Etiket: çeviri içerik

Bu etiket altında yabancı dilden çevirdiğimiz içerikler yer almaktadır. Her içeriğin sonunda, içeriğin kaynağı paylaşılmaktadır.

  • Psikiyatrik tanı nedir?

    Psikiyatrik tanılar yalnızca tanımlayıcı değildir; aynı zamanda gerçek bir hastalığı yansıtır.

    Bu makale, Ph.D. ünvanına sahip Jonathan Shedler’ın Psikiyatrik tanı hastalık değildir makalesine cevap olarak yazılmıştır.

    Bu makale, Tufts Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde klinik psikiyatri profesörü ve New York Eyalet Üniversitesi’ne bağlı Upstate Tıp Üniversitesi’nde fahri psikiyatri profesörü olan Tıp Doktoru Ronald W. Pies ile birlikte yazılmıştır.

    Psikiyatrik tanıların gerçek hastalıkları değil, sadece bazı “kalıpları” temsil ettiğini iddia etmek, sosyal bilimlerle ilgilenen kişiler arasında oldukça yaygın bir durum hâline geldi.  Yakın zamanda Twitter’da gerçekleşen bir fikir alışverişinde Mark Ruffalo, Ph.D. ünvanına sahip Psikanalist Jonathan Shedler’ın 2019 yılında Psychology Today‘de yayınlanan Psikiyatrik tanı hastalık değildir başlıklı makalesine işaret etti.

    Bu makalede, Shedler’ın makalesinde ileri sürdüğü iddialara, özellikle psikiyatrik tanının anlamı ve iması ile ilgili oldukları için karşı çıkmak istiyoruz. Psikiyatrist Ronald Pies, kariyerinin büyük bir kısmını psikiyatrinin felsefi dayanakları hakkında yazılar yazmakla geçirmiş; Psikanalist Mark Ruffalo ise psikiyatrik tanının anlamı hakkındaki tartışmalara yönelik büyük bir ilgi duymuştur.

    “Psikiyatrik tanı nedir?” sorusunu cevaplamanın aşırı detaycı bir felsefi çalışma olmadığını; psikiyatrik hastalıklarla yaşayan birçok insanın tedavisinin sonuçlanmasında büyük bir önem taşıdığını vurgulamak oldukça önemlidir.

    Dr. Shedler’ın İddiaları

    Shedler, 2019 yılında yazdığı makalede; psikiyatrik tanılar ve tıbbi tanılar arasında kategori farklılığı olduğunu, çünkü psikiyatrik tanıların yalnızca tanımlayıcı olduğunu ve açıklayıcı olmadığını; kulağa tıbbi hastalıklarmış gibi geldiğini, ancak öyle olmadığını; eğer yaygın anksiyete bozukluğu veya depresif bozukluğun zatürre veya diyabetle eşdeğer olduğundan bahsedersek, kategori hatasına düşeceğimizi ifade etmiştir.

    Shedler (2019) ayrıca, tıbbi tanıların etiyolojiye, yani altta yatan biyolojik sebeplere işaret etmesinin kafa karışıklıklarının artmasına neden olduğunu belirtmiştir.

    Psikiyatrik tanıların sadece semptomları kısa yoldan tanımlamak için kararlaştırılmış etiketler olduğunu ve başka bir anlam ifade etmediğini; örneğin, yaygın anksiyete bozukluğunun kişinin altı ay veya daha uzun süre içerisinde kendini sorun teşkil edecek derecede kaygılı veya endişeli hissettiği anlamına geldiğini belirtmiştir.

    Shedler, dolaylı veya dolaysız bir şekilde en az dört iddiada bulunmaktadır:

    1. Tıbbi tanıların “altta yatan biyolojik sebepleri” tanımladığı, psikiyatrik tanıların ise tanımlamadığı;

    2. Psikiyatrik hastalıklar ve tıbbi hastalıklar arasında kategori farklılığı olduğu yani her ikisinin de farklı kategorilere ait olduğu;

    3. Psikiyatrik tanıların kişilerin semptomları için kullanılan bir etiket veya tanımdan başka bir şey olmadığı;

    4. Psikiyatrik hastalıkların ve bu hastalıkların tanı kriterlerinin, hastanın sorunlarının sebebini ve etiyolojisini yansıtmadığı veya tanımlamadığı.

    Shedler, yukarıdaki ifadelerinde, “yaşamdaki sorunlar” olarak nitelendirdiği “hastalık” teriminin veya hastalığa benzer özelliklerin yanlış adlandırılması durumunu tanımlamak için “kategori hatası” terimini sıklıkla kullanan Psikiyatrist Thomas Szasz ile aynı fikri paylaşmaktadır. Szasz ayrıca, tıbbi tanılar sebeplere işaret ederken; psikiyatrik tanıların ise sadece etiketlerden ibaret olduğunu savunmaktadır. (Szasz, 1987)

    Shedler, Szasz’ın bu fikrine katıldığı gibi, Awais Aftab’ın (2020) bu konuyla ilgili kendi blogunda yazdığı yazıda, hastalık kavramına olan “özcü yaklaşım” fikrini de onaylamaktadır. Özcü yaklaşım, “hastalık” olduğu varsayılan bir durumun hastalık olarak adlandırılabilmesi için kanıtlanabilir bir biyolojik işlev bozukluğuna veya altta yatan biyolojik bir sebebe sahip olması gerektiği fikridir.

    1. İddia: Tıbbi tanılar “altta yatan biyolojik sebepleri” tanımlarken, psikiyatrik tanılar tanımlamaz.

    Tarihi dikkatli bir şekilde incelemek bize, doktorlar veya bilim felsefecileri tarafından evrensel olarak kabul edilen “temel” bir hastalık tanımı olmadığını öğretir. Bununla birlikte; tarih boyunca “hastalık kavramının”, kanıtlanabilir biyolojik işlev bozukluğundan ziyade, bireyin çektiği acı ve bazı günlük aktivitelerdeki yetersizliğiyle yakından bağlantılı olduğu görülmüştür. Bazı testler sonucunda elde edilen anormal biyolojik bulgular veya laboratuvar bulguları, bazen hastalığa tanı konulmasına yardımcı olabilir. Ancak bu bulgular, durumun bir hastalık olarak kabul edilebilmesi için veya hastalık tanısı konulabilmesi için ne gerekli ne de yeterlidir.

    Örneğin, kişinin anormal bir şekle sahip bir kulak memesi veya alışılamadık derecede yüksek serum albümin değeri varken; bu durumlar klinik anlamda hiçbir “hastalığa” işaret etmeyebilir. Benzer şekilde, anormal bir elektrokardiyogramın (EKG), mutlaka bir kalp hastalığına işaret etmeyeceği gibi; normal bir EKG de kişinin ciddi bir kalp hastalığı olmadığı anlamına gelmez. Tarih, klinik olarak tanımlandığı andan onlarca yıl sonra bile patofizyolojik mekanizmaları bilinemeyen hastalık örnekleriyle doludur. Bu konuda en iyi bilinen örnek Parkinson hastalığıdır.

    Dr. Shedler’a göre, 1817 yılında James Parkinson dâhil hiçbir doktor, bir “Parkinson hastasına” hastalığının gerçek olduğunu söyleyemezdi; çünkü bir hastalığın gerçek olması için bilindik bir etiyolojisinin olması veya en azından bir etiyolojiye işaret etmesi şarttır. Bu görüşün,1960’larda şu anda Parkinson hastalığı olarak bildiğimiz hastalığın görüldüğü hiçbir hastaya etiyoloji veya patofizyoloji tanımlanana kadar gerçek hastalık tanısı koyulamaması gibi mantıksız bir sonucu olacaktır.

    Bugün bile, kolaylıkla teşhis edilen birçok hastalığın altında yatan bilinen bir biyolojik sebep bulunmamaktadır. Alzheimer, migren, Kawasaki hastalığı, fibromiyalji ve amyotrofik lateral skleroz (Gehrig hastalığı); asıl sebebi bilinmeyen veya tam olarak anlaşılamayan durumların birkaç örneğidir.

    Dolayısıyla, tıbbi tanıların dolaylı veya dolaysız yoldan etiyolojilere işaret etmesi gerektiği ile ilgili iddia yanlıştır. Hastalık, tarih boyunca, bilinen bir sebep veya etiyolojiden bağımsız olarak kişide uzun süredir devam eden veya şiddetli şekilde görülen sıkıntı, bozukluk, acı çekme veya yetersizlik olarak kavramsallaştırılmıştır. Psikiyatrist R.E. Kendell’in (1975) gözlemlediği gibi, tarihî açıdan bakıldığında, hastalık kavramının belirli bir yaralanma bulunmamasına rağmen acı ve yetersizlik başlangıcı olarak tanımlanmış olması; sağlık kavramının ise bir hastalığın yokluğunda kullanılan, sonradan ortaya çıkmış bir kavram olması olasıdır. (s.307)

    2. İddia: Psikiyatrik ve tıbbi hastalıklar kategorik olarak farklıdır ve eşdeğer değildir.

    Bu iddia yanlıştır; çünkü ne psikiyatristler, ne de DSM-IV (DSM-5) yaygın anksiyete bozukluğunun veya majör depresif bozukluğunun zatürre veya diyabetle “eşdeğer” olduğunu iddia eder. Tıpkı bir dahiliye uzmanının zatürre ile diyabetin “eşdeğer” olduğunu iddia etmemesi gibi. Psikiyatristler ve birçok psikiyatri filozofu, hastalıklar arasında çok önemli farklar olduğunun farkındadır. Örneğin, diyabette glikoz metabolizmasında düzensizlik ve temporal lob epilepsisinde bilinç düzeyinde değişimler gözlemlenirken; zatürrede histolojik değişimler gözlemlenir. Fakat bu üç durumun her biri, kişinin belirli acılar ve sıkıntılar çekmesine; yetersizliklere ve işlev bozukluklarına neden olma eğilimi gösterdiğinden, “hastalık” kategorisi altında incelenir. Bu kavramların arasındaki ilişki, Ludwig Wittgenstein’in deyişiyle “aile benzerliği”dir.

    Benzer şekilde, şizofreni, bipolar bozukluk ve majör depresyon gibi ciddi ruhsal rahatsızlıkların da hastalık kategorisi altında incelenmesi doğrudur. Wittgenstein’ın daha sonraki çalışmasında (örn. Felsefi Soruşturmalar) açıkladığı gibi, bu durumun sebebi bu rahatsızlıkların “diyabet ve zatürreyle “eşdeğer” olması değildir. Ciddi ruhsal rahatsızlıklar ve belirli “tıbbi” hastalıklar arasında “aile benzerlikleri” vardır. Örneğin; diyabet, zatürre, şizofreni, majör depresyon, bipolar bozukluk, otizm rahatsızlıklarının her biri farklı acılara ve yetersizliklere sebep olur. Birçok ciddi ruhsal rahatsızlığın da çok sayıda biyolojik risk faktörü ve nörobiyolojik bağıntısı olduğu ortaya çıktmıştır; ancak bu durum, bu koşullara “hastalık” terimini yüklemek için ne gerekli ne de yeterlidir.

    3. İddia: Psikiyatrik tanılar kişinin sorunları için kullanılan bir etiket veya tanımdan başka bir şey değildir.

    Bu iddia, psikiyatrik tanıların yalnızca hastanın belirtilerine veya kişisel şikâyetlerine bakılarak konulduğu yanılgısına dayanmaktadır. Aslında, psikiyatrik tanı konulurken; psikomotor heyecan, kilo kaybı, anormal uyku düzeni, psikometrik testlerle tespit edilen bilişsel bozukluklar ve nesnel olarak gözlemlenebilecek diğer fenomenleri de içeren işaretler de göz önünde bulundurulur. Dolayısıyla, psikiyatrik tanıların sadece belirtileri tanımladığını öne süren bu iddia yanlıştır.

    Üstelik, psikiyatrik tanılar belirtileri kısa yolla anlatmak veya bir etiket görevi görmekten daha fazlasını yapar. Ayrıca, birçok psikiyatrik tanının tahmine dayalı geçerliliği, genetik risk faktörleri, nörobiyolojik bağıntıları ve nesnel olarak gözlemlenebilecek psikometrik özellikleri vardır. Örneğin, DSM-5, yaygın anksiyete bozukluğunun ortaya çıkma riskinin üçte birinin genetik olduğunu ve bu genetik faktörlerin “nevrotiklik” riskiyle örtüştüğünü belirtmektedir. Bu yüzden, Shedler’ın yaygın anksiyete bozukluğu tanısının hastanın uzun süren endişe veya kaygısının tanımından başka bir şey olmadığı üzerine ortaya koyduğu iddia yanlıştır.

    4. İddia: Psikiyatrik hastalıklar ve psikiyatrik hastalıkların tanı kriterleri hastanın sorunlarının “sebebi” olarak değerlendirilemez.

    Shedler (2019), psikiyatrik tanıların belirtilere “sebep” olmadığını savunurken; biz bu düşüncenin tamamen uygunsuz olduğunu ve örneğin bir hastanın ruh halindeki aşırı ve ani değişimlerin altta yatan bipolar bozukluktan kaynaklandığını veya bir hastanın işitsel halüsinasyonları, paranoid sanrıları ve düşünce süreci bozukluğunun şizofreniden kaynaklandığını belirtmenin tamamen uygun ve doğru olduğunu iddia ediyoruz.

    Shedler, (1) psikiyatrik hastalıkların ve psikiyatrik hastalıkların tanı kriterlerinin belirli bir durumun sebebi veya etiyolojisiyle ilgili olmadığı ve bu sebeple X durumunun tanısının hastanın sorununun sebebi olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.

    Bu oldukça alakasız bir ifadedir; çünkü aslında iki farklı sebebiyetten bahsediyoruz. Örneğin bunlara “sebep 1” ve “sebep 2” diyelim. Şizofreninin “sebep 1″ini bilmememiz; hastanın halüsinasyonlarının, sanrılarının ve benzer belirtilerinin “sebep 2″sinin mevcut kriterlere göre şizofreni olmadığı anlamına gelmez. Başka bir şekilde anlatmak gerekirse, şizofreninin sebebini bilmiyor olabiliriz; ancak yine de hastanın acı çekmesine ve bazı aktivitelerdeki yetersizliğine şizofreninin sebep olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Shedler, 2019’da yazdığı makalede çok farklı iki sebebiyeti birbirine karıştırıyor ve bu iki sebebiyetten birbirleriyle aynıymış gibi bahsediyor.

    Sonuç

    Hastalık kavramına ilişkin tarihsel ve felsefi bir araştırma, psikiyatrik bozuklukların ve bu bozukluklara atıfta bulunan tanıların, psikiyatrik bozuklukları hastalık olarak sınıflandırmak için tarihe dayanan ve kabul edilmiş kriterleri karşıladığını ortaya koymaktadır. Hastalıkların veya hastalık kategorilerinin sebebe dayalı olmasının zorunlu olduğunu varsayarak “kategori hatası” yapan asıl kişi Shedler’dır. Ayrıca Shedler, geleneksel “tıbbi” tanıların zorunlu veya değişmez bir şekilde “altta yatan biyolojik nedenleri tanımladığını” varsaymakta da hata yapmaktadır. Psikiyatrik tanılar, genellikle hastanın deneyimlediği durumu tanımlar. Tahmine dayalı geçerliliği, genetik risk faktörlerini, nörolojik bağlantıları ve diğer psikometrik özellikleri gösteren bu tanımlama, belirti ve bulgular temelinde yapılır. Sonuç olarak, durumun kendisinin altında yatan sebep bilinmese de; psikiyatrik tanının hastanın duygusal, davranışsal ve bilişsel sorunlarının sebebi olduğunu söylemek mantıklıdır.

