangi bir şey hakkındaki spesifik fobiden farklıdır. Örneğin örümceklerden ya da yılanlardan korkan insanlar özellikle tek bir şeyden korkarlar. YAB içinse durum daha farklıdır ve yaşamın geneline yayılan bir kaygı durumu vardır. Araştırmalar, yaygın anksiyete bozukluğunun diğer ruh sağlığı sorunlarıyla bağlantılı olabileceğini keşfetmiştir. YAB ile ilişkili yaygın bozukluklar depresyon, bağırsak sorunları, stres, dikkat eksikliği ve madde bağımlılığını içermektedir.

    Yaygın anksiyete bozukluğuna sahip olan birçok kişi endişelerinin, olacak kötü olan şeyleri bir şekilde engellediğine inanır. Bu nedenle endişelerinden vazgeçmeyi çok fazla istemezler. Yaygın anskiyete bozukluğunun ortak belirtileri aşağıda sıralanmıştır.

    Yaygın anksiyete bozukluğu belirtileri nelerdir?

    • Kişi için herhangi bir durum olmaksızın sürekli olarak endişe hali vardır.
    • Kişi yaşadığı veya yaşamadığı olaylar konusunda hep en kötü ihtimali aklına getirir.
    • Durumlar ya da olaylar henüz olmadıkları zamanlarda bile tehdit edici olarak algılanır.
    • Kararsızlık veya yanlış karar verme korkusu vardır.
    • Huzursuzluk ve sıkışmış hissetme duyguları vardır.
    • Dikkat ve dikkati sürdürmekte güçlük yaşanır.
    • Konsantre olamama ve nesnelere odaklanmakta zorluk yaşanır.
    • Bunalmış hissetmek ve bu nedenle kişi kendini dış dünyaya kapatma ihtiyacı hisseder.
    • Öfke ve sinirlilik hali vardır.

    Fiziksel belirtiler

    • Düşük enerji ve Yorgunluk
    • Uyku düzeninde değişiklik
    • Kas ağrıları ve gerginlik hissi
    • Terleme
    • Titreme
    • Bulantı ve bağırsak sendromları
    • Kalp çarpıntıları
    • Baş ağrıları ve baş dönmesi

    Yaygın anksiyete bozukluğundan söz edilebilmesi için kişinin yukarıda sayılan belirtileri en az 6 ay boyunca yaşaması ve bu süre içerisinde belirtilerin en az üçünü göstermesi gerekmektedir.

    Yaygın Anksiyete Bozukluğunun Çocuklarda ve Ergenlerde Olan Belirtileri Nelerdir?

    Çocuklar ve ergenler de yetişkinlerin duyduğu endişelerin bazılarına sahip olabilirler. Ancak bu endişeler genellikle daha farklı konularda toplanmıştır.

    • Akademik performans
    • Spor etkinlikleri
    • Bir yere zamanında dakik bir şekilde varabilmek
    • Aile üyelerine herhangi bir zarar geleceği endişesi ve aile bireylerini kaybetmekten korkmak
    • Doğal afet olayları

    Çocuk ve ergenlerdeki yaygın anksiyete bozukluğu da çeşitli sonuçları beraberinde getirir. Bunlar:

    • Mükemmel olma ihtiyacı
    • Yapmış olduğu şeyleri yeniden yapma hisleri(çünkü ilk seferinde asla mükemmel olmayacaklarını düşünürler.”)
    • Ev ödevlerinde ve diğer sorumlulukları konusunda gereğinden fazla vakit harcamak
    • Güven eksikliği
    • Onaylanmak için gereğinden fazla çaba göstermek
    • Performansları hakkında yetişkinlerin kendilerine güvence verme ihtiyacını hissetmek
    • Sık sık baş ağrısı ve karın ağrısı şikayetlerinin olması
    • Okul veya sosyal sorumluluklardan kaçınma davranışları

    Bir uzman tarafından ne zaman destek alabilirsiniz?

    • Çok fazla endişe duyuyorsanız ve bu da yaşamınızın çoğu alanını önemli bir şekilde etkiliyorsa,
    • Depresif düşünceleriniz ve geleceğe yönelik karamsar beklentileriniz varsa,
    • İç sesinizi bastırmak için alkol-madde kullanımına ihtiyaç duyuyorsanız,
    • İntihar düşünceleriniz veya intihar davranışlarınız varsa, mutlaka uzman desteği almanız gerekmektedir.

    Endişe hissinizin bir anda ortadan kalkması mümkün değildir. Hatta bu düşünceleriniz zamanla daha fazla artabilir ve kötüleşebilir. Var olan kaygınız daha fazla artmadan önlem almanız gerekmektedir.

    YAB nedenleri nelerdir?

    Yaygın anksiyete bozukluğunun nedenleri birçok bozuklukta olduğu gibi, biyolojik ve çevresel faktörlerin birleşiminden kaynaklanmaktadır.

    • Beyin kimyasındaki farklılıklar ve fonksiyon değişiklikleri
    • Aile geçmişinde bulunan duygu durum bozuklukları öyküsü
    • Tehditlerin algılanmasındaki farklılıklar
    • Erken dönem kişilik gelişimi

    Risk faktörleri nelerdir?

    Kadınlarda yaygın anksiyete bozukluğunun görülmesi, erkeklere göre biraz daha fazladır. Aşağıda bulunan faktörler YAB için riski arttıran faktörlerdir.

    Kişilik yapısı: Mizaç olarak ürkek, karamsar olan kişiler Yaygın anksiyete bozukluğu için daha yatkın olabilir.

    Genetik: Geçmiş aile öyküsünde bulunan duygu durum bozuklukları

    Travmatik Deneyimler: Geçmiş yaşantılardan gelen travmatik öyküler ya da olumsuz yaşam deneyimleri yaygın anksiyete bozukluğu için bir risk faktörü oluşturmaktadır. Kronik hastalıkların ya da diğer ruh sağlığı sorunlarının da riski arttırdığı unutulmamalıdır.

    Var Olan Belirtilerin Etkisini Azaltmak için Neler Yapabilirsiniz?

    Erken yardım almak, sadece yaygın anksiyete bozukluğu için değil, diğer birçok ruh sağlığı sorunu için de büyük önem oluşturmaktadır. Belirtilerinizin geçmesi beklemek, hem belirtilerin daha fazla şiddetlenmesine hem de tedavi sürecinizin uzamasına yol açabilir.

    Kaygınıza nelerin neden olduğunu ve size nelerin daha iyi geleceğini keşfedebilmeniz adına, kişisel yaşamınızı takip edebilmeniz için bir günlük tutun. Günlükte sizde kaygı oluşturan olayları ve bunların nedenlerini yazın. Kaygı oluşturan nedenler karşısında da nasıl daha iyi hissedeceğinizi yazın.

    Hayatınızda var olan sorunları sıralayın. Böylece hem sorunlarınız karşısında kullanacağınız enerjinizi hem de zamanınızı daha planlı bir şekilde kullanabilirsiniz.

    Öncelikli olarak alkol-madde kullanımı olmak üzere, sigara ve kahve kullanımından da kaçının. Bunların kullanımı endişeye seviyenizi bir süre için bastırdığını hissetseniz de, zamanla belirtilerinizi daha da kötüleştirecektir.

    Yaygın anksiyete bozukluğu tedavisi nasıl olur?

    YAB iki ana tedavi yönteminden oluşmaktadır. Yapılan çalışmalar ilaç kullanımı ve psikoterapinin en etkin kombinasyonlar olduğunu keşfetmiştir.

    YAB tedavisinde ilaç kullanımı

    Yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisinde, var olan semptomları azaltmak amacıyla çeşitli antidepresanlar da kullanılır.

    YAB tedavisinde psikoterapi

    Psikoterapi, yoğun anlamda duyduğunuz kaygı belirtilerini azaltmak için bir terapistle çalıştığınız uygulamadır. Bilişsel Davranışçı Terapi, yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisi için kullanılan en etkili psikoterapi yöntemidir.

    Bilişsel-davranışçı terapi ve yaygın anksiyete bozukluğu

    Bilişsel Davranışçı Terapi yaygın anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerin kaygılarına neden olabilecek düşünce kalıplarını değiştirmelerini sağlar. Davranışsal olarak endişelerinin sonucu olarak gösterdikleri tepkilerin yerine, daha işlevsel tepkilerin oluşmasına yardımcı olur.

    Bilişsel Davranışçı Terapi, panik atak geçiren bir kişinin aslında kalp krizi geçirmediğini ya da sosyal fobisi olan bir kişi için diğerlerinin onu sürekli olarak izleyip yargılamadığını ve bunların nasıl üstesinden gelebileceği konusunda kişiye yardımcı olur.  Yaygın anksiyete bozukluğunda ise kaygıya neden olan çarpıtılmış düşünceleri kişiye fark ettirmek ve bunu kontrol edebilmesi için danışanın farkındalık sahibi olması amaçlanmaktadır.

    YAB’na sahip olan kişi için çevre tehdit edici faktörlerle doludur ve kişi bunları hayatın genel alanına genellemeye başlar. Kendisini tüm bu faktörlere karşı baş edemeyecek kadar güçsüz birisi olarak görür ve kendisine yardım edebilecek tüm şeyleri görmezden gelir.

    Terapi süresi içerisinde, terapinin planlanması ve süreci hakkındaki bilgi danışana anlatılır. Bu noktada terapist ve danışan arasındaki terapötik bağ, tedavinin başarısı için büyük önem taşır. Düşünce – duygu – davranış arasındaki arasındaki bağ danışana aktarılır ve danışanın düşüncelerindeki çarpıtmalar konusunda farkındalık sahibi olması amaçlanır.

    Danışanın genele yayılmış kaygı bozukluğuna neden olan bilişsel çarpıtmaları ise aşağıdaki gibidir.

    1. Felaketleştirme

    Felaketleştirme bilişsel çarpıtmasında kişi olaylara, nesneleri gereğinden fazla büyüten bir dürbünden bakıyor gibidir.  Bu nedenle bu bilişsel çarpıtmaya sahip kişiler olayları gereğinden fazla büyütür ve tehlikeye gereğinden fazla odaklanır. Bu da tıpkı YAB’na sahip olan insanların yaptığı bir özelliktir.

    • Zihinsel Filtreleme

    Bu bilişsel çarpıtmada, kişi yaşadığı veya yaşayacağı olay ve durumların en tehlikeli ve kötü özellikle odaklanır.            

    • Seçici Soyutlama

    Kişi seçici soyutlama ile bir olayın olumlu sonuçlarını görmek yerine direkt olarak olumsuz sonuçlarına atlamaktadır. Böylece kişi sadece olumsuzları görme üzerine bir eğilime sahip olmuş olur.

    • Ya Hep Ya Hiç Şeklinde Düşünmek

    Bu kişiler için olaylar gri olamaz, yaşanılan bir olay ya siyah ya da beyazdır. Örneğin iş yerindeki herhangi bir konuda hata yapan bir kişinin kendisini tamamen başarısız bir insan olarak görmesi bu bilişsel çarpıtmaya girmektedir. Kişi aslında sadece o iş konusunda bir hata yapmıştır. Bir kişi ne tamamen başarılı olabilir ne de tamamen başarısız olabilir.

    • Keyfi Çıkarsama

    Yetersiz kanıtlara rağmen kişi istediği kanıtı görerek ona bağlı sonuçlar çıkartır. Bu da kendisinde endişe uyandıran olumsuz kanıtları yakalamasına ve buna bağlı sonuçlar çıkarmasına yol açar.

    • Aşırı Genelleme

    Kişi başına gelen bir olayı aşırı genelleyerek, bunun zaten onun her zaman başına geldiğini ve gelecekte dahi başına gelmeye devam edeceğini düşünür. Örneğin yolda yürürken ayağı taşa takılıp düşen bir kişinin, “Bunlar sürekli benim başıma geliyor. Her zaman yolda bir şeye takılıp düşerim. Çok sakarım” demesi aşırı genelleme bilişsel çarpıtmasına örnektir. Gerçekte bu kişi hayatı boyunca sadece bir veya iki kez bir taşa takılıp düşmüştür.

    • Kişiselleştirme

    Bu bilişsel çarpıtma türünde kişi herhangi bir olayın sonucunu bir etkisi olmamasına rağmen kendisinden kaynaklanıyormuş gibi düşünür ve bu yüzden kendisini suçlar.

     Örneğin oğlu sınavdan düşük alan bir annenin, kendisini suçlaması ve suçlu olan kişinin kendisinin olduğunu düşünmesi bu bilişsel çarpıtmaya bir örnektir.

    Yaygın Gelişimsel Bozukluğun tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi uygulaması genel olarak şu unsurları içerir:

    1) Kişinin yaygın gelişim bozukluğu hakkında bilgi sahibi olması için psikoeğitim verilmesi

    2) Kaygıyı yönetme becerisinde kişiye pratik kazandırmak

    3) Düşünce-duygu-davranış üçlüsü hakkında bilgi vermek ve kişinin düşünce biçimlerini değiştirmek

    4) Eğer kişi bir savunma mekanizması olarak kaçınma davranışını gerçekleştiriyorsa, kaygıyı oluşturan nedenlerle yüzleşmesini sağlamak

    Tedavi süreci içerisinde, doğru bir tedavi planlamasının oluşması için bilgi vermelidir. Bunun nedeni olarak danışanların bazı kaygıları nedeniyle bilgi vermek istememesi ve bunun datedavinin gidişiatını olumsuz etkileyebilme ihtimalinin olmasıdır. Bunun dışında aile, danışanın başa çıkma stratejilerini geliştirmesine katkıda bulunabilir ve destekleyebilir.

    YAB tedavisinde yaşam tarzı değişiklikleri

    Kaygı belirtilerinizi azaltmak için psikoterapi ve ilaç tedavisi etkin bir yöntem olurken, yaşam tarzı değişimleriniz ile daha fazla fark yaratabilirsiniz.

    • Fiziksel olarak aktif kalmaya çalışın ve haftanın çoğu günü fiziksel olarak aktif kalmanız için kendinize bir egzersiz programı oluşturun. Unutmayın ki egzersiz güçlü bir stres düşürücüdür. Spor ve egzersiz duygu durumunuzu yükseltebilir ve ayrıca sağlıklı bir vücut bütünlüğü elde etmenize katkıda bulunur.
    • Kendinize rutin bir uyku düzeni oluşturmaya çalışın. Hem zihin hem de beden açısından dinlenmiş hissetmek sizi rahatlatacaktır.
    • Çeşitli nefes egzersizleri ve meditasyon gibi uygulamalar, kaygı düzeyinizin hafiflemesini sağlayacaktır.
    • Alkol ve madde kullanımı, var olan kaygı semptomlarınızı daha da kötüleştirebilir. Alkol ve madde kullanımından bu nedenle kaçınmanız gerekmektedir.
    • Sigara ve kahve kullanımı, uyarıcı etkisiyle var olan kaygı düzeyinizi arttıracaktır. Bu nedenle sigara ve kahve kullanım düzeyinizi azaltmanız gerekmektedir.

    Tedavi sürecinde yapmanız gerekenler nelerdir?

    • Tedavi planınıza sadık kalın. İlaç kullanımınızı doktorunuzun belirlediği çerçevede almaya dikkat edin ve psikoterapi seanslarından öğrendiğiniz becerileri uygulayın.
    • Geçmiş kaygılarınızın üzerinde durmamaya çalışın ve şu an ile gelecek için yapabilecekleriniz konusunda kendinize planlar oluşturun.
    • Endişe döngünüzü kırmak bu noktada önem taşımaktadır. Kendinizi gerçekten kaygılı hissettiğinizde ufak bir yürüyüş yapın ya dikkatinizi dağıtacak bir hobiye kendinizi yönlendirin. Sosyal etkileşim ve rahatlatıcı aktiviteler, kaygı seviyenizi azaltabilir.
    • Çeşitli destek gruplarına katılım sağlamanız anlayış, şefkat ve paylaşma hissini sizde canlandıracaktır.
    Kaynaklar (11)
    1. Bernhard, T.(Eylül, 2014). How Distorted Thinking Increases Stress and Anxiety. www.psychologytoday.com
    2. Burns D.(2016) İyi Hissetmek. İstanbul : Psikonet Yayıncılık
    3. Butler G, Fennell M, Robson P, Gelder M. Comparison of behavior therapy and cognitive behavior therapy in the treatment of generalized anxiety disorder. J Consult Clin Psychol 1991;59:167-75
    4. Fenton GW: Recent advances in the study of anxiety. Roth M, Noyes RJr, Burrows GD (eds.): Handbook of Anxiety, Vol: l, Elsevier Science Publishers, Amsterdam, 1988:399-419
    5. Gregory, C.(Kasım, 2018) Generalized Anxiety Disorder. www.psycom.net
    6. Lader M: Benzodiazepine withdrawal. Noyes Rjr, Roth M, Burrows GD (eds.): Handbook of Anxiety, Vol. 4, Elsevier Science Publishers, Amsterdam, 1990:57-71
    7. Mathews A. Why worry? The cognitive function of anxiety. Behav Res Ther 1990;28:455-68
    8. MayoClinic(Ocak, 2017) Generalized Anxiety Disorder. www.mayoclinic.org
    9. PsychologyToday (Mayıs, 2018) Generalized Anxiety Disorder. www.psychologytoday.com
    10. Saatçioğlu, Ö. (2001) Yaygın Anksiyete Bozukluğunun Tedavisi ve Yeni Yaklaşımlar. Anadolu Sağlığı:60-77
    11. Wells A: Cognitive therapy for anxiety and cognitive theories of causation. Burrows GD, Roth M, Noyes RJr (eds.): Handbook of Anxiety, Vol. 5, Elsevier Science Publishers, Amsterdam, 1992:233-254