Evet. Çocuklarda kaygı bozukluğu -tabii ki duruma bağlı olarak- düzelebilir, tedavi edilebilir.
Kaygı, insan yaşamının normal bir parçasıdır. Endişenin en üst derecesi olduğu da söylenebilir. Tanımlanması zor bir korku ve endişe durumudur. Korku ve stres ile birlikte ele alındığı zaman insanın hayatta kalması açısından doğal bir tepki olarakta değerlendirilebilir. Tehlikeli durumlarda, “vücuda meydan okumaya hazır olması gerektiğini haber veren” bir sinyal gibidir. Bu dürtü bize, trafikte yaşanacak herhangi bir tehlikeli durumda direksiyona ani müdahale etme, sınavda daha iyi performans sergileme gibi durumlarda yardımcı olabilir.
Herkes günlük yaşamı içerisinde farklı konular ile ilgili kaygılar duyabilir. Bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar , gelecek ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Aslında kaygı, bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, olumsuz bir durumda daha hızlı karar verip kurtulmamızı sağlama konusunda işimizi kolayşatırıyor ve normalde bu tür kaygılar hafiftir ve baş edilebilir. Ama her insanın olayları algılayış şekli de farklıdır. Bu nedenle de kaygı çok hafif derecede de çok yoğun panik derecesinde de olabilir.
Kaygı bozuklukları; panik atağı, agorafobiyi, sosyal fobiyi , özgül fobiyi , obsesif kompulsif bozukluğu , posttravmatik stres bozukluğu ve yaygın anksiyete bozukluklarını içerir.
Yoğun kaygı yaşayan kişilerde sıkıntı, bunaltı, endişe ve korkuya benzer duygular oluşur. Kaygı yaşayan kişi bu durumu “kötü bir şey olacakmış hissi”, “rahatsız edici bir endişe hali” ya da “nedensiz bir korku” duyguları ile ifade eder. Belirtileri huzursuzluk, gerginlik, tedirginlik, sıkıntı, daralma, dikkatini toplayamama ve bir konu üzerine yoğunlaşamama, çabuk yorulma, uyku bozuklukları, kolay irkilme, tetikte olma, baş ağrısı, baş dönmesi, başta uyuşma ve sersemlik hissi, kulaklarda uğuldama, çınlama, görme bulanıklıkları olarak sıralanabilir. Ayrıca belirtiler arasında olumsuz duygulanım, değersizlik ve reddedilmişlik hissi, eleştiriye aşırı duyarlılık, kendini aşırı inceleme, sosyal huzursuzluk, uyku ve iştah bozukluğu gibi yakınmalar da çok sık hissedilen olumsuz duygular arasındadır.
Kaygı yaşayan kişi çevresindeki olay ve kişileri tehdit edici olarakta görebilir, çevresel uyaranları tehlike yönünde, yoğun duygular içerisinde, abartır ve genelleştirir. Kendisini bunlarla baş edecek güçte bulmaz . zayıf görür ve kaygıyla baş etme durumunda yardım alabilecek güçleri de yok sayar veya küçümser . Bu nedenle yoğun kaygı yaşayan kişilerin en temel bilişsel şemaları tehlike, tehdit ve incinebilirliktir. Bu temel bilişsel şemalar bireye özgüdür. Erken çocukluk döneminde ve sosyalleşme sürecinde yerleşmektedir.
Tanı için gerekli olan temel özellik başkalarından birçok durumda sürekli olarak korkma, aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da rezil olacağı şekilde davranabileceğinden korkma durumu olarak tanımlanmıştır. Kaygı bozukluğu genel olarak en yaygın ruhsal problemlerdendir. Ayrıca hastanelere bedensel belirtilerle başvuran veya yatan hastalarda da psikiyatrik bozukluklar arasında en yaygın görülen rahatsızlıklardandır. Fizyolojik olarak çarpıntı, nefes almada zorluk, hızlı hızlı nefes alma, ellerde ve ayaklarda titreme, aşırı terleme gibi belirtilerin yanında psikolojik özellikler olarak sıkıntı, heyecan, aniden kötü bir şey olacakmış hissi ve korkusu sayılabilir.Yoğun kaygı durumu engelleyici işlev de görebilir. Kişinin verimini düşüren, kişiler arası ilişkilerde bozulmaya sebep olan, sıklıkla titreme, çarpıntı, ağız kuruluğu, kas gerginliği gibi fiziksel belirtilerin de eşlik ettiği kaygı durumları patolojik olarak değerlendirilmelidir.
Belirtilerini sıralayacak olursak;
- Özgüvensiz ve değersiz olduğunu düşünmek
- Başkaları ile konuşmada zorluk çekmek
- Toplum içinde konuşmaktan ve yemek yemekten çekinmek
- Gergin, kaygılı, sıkıntılı hissetmek
- İnsanların sözleri ile sürekli zihnini meşgul etmek
- Kendini çevreden soyutlamaya çalışmak , kaçmak istemek
- Kas ağrısı çekmek
- Hızlı nefes alıp vermek
- Çabuk gerilmek
- Titremeye, sallanmaya başlamak
- Umutsuz hissetmek
- Devamlı ağlamak istemek
- Konsantre olamamak
- Çabuk yorulmak
- Uykusuzluk çekmek
- Hatırlamakta zorlanmak
- Üzüntülü durumlara yoğunlaşmak
Kaygı bozukluklarının risk faktörleri
- Ayrılma olaylarına aşırı duyarlılık
- Öfkeye ve bağımlılığa yatkınlık
- Çocukluk döneminde fiziksel veya cinsel istismar
- Stresli yaşam alanları
- Sorunlu bağlanma şekilleri
Çocuklarda kaygı bozukluğu
Çocukluk yılları insan hayatının en hızlı ve en önemli gelişim yıllarıdır. Bu yıllarda fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimin temelleri atılır. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açar ve bunun yanında stres yaratan durumlara karşı fazla duyarlı olmaya da neden olur . Yoğun kaygı konusunda yapılan araştırmalara göre, çocukluk çağında ortaya çıkan kaygı bozukluklarında hem çevresel hem de genetik faktörler birlikte rol almaktadır
Çocuk çevresini tanımaya başlar. Çevresindeki ilişkileri kendi gördüğü ve gözlemlediği şekilde anlamaya, olaylara karşı bakış açısı kazandırmaya ve olayları yorumlamaya çalışır. Bu gelişim sürecinde çocuğun içinde bulunduğu çevresel koşullara göre kaygı düzeyi de oluşmaya başlar. Kaygı duygusu anne-babasının, öğretmenlerinin ve arkadaşlarının davranışlarına göre artar veya azalır. Çocuğun kişiliğinin gelişimi üzerinde önemli rol oynayan ailenin ölüm ya da boşanma gibi nedenlerle dağılması ya da yaşanan kayıplar, çocuğu önemli ölçüde etkileyerek kaygılı bir kişiliğe sahip olmasına sebep olur. Ayrıca çocuğun normal gelişiminin bir parçası olan duygulardan da birisidir. Çocuk gelişimiyle paralel olarak anneden ayrılma kaygısı, kardeş kaygısı, okul kaygısı, arkadaş edinememe, ölümler ya da kayıp kaygısı gibi farklı şekillerde kaygı duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun günlük hayatından farklı olaylara bağlı olarak kaygı halini yaşaması normal sayılır.Fakat farklı durumlar dışında sık sık kaygı yaşaması patalojik olarak değerlendirilmelidir .
Gelecekte kötü bir şey olacakmış gibi algılanan ve çocuğun kendini güvensiz hissettiği durumlarda gösterdiği tepki, geleceğe yönelik endişe, kararsızlık, karmaşa, korku, kötümserlik ve umutsuzluk duygularını dile getirmekte ve çocuğun güvensiz, başkalarına bağımlı bir kişiliğe sahip olmasına yol açabilmektedir .Örneğin çocuk yabancı kişilerden çekindiğinde kendi güvenliğini sağlamaktadır. Kaygının şiddeti ve sürekliliğii arttukça bireyin performansında ve uyumunda istenmeyen psikolojik baskı da artar. Bu baskının yoğun veya sürekli yaşanması halinde çocuk işlevlerini gerçekleştirmez ve kendi kendini engellemiş olur. Kaygı ortaya çıktığı durumda kişi kendisi için bir şeyler yapmaya kalktıgında , tehdit edici durumdan kaçabilmekte, tehlikeli dürtülerini bastırabilmekte ya da vicdanının sesine uyabilmektedir. Kişi kaygısını denetleyemez iveya kontrol edemez ise kendisini yalnız, çaresiz kalmış bir çocuk gibi hisseder.
Rank , bir insanın yaşamındaki kaygının örneğini, dölyatağından çıkıp dış dünya ile bağlantısı gerçekleştiğinde , dış dünyanın gerçekleriyle karşılaşmanın yarattığı kaygı olan doğum sarsıntısı olduğunu belirtti ve insan yaşamındaki kaygıların çoğunu doğum anında yaşanmış olan ayrılık kaygısının bir tekrarı olduğunu söylemiştir . Horney’ e göre ise eğer çocuk anne-babası tarafından gözle görülür ya da gizli bir biçimde itilmekte, tutarsız tutumları ile sık sık karşılaşmakta ve bocalamakta, yetenekleri küçümsenmekte veya aşırı korunarak bağımlılığa zorlanmakta ise kendini gerçekleştirmesi mümkün olamaz ve çocuk nevrotik bir kişilik geliştirir. Bu durum da temel kaygının oluşmasına neden olacaktır . Kaygı, insanlarda iki şekilde gözlenebilmektedir; 1- Kişi çok kaygılı birisidir (sürekli kaygılıdır). 2- Çok kaygılı bir kişi değildir ama özel bir durum onu kaygılandırmaktadır (duruma göre kaygılanır). Bu, Speilberger’in ele aldığı durumluk-sürekli kaygı, kaygının bir başka biçimi şeklinde de yorumlanabilir. Durumluk kaygı, bireyin içinde bulunduğu stresli durumdan dolayı hissettiği bir korkudur. Fizyolojik olarak da sinir sisteminde meydana gelen bir uyarılma sonucu terleme, sararma, kızarma ve titreme gibi fiziksel değişmeler bireyin gerilim ve huzursuzluk duygularının göstergeleridir.
Çocukluk döneminde maruz kalınan aşırı reddedici, küçük düşürücü tutumlar, ergenlik döneminde diğer yetişkinlerin alaycı tutumları, ceza verirken anababaların cezaya eşlik eden itici davranışları, çocuğun fiziksel veya psikolojik baskı altında tutulması,çocuğun altını ıslatma ve cinsel oyunlarının tepkiyle karşılanması, aşın koruyucu tutumlar, anne ve babaların kaygı düzeylerinin yüksek olması, birbirine zıt düşen istekleri, tutarsızlıklan, boşanmış ailelerde boşandıktan sonra bile devam eden anne-baba arasındaki çekişmeler, çocukta kaygının oluşmasına neden olabilmektedir . Kaygının öğrenilen bir duygu olduğunu varsayarsak, annelerin kaygı düzeyinin çocukların kaygı düzeyini etkileyebileceği ortaya çıkmaktadır.
Çocuklarda Okul öncesi dönemde Kaygı Bozukluğu tanısını koyarken en önemli durum yaşa özgü korkulardaki farkın değerlendirilebilmesidir. Korkular yaşa özgü değerlendirildiğinde örneğin 9. ayda beklediğimiz yabancı olmaması bir sorun olarak değerlendirilir. 3-6 yaş aralığında yaşa özgü doğal korkular vardır fakat kaygı bozukluğu için hem işlevsel bozulmalar hem de korku ve kaygı belirtilerinin şiddetli olması gerekir. Bu yaş grubunda kaygı- korku belirtileri; aşırı ağlama, kaçınma, donup kalma, öfke nöbetleri veya yapışma şeklinde kendini gösterebilir. İşlevselliğin kaybı ise kreş ya da anaokuluna gitmek istememe, yaşıtlarıyla ilişkide huzursuzluk ve isteksizlik, aşırı sıkıntılı duygulanım olabilir. Böyle durumlarda örneğin dışarıda vakit geçirirken veya alışveriş yaparken işlerin yarım bırakılmasına sebep olabilcek düzeyde sıkıntılar meydana gelebilir.
Kaygı Bozukluğu görülme sıklığı 3-6 yaş döneminde %10-20 aralığındadır ve en önemli risk faktörüdür. Bu yaş grubunda cinsiyetler arası fark anlamlı düzeye henüz gelmemiştir. Kaygı Bozukluğu olan çocuklarda diğer ruhsal hastalıklara göre, eş zamanlı Depresyon, Dikkat Eksikliği-Hiperaktivite Bozukluğu, Karşıt Olma-Karşıt Gelme Bozukluğu tanılarına daha sık karşılaşılır.
Kaygı Bozukluğu’nda ailesel kalıtım oranı %40-65 aralığında bulunmuştur , bu oran diğer ruhsal hastalıklara (Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Bipolar Bozukluğu, Otizm, Şizofreniye) göre oldukça yüksektir. Bu yüksek sonuç genetik aktarımın yanında çevresel etkilerinde Kaygı Bozukluğu’nda önemli rol oynadığını gösterir.
Ailedeki kaygı bozukluğu, hem genetik hem de bebeğin gelişimi sırasında etkileyici önemli bir diğer faktördür. Özellikle baskıcı, otoriter tutum ve aşırı koruyucu aile tutum örnekleri 3-6 yaş aralığında kaygı bozukluğunun oluşumuna sebep olabilir. Bu nedenle ebeveynlerin psikoeğitimi ve davranış terapileri de çocukların kaygı bozukluğu tedavisinin bir parçası olarak verimelidir.
Çocukluk döneminde yaygın olarak;
- Ayrılık kaygısı,
- Sosyal kaygı,
- Yaygın kaygı,
- Özgül fobiler görülür.
Ayrılık kaygısı
Çocuk kendisine bakım veren kişiden ayrılma konusunda çok yoğun kaygı yaşar. Genellikle bakım verenini bir daha göremeyeceğine düşünebilir ya da onların, kendisinin başına bir şey geleceğine yönelik düşünceler taşır. Bunlara bağlı olarak da bakım vereninden hiç ayrılmak istemez. Zorunlu ayrılık olduğu zamanlarda ise yoğun kaygı duyar, ağlar veya içe kapanır.
Sosyal kaygı
Çocuk yaşıtları ile iletişim kurmaktan, yaşıtları arasında herhangi bir performansını , becerisini ortaya koymaktan aşırı kaygı duyar. Genellikle böyle durumlardan kaçmaya çalışır. Bu çocuklar sınıf öğretmenleri tarafından , genelde sessiz, sakin, derse ve sosyal aktivitelere katılımı az çocuklar olarak tanımlanırlar. Sınıf içinde parmak kaldırmaktan, sunum yapmaktan, oyunlarda yer almaktan, kendi fikrini belirtmekten oldukça çekinir ve kaçınırlar.
Yaygın kaygı
Çocuk sadece bir konu hakkında değil, birçok konu hakkında sürekli olarak kaygı duyar. Haberlerde duyduğu, arkadaşlarından duyduğu birçok konuda hemen kaygıya kapılabilir. Olumsuz her duruma karşı hassas olurlar. Bu kaygı bozukluğunasahip çocuklarda genelde kendi sağlıkları, annesinin ve babasının sağlığı hakkında kaygılı olma durumu da çok sıkgörülür.
Özgül fobiler
Çocuk sadece belirli bir objeye, bir duruma karşı yoğun kaygı duyar. O durum veya o obje söz konusu olduğunda sürekli olarak kaçmaya çalışır.
Çocuklarında yoğun kaygı bozukluğunu fark eden anne babalar; Öncelikle doktor ile konuşup bu belirtilerin kaygı bozukluğundan mı yoksa başka bir sorundan mı kaynakladığını anlamak için yardım almalıdırlar. Bir psikologla, veya ilaç tedavisi için bir psikiyatrist ile görüşülmelidir. Benzer sorunlar yaşayan aileler ile görüşmeler ayarlamaya çalışılıp, başka kaynaklardan da yardım alınmalıdır.
Çocuklarda kaygı bozukluğu nasıl tedavi edilir?
Kaygı bozukluğu tedavisinde etkililiği kanıtlanmış en iyi terapi bilişsel davranışçı terapilerdir.
Kaygı bozukluğu tedavisinde terapist ve çocuk arasında sağlam işbirliği ve güven ilişkisi oluşturulmalı sonrasında kaygı duyulan obje veya durum ile çocuk karşılaştırılmalı ve önceden kullandığı işlevsiz baş etme yöntemleri kullandırılmamalıdır.
Kaygı bozukluğu, tedavisi için “maruz kalmak” olarak adlandırılan bir yöntem de vardır. Çocuğu kaygı duyulan obje ya da durumla karşı karşıya getirmektir. Maruz kalmak daha travmatik bir tanımlamadır. Karşı karşıya getirmek ise çocuğun isteği doğrultusunda , kademeli olarak ve bir uzman tarafından yapılan bir yöntemdir. Oldukça hassas bir yöntemdir, uzman olmayan kişiler tarafından yapılması çocukta kalıcı etkilere yol açabilir.
Kaygı bozukluğu tedavisinde aileler, çocukları kendilerine kaygılarından söz ettiklerinde anlayışlı davranmalılardır. Kaygı bozukluğu olan çocuklarını yaşadıkları kaygılar hakkında eleştirmemeli ve duygularını ifade etmeleri sağlanmalıdır. Özellikle bilişsel davranışçı terapide anneler ve babalar terapistlerin yardımcıları olurlar ve gerektiği zaman psikoterapi seansı içerisinde yapılanların evde de yapılması için çocuğa yardımcı olurlar.
Kaynaklar
- Alisinanoğlu, F., & Ulutaş, İ. (2003). Çocukların kaygı düzeyleri ile annelerinin kaygı düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Eğitim ve Bilim, 28(128).
- Aral, N., & Başar, F. (1998). Çocukların kaygı düzeylerinin yaş, cinsiyet, sosyo ekonomik düzey ve ailenin parçalanma durumuna göre incelenmesi. Eğitim ve Bilim, 22(110).
- Çifter, A. (1985). Psikiyatri I. Gata Eğitim Yayınlan
- DURDU, M., BİNGÖL, F., DELEN, A., & AŞİROĞLU, D. S. ANKSİYETE BOZUKLUĞU.
- Hill, K. T., & Sarason, S. B. (1966). The relation of test anxiety and defensiveness to test and school performance over the elementary-school years: A further longitudinal study. Monographs of the Society for Research in Child Development, 31(2), 1-76.
- Karamustafalıoğlu, O., & Yumrukçal, H. (2011). Depresyon ve anksiyete bozuklukları. Şişli Etfal Hastanesi Tıp Bülteni, 45(2), 65-74.
- Rankin, R. P., & Maneker, J. S. (1985). The duration of marriage in a divorcing population: The impact of children. Journal of Marriage and the Family, 43-52.
- Saatçioğlu, Ö. (2001). Yaygın anksiyete bozukluğunun tedavisi ve yeni yaklaşımlar. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 11(1), 60-77.
- Türkçapar, H. (2004). Anksiyete bozukluğu ve depresyonun tanısal ilişkileri. Klinik Psikiyatri, Ek, 4, 12-16.Zaichkowsky, L. D., Zaichkousky, L.B. & Martince, T. J. (1980). Grınvth and developmeııt. U. S. A.: The C. V. Mosby Coıııpany.