    ***

    Yazar Hakkında: Lisanslı Klinik Sosyal Hizmet Uzmanı D. Psa ünvanına sahip Mark Ruffalo, Florida Merkez Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi ve Tufts Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Yardımcı Psikiyatri Eğitmenidir. [Mark L. Ruffalo, M.S.W., D.Psa. https://www.drruffalo.com/]

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/us/blog/freud-fluoxetine/202006/what-is-meant-psychiatric-diagnosis linkinin (7 Haziran 2020) Pelin Yılmaz tarafından gerçekleştirilen çevirisidir.

    Referanslar

    Aftab, A. (2020, May 30). Mental disorders: From definition to nature. A Myth in Creation. https://awaisaftab.blogspot.com/2020/05/medical-disorders-from-definiti…

    American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.). Author.

    Kendell, R. E. (1975). The concept of disease and its implications for psychiatry. The British Journal of Psychiatry, 127, 305–315.

    Pies, R. W. (1979). On myths and countermyths: More on Szaszian fallacies. Archives of General Psychiatry, 36(2), 139-44.

    Pies R. W. (2019). Thomas Szasz and the language of mental illness. In: Thomas Szasz: An appraisal of his legacy. Edited by C. V. Haldipur, J. L. Knoll IV, E. v .d. Luft. Oxford University Press, 2019, pp. 155-66.

    Shedler, J. (2019, July 27). A psychiatric diagnosis is not a disease. Psychology Today. https://www.psychologytoday.com/us/blog/psychologically-minded/201907/p…

    Szasz, T. S. (1987). Insanity: The idea and its consequences. Wiley.

  • Tüm “konuşma odaklı tedaviler”in altı ana unsuru

    Konuşma odaklı terapilerin hepsi Sigmund Freud ile başlamıştır.

    Bir dizi psikoterapi arasından hangisinin sizin için en doğrusu olduğunu bilmek zordur. Psikanaliz mi? Psikodinamik Psikoterapi mi? Bilişsel-Davranışçı Terapi (BDT) mi? Diyalektik Davranış Terapisi (DDT) mi? Yoksa Gestalt Terapi mi? 

    Hepsi çok farklı, değil mi?

    Aslında bu terapilerin hepsi “konuşma odaklı terapiler”dir. Ancak bunlar, birçok yönden birbirine benzemez.  Üstelik bu terapilerin hepsinin kökü, Sigmund Freud’un çalışmalarına dayanmaktadır. Evet, bu doğru! “Konuşma odaklı terapileri” Freud bulmuştur; hatta BDT ve DDT gibi davranışçı terapiler bile Freud’un orijinal modeline dayanan “konuşma odaklı terapilerdir”.

    “How Talking Cures” isimli kitabımda, tüm konuşma odaklı terapilerin en önemli altı unsurunu anlattım. Farklı tariflerde değişiklik gösteren malzemeler gibi, miktarları psikoterapinin türüne bağlı olan altı ana unsur bulunmaktadır:

    1. Doğrudan destek
    2. İçe atım
    3. Katarsis
    4. İçgörü
    5. Özdeşim
    6. Üzerinde Çalışma

    Doğrudan destek (direct support), hastaya tavsiye vermektir. Örneğin, George kredi kartı tekliflerine olan hassasiyetinden dolayı sürekli borçlanıyordu. Başa çıkamadığı bu borçtan dolayı kaygılı ve depresif bir şekilde tedaviye geldi. Çektiği zorlukları değerlendirirken, George’un kredi kartı tekliflerinin gerçeklik boyutunu anlayamadığı ortaya çıktı. George, borç idaresine yönlendirildi. Harcamalarını kontrol altına almak üzere profesyonel ve devamlı destek alarak finansal istikrar kazandı. 

    İçe atım (introjection), hasta, terapistin sesini özümsemeye başladığında ortaya çıkar. Hastalar, zor bir durumla başa çıkmaya çalıştıkları anda terapistin söylediklerini “duyduklarında” bunun durumla daha etkili bir şekilde başa çıkmalarına yardımcı olduğunu bildireceklerdir. Örneğin, Alice’in başkalarıyla fikir ayrılığına düşme alışkanlığı vardı. Alice, onaylamak yerine farkında olmadan her şeye “Evet… Ama” şeklinde cevap vermeye eğilimliydi. Terapi sırasında bu davranış biçiminin üstünde durulduktan sonra Alice, terapistinin bu konuyla ilgili söylediklerini duymaya başladı ve böylece kendini durdurma kabiliyetini geliştirip başkalarına karşı daha onaylayıcı bir şekilde yaklaşmaya başladı. Sonuç olarak Alice, ilişkilerinde belirgin bir gelişme gözlemledi.

    Katarsis (catharsis), duygularını ifade edemeyen bir kişinin ağlayarak, bağırarak veya başka yollarla “içini dökmesi”dir. Mary geçen sene ani bebek ölümü sendromundan dolayı bebeğini kaybetti ve o zamandan beri bebeğin odasındaki herhangi bir şeyi değiştirme fikrini reddediyordu. Bir daha çocuk yapma fikrini kabul etmiyordu. Konuşma odaklı terapi yoluyla Mary’nin acı verici duygularını ve yasını ifade etmesine yardım edildi. Şimdi, bir daha çocuk yapmayı ve hayatına devam etmeyi düşünüyor.

    İçgörü (insight), bir hissi ve bu hissin nereden geldiğini anlama kabiliyetidir. Hastaya hislerini kontrol edebilmesinde yardımcı olur. Barbara, aslında gayet iyi annelik yapabilmesine rağmen; iyi bir anne olmadığı endişesiyle beni ziyarete geldi. İçgörü yoluyla, bu acı verici endişesinin hasta annesiyle hiç ilgilenmeyen kötü bir evlat olduğuna dair beslediği bilinç dışı suçluluk duygusunun bir sonucu olduğunun farkına vardı.

    Özdeşim (identification), hastalar terapistin kişiliği doğrultusundaki bakış açısını özümsediği zaman gerçekleşir. Örneğin John, iş yerinde kendini göstermekte zorluk çekiyordu. Terapist, John’u bu sorunuyla karşı karşıya getirdiğinde daha girişimci olma kabiliyeti geliştirdi. John, terfi almadığı veya kayda değer katkılarının fark edilmediği bir işte başarılı olmakta zorlanıyordu. John, terapistinin ona nasıl davranıldığı konusundaki itirazlarını “özümseyerek”, iş yerinde daha girişimci davranmaya başladı ve makul şekilde ödüllendirildi. Özdeşim, içe atımla benzerlik gösterir. Ancak özdeşimde hasta terapistin sesini “duymaktan” öte; terapistin kişiliği doğrultusunda oluşturduğu bakış açısını kendi kişiliğine aktarır.

    Üzerinde çalışma (working through), terapide edinilen başarıların seanslar dışında da uygulanmasıdır. Konuşma odaklı terapilerin kalıcı bir değişime dönüşmesi için gereklidir. Örneğin Bobby, okul fobisi için tedavi görüyordu. Ailesinden ayrılacağından ve eve dönemeyeceğinden korkuyordu. Tedavinin başarılı olması için, Bobby’nin gerçekçi olmayan korkuları hakkında bir içgörü geliştirmesi oldukça önemliydi; ayrıca okula dönmesi de gerekiyordu.  Dolayısıyla, sadece terapistin ofisinde değil; hayatında da bu çatışmaların üstesinden gelmesi gerekiyordu.

    Aslında bu fikirleri doğrudan olarak Sigmund Freud’un yazılarından edindiğimi söylemekten memnuniyet duyarım. Örneğin Freud, 1892 yılında Bilişsel Davranışçı Terapi’nin bir türünü oluşturmuştur. “Olumsuz düşünceler” yerine “karşıt fikirler” kavramını kullanmıştır. Yine de, esas olarak aynı fikre parmak basmıştır. Bir yıl sonra, Maruz Bırakma Terapisine çok benzer bir terapi türü geliştirmiştir. Önce tavsiye verme, sonrasında da hipnoz yöntemini kullanmış; duyguları açığa çıkararak semptomları azaltmıştır. Ancak, tedavi genellikle geçici olmuştur. 1900 yılında içgörü odaklı tedaviyi geliştirmiş; 1926 yılında üzerinde çalışma adımının öneminin farkına varmış ve 1938 yılında ise özdeşimin önemi hakkında yazmıştır.

    Yukarıdaki psikoterapi yaklaşımlarının hiçbiri Freud’un döneminde bulunmasa da, o, her birinin eski bir türünü geliştirmiştir. Sonuç olarak, BDT, DDT ve Psikanalitik Psikoterapi üzerinde düşünürken, her birinin Sigmund Freud tarafından yaratılan konuşma odaklı terapiler olduğunu unutmayın.

    ***

    Yazar Hakkında: Dr. Lee Jaffe, San Diego, California’da özel muayenehanesi bulunan yetişkin, ergen ve çocuk psikanalisti ve San Diego Psikanaliz Merkezi’nde (SDPC) yetişkin Denetleme ve Eğitim Psikanalistidir. Kaliforniya Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nde yer almaktadır. 2014 yılında How Talking Cures – Revealing Freud’s Contributions to All Psychotherapies adlı kitabını yayımlamıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği ve Kuzey Amerika Psikanaliz Konfederasyonunda başkan seçilmiştir. 

    Referanslar

    https://www.psychologytoday.com/ie/blog/psychoanalysis-unplugged/201705/six-elements-all-talking-cures

  • Daniel G. Amen ile yedi soru

    Bu seri, psikoterapiye olan çeşitli klinik yaklaşımları ortaya koyabilmek için; bu alanda itibara sahip yazarlara, kuramcılara ve karar vericilere aynı yedi soruyu yöneltir. Bugünkü onur konuğumuz, popüler psikiyatride saygıdeğer ve bazen tartışmalı bir figür olan Dr. Amen.

    Daniel G. Amen (Tıp Doktoru, Oral Roberts Üniversitesi, 1982); psikiyatrist, beyin görüntüleme uzmanı, Newport Sahili, Fairfield, Kaliforniya, Tacoma, Washington ve Reston, Virginia’da bulunan Amen Klinik Şirketinin CEO’su ve müdürüdür. Amen Klinik, toplam yaklaşık 50.000 tarama ile dünyanın psikiyatrik ilaçlar üzerine en kapsamlı fonksiyonel beyin taramaları veri tabanına sahiptir. Danışanlar, kliniğe 75 farklı ülkeden gelmektedir. Dr. Amen, Kaliforniya Üniversitesi, Irvine Tıp Okulu’nda Psikiyatri ve İnsan Davranışı bölümünde Asistan Klinik Profesördür. Kamusal alana yabancı olmayan Dr. Amen, Men’s Health Soru-Cevap forumunda beslenme ile ilgili yazılarıyla bilgeliğini paylaşmış ve hatta beyne dayalı toplumsal cinsiyet farklılıklarına değinmek üzere The View’u ziyaret etmiştir.

    “Dr. Amen, kişiyi bütünüyle tedavi etmeden; akıl sağlığı ve fiziksel sağlık için sadece veya ilk seçenek olarak reçeteli ilaçlarla başvurmanın tamamen işe yaramaz bir yöntem olduğunu ifade ediyor.”

    Dr. Amen, bugün bizimle psikoterapi hakkındaki fikirlerini paylaşıyor. “Hastalara; doğal takviyeler, ilaçlar, beslenme müdahaleleri ve hedeflenen psikoterapi yöntemleri gibi en zararsız ve en etkili tedavileri kullanmanın yararlı olduğuna” inanan bir psikiyatrist olarak, bu tartışmaya eşsiz katkılarda bulunacağını biliyordum. Örneğin, 3. Soruya cevabı, birçok psikolojik semptomun biyolojik etiyolojisi olabileceğinin önemli bir hatırlatıcısı.

    Daniel Amen ile yedi soru:

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Hastadan en büyük endişeleri hakkında konuşmasını isterdim. Geçmiş, terapötik süreç için çok önemlidir. Süreç, kişinin endişelerinden bahsetmeye başlamasıyla genişler. Hastalarıma karşı biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve ruhani bir yaklaşım sunuyor ve tüm sorunları hakkında benimle konuşmalarını istiyorum.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Hastaların, kendilerine nasıl yardımcı olacakları hakkında akıllarının karışması. Benimle görüşmeye gelen insanların birçoğunun daha iyi hissetmek istemesine rağmen, terapötik süreç onlara çok yabancı bir durum. Bu süreci kullanmada daha etkili olabilecekleri bir yol bulmaları gerektiğini düşünüyorum.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Gözlemlediğim en büyük hata, beynin çok nadir dikkate alınmasıdır. Genellikle, psikiyatristlerin tedavi ettikleri organı incelemeyen tek tıp uzmanları olduklarını söylerim. Ne kadar saçma bir durum! İncelemeden nasıl bileceğiz? Beyninde hasar bulunan insanlara kişilik bozukluğu olduğunu mu söyleyeceğiz? Zehre maruz kalmış insanların tedaviye direnç gösterdiğini mi söyleyeceğiz? Depresyonun göğüs ağrısına benzer şekilde birçok nedeni varken, onu tek bir hastalık olarak ele alıyoruz. Ancak beynin fonksiyonunu ciddiye alırsak işimizi daha iyi yapabiliriz.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Beynin daha iyi fonksiyon göstermesi. Hastalara beyinlerinin daha iyi fonksiyon göstermesine yardım ettiğinizde, terapinin daha hızlı ilerlediğine ve hastaların terapi sırasında öğrendiklerini kendi hayatlarında daha iyi uyguladıklarına inanıyorum.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Yardımcı olabilmek için yeterli bilgiye sahip olmamak.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    İnsanların, hayatlarını olumlu yönde değiştirmelerine yardımcı olmak. Kişinin beyni daha iyi durumda olduğunda daha etkili, daha sevgi dolu ve daha tutkulu hâle geldiğini gözlemlediğim birçok hikâyeye sahibim… Bu hikâyeler bana düzenli olarak keyif veriyor.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Beyin ve beyni nasıl geliştirebileceğiniz hakkında düşünün. Yaptığınız her şeyin çok daha etkili olduğunu göreceksiniz.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200902/seven-questions-daniel-amen

  • David Burns ile yedi soru

    David D. Burns (Tıp Doktoru, Stanford Üniversitesi, 1970), Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fahri Misafir Klinik Psikiyatri Profesörüdür ve Harvard Tıp Okulu’nda misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. İyi Hissetmek isimli kitabının, 4 milyondan fazla kopyası satılmıştır. Bu kitap, genellikle Amerikalı ve Kanadalı akıl sağlığı uzmanları tarafından depresyondan muzdarip olan kişilere önerilmektedir. Ben bir psikodinamik terapistim ve bu kitabı ben bile tavsiye ettim.

    Dr. Burns’ü, Bilişsel Terapi’nin gelişiminde önemli bir figür olarak görüyordum; ancak 3. soruya verdiği cevapta Dr. Burns, psikoterapi ekollerine katılmaya karşı geliyor. Bu sebeple, bunun yerine onu saygıdeğer bir klinik tedavi uzmanı ve kitapçılarda birçoğu Bilişsel Terapi bölümünde bulunan 11 adet kitabı kaleme almış bir yazar olarak tanımlayacağım. En son kitabı, geçen hafta basın duyurusunu takiben yayımlandı.

    Dr. Burns’ün kapsamlı ve üzerinde düşünülmüş cevaplarından çok etkilendim. Hem klinik hem de kişisel açıklamaları, kendisinin neden bu kadar popüler bir yazar ve eğitmen olduğunu anlamama yardımcı oldu. Kelimeleri cömertçe kullanarak verdiği cevapların keyfini çıkarın ve eğer sözleri sizi etkisi altına alırsa yorum yapmaktan çekinmeyin.

    David D. Burns ile Yedi Soru:

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Terapi sadece bir şeyler “hakkında konuşmak” anlamına gelmez. Terapi; bir kişinin hayatını değiştirmek ve depresyon, anksiyete veya ilişki sorunları gibi durumlardan kaynaklanan ızdırabı hafifletmek anlamına gelir. Tabii ki, her seansın başında empati kurmak ve dinleme becerisi göstermek önemlidir; ancak bu unsurlar hastaların hayatını değiştirmek için tek başlarına yeterli değildir. Bitap düşene kadar konuşabilirsiniz, terapistiniz başını sallar ve “bana daha fazlasını anlatın” diye mırıldanabilir; ancak kendinizi hâlâ Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), başka insanlarla kötü ilişkiler veya sorun her neyse ondan muzdarip durumda bulursunuz.

    Bir empati kurma ve dinleme sürecinden sonra şunları söylerim: “Her ne kadar desteklemek ve dinlemek büyük önem taşısa da; size bunlardan öte bir şey sunmak istiyorum. Bu seansta özellikle yardım istediğiniz bir konu var mı? Bugün, ağabeyinizin eroin bağımlılığı ve intiharı; eski eşinizin sizi taciz etmesi; oğlunuzla olan sorunlarınız ve sosyal anksiyeteniz gibi birçok kalp kırıcı olaydan bahsettiniz. Bu sorunlarınızda size yardımcı olabilecek birçok güçlü yöntemim var ve kollarımızı sıvayıp işe koyulmamız için bunun iyi bir zaman olup olmadığını merak ediyorum. Eğer konuşabilmek ve bir şeyleri dile getirebilmek için biraz daha zamana ihtiyacınız varsa sorun değil. Siz hazır olmadan, zamansız bir şekilde başlamak istemem.”

    Bu sözlerim, hastaya üç mesaj verir:

    1. Destek büyük önem taşır ve ben size destek olmak için buradayım;
    2. Size dinlemekten de öte şeyler sunacağım ve eğer gerçekten de hayatınızı değiştirmek istiyorsanız daha fazlası gerekli olacak;
    3. Değişim ancak bir takım gibi çalışırsak mümkün olacaktır.

    Hasta sorunu anlattığında, sorunun doğasını kavramsallaştırır ve paradoksal yöntemler kullanarak direnci tersine çevirebilmek için, nazikçe hastanın değişime karşı direnmesinin sebeplerini keşfetmeye çalışırım. Ayrıca, hangi yöntemin hastaya yardım edebilmek için uygun olduğunu düşünmeye başlarım. Kişiler Arası Aşağı Ok Tekniği, Paradoksal Maliyet-Fayda Analizi, Günlük Ruhsal Durum Seyir Defteri, İç Sesi Dışa Vurma ve Kabullenme Paradoksu olmak üzere ortalama 50 adet yöntem kullanıyorum. Bazı yöntemler depresyon için son derece etkiliyken; bazıları anksiyete bozuklukları; bazıları ilişki sorunları; bazıları ise alışkanlıklar ve bağımlıklar için etkili oluyor. Her derde deva olan tek bir yöntem yok.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Birçok farklı terapi ekolü bulunduğundan, standart bir “terapötik süreç” yok. “Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç” ve “Sürece Karşı Direnç” kavramları üzerinde düşünmeye eğilimliyim. Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç hakkında şu şekilde düşünüyorum: Şu masanın üzerinde sihirli bir tuş olduğunu, eğer o tuşa basarsanız; depresyon, panik atak, sorunlu evlilik, kötü alışkanlık veya bağımlılık gibi tüm semptomlarınızın hiçbir çaba sarf etmeden anında ortadan kaybolacağını ve bugünün seansından öfori hâlinde ayrılacağınızı düşünün. O tuşa basar mıydınız?

    Görünen o ki, bir çok insan tuşa BASMAYACAKTIR veya basıp basmamak arasında büyük bir kararsızlık yaşayacaktır. Sebep her bir kişi için farklı olsa da; genellikle oldukça baskın bir sebeptir. Üstelik, Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç; depresyon, anksiyete, ilişki çatışması, alışkanlıklar ve bağımlıklar olmak üzere dört farklı hedefin her birinde tamamen farklı bir şekilde gözlemlenir. Yani, Sonuca Ulaşmaya Karşı Direncin dört adet yaygın ama birbirinden farklı türü vardır.

    Depresyonda görülen Sonuca Ulaşmaya Karşı Dirence kısa bir örnek vereyim. San Francisco’dan 37 yaşında Katolik bir kadın, kürtaj sonrası yaşadığı, on yıl süren şiddetli ve zorlu depresyonunun tedavisi için benimle görüşmeye geldi. Sayısız terapistten psikoterapi görmüş, bir yığın antidepresan kullanmış; ancak hiçbir şey kadına yardımcı olamamıştı. Çektiği yoğun acının ve kendinden nefret etmesinin sebebi: “Sonsuza kadar acı çekmeyi hak ediyorum, çünkü bebeğimi öldürdüm.” düşüncesiydi.

    Bu düşünceye sahip bir kişi Sihirli Tuşa basar mıydı? Kuşkusuz basmazdı. Basmamasının birçok olası sebebi olabilir. Öncelikle, görünüşe göre çektiği acıyı ruhani bir gereklilik olarak görüyor ve ona göre depresyon, bir tür ahlaki arınmaya erişmesini sağlıyor. Depresyonda olan ve acı çeken hüküm giymiş suçlu rolünün yanında; yargıç, jüri ve infazcı rollerini de oynuyor. Bu şekilde acı çekmesi GEREKTİĞİNİ düşünüyor.

    Buna ek olarak, büyük ihtimalle bebeği hâlâ zihninde yaşıyor. Onu depresyonuyla yaşatıyor ve her gün onu düşünüyor. Depresyonu, bebeğine olan borcu olarak görüyor. Eğer depresyonun üstesinden gelirse; bebeğinin yasını tutması, onu unutması ve hayatına devam etmesi gerekecek. Sıkışıp kalmasına neden olan başka güçlü sebepler de olabilir. Eğer terapist, bu güdüsel faktörleri hesaba katmadan, şefkat ve yetenekle durumun üstesinden gelmeye çalışırsa; hasta direkt olarak direnç gösterecektir. Son sekiz yıldır gerçekleşen durum tam olarak bu.

    Sürece Karşı Direnç ise, Sonuca Varmaya Karşı Dirençten tamamen farklıdır. Sürece Karşı Direnç, kişinin değişmek İSTEYEBİLECEĞİ; ancak değişimin bedelini ödemek istemeyeceği anlamına gelir. Ve maalesef, sihirli tuş diye bir şey yoktur. Örneğin, yükseklik korkusu gibi bir tür anksiyete bozukluğundan muzdarip olduğunuzu varsayalım. Son çıkan Panik Atakta isimli kitabımda, anksiyete bozuklukları için 40 tane yeni ve etkili yöntemden bahsettim. Hangi yöntemin kimde işe yarayacağını asla bilemezsiniz; bu yüzden bunu deneme yanılma yoluyla saptamak her zaman gereklidir. Fakat, yükseklik korkusu veya başka herhangi bir anksiyete bozukluğunu yenmek için bir tür maruz bırakma yönteminin uygulanması gerektiğini kesin olarak söyleyebiliriz.

    Gençken; köpek, arı, at ve kan korkuları ve fobilerinin yanı sıra yükseklik korkum da vardı. Lisedeyken, Brigadoon oyunu için sahne ekibinde yer almak istemiştim. Ancak, tiyatro öğretmenimiz Bay Bishop, bana sahne ekibinin tavana yakın bir yerde, ışıklarla ve perdelerle çalıştığını; bu yüzden yükseklik korkusu olan öğrencileri kabul edemeyeceğini söylemişti. Ona yükseklik korkum olduğunu söyledim. Bana bir şartla sahne ekibine katılabileceğimi söyledi. Korkumu yenme şartıyla.

    Yükseklik korkumu yenmeyi gerçekten de çok istediğimi, ancak nasıl yeneceğimi bilmediğimi söyledim. Çok kolay olduğunu ve korkumu nasıl yeneceğimi hemen gösterebileceğini söyledi. “Harika, hadi yapalım.” dedim.

    Beni tiyatroya getirdi ve sahnenin ortasına yaklaşık 4 metrelik bir merdiven kurdu. Merdivenin etrafında başka hiçbir şey yoktu. “Yapman gereken tek şey, merdivenin en üst basamağına çıkmak ve orada durmak.” dedi. “Yapmam gereken tek şey bu mu?” diye sordum. “Evet, bu.” dedi.

    Çok genç ve toydum. Cesurca merdiveni tırmanmaya başladım. Tepeye ulaştığım anda, korku seviyem 0’dan 100’e kadar bir aralıkta 100’dü. Çok korkmuştum ve etrafta tutunabileceğim hiçbir şey yoktu. Tiyatro öğretmenim aşağıda, merdivenin yanında duruyordu. “Şimdi ne yapmam gerekiyor Bay Bishop?” dedim. “Hiçbir şey, sadece iyi hissedene kadar orada dur.” dedi. “Ama bir şey yapmam gerekmiyor mu? dedim. “Hayır, sadece orada dur.” dedi.

    On beş dakika geçti ve korku seviyem hâlâ 100’dü. “Hâlâ endişeliyim.” dedim. “Sorun yok, sadece bekle.” dedi.

    Beş dakika daha geçti ve korkum aniden yok olmaya başladı. Tamamen yok olmasıysa, sadece beş saniye sürdü. Korkmuyordum. “Bay Bishop, sanırım iyileştim.” dedim.

    “Bu harika.” dedi. “Şimdi aşağı inebilir ve Brigadoon sahne ekibine katılabilirsin.” O andan sora yüksekliği ÇOK SEVMEYE başladım. Tavana doğru gidip en yüksekteki ışıklarla çalışmak isteyen kişi hep ben oldum. Yükseklik korkusuna sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu bile hatırlamıyordum. Bazen bir korkuyu yendiğinizde, aşırı korktuğunuz şey, büyük bir zevk kaynağı hâline geliyor. Fakat ödenmesi gereken bir bedel var. Anksiyetenin hiçbir çeşidini koltukta öylece yatıp, terapist “Bana daha fazlasını anlatın.” diye mırıldanırken geçmiş hakkında konuşarak yenemezsiniz.

    Sürece Karşı Direncin de, her birinde tamamen farklı gözlemlendiği dört farklı hedefi vardır: Depresyon, anksiyete, ilişki çatışması, alışkanlıklar ve bağımlılıklar. Bu, sekiz tane yaygın direnç çeşidi; dört çeşit Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç ve dört çeşit Sürece Karşı Direnç bulunmaktadır. Danışanlar, bazen birkaç direnç çeşidini aynı anda gösterebilir. Çünkü aynı anda hem depresyonda hem de anksiyete bozukluğuna sahip olabilirler. Ayrıca, yalnızlıktan veya sorunlu kişisel ilişkilerden de muzdarip olabilirler.

    Meslektaşlarım ve ben, belirli bir sorunu çözmek için herhangi bir yöntem kullanmadan önce; her bir hastanın gösterdiği direnci saptayıp tersine çevirebileceğimiz yeni ve etkili yöntemler geliştirdik. Bu güdüsel yöntemlerin terapi ile birleşimi, tedavide muazzam ilerlemelere yol açtı. Şimdiyse, tedaviye gelen hastaların büyük bir kısmında aşırı hızlı bir iyileşme gözlemliyoruz.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Bu sorunun cevabı, önceki sorunun cevabıyla bağlantılı. Neredeyse tüm terapötik hatalar, terapistin gidişatı belirlemede yaptığı hatalardan kaynaklanıyor. Görünüşe göre birçok terapist, terapötik direnci ilerlemesini engellemek üzere nasıl saptayıp nasıl tersine çevireceğini bilmiyor. Bunun yerine, hasta direnirken ve terapiste “Evet… Ama” şeklinde cevaplar verirken; hastayı değişmeye ikna etmeye veya hastaya psikoterapi ödevlerini yaptırmaya çalışıyorlar. Bunun sonucunda terapist, tüm işi üstlendiğinden yorgun ve kırgın hissediyor.

    Birçok terapist, Gidişatı Belirleme meselesini anladığını sanıyor, ancak anlamıyor. Gidişatı belirlemek, kolay bir iş gibi gözükebilir; ancak aslında tüm terapötik becerilerden en karmaşık ve en zoru. Meslektaşlarımla birlikte geliştirdiğimiz paradoksal Gidişat Belirleme yöntemlerinin, terapide büyük bir ilerleme olduğuna inanıyoruz.

    İkinci hata ise; psikodinamik terapi, bilişsel terapi, Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Terapisi (EMDR), Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) veya Düşünce Alanı Terapisi (TFT) veya ne revaçtaysa o terapi ekolüne katılmaktır. EKOLLERDEN değil, ARAÇLARDAN yanayım. Bana göre terapi ekolleri, dinler ve hatta tarikatlar gibi. Hepsi sebepleri ve insanları tedavi etmek için en iyi yöntemi bildiklerini iddia ediyor. Neredeyse her hafta, hevesli takipçileri olan bir rehberle birlikte yeni terapi ekolleri ortaya çıkıyor ve “cevabı” bulduklarına inanıyorlar.

    En büyük üçüncü hata ise, semptomları ve ittifakı değerlendirememektir. Stanford’daki resmi ve resmi olmayan araştırmam, terapistlerin hastanın ne kadar depresif, ne kadar intihara meyilli, ne kadar kaygılı veya ne kadar sinirli olduklarını algılamada oldukça kötü olduklarını ve genellikle hastanın aslında nasıl hissettiğini tamamen yanlış algıladıklarını ortaya koymuştur. Fakat, psikiyatristler ve psikologlar da dâhil olmak üzere terapistler, bunun farkına varmadan gayet duyarlı olduklarına inanıyorlar; ama değiller. Hatta, en yaygın intihar sebeplerinden biri terapistin hastanın ne kadar depresif ve ümitsiz olduğunu anlamamasıdır.

    Bu sorunu çözebilmek için; her terapi seansının öncesinde ve sonrasında depresyonu, intihara meyilli dürtüleri, kaygıyı, siniri ve terapideki ilişkinin tatmin ediciliğini ölçen kısa ve oldukça isabetli bir ölçek oluşturdum. Hastalar, tam o an nasıl hissediyorlarsa ona göre ölçekleri dolduruyorlar. Böylece terapistler, her terapi seansından sonra sadece hastaların ne hissettiğini değil; ne kadar gelişme gösterdiklerini veya göstermediklerini de görebiliyor. Hastalar, bu ölçekleri her seans öncesi ve sonrası bekleme odasında doldurdukları için, terapi seansı süresinde bir kayıp olmuyor. Hastalar, doldurdukları envanterleri eve gitmeden önce terapiste bırakıyorlar. Sadece bir dakika sürüyor. Ayrıca, terapistleri sıcakkanlılık, anlayışlılık ve yardım sağlama konularında değerlendiriyor; seansta nelerden memnun kalıp nelerden kalmadıklarını yazıyorlar.

    Bu uygulama, terapi uygulama şeklimizde belki de her şeyden çok devrime yol açtı. Hastalarımız bizim öğretmenlerimiz oldu, çünkü onlar için neyin işe yarayıp neyin işe yaramadığını söyleyerek bizi yönlendiriyorlardı. Bu uygulama, hastaları ve terapistleri daha sorumluluk sahibi hâline getirdi. Bu değerlendirmeler olmadan etkili bir terapi yapabilmeyi hayal bile edemiyorum. Fakat, bu cesaret isteyen bir uygulama. Genellikle, bazı şeyleri tahmin etmediğiniz yollardan keşfedebiliyorsunuz. Hastalar, terapisti eleştirirken seanslarda olduklarından şaşırtıcı derecede daha dürüst ve daha eleştirel oluyorlar. Her nedense, bu terapi seansı değerlendirmelerini doldururken çok daha açık sözlü ve samimi hissediyorlar.

    Narsist terapistler bu değerlendirmelere katlanamayabilir, çünkü hastanın geri bildirimi onlar için özsaygıyı yıkıcı nitelikte olabiliyor.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    “Terapinin temel bir amacı” yoktur. Terapinin temel veya nihai bir amacının olduğunu düşünmek, alanımızda yapılan en temel hatalardan biridir. Bana göre bu yaklaşım, sanki terapistler insanların nasıl olmasını gerektiğini bilen ruhani uzmanlarmış gibi kibirli bir yaklaşımdır.

    Bunun yerine, hastalardan üzgün hissettikleri ve yardım istedikleri belirli bir anı anlatmalarını isterim. Bu herhangi bir an ve herhangi bir sorun olabilir, ancak gerçek ve kişi, mekan ve zaman bağlamında olmalıdır. Genç bir kadının, “Hayat berbat.” gibi üstü kapalı yakınmalarda bulunması pek işe yaramaz. “Hayatın berbat olduğunu fark ettiğinizde neredeydiniz? O sırada neler oluyordu?” sorularını sormam gerekebilir.

    Örneğin hastanın yardım istediği sorun; depresif bir an, yakın zamanda gerçekleşmiş bir panik atak veya eşiyle yaşadığı bir tartışma olabilir. İşte o zaman, Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç ve Sürece Karşı Direnç etkenlerini hesaba katarak sorunu keşfetmeye çalışırım. Direncin üstesinden gelindiğinde ise, hastaya sorunu çözmesinde yardımcı olabilmek için çeşitli yöntemler kullanırım. En etkili yöntemin ne olacağı, sorunların türüne göre değişecektir. Başka bir ifadeyle; depresyon, anksiyete, sinir/ilişki sorunları veya bağımlılık için etkili olan yöntemler birbirinden oldukça farklıdır.

    Kendimi yardım etmek üzere görevlendirilmiş bir çalışan, hastamı ise patron olarak görürüm. Yardım istediği sorunu hasta anlatır. Hastalar, şu anda hayatında neler olduğunu gerçekten de kavradığında ve bu sorunu nasıl düzeltebileceğini aniden öğrendiğinde; genellikle bir tür aydınlanma yaşarlar ve tüm sorunları tıpkı temeli olmayan bir bina gibi ortadan kalkar. Örneğin, depresyonun yerini aniden neşe ve kahkaha alır. Bu, gözlemlemesi ve içinde bulunması muazzam hissettiren bir olaydır. Terapiyi bu kadar keyifli ve harika bir deneyim hâline getiren de budur.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Başarılı ve gelişmiş bir terapi, sürekli uygulama yapmayı ve çalışmayı gerektirir. Son sekiz yıldır, Stanford’da Psikiyatri Bölümü’nde gönüllü olarak verdiğim öğretimin bir parçası olarak, haftalık olarak psikoterapi eğitim ve geliştirme grubuyla çalışıyorum. Grup, şu anda evimde toplanıyor ve Stanford Üniversitesi öğrencilerine olduğu gibi topluma da açık. Bu grup gerçekten ödüllendirici bir tecrübe. Hatta, grup toplantılarının haftamın ışığı olduğunu söyleyebilirim. Fakat bu her zaman kolay bir süreç olmuyor. Katılan terapistler, birçok zorlayıcı senaryoda rol yapma yöntemlerini kullanarak alıştırma yapmalıdır. Anında notlandırılırlar ve gelişebilmek için kendi hatalarıyla yüzleşmeleri gerekir. Eğer egonuzu kapıda bırakırsanız, bu müthiş eğlenceli ve eğitici bir deneyimdir. Ama eğer egonuz sizinle birlikte gelirse; saygı ve hayranlık duyduğunuz meslektaşlarınızın önünde hata yapmak göz korkutucu hâle gelebilir.

    Aynı durum terapide de yaşanır. Yukarıda bahsettiğim gibi, hastaların her terapi seansı sonrasında bekleme odasında dolduracağı aşırı duyarlı bir ölçek geliştirdim. Ben de dâhil olmak üzere terapistleri; seansta Empati Gösterme, Yardım ve Tatmin Sağlama gibi çeşitli açılardan değerlendiriyorlar. Her ne kadar birçok terapist; sıcakkanlı davrandığını, önemsediğini ve etkili olduğunu düşünse de, birçoğu bu ölçekleri ilk kullanmaya başladığında, her seans sonunda her hastadan aldıkları değerlendirmelerin kötü olduğunu görüp şaşkınlığa uğruyor. Bu durum, yeni terapistler için olduğu kadar ileri düzeydeki terapistler için de şaşırtıcı. Bununla birlikte, terapistler bu terapötik hataların üstünde çalışarak onları muazzam gelişmelere dönüştürebilir ve zamanla daha iyi değerlendirmeler alabilirler.

    Benim düşünme şeklime göre, hatalarını kabul etmeyi öğrenmek, dünya standartlarında bir terapist olmanın anahtarıdır. Fakat bu, yeni ve şahane teknik beceriler geliştirirken alçak gönüllü olabilmek ve egoyu bir kenara bırakabilmek anlamına gelir.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    İnsanların değiştiğini; depresyon, ümitsizlik ve değersiz hissetmenin aniden neşe ve özsaygıya dönüştüğünü; aniden korkularını yendiklerini veya aniden sinirlenmeyi, suçlamayı ve kırgınlığı bir kenara bırakmayı öğrendiklerini görmek. Bu ani ve derin değişimler her zaman aklımı başımdan alır. Bu deneyimi çok sık yaşıyor ve seviyorum. Bu, kariyerinin terapiste verdiği en güzel hediye.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Şu anda, hastalarda çok hızlı değişimler ve gerçekten de hızlı iyileşmeler gözlemliyoruz. Birçok hasta geliştirdiğimiz yeni yöntemleri kullanarak, genellikle bir veya iki olmak üzere bir avuç seansta büyük gelişmeler gösteriyor veya tamamen iyileşiyor.

    Beni üzen şey, yıllar boyunca terapiye gidip hiçbir değişim göstermeyen; ancak yine de aynı terapiste gitmeye devam eden hastalar. Bana göre, bu doğru değil. Beni üzen başka bir konu ise, maddi durumundan dolayı veya etkili bir şekilde çalışabileceği birini bulamadığı için iyi bir terapiye erişemeyen birçok insan olması.

    Alanımızın gelişebilmek ve biyoloji, kimya veya fizik gibi temel bilimlere yetişebilmesi için çok fazla yol katetmeye ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Ben ve meslektaşlarımın amacı, yeni ve daha güçlü bir terapi modeli geliştirmek.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200901/seven-questions-david-d-burns

  • Harriet Lernet ile yedi soru

    Harriet Lerner (Ph. D. New York Üniversitesi), kadın ve aile ilişkileri psikolojisinin en saygıdeğer seslerinden biridir. Topeka, Kansas’taki Menninger Kliniği’nde otuz yılı aşkın süre klinik psikologluk yapmıştır. Karl Menninger Psikiyatri Okulu’nda fakülte üyesidir. Oprah, CNN ve NPR gibi ulusal radyo ve televizyon programlarında çıkmıştır. Çalışmaları The New York Times, The Boston Globe, The Washington Post’ta; aylık tavsiye yazıları ise on yılı aşkın süre New Woman dergisinde yayımlanmıştır. Şu anda Lawrence, Kansas’ta özel muayenehanesi bulunmaktadır.

    Dr. Lerner’ın kitaplarının üç milyon kopyası satılmıştır. Yazıları çok aydınlatıcı, dolaysız ve meslek dilinden arınmış olduğu için terapistler tarafından sıklıkla önerilmektedir. Üslubu, aşağıda verdiği dolaysız cevaplara açıkça yansımıştır. Özellikle 3. soruya cevap olarak verdiği, terapistlerin yaptığı hatalarla ilgili görüşlerini takdir ettim. Terapistler genellikle; konuşma, mesafe, empati ve teoriye bağlılık bağlamında, aşırılık ve yetersizlik arasındaki ince çizgiyi göremiyor. Zamanını ayırıp, bilgilerini bizimle paylaştığı için Dr. Lerner’a minnettarım.

    Harriet Lerner ile Yedi Soru

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    “Ne hakkında konuşmak istersiniz?”

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Eşlerini, annelerini, kardeşlerini, çocuklarını değiştiremeyeceğim ve değişimin genellikle yavaş ve engebeli bir süreç olduğu gerçeğini kabul etmek.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Terapistler sonsuz sayıda hata yapıyor: Çok fazla veya çok az konuşuyorlar, çok mesafeli veya çok ilgili davranıyorlar, bir teorik bakış açısına sıkı sıkıya bağlanıyorlar veya hiçbir teorik bakış açısına sahip olmuyorlar, empati kurmuyor veya çok fazla empati kuruyorlar.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Terapinin temel amacı, danışanın amaçlarına ulaşmaktır. Tabii ki de danışanlar, amaçlarını süreç boyunca değiştirebilir veya yeni amaçlar belirleyebilirler.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Terapist olmanın en zor kısmı, sürekli olarak sınırlarınıza göğüs germeniz gerekmesidir.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Terapist olmanın en ödüllendirici kısmı, her zaman kendi sınırlarınızı zorlayabilme avantajına sahip olmanızdır. Böylece öğrenmeyi sürdürebilirsiniz. Bu bir alçak gönüllülük dersidir. Ve tabii ki de, kendini keşfetme ve değişim sürecinde birine eşlik etmek büyük bir ayrıcalık.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Farklı yöntemlerle çalışan, farklı inanç sistemlerine sahip olan sayısız terapist var. Bu yüzden, eğer bir terapist veya terapi yöntemi size yardımcı olamıyorsa, bir başkası olabilir. Belirli bir terapistin, tanıdığınız başka insanlara yardımı dokunurken size dokunmaması asla kişisel bir başarısızlık değildir. İçgüdülerinize güvenin ve sizi en iyi tanıyanın kendiniz olduğunu unutmayın.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200901/seven-questions-harriet-lerner

  • Thomas Szasz ile yedi soru

    Bugün, Dr. Thomas Szasz ile konuşacağımız için çok şanslıyız. Onur konuğum, akıl sağlığı alanında özgün ve bağımsız, “yıkıcı bir şekilde kullanılan zorlamanın yerini rıza, güven ve Hipokrat’ın zarar vermeme öğüdüne olan sadakatin alması için psikiyatriye meydan okumak üzere herkesten fazla çabalayan” bir adam. (G. Annas, Szasz’ın web sitesinden)

    Thomas Szasz, 1920 yılında Macaristan’da doğmuş, Tıp Doktoru ünvanını 1944 yılında Cincinnati Üniversitesi’nden almış ve Chicago Psikanaliz Enstitüsünde eğitim görmüştür. Upstate Tıp Üniversitesi’nde, New York Devlet Üniversitesin’nde ve Syracuse Üniversitesi’nde Fahri Psikiyatri Profesörü; Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ve Amerikan Psikanaliz Derneği’nin seçkin bir üyesidir. 33 kitabı, ders saatleri ve sayısız makalelerin hepsi benzer bir mesaj taşıyordu: Biyolojik bozukluklar ve davranış bozuklukları aynı değildir; ancak psikiyatri hatalı bir şekilde ikisinin arasında bağlantı kuruyor.

    Szasz, psikiyatrist karşıtı olarak anılmaktadır; ancak bu yanlış adlandırma, Szasz’ın bana “Don Kişot gibi kendimi kalıplaşmış tanım ve kategorilerden ayırma çabam” şeklinde tanımladığı, yakında çıkacak olan Antipsychiatry: Quackery Squared isimli kitabıyla açıklığa kavuşacak. Szasz, psikiyatrist karşıtı değil; psikiyatriyi sözleşmeye dayalı olması ve zorlama olmaması şartıyla destekleyen biri.

    Dr. Szasz’ın yerleşmiş geleneklere karşı çıkan, muhalif fikirlerini projeme dâhil etmekten heyecan duyuyorum. Doğrusu, cevap vermeyi birkaç ikazı takiben kabul etti.

    Benim görüşüm, psikolojik rahatsızlıkların bulunmadığı; dolayısıyla “terapi veya psikoterapinin” de bulunmadığı yönünde. O hâlde terapi, insanlara “hayatlarındaki sorunlarla” başa çıkmalarında yardımcı olmayı amaçlayan belirli bir insan ilişkisi, düzenleme ve anlaşmadır. Bu, bana yönelteceğin soruların detaylarını yeniden gözden geçirmeni gerektirir. 

    Aksi takdirde cevapları alamazdım. Dr. Szasz, Yedi Soru’nun detaylarını yeniden gözden geçirmemi istediğinde, bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Umarım akıl sağlığı alanında bir efsane olan Dr. Szasz’ın cevaplarından keyif alırsınız.

    Thomas Szasz ile Yedi Soru:

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Özel muayenehanemde geçen yaklaşık elli yıldan sonra emekli oldum. Seanslarım yetişkin ve gönüllü danışanlar içindi ve şu ilkelere dayanıyordu:

    • Psikolojik rahatsızlık diye bir şey yoktur; dolayısıyla psikoterapi diye bir şey de yoktur.
    • “Psikoterapi”; hastalık, ilaç veya iyileşmekle hiçbir alakası olmayan, özel ve gizli bir görüşmedir.
    • Terapist direkt olarak danışanın “gerçek hayatına” müdahale etmemelidir: Gücünü hastayı zorlamak veya suçlamak için kullanmamalı, hiçbir sebeple danışanın hayatına karışmamalıdır.
    • Terapist, danışan ile olan görüşmelerini kesinlikle gizli tutmalı ve danışan aldığı hizmet karşısında terapiste ödeme yapmalıdır.
    • Danışan, bunların benim “terapötik diyalog” uygulama şeklimle alakalı inançlarım ve koşullarım olduğu hakkında bilgilendirilmelidir. (The Ethics of Psychoanalysis, 1965 ve Psikoterapi Miti, 1978)
    • Terapistin başlıca görevi, terapötik durumda, danışanın özellikle ilişkiye başlama ve ilişkiyi bitirme konusunda kontrole sahip olduğunu hissetmesini sağlamak için; rahat, emniyetli ve güvenli ortam oluşturmaktır.
    • Bir hasta adayıyla ilk önce telefonda konuşmadan asla yüz yüze görüşmem. Bunu, danışanın ne tür bir yardıma ihtiyacı olduğunu öğrenmek ve onu yardım edebileceğim ve edemeyeceğim konular hakkında bilgilendirmek için bir avantaj olarak kullanırım. Eğer bu konu açıklığa kavuşursa, nasıl bir boşanma avukatı, boşanmak isteyen danışanından böyle bir soru almıyorsa; aynı şekilde seansta da “Ne hakkında konuşmalıyım?” sorusu ortaya çıkmaz. Danışan yine de utanmış, korkmuş veya başka konulardan dolayı dili tutulmuş gibi hissedebilir ve “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorabilir. Bu durumda, “Size asıl yardımcı olabilirim?”, “Bugün buraya gelip benimle görüşmeye karar vermenize sebep olan şey nedir?” derim veya bunlara benzer bir şey söylerim.

     2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Çözümünü aradıkları sorunlarda kendi katkılarının olduğunu kabul edip sorumluluk üstlenmek.

     3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    “Terapi”, farklı insanlar için farklı anlamlara gelir. Eğer terapist danışana yardımcı olamıyorsa, danışan o terapistle görüşmeyi bırakma sorumluluğunu üstlenmelidir. (Terapistlerin, bulundukları konumun onlara verdiği zorlayıcı gücü kullanarak, hastalarını özgürlükten mahrum etmelerine; sözde hastaları kendilerinden ve toplumu hastalarından korumalarına karşı olduğumu burada yinelemem yeterli olacaktır.

     4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Terapinin “temel amacına” danışan karar vermelidir: Sorunlarını ve isteklerini danışan tanımlar ve aldığı hizmet için ödeme yapar. Genel olarak, benim amacım danışanı eleştirel öz değerlendirme yapabilmesi için cesaretlendirmektir. (Sokrates’in dediği gibi, “Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez.”) Kendini acı verici, kısıtlayıcı ilişkiler veya durumlardan özgür kılma durumu, ancak kişinin bu ilişkiler ve durumlar üzerindeki katkılarının sorumluluğunu üstlenmesiyle ve kendini bunlardan kurtarmasıyla gerçekleşir. Kişiyi değiştirebilecek tek kişi kendisidir.

     5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Sıkıntısı olan bir kişiyi sıkı bir görüşmeye ve insan ilişkisine dâhil etmeye dayanan bireysel psikoterapi, terapistin bu iş için uygun bir mizaca ve hayat felsefesine sahip olmasını gerektirir. Kastettiğim şey, terapistin konuşkan ve tavsiye veren biri olmaktansa; sabırlı, ılımlı ve anlama kabiliyetine sahip biri olması gerektiğidir. Buna ek olarak terapist; “doktoru oynamamalı”, hastaları kendi inançlarına ve değerlerine yönlendirecek çarpıcı “tedavi” arayışına girmemeli, hastaları kendi hatalı davranışları ve tutkularından kurtarmaya çalışmamalı ve finansal kazanç sağlamak veya kendini yüceltmek için hastanın kendisine olan bağlılığını suistimal etmemelidir. Belki de en önemli olan şey, terapistin danışanın kendini özgür kılması için gerekli olan, anlaşmalı bir insan ilişkisi hâline gelmesi gereken terapötik durumu kavraması ve bu duruma değer vermesidir. (Bu bağlamda, Sir Henry Maine’in Ancient Law: Its Connection With the Early History of Society, and Its Relation to Modern Ideas, 1864/1986 isimli klasik bilimsel eserine göz atabilirsiniz.)

    Belirttiğim bu durumlar sağlansa bile; danışanın kendine zarar vermeye eğilimli davranışı karşısında dinginliğini koruması, danışanın alıştığı ve kendisini kısıtlayan durumlara bağlı kalmayı seçmesine müsamaha göstermesi ve özgürleşme yoluna girmeme riskini alması gerekebileceğinden, terapistin görevi kolay veya imrenilecek bir şey olmayabilir.

    Modern psikiyatri, maalesef duruma veya hakimiyet ve itaate dayalı ilişkilere karşı gelmek yerine; sözleşmeye dayalı ilişkilerin temel ahlaki ve politik değerlerine karşı savaş açmıştır. O zamanlar Amerikan Psikiyatri Derneği Başkanı olan Tıp Doktoru Marcia Goin, 2003 yılında “Müteahhitlerle veya araba satıcılarıyla anlaşma yapabiliriz; hastalarla değil.” demiştir. Birçok terapist, danışanlarıyla anlaşmaya dayalı bir ilişki kurmayı reddediyor; bunun yerine, danışanlara patronluk taslıyor, onları “koruyor” ve bu yaptıklarını “yardımseverlik”, “zararsızlık”, “adillik” gibi kendini öven biyoetik sloganlarla haklı gösteriyor.

    Özet olarak, “anlaşmaya dayalı psikoterapi uygulamak”, ne son derece zor; ne de çok kolay. Elbette, konuşma odaklı terapi gibi “sadece konuşmaktan” ibaret değil; başta belirttiğim gibi bir kişinin başka bir kişiye yaptığı veya verdiği anlamda bir “terapi” de değil.

     6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Terapist olmanın en ödüllendirici kısımları: 1) zeki bir insanla ciddi, derinliğe sahip, özel ve gizli bir ilişki kurmak 2) William James’in dediği gibi “insan deneyimin çeşitlerini” öğrenmek ve 3) bir danışanın, kendi davranışları ve hislerinin sorumluluğunu daha fazla üstlenmesini sağlayarak kendini özgür kılmasına yardım etmek.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Bir danışman adayına önerim; terapist adayını araştırması, güvenilir olduğunu kanıtlayana kadar ona güvenmemesi ve terapistin onun için ne yapmasını istediğini zihninde netleştirmesi olacaktır. Psikoterapi danışanı veya hastası olmak evlenmek gibidir: Kaçması kaçınılmasından daha zor olan bir tuzak olabilir. Kısacası, özellikle kendinizi öldürebileceğinizi düşünürse sizi kilitleyebileceğinden şüphelendiğiniz terapistlere dikkat edin.

    Bu röportaj serisinde, Amerikan Psikiyatri Derneği başkanı Dr. Nada Stotland, “Kendine zarar vermeye veya intihara meyilli bir hastayla sınırları belirlemek, hastanın kendine zarar vermesinden, sizinle daha sık iletişime geçmesinden, daha umutsuz tehditler savurmasından ve tekrarlanan hastaneye yatışlardan oluşan bir döngüyü başlatma riskine karşı denge sağlamayı gerektirir.” demiştir.

    Hiçbir terapist hastayı zorla “hastaneye yatırma” veya “tedavi etme” seçeneklerinden kaçınmıyor.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200901/seven-questions-thomas-szasz

  • Harville Hendrix ile yedi soru

    İmago İlişki Terapisini bulan Harville Hendrix ile konuştuk.

    Yedi Soru projesi, Sevgililer Günü de yaklaştığı için müthiş bir konuk olan, uluslararası en çok satanlar listesine girmiş Hak Ettiğiniz Aşkı Yaşayın isimli kitabın yazarı ve İmago İlişki Terapisini bulan Dr. Harville Hendrix’i karşılamaktan memnuniyet duyar.

    Harville Hendrix (Ph.D. Chicago Üniversitesi), Ph.D. ünvanına sahip eşi Helen Lakelly Hunt ile birlikte İmago İlişki Terapisini bulmuştur. 30 ülkede, bünyesinde bulundurduğu 2000 İmago terapisti ile eğitim, destek ve tanıtım hizmetleri sağlayan uluslararası kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Imago Relationships International’ın kurucu ortağıdır. Harville, çiftler için uluslararası kapsamda terapiler ve seminerler verir.

    Harville ve Helen, Hak Ettiğiniz Aşkı Yaşayın ve uluslararası çok satanlar listesinde yerini alan İstediğiniz Aşkı Elde Etmek ve Ailede İyileştirici Sevgi isimli kitapları da dahil olmak üzere, yakın ilişkiler üzerine dokuz kitabın yazarlığını yapmıştır. Kitapları, 57’den fazla dilde yayımlanmıştır. Hendrix’in yapımcılığını üstlendiği PBS belgeseli, on yedi kere Oprah‘da olmak üzere sayısız televizyon programında ve radyo programında yayınlanmış; belgesel hakkında sayısız uluslararası gazete ve dergide yazılar yazılmıştır. Şimdi ise Psychology Today’de yer alıyor.

    Peki, İmago terapisi nedir ve neden bu kadar popüler? Teori tam anlamıyla, yakın ilişkilerde çekim, çatışma ve iyileşmeyi açıklayan çok yönlü bir modeldir. Imago, tasvir (image) kelimesinin Latincesi olup, çocukluk döneminde bakımımızı üstlenen kişilerin tasvirine tekabül eder. Hendrix, “Beni yeniden bir bütün yapan şey kişinin tasviridir.” der. Çocukluk dönemimizde yarım kalan işleri tamamlamamıza yardım edecek eşler buluruz. Yetişkinlik dönemimizdeki ilişkilerimiz ve çektiğimiz zorluklar bize tanıdık gelir. Çünkü ilişkiler ve zorluklar bize çocukluk döneminde bakımımızı üstlenen kişileri hatırlatır. Bu ilişkiler bize, eski yaraları sarma ve eskiden ulaşamadığımız doyuma ulaşma fırsatı sunar. Fakat bu garanti değil; sadece bir fırsattır. Hendrix,

    bilinçaltımızın, bizi canlı ve bir bütün gibi hissettiren hisleri bize geri verebilecek, çocukken bakımımızı üstelenen kişileri anımsatan kişilere ihtiyaç duyduğunu yazmıştır. Başka bir ifadeyle, eskiden bizi inciten aynı özen ve ilgi eksikliğine sahip kişiler ararız.

    Yani, aşık olduğumuzda ve dünyanın çocukluk dönemimize kıyasla daha iyi bir yer olduğunu gördüğümüzde; eski aklımız bize, sonunda ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek birini bulduğumuzu söyler. Maalesef ne olup bittiğini bilmediğimiz için, yüzeysel düşüncelerimizin altında yatan berbat gerçeği öğrendiğimizde, ilk istediğimiz şey çığlık atarak ters yöne doğru koşmak olur. (Imago web sitesinden)

    Bu popüler teori, milyonlarca kişinin koşarak kitapçılara gitmesine ve binlerce terapistin sertifikalı İmago terapisti olmak için konferanslara akın etmesine neden oldu. Teori ve yöntemin destekçileri, işe yararlığını deneyimlemiş tutkulu klinik uzmanları ve danışanlar olmaya eğilimliler. Paul’un terapisti bile, tedavi için İmago’yu kullanıyor. İmago her yerde.

    David D. Burns, Yedi Soru’dan En Detaylı Cevap Veren Kişi ödülünü kazanırken; Dr. Hendrix, En Kısa ve Öz Cevap Veren Kişi ödülünü kazanıyor. Dr. Hendrix’in cesurca belirttiği terapideki temel amaçlarını (4. Soru) ve terapist olmanın en zor kısmını allayıp pullayarak anlatmayışını (5. Soru) takdir ediyorum. Çift terapisinin modern ustasının kısa ve tatlı cevaplarının keyfini çıkarın ve Sevgililer Gününüz kutlu olsun.

    Harville Hendrix ile Yedi Soru

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Sadece çiftlerle terapi yaptığım için, hayallerindeki ilişkiyi anlatmalarını ister ve onlara ilişkileri “mükemmel” olsaydı ne tür bir evlilikleri olacağını sorardım.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Kendilerini kabul etmemeyi ve kendilerinden nefret etmeyi bırakıp; kendilerini kabul edip sevmeye başlamak.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Danışanların, zamanlarının çoğunu kendileriyle ilgili olumsuz düşüncelerle geçirmelerine izin vermek ve çocukluk travmalarını keşfetmek için çok fazla zaman harcamak.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Peşin hükümlü düşünceleri bırakıp; başkalarıyla sürdürülebilir bir bağ kurmak, sevilmek ve kendini sevmek.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Danışanlar fikir ayrılığı yaşarken uyanık kalmak.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Sürdürülebilir bir bağ kurmuş ve birbirlerine koşulsuz bir şekilde aşık olan bir çiftin, artık terapiye ihtiyacının kalmaması.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Etkili bir terapinin kolaylaştırdığı iyileşme ve bütünlük, aşkın hizmetindedir.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200902/seven-questions-harville-hendrix

  • John Gray ile yedi soru

    John Gray (Ph.D., Cinsellik Psikolojisi, Kolombiya Pasifik Üniversitesi), bir yazar, Sertifikalı Aile Terapisti, popüler bir konuşmacı ve çevrimiçi tanışmadan koçluğa, koçluktan temizlik ürünlerine kadar her şeyi içeren Mars Venüs sektörünün kurucusudur. Şaka yapmıyorum. The Family Journal‘ın İçerik Danışmanlığını yapmıştır ve Uluslararası Evlilik ve Aile Danışmanları Birliği Danışma Kurulu üyesidir. En çok satanlar listesine giren 16 adet kitabı, ona “tüm zamanın en çok satan ilişki yazarı” unvanını kazandırdı.

    Gray’in verdiği mesaj basit, ancak tartışmalıdır: Ona göre, kadınlar ve erkekler farklıdır. Düşünceleri, hisleri, tutkuları ve iletişim şekilleri, psikolojik ve fizyolojik açıdan farklı yaratılmıştır. İyi bir ilişki, birinin birini değiştirmesiyle değil; bu farklılıkları anlamak ve kabul etmekle kurulur. Kitaplarında bu ilkeleri; tanışma, ilişki konuları, seks, iş yeri, beslenme ve çatışma çözümüne uyguluyor.

    Dr. Gray, bana röportaj vermeyi kabul edecek kadar kibardı. Röportajı telefondan vermeyi tercih etti. Yazının devamı, 25 Kasım 2008 tarihli telefon konuşmamızdan alıntıdır. Çağdaş popüler psikolojinin bir örneği olan bu adamın, samimi cevaplarının keyfini çıkarın.

    John Gray ile Yedi Soru

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Genellikle söylediğim şey, “Size nasıl yardımcı olabileceğimi düşünüyorsunuz?” olur. Eğer, “Bilmiyorum.” diye cevap verirlerse, bildiklerinde geri gelmelerini isterim. Ben, zor bir terapistim. Birileri bana, bir şeye ihtiyaçları olduğunu hissederek gelmeli.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Bilmiyorum, bana gelmeyi seviyorlar! Bazen bir kişiyle terapi yaparken, geçmişindeki acı verici anılara şu anda verdiği bazı tepkileri incelemek önemlidir. Bunun zor olacağını düşünen bazı danışanlar oluyor; ancak geçmişteki acılarıyla yüzleştiklerinde, aslında bunun düşündükleri kadar zor olmadığını fark ediyorlar.

    Bu, birinin sana “Bu filmde biri ölecek.” demesi gibi bir şey. Filmlerde insanlar hep ölür; ancak kimin öldüğünü bilirseniz o filme gitmek istemezsiniz. Bazen belirli şeylere direnç gösterebilirsiniz, ancak direnç gösterdiğiniz şeyi uyguladığınızda aslında o kadar da kötü olmadığını görürsünüz. Birçok insan, bir sürü insanın öldüğünü görmek istemediği için Titanic‘i izlemeye gitmedi. Ancak giden herkes Titanic’in harika bir film olduğunu düşünüyor.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Genç bir terapistken anlamadığım şey, terapinin insanların nasıl hissettiklerini birinin dinlemesinden ve daha önce hiç inmedikleri kadar derine inmelerini sağlamasından ne kadar büyük bir fayda gördükleriydi. Eğer bir terapist olarak, dinlemenin değerinin farkında değilseniz ve bunun yerine bir kişinin bir şeye farklı şekilde bakabilmesi için tavsiyeler vermeye başlıyorsanız, bu süreç sekteye uğrayabilir. Tavsiye vermekte yanlış olan hiçbir şey yoktur. Hata, terapistin durumu tam olarak anlamadan ve danışana durumu gerçekten de anlama fırsatı vermeden tavsiye vermesinden kaynaklanır. İnsanlar durumu anladıklarını düşünürler, ancak daha sabırlı olup kendilerine zaman verdiklerinde, her durumun göze çarpandan daha fazlası olduğunu anlarlar.

    Eğer her şey yüzeydeyse, cevap apaçık ortada olacaktır. Terapistler, genellikle cevabın apaçık ortada olduğunu düşünürler; bu, kişinin zekâsını yok saymaktır. Eğer sorunu çözmesi kolaysa, kişi neden terapiste ihtiyaç duysun ki? Bu yüzden, sorunu anlamak için kendinize zaman tanıyın ve bir şey önermeden önce üstünde daha fazla düşünün.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Birçok farklı terapi türü vardır. Çift danışmanlığının amacı, eşlerin arasındaki anlayışı artırmak ve ilişkilerini bilmeden nasıl sabote ettiklerini fark etmelerine yardımcı olmaktır. En büyük umudunuz, insanların daha önce bilmedikleri bir şeyin farkına varmalarını sağlamak olur. Bilirsiniz, eğer biri eşine şiddet gösteriyorsa bunun kötü bir şey olduğunu biliyordur. Bu durumun kötü olduğuna işaret etmek, zaten bildikleri bir şeyi yüzlerine vurmak gerçekten de faydasız bir uygulamadır.

    Durumu, o kişiye içgörü kazanmasında yardımcı olarak ve duruma farkında olmadıkları farklı bir bakış açısıyla bakmalarını sağlayarak düzeltebilirsiniz. Davranışı değiştiren şey, kişiye “Aha!” dedirten içgörüdür. Daha önce de bahsettiğim gibi; eşi hislerini açıklarken adam göz deviriyor. Bu tavır, adamın arkadaşları için büyük bir sorun olmasa da, eşi için büyük bir sorun teşkil eder. Diğer bir yandan; kadının “Bunu yapmamalısın, şunu yapmalısın.” şeklinde eşinin başının etini yemesi, her annenin çocuğuna karşı takındığı bir davranış olsa da, bir erkeğe karşı sergilenmemesi gereken bir davranıştır. Bana göre, durum oldukça cinsiyete dayalı.

    Konu yine önceki soruda verdiğim cevaba geliyor. Kadına verilmesi gereken tavsiye, erkeğe verilmesi gereken tavsiye ile aynı değildir. Her ikisine de aynı şekilde davranmak büyük bir hatadır. Çünkü kadınlar ve erkekler eşsiz şekilde birbirinden farklıdır. Bu farklılıkları kabul etmemek, tüm danışma seansını baltalayabilir. Yani, bir erkekten bir kadın gibi tepki ve cevap vermesini, bir kadın gibi davranıp düşünmesini beklemek, erkeğin kendini sadece “Neden kadınlar gibi tepki veremiyorum?” şeklinde eleştirmesine neden olur.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Tükenmiş hisseden birçok terapist tanıyorum. Ben hiç tükenmiş hissetmedim. Terapi yapmayı seviyorum. Terapi yapmak oldukça eğlenceli. Tükenmiş hisseden terapistlere danışmanlık yapıyor ve onlara ofisteki sorunları eve götürmemenin yollarını öğretiyorum. Her terapist, danışanını değiştirmenin kendi gücüne bağlı olmadığını öğrenmek zorundadır. Terapistler, danışanlarına iyi olduğunu düşündüğü tavsiyeler verirken, danışanlar bu tavsiyeleri almayabilir veya değişim göstermeyebilirler. Danışanların durumu sizin gördüğünüz açıdan görmemesine karşı oluşturulan takıntı, terapiyi aşırı yorucu hâle getirir. Birinin gösterebileceğinden veya göstermek istediğinden daha büyük bir değişim göstermesini beklediğiniz zaman, “Ama sadece bu değişimi göstermesi gerekiyor.” şeklinde düşündüğünüz için aşırı yorulur ve enerjinizin tükendiğini hissedersiniz.

    Ne zaman yorulduğumu hissetmeye başlasam, danışanıma iyi bir mesaj vermediğimi fark ederim. Ne zaman yorulduğunuzu hissetseniz onlara, “Sen yeterli değilsin, bunu doğru yapmıyorsun, beklentilerimi karşılamıyorsun.” gibi mesajlar verirsiniz. Bu durum, ne danışana ne de size yardımcı olur. Sorunu kendinizle birlikte eve götürür ve “Neden değişim gösteremiyor?” sorularıyla boğuşursunuz. Hastaya, her insanın farklı olduğuna ve herkesin kendine özel bir iyileşme süreci olduğuna dair bir anlayış aşılamaktansa; hastaların doğru değişimi göstermelerine yardım edemediğiniz için kendinizi hırpalarsınız. Sizinle zaman geçirdikçe iyileşiyorlar, bunu ölçmeye çalışmayın. Bazı insanlar hemen iyileşirken, bazı insanların iyileşmesi zaman alıyor. Eğer iyi hissetmediğinizi düşünmeye başlarsanız, danışanlara yeterince iyi olmadıkları mesajını verirsiniz.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Bana göre terapist olmanın en ödüllendirici kısmı, kendi dünyamdan dışarı adım atıp başka insanların dünyasını görmek. Bu bana, kendi hayatımın kıymetini bilmemde yardımcı oluyor. Sorunlarımın, konuştuğum insanların sorunları yanında bir hiç olduğunu görüyorum. Diğer insanların yaşadıkları zorlukları görmek, hayatımda sahip olduğum nimetlerin kıymetini bilmemi sağlıyor.

    Terapist olmanın diğer ödüllendirici kısmı ise, size gerçekten de büyük bir değişim yarattığınızı hissettiren süreçlerde danışanlara yardımcı olmak. Bunun karşılıklı fayda sağladığını olduğunu söyleyebilirim.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Uzun bir süre önce, terapiden fayda gören ve görmeyen insanlar hakkında bir çalışma vardı. Bazı insanlar terapiyi bir şekilde verimli bulurken, diğerleri bulmuyordu. Terapiden fayda görebilecek ve göremeyecek insanların özelliklerini inceliyorlardı. Çalışmanın sonuçlarını hatırlamıyorum, fakat bu soruya bir cevabım var! Daha önce, ne hakkında konuşması gerektiğini bilmeyen insanlara ne diyeceğimi sormuştun, ben de, “Size nasıl yardımcı olabileceğimi düşünüyorsunuz?” diyeceğimi söylemiştim. Terapiye, birinin sizi düzeltmesi için gitmezsiniz; birinin size kendinizi düzeltmenize yardım etmesi için gidersiniz. Bir terapistin başkalarına iyi gelmiş olması, aynı terapistin size de iyi geleceği anlamına gelmez.

    Terapistin sadece önemli teknik becerilere sahip biri olduğundan değil; aynı zamanda sizin için uygun terapist olduğundan da emin olmalısınız. Nasıl doğru insanla evlenmek istediğimiz için birkaç kişiyi gözden geçirmemiz gerekiyorsa; gideceğimiz terapisti seçmeden önce de birkaç terapist araştırmamız gerekir. Kendiniz için doğru kişiyi bulmanız gerçekten de çok önemli. Terapiyi, sonrasında nasıl hissettiğinize göre değerlendirmelisiniz. Terapiden sonra iyi hissediyor olmalısınız. İlerleme kaydediyor gibi, umutlu ve desteklenmiş hissetmelisiniz. Bu, doğru terapisti bulduğunuzun belirtisidir. Bazen insanlar doğru terapiste gitmiyorlar ve terapi sonunda kötü hissediyorlar. Fakat rahatsızlıkları, iyi hissetmemelerine rağmen aynı terapiste gitmelerine neden oluyor. İnsanlar, terapide kötü hissediyorlarsa, yanlış terapistle görüştüklerini ve bunun için terapiyi suçlamamaları gerektiğini bilmeliler. Kullanılan yöntem doğru olmayabilir veya kullanılan yöntem doğru olsa da terapist doğru olmayabilir.

    Antik Yunan’da, tüm yaratıcı insanların bir ilham perisi olurdu ve bu ilham perisi onlara ilham verirdi. Terapist, bir ilham perisi gibi olmalıdır. Terapistinizle bir saat geçirdikten sonra, iyi bir insan olmak için ilham almış olmalısınız. Bu tür insanlar var. Benimle görüşmeye gelen birçok insan böyle olduğumu söylese de, herkes bu şekilde düşünmeyebiliyor. Bazı insanlara göre benimle bir saat geçirmek sıkıcıyken, bazıları için ilham verici oluyor. Varlığından ve varlığının özgünlüğünden ilham aldığınız ve mutlu hissettiğiniz birini bulmak istersiniz. İstediğiniz terapist bu şekilde olmalıdır. Ve böyle terapistler var.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200812/seven-questions-john-gray

  • Ryan Howes ile yedi soru

    Son beş aydır bloguma başka insanlar yazıyor. Sanırım artık iş başına dönme zamanı.

    Her şeyi onlar yazmamış olsa da, işin büyük kısmını Yedi Soru Projesi’ne röportaj veren 14 kişi yaptı. Karar alma, teori ve popüler psikolojinin ilham verici figürleri, terapötik yaklaşımların arasındaki teorik ve kişisel farkları ortaya çıkarmaya yardım etmek üzere zamanlarını bu projeye ayırdılar. Bilgeliklerini, danışanlara ve onlar gibi terapistlere yaymaktan onur duydum.

    Röportaj formatı, yapmaya gönüllü olduğum bir değişimdi. Onları davet ettim, biyografilerini araştırdım, girişler yazdım ve yazıma bazı linkleri dâhil ettim. Bu, bir terapist gibi düşünmek değil; gazeteci gibi düşünmek anlamına geliyor. O kadar uzun süredir röportaj yapıyorum ki, artık psikoterapi üzerine kullanım kılavuzu yazan psikolog görevime geri dönmem gerekiyor. Bu geri dönüşe, sorduğum soruları kendim cevaplayarak başlayacağım.

    Kendi girişimi kısa tutacağım: Biyografime, kitabıma (Danca’ya çevrildi!) ve internet siteme buradan ulaşabilirsiniz. Terapötik yönelimimin psikodinamik bir karışım olduğunu söyleyebilirim; ancak derleme etiketine inatla karşı çıkıyorum. Bu terim, birkaç teoriye olan uzmanlığın göstergesidir ama genellikle, “Hiçbir teoriyi derinlemesine incelemedim.” anlamına gelir. Psikoterapi hakkındaki görüşlerim; Freud, Heinz Kohut, Irvin Yalom, Murray BowenAlthea Horner ve Stephen A. Mitchell‘den etkilenmiştir. Danışanlarımla çalışırken esas olarak; eskiden bulundukları çevre, kişisel gelişimleri ve terapötik ilişkinin gücü üzerinde düşünüyorum. Daha fazla konuşmadan, işte yedi soruya cevabım:

    Ryan Howes ile Yedi Soru

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    “Sizinle konuşabilmek için önceden birkaç konu bulabilirdim ve isterseniz bulabilirim. Ancak bunu yaparsam, bu seans sizin değil benim faydama olur. Eğer bugünkü seansımızda ne hakkında konuşmak istediğinizi anlamakta zorluk çekiyorsanız, birkaç dakika oturup düşüncelerinizi toparlamanızı bekleyebiliriz. Aklınıza bir şey geldiğinde konuşmaya başlayabiliriz.”

    Bu şekilde cevap vermek isterdim ama büyük ihtimalle, “Ne isterseniz!” diye cevap verirdim.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Bu soru, blogumun temel konusuna değiniyor. Bence terapi, danışanlar için birkaç sorun teşkil ediyor.

    Terapi diğer ilişkiler gibi ilerlemiyor. Diğer ilişkilere benzer tuhaf bir birliktelik içeriyor olabilir ancak diğer ilişkilerle tam olarak eşleşmiyor. Terapide görgü ve arkadaşlık kurallarını uygulamanız gerekmiyor ama samimiyet ve empati terapinin temel ögeleri. Seks, zaman, para, gizlilik ve roller ile ilgili konuların katı sınırları olabilir; ancak böyle durumlarda kişi, sınırsız bir şekilde kendini açıklamaya teşvik edilmelidir. Terapistler, iyileşmenin ilişkiler yoluyla gerçekleşeceğini söyler; ancak danışanlar, terapistlerinin evli olup olmadığını, doğum gününün ne zaman olduğunu veya ne tür bir araba kullandığını asla bilmeyebilirler. Birçok danışan, terapinin neden böyle şekillendiğini asla öğrenemez.

    Daha birçok karmaşık konu var. Terapi, terapistten terapiste göre değişim gösterebilir. Bu durum danışanların zihninde şu soruları oluşturur: Ödev verecek mi vermeyecek mi? Terapide düşüncelere, davranışlara ve duygulara odaklanacak mıyız? Bana öneri, koçluk, duygusal destek veya bunların karışımı bir şey sağlayacak mı? Eğer yeterince hızlı ilerleme göstermezsem terapist beni “kovar” mı? Neden sorulara sorularla cevap veriyor? Süreç neden sanki doktora gidiyormuşum gibi ilerlemiyor? Terapi ne zaman bitecek?

    Terapiye konuşma odaklı tedavi denir. Çünkü danışanlar, sözlü iletişim yoluyla rahatlarlar ve içgörü kazanırlar. Birçok terapistin rolleri, kuralları, sınırları, süreçleri ve kısıtlamaları dile getirmek için zaman ayırmaması oldukça kötü bir durumdur. Bu durumda, zaman ve para boşa gitmiş olur; çünkü hastaya terapinin nasıl işlediği öğretilmez.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Terapistler, kendi karşıt aktarımlarının ve kendi meselelerinin danışanlar hakkındaki görüşlerini nasıl etkilediğinin farkında olmalıdır. Keşke terapistlerin kariyerleri süresince denetçileri ve danışma grupları olsaydı veya kendilerinin de terapiye gitmeleri gerekseydi. Bu iç gözlem ve geri bildirim, kendi sorunları ile danışanların sorunları arasında ayrım yapabilmeleri için gereklidir. Örneğin, birçok terapist kişisel önem taşıyan, danışanlarla tamamen empati kurabilmelerine yardımcı olacak konularla uğraşıyor. Ancak, aynı zamanda konuya kendilerini dâhil etme ve tarafsızlığı kaybetme riski taşıyorlar. Bazı terapistler, kişiyi görebilmek için belirli semptomların ve tanıların ötesinde bakmakta zorluk çekerken; bazıları ise sadece tükenmiş hissediyor. Soyutlanmış bir terapist, tehlikede olduğunun farkında bile olmayabilir. Bu durumda danışma onlara yardımcı olabilir.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Amaç tabii ki de danışanlarımın sorunlarını tedavi etmek. Fakat daha geniş anlamda düşünürsek terapiyi; danışanın kendisi hakkında daha iyi bir benlik anlayışı kazanmasına, öz yeterliliğini artırmasına, samimiyet konusunda daha yüksek kapasiteye ulaşmasına ve sınırları kabul etmesine yardımcı olmak üzere iki insanın birlikte çalışması olarak görüyorum.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Üçgenleşme. Danışanla benim aramda ortaya çıkan sorunların çoğunda sakinimdir, ancak işlevsiz üçgenleşmeler ekstra bir zorluk yaratır. Odanın dışında, üzerimizde olumsuz bir gücü veya etkisi olan herhangi bir varlıktan bahsediyorum. Seanslarımızı sınırlayan veya kısıtlayan sigorta şirketleri, işimizi baltalayan yabancılar veya hayatlarımızda odaklanmamıza engel olan sorunlar bunlara örnek olarak gösterilebilir. Küresel gerileme, domuz gribi, doğal afetler ve trafiğin hiç beklenmedik anda tıkanması da örnek olarak gösterilebilir. Tabii ki de önemli olan, bu kaçınılmaz müdahalelere alışmayı veya onlarla başa çıkmayı öğrenmektir. Bu durum, terapiyi iyi yönde etkiler. Fakat bu işin en zor kısmına gelirsek, doğrudan iletişimi güçlendirici; üçgenleşmeyi ise ömür törpüsü olarak görüyorum.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Bir danışan bana, “Bunu daha önce kimseye anlatmadım ama…” dediği an kendimi ödüllendirilmiş hissediyorum. Danışanın bu sözü; güven inşa ettiğimiz, kutsal bir alan yarattığımız ve terapötik bir ilerleme kaydetmek üzere olduğumuz anlamına gelir. Aynı gücü taşıyan bir diğer söz ise, “Az önce bir şey fark ettim…”dir. Çünkü bu ifade, içgörünün geldiği anlamına gelir. Ne zaman olumlu bir değişim gözlemlesem mutlu olurum. Bir danışanın aniden benimle yüzleşebilecek kadar güvende hisseden uyumlu ve çatışmadan kaçınan biri hâline gelmesi gibi. Veya duygusal olarak mesafeli bir danışanın sinirini veya üzüntüsünü göstermesi gibi. Veya bir şey hakkındaki önsezimiz doğru olduğunda veya bu önsezi daha derin bir içgörüye yol açtığında. İşbirliğimiz kalıcı bir değişime sebep olduğunda, harcadığımız zaman ve çaba daha çok anlam kazanıyor.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Risk alın. Dışarı dünyada asla söylemeyeceğiniz dürüst düşüncelerinizi terapistinize söyleyin. Aklınıza geçmiş bir anı mı geldi? Söyleyin. Koşmak, bir yerleri tekmelemek veya çığlık atmak mı istiyorsunuz? Söyleyin. Bugün burada olmak istemiyor musunuz? Söyleyin. Terapist veya terapi hakkında bir sorunuz mu var? Sorun. Düşüncelerinizin çok ağır, çok “çılgınca” veya terapistten çok şey talep ettiğini mi düşünüyorsunuz? Yine de söyleyin. Bu düşünceler, sizi daha derinden anlayabilmemize yardımcı olur. Terapi, gelip tuhaf düşüncelerinizi dökebileceğiniz bir yerdir. Bu fırsatı değerlendirin.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200904/seven-questions-me

  • Donald Meichenbaum ile Yedi Soru

    Donald Meichenbaum (Ph. D., Illinois Üniversitesi, 1966), Ontario Canada’daki Waterloo Üniversitesi’nde Fahri Ordinaryüs Profesör; Amerikan ve Kanada Psikoloji Derneği üyesidir. Öğretme, araştırma, teori geliştirme, kitap ve makale yazma, kamu düzenini savunma, hastanede ve ayakta tedavi gören hastalarla klinik çalışmalar, terapist denetimi, travma; Travma Sonrası Stres Bozukluğu; şizofreni gibi alanlarda uzmanlık olmak üzere, alanda geniş bir tecrübeye sahiptir. Şu anda, psikoloji ile ilgili araştırmalardan faydalanarak, hükümete ve halka şiddet ve travma hakkında eğitim veren bir kurum olan Melissa Enstitüsü’nde Araştırma Yöneticisi olarak görev almaktadır. Fazla söze gerek yok, bu projeye dâhil olması benim için bir onur.

    Yedi Soru’ya başlarken, 1965 yılında yayınlanan Three Approaches to Psychotherapy filmi hakkında konuştuk. Dr. Meichenbaum, gönderimi okudu ve şu şekilde cevapladı:

    “Bu arada, Hans Strupp, Aaron Beck, ben ve Richard isimli intihara meyilli bir hastanın röportaj verdiği yeni bir Three Approaches to Psychotherapy filmi çekildi. Blogunda bahsetmek isteyebilirsin.”

    Gerçekten de bahsedeceğim. YouTube’da yayınlanmadı, ancak satın almak için kopyasına buradan ulaşabilirsiniz. Serinin, orijinali (1965); ikinci kısmı (1977) ve Meichenbaum versiyonu (1986) olmak üzere üç bölümü bulunmaktadır. Proje Gloria filmlerinden esinlendiğinden, projeye seride yer alan bir katılımcıyla başlamak oldukça uygun olacaktır.

    Bu tartışmaya, Bilişsel Davranışçı Terapi’nin orijinal seslerinden biri olan Dr. Meichenbaum ile başlamaktan heyecan duyuyorum. Dr. Meichenbaum’un cevapları, ne ve nasıl sorularını gölgede bırakan neden sorusu gibi, BDT’nin birçok öğretisini yansıtıyor. Şahsen, meslektaşı olan terapistlere verdiği tavsiyeyi faydalı buldum. Okumaya devam edin ve her perşembe blogumu kontrol edin. Bu seri, cevapları karşılaştırarak psikoterapi alanındaki çeşitlilikleri ortaya koyduğundan dolayı oldukça değerlidir. Keyfini çıkarın.

    Donald Meichenbaum ile Yedi Soru:

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Danışana, onu terapiye getirenin ne olduğunu ve ona nasıl yardım edebileceğimi düşündüğünü sorardım. Bundan önce, hastaya yaşama amacımın ne olduğunu anlatırdım:

    “Size yaşama amacımın ne olduğunu söyleyeyim. Hayatınızın şu an nasıl gittiğini öğrenmeye çalışmak ve öğrenmek için sizin gibi insanlarla çalışıyorum. Sonrasında hayatınızın nasıl gitmesini istediğinizi öğrenmeye çalışıyorum. Bu amaçlara ulaşmak için size nasıl yardım EDEBİLİRİZ?”

    Buna ek olarak, istediği değişimleri sağlamak için neler yaptığını ve sonuçlara dayanarak neyin işe yarayıp neyin yaramadığını öğrenmek isterim. Ne tür zorluklarla karşılaştığını ve bu engellerle nasıl başa çıktığını sorarım.

    “Eğer birlikte ÇALIŞIRSAK, umarım ÇALIŞIRIZ, ilerleme KAYDETTİĞİMİZİ nasıl anlayacağız? Ne değişecek? Diğer insanlar neleri fark edecek?”

    “Son bir soru: Yolumuza çıkabilecek herhangi bir engeli öngörebiliyor veya zihninizde canlandırabiliyor musunuz? Bu engelleri öngörebilmek ve ele almak için ne YAPABİLİRİZ?”

    NOT: Bu sorularla ilgili birkaç bilgi.

    Her biri NE ve NASIL sorusudur. NEDEN sorusu pek üretken bir soru DEĞİLDİR.

    Seansın tonu oldukça İŞBİRLİĞİNE DAYALI olmalıdır ve BİZ öznesi her zaman vurgulanmalıdır.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Psikoterapi ile ilgili araştırma verilerinin, TERAPÖTİK İTTİFAKIN terapideki en önemli unsur olduğuna işaret ettiğini unutmayın. Birlikte çalışmamızı engelleyen herhangi bir davranış, inanç ve engeli ele almamız gerekir. Psikoterapistin, bu ittifaktaki “çatlakları” incelemesi ve ele alması gerekir.

    Terapist danışanlara düzenli olarak şu soruları yöneltmelidir:

    “Seans hakkındaki düşünceleriniz nedir? Seanstan çıkarımda bulunarak, bir sonraki görüşmemize kadar nelerin üstünde çalışmanız gerekiyor?”

    “Özellikle yardımımın dokunduğunu veya dokunmadığını hissettiğiniz bir davranışım oldu mu?”

    NOT: Psikoterapötik yöntemlerin sonuçta küçük bir payı vardır.

     3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Dünyanın her tarafından psikoterapistleri eğittim ve gözlemledim. Tecrübelerime dayanarak söylemem gerekirse, en büyük sorun terapistlerin danışanlarını DİNLEMEMESİ. Terapistler, danışanlarını dinlemek yerine benim deyimimle “Ön lob gibi davranarak” onlara net bir tavsiye veriyorlar. Psikoterapistlerin sahip olduğu en değerli araç, “SORGULAMA SANATIDIR.” Sokrates tarzı, keşif odaklı bir sorgulama yöntemi kullanmalılar. Görüştüğüm danışanlar, gözlemleri veya tavsiyeleri benden önce sunacak şekilde benden bir adım önde olduklarında, terapide iyi bir noktada olduğumuzu anlarım.

    NOT: Danışanlar genellikle terapistin sunduklarından çok, kendi buldukları fikirlere göre hareket etmeye eğilimlidir. Terapistler GÜÇLÜ YÖNLERE ODAKLI olmalıdır.

    4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Sözde Temel amaca odaklanmak yerine; danışanlarla davranışsal açıdan nesnel, ulaşılabilir ve ölçülebilir olan İŞBİRLİĞİNE DAYALI kısa, orta ve uzun vadeli amaçlar oluşturmak üzerine çalışmayı tercih ederim. Psikoterapinin amacı, danışanı “kendi kendinin psikoterapisti” hâline getirmektir.

    Danışanların, “sesimi yanlarında taşımalarını” isterim. Sesimden kastettiğim; terapi sırasında kullandığım “fark et, anla, tahmin et, planla” gibi “AKTİF GEÇİŞLİ FİİLLER.”

    NOT: Danışanların sadece değişmesi değil; bu değişimlerden fayda görmesi gerekir. Psikoterapist danışanlara şu soruları sormalı:

    “Durumla başa çıkmak için geçmişten farklı olarak nasıl bir yol izlediniz?”
    “Bunu başka nerede uyguladınız?
    “Ne kadar süredir bunu uyguluyorsunuz?”
    “Bunu nasıl başardınız?
    “Bana kendinizle konuşurken ‘… rağmen, … olduğunun farkına vardım, … olduğunu anladım, … başa çıkma tekniklerini kullandım’ kalıplarını kullandığınızı mı söylüyorsunuz? Bu size nasıl hissettirdi?”
    “Bu sizin için ne anlama geliyor?”

    NOT: SORGULAMA SANATI psikoterapistin en değerli aracıdır. Bu sorgulama sanatı, temel olarak NASIL ve NE sorularını içerir.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Terapist olmanın en zor kısmı, psikoterapi alanını istila etmiş tartışmalı psikoterapötik “SAÇMALIKLARA” KAPILMAMAYA çalışmaktır. Hemen hemen her şey psikoterapi olarak adlandırılabilir. Eleştirel tüketici taraflı bir tavrın sürdürülmesi, kanıta dayalı psikoterapötik yöntemlerin benimsenmesi ve deneye dayalı davranış-değişim ilkelerinin izlenmesi gerekir. Danışanların durumunu daha kötü hâle getiren psikoterapi yöntemleri bulunmaktadır. “Bu bir TEDAVİ” diyen veya “DEVRİMSEL” bir yaklaşım sunan kişiler, ne dikkatinizi; ne de paranızı hak ediyor.

    ALDATICI vaatlerden uzak durun. Vaat edilenler, yapılması kolay şeyler değil.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Psikoterapi ASİL bir meslektir. Bu topluluğun bir parçası olmaktan onur duyuyorum. Bu mesleğin anahtarı, danışanlara amaçlarına ulaşmalarında yardımcı olmak ve onlara sıkıntılarını hafifletmekte yardımcı olmaktır. Melissa Enstitüsünün (www.melissainstitute.org) Araştırma Yöneticisi olarak, araştırma bulgularını paylaşmanın büyük bir zevk olduğunu söyleyebilirim. Son projem, savaştan dönen askerler ve aileleriyle ilgili (www.warfighterdiaries.com). Bu, podcast teknolojisini kullanacak bir proje. İçerisinde, ileride psikoterapinin nasıl uygulanacağı ile ilgili çok önemli çıkarımlar bulunuyor.

    7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Danışanlara, kendilerini birlikteyken rahat ve özgüvenli hissettikleri bir terapist bulmalarını öneririm. Psikoterapistin sizi dinlediğinden, size saygı duyduğundan, size “Hikâyenin geri kalanıyla” ve nelere “-e rağmen” bunları başardım diyebildiğiniz ile ilgili sorular sorduğundan emin olun.

    Ph. D. ünvanına sahip Donald Meichenbaum, Miami, Florida’da bulunan Şiddeti Önleme ve Şiddet Mağdurlarının Tedavisi ile ilgilenen Melissa Enstitüsü’nün Araştırma Yöneticisidir. Lütfen, bir milyondan fazla TIKLAMAYA sahip Melissa Enstitüsü ve Teach Safe Schools sitelerini ziyaret edin. Genç kız Missy’nin yer aldığı yeni filmi American Psychologist, yedi kere intihara kalkışmış bir danışanla birlikte Yapıcı Anlatımı ve güçlü yönlere odaklı yaklaşımı nasıl kullandığını gösteriyor. Yayımladığı birçok şeye ve seminerlerine ismini GOOGLE’da aratarak göz atabilirsiniz.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200812/seven-questions-donald-meichenbaum

  • Glen O. Gabbard ile yedi soru

    Psikanalitik psikiyatrist, terapötik süreci açıklıyor.

    Proje ilerlemeye devam ediyor. Şimdiye kadar BDT’nin kurucusu, APA’nın (Amerikan Psikoloji Derneği) başkanı ve ilişki ile ilgili tüm zamanların en çok satan kitaplarını yazan yazarı dinledik. Hiç kimsenin bu proje için ödeme almadığını göz önünde bulundurursak, bunun gayet iyi bir topluluk olduğunu söyleyebilirim. Her bir terapist, farklı kişilikleri ve teorik yaklaşımları ortaya koyan Yedi Soru’ya eşsiz bakış açısıyla katkıda bulundu. Şimdiyse bir psikanalisti dinleyeceğiz.

    Bugün, Psikanaliz Başkanı ve Houston, Teksas’taki Baylor Tıp Fakültesi’nde Psikiyatri Profesörü olan Dr. Gabbard ile konuşacağız. Dr. Gabbard, esas olarak psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili profesyonel yazılar olmak üzere 290’dan fazla makale ve 23 adet kitabın üretken yazarıdır. Ayrıca, sinema ve televizyonla da ilgilenmektedir.

    Terapistlerde Tükenme hakkındaki yazımda Dr. Gabbard’ın kitabına atıfta bulunmuştum. Hâlâ iç huzuruma ve kariyerimin ömrüne katkıda bulunan önemli dersler veren sınırlar ve terapötik çerçeve hakkındaki yazıları, eğitimimin büyük bir parçasıydı. Dr. Gabbard ile yazışmak; ondan nazik ve psikanalitik açıdan bilgilendirici cevaplar almak benim için bir zevkti. Seansta “tüm dikkati hastaya vermek” hakkındaki yorumları (5. Soru) ve danışanlar için sunduğu öneriler (7. Soru) bana gerçekten de hitap etti. Umarım siz de faydalanırsınız.

    Glen O. Gabbard ile Yedi Soru:

    1. Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

    Hastaya, şu anda canını en çok sıkan konu hakkında konuşmakta özgür olduğunu söylerdim. Ayrıca, soruyu “gereklilik kipi” kullanarak sorduğuna dikkat çekerdim. Psikoterapinin hiçbir şekilde zorlayıcı olmadığını, kendi meselelerine odaklanmakta özgür hissetmesi ve konuşması gereken şey hakkında benim ne düşüneceğim hakkında endişelenmemesi gerektiğini vurgulardım.

    2. Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Terapötik süreçte birçok hasta için en zor olan şey, kendilerini gerçekten anlayabilmek için gitmeleri gereken yere gitmektir. Yoğun bir psikoterapi sizi ruhun aslında gitmek istemediğiniz en karanlık köşelerine götürür. Dolayısıyla hastalar, kendilerini inandırdıkları durumların ve özenle oluşturdukları savunma mekanizmalarının arkasında saklanan gerçeklerin, aslında kim olduklarını görecekleri şekilde ortaya çıkarılmasına karşı büyük bir hassasiyet hissettikleri için, terapistin yardımına karşı çıkmaya eğilimlilerdir.

    3. Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Birçok terapist, hastayla ilgili ne olup bittiğiyle ilgili sonuca zamanından önce varmaya çalışır. Vardıkları sonuçların çoğunun kökeni, hastaya uyabilecek veya uyamayacak önceden oluşturulmuş teorik ve kavramsal modellere dayanır. Terapistler hipotezleri hastanın fantezileri, semptomları ve davranışlarını bir açıklamaya kavuşturmadan önce destekleyici kanıtları gözden geçirerek üretmeli ve bu hipotezleri sözlü olarak ifade etmemelidir.

    4. Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Terapinin temel amacı genelleyici bir ifadeyle açıklanamaz. Terapideki amaç, terapist ve hastanın birlikte hastaya rahatsızlık verenin ne olduğunu, hastanın neyi değiştirmek istediğini ve gerçekçi bir şekilde psikoterapi sürecinde neleri değiştirmenin mümkün olduğunu belirleyebilecekleri ortak çalışmaya dayalı bir çaba göstermektir. Elbette hastanın kendi hakkındaki gerçeği araması birçok dinamik psikoterapinin amacıdır; ancak bu amacın önemi, hastanın süreçten beklentisine göre değişiklik gösterir.

    5. Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Terapist olmanın en zor kısmı gerçekten de “tüm dikkatinizi hastaya vermektir.” Bir psikoterapide terapiste yüklenen talepler gerçekten de olağanüstüdür. Terapist, hastanın dinlendiğini, onaylandığını ve anlaşıldığını hissetmesine olanak verecek şekilde tüm dikkatini hastaya vermelidir. Terapist, hastanın ihtiyaçlarıyla çelişebilen kendi istekleriyle terapinin her anında mücadele eder. Terapistin dikkati, süreç için faydalı olacak veya olmayacak şekilde odadan dışarı çıkacak ve kendi hayal dünyasına doğru gidecektir; ancak hastaya fayda sağlama ve yardım etme amacı, terapistin duygusal ve entelektüel hevesinin önüne geçmelidir.

    6. Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    Terapistler tüm gün ilginç insanlarla konuşmak için ücret alırlar. Bu bakımdan, biz terapistler ayrıcalıklı bir mesleğe sahibiz. Bu mesleğin, biriyle çok derin seviyede bir samimiyetle bağ kurabilmek; insanlar arasında büyük önem taşıyan konularda farklı kültürel ve psikolojik bakış açılarını öğrenmek; başkalarına hayatlarını güzelleştirmelerinde ve daha iyiye gitmek için değişimler yapmalarında yardımcı olmak gibi birçok keyifli kısmı var.

    7. Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Terapi ile ilgili tereddütlerinizi veya olumsuz düşüncelerinizi terapistinizden gizlemeyin. Eğer yanlış anlaşıldığınızı; terapistinizin çok fazla konuştuğunu veya yeterince konuşmadığını; terapistin endişelerinin sizinkinin önüne geçtiğini; terapistin kişisel deneyimlerinize uymayan teorik modelleri size dayattığını veya terapistin dikkatinin dağıldığını ve sıkıldığını düşünüyorsanız, bu düşüncelerinizi dile getirin ve terapistinizden düşüncelerinizi ciddiye almasını bekleyin. Bu düşünceleri yoksayan herhangi bir terapistle görüşmeye devam etmek istemezsiniz.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/us/blog/in-therapy/200812/seven-questions-glen-o-gabbard

  • Irvin D. Yalom ile yedi soru

    Popüler bilim insanı, roman yazarı ve varoluşçu Irvin Yalom, Yedi Soru’yu yanıtlıyor. Bu röportajı yüz yüze yapabilmek benim için bir memnuniyetti.

    Yedi Soru projesi, psikoterapi ile alakalı aynı yedi soruyu bu alanda itibara sahip klinik tedavi uzmanlarına yöneltir. Kasım ayından beri, en çok satan kitapların yazarları; tarihi figürler ve akıl sağlığı ile ilgili derneklerin başkanlarından geri dönüş aldık. Dr. Yalom, röportaj yapacağımız 14. ve son davetlimiz.

    Irvin D. Yalom (Doktor, Boston Üniversitesi, 1956), Stanford Üniversitesi’nde Fahri Psikiyatri Profesörü; psikoterapi ve varoluşçuluk üzerine üretken bir yazar ve konuşmacıdır. Grup Psikiyatrisinin Teori ve Pratiği isimli ilk kitabı, yüz binlerce kopyası satılmış; konu hakkında kusursuz bir kitaptır. En çok Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri, filmi de bulunan tarihi romanı Nietzsche Ağladığında ve Divan gibi romanları ve vaka çalışmalarını içeren kurgusal olmayan romanları ile bilinir. Her biri terapistler ve terapistlerin nasıl düşündüğüyle ilgilenen danışanlar tarafından okunması gereken kitaplardır. Bir hastasıyla birlikte yazdığı Her Gün Biraz Daha Yakın isimli kitap, her ikisinin de seanslardaki bağımsız düşüncelerinin bir derlemesidir. Yalom’un terapistin özgünlüğünün ve şimdi ve buradaya odaklanmanın önemini vurguladığı Bağışlanan Terapi isimli kitabı, bu blogu yazma ilhamımın bir parçasıydı.

    Giriş bölümünde, profesyonel kariyerimde bana en çok heyecan veren kişilerden birini anlattım. Tüm proje harikaydı; ancak heyecandan kastım, durumdan habersiz bir şekilde edebi ve mesleki akıl hocam olan Dr. Yalom ile birlikte geçirdiğim saatti. Soğuk bir kış akşamı, Palo Alto’daki ofisinde röportaj vermeyi kibarca kabul etti. Röportajın büyük bir kısmı, yeni çıkardığı kitabı Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek ile ilgiliydi; ancak Yedi Soru’yu da araya sıkıştırdım. Bunu yaptığım için çok mutluyum. Terapistlerin kendini açması, merak uyandırması ve psikoterapinin geleceği hakkındaki düşünceleri oldukça etkileyiciydi. Evet, yediden fazla soru sordum.

    Bir saatini benimle paylaştığı için Dr. Yalom’a minnettarım. Umarım sizler de modern psikoterapiye büyük katkısı olan Dr. Yalom’un cevaplarından keyif alırsınız.

    Irvin Yalom ile birkaç soru

    1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı ona nasıl cevap verirdiniz?

    Aslında kimse bana böyle bir soru sormuyor; ancak genellikle seanslarıma, “Canınızı sıkan nedir?” sorusuyla başlarım. Fakat, eğer çok kaygılıysa ve daha önce hiç terapiste gitmemişse biraz yardıma ihtiyaç duyacaktır. Ona, “Pekala, siz rahat hissedene kadar hakkınızda birkaç bilgi alacağım.” der ve geçmişiyle, dünyadaki durumuyla ve kiminle yaşadığıyla ilgili sorular sorarım. Danışanlarımın 24 saatlik gün içerisinde neler yaptığını öğrenmeden ilk seansın bitmesi nadir olarak denk geldiğim bir durumdur. “Bana sıradan bir gününüzü anlatır mısınız?” Bu soru, genellikle hastanın kişiler arası ilişkileri; hayatlarının nasıl insanlarla çevrili olduğu; hatta uyku düzeni ve rüyaları hakkında bilgi almamı sağlar. Bu ilk seansta kullandığım bir yöntemdir.

    Bazen bekler ve “Neden sadece aklınıza geleni söylemiyorsunuz?” derim. İnsanlar bunu yapmakta büyük zorluk çekerler ama yine de şansımı denerim: “Bakalım bugün aklınıza ne gelecek.” Özellikle bir süredir görüştüğüm ancak ne hakkında konuşacağını bilmeyen hastalara özgüvenle: “Biliyor musun? Bazen provasını yapmadığınız veya planlamadığınız buluşmalar çok daha iyi geçer ve bu bir yönden müthiş bir durumdur; bu yüzden sadece bekleyelim ve neyin geleceğini görelim.” derim. Bu kulağa biraz Freud’un serbest çağrışım kavramı gibi gelebilir; fakat bu serbest çağrışımın biraz daha odaklanılmış hâli. Bu yöntem bizi nereye götürürse götürsün, hastalarıma rehberlik ederim.

    2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

    Boş vermek. Terapiyi boş vermek, beni boş vermek.

    Terapi hakkında sana verdiğim cevaplar çarpık olabilir; çünkü bildiğin üzere hastalarımı seçiyorum. Hayatımın bu bölümünde, ciddi rahatsızlığı olan; hastaneye yatırılacak veya duygudurum bozukluğu olan insanlarla çalışmıyorum. Bir çeşit varoluşsal krizde olan; hayatında, hayatının bir bölümünde bir şeyler yaşayan insanları seçiyorum.

    Bu aslında “iyi yönde bir endişedir.” Onları anlıyorum.

    İyi yönde endişeye sahip kişilerle çalışıyorum. Yorumlarımı eski hastalarıma göre değil; şu an çalıştığım hastalara göre yapıyorum. Ayrıca, şu an grup terapisi de yapmıyorum. Birkaç yıldır hiç yapmadım.

    Hiç burada grup terapisi yaptınız mı?

    Hayır, burada hiç yapmadım. Tüm grup terapilerimi Stanford’da yaptım. Bu oda grup terapisi için uygun değil. San Francisco’da farklı bir ofisim ve öğrenci psikolojik danışman grubum var. 15 yıldan fazla süredir ayda bir kere olmak üzere onlarla görüşüyorum. Kimse değişmedi, kimse gelmedi ve kimse gitmedi. Her biri grup terapisi yapıyor.

    3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

    Neredeyse görüştüğüm herkes öncesinde başka birinden terapi almıştı ve neredeyse hepsi aynı durumları yaşamıştı; terapist biraz fazla ilgisizdi, biraz fazla soğuktu, biraz fazla etkisizdi. Gerçekten insanlarla ilgilenmiyorlar, onlarla iletişim kurmuyorlar. Bu durumlar hakkında çok şey yazdım. İşte bu yüzden, kendini açma; kendin olma ve kendini gösterme konularını vurgulamak için tekrar tekrar çalışmalar yaptım. Yazdığım her kitapta bu konuya değinmek istiyorum.

    Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek kitabınızda da kendini açmaktan bahsettiniz.

    Bu doğru, son bölümde kendini açma konusuna değindim. Hastalara karşı açık olmanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Kurgusal terapi hakkında yazarken bile bundan bahsedeceğim. Gerçekten çok fazla yardımı oluyor. Bence kendini açmamak yapılan büyük hatalardan biri. Diğer hata ise terapistlerin terapiye gitmemesi. Terapistler, koltuğun diğer tarafında olmanın nasıl hissettirdiğini ve neyin yardımcı olup neyin olmadığını anlayabilmek için uzun bir süre terapiyi deneyimlemelidir. Eğer mümkünse, sadece biraz örnek alabilmek için hayatlarının farklı bölümlerinde farklı terapistlere gitmeliler.

    4) Daha fazla katılamazdım. Size göre terapinin temel amacı nedir?

    Hmmm. Terapinin temel amacı… Oldukça zor bir soru. Aklıma gelen ifadeler; sakinlik, içsel doygunluk ve potansiyelinin farkına varmak oldu. Freud’un söylediği gibi; sevmek ve çalışmak. Bu oldukça iyi bir özet. Bağışlanan Terapi kitabımda temel olarak açıklamaya çalıştığım fikir her bir hasta için ayrı bir terapi geliştirmek gerektiğiydi. Bir hastanın amacı, başka bir hastadan farklı olabilir. Bir hastam için terapinin amacı eşiyle bazı hassasiyetlerini paylaşabilecek duruma gelmek ve aralarında gerçek bir ilişki olması.

    5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

    Sanırım çok fazla acıya maruz kalmak. Hastalarım hakkında endişelenmek. Yardım edemeyeceğim, durumu yardım edilebilecek boyutu aşmış insanlar görmek. Veya hakkında hiçbir şey yapamayacağını veya ona ulaşamayacağını bildiğin bir sosyopat görmek. Veya bazı insanların uyuşturucu kullanarak hayatını heba eden insanları izlemek ve bu konu hakkında yapabileceğin çok az şeyin olması. Hayatta farklı tutkuların bulunduğu zamanlar olur. Örneğin; uyuşturucuya duyulan iştah, cinsellik dürtüsü ve daha fazlası. Bunların hepsi çok güçlü tutkular.

    Spinoza, “Mantık ve tutku birbiriyle uyuşmaz.” demiştir. Farklı bir yol bulmalıyız. Spinoza’nın fikri, mantığı tutkuya çevirmekti. Bu fikrin, mantıklı anlayışa büyük bir tutku beslememiz gerektiği anlamına geldiğini düşünüyorum. Ancak bu merak tutkusunu hastaya aşılayarak kendileri hakkında merak duymalarını sağlayabiliriz. Eğer kişinin kendine dair herhangi bir merakı yoksa bu her zaman kötüye işarettir. Merak aşılamanın yollarını aramaya devam edeceğim; bu yol hastalara, “Nasıl oluyor da sizi sizden daha çok merak ediyorum?” demek olsa bile.

    6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

    İnsanların hayatının nasıl düzene girdiğini görmek, hastaların bana eşleriyle aralarının ne kadar düzeldiğinden veya hayatın ne kadar güzel gittiğinden bahsetmesi. İşte bunları son derece ödüllendirici buluyorum.

    7) Terapiye yeni başlayan bir danışana terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

    Bu kendini anlama yolculuğuna başladığı için çok şanslı olduğunu söylerdim. Düşünebildiğim tek şey bu. Çok klişe ama yine de hissettiğim bu.

    Psikoterapi ölüyor mu?

    Kesinlikle başı belada. Fakat, bence etrafta hep sen ve ben gibi yardım etmek isteyen insanlar olacaktır. Kendini anlama isteğinin yok olduğunu düşünemiyorum. Bazı dalgalardan belirli trendlerin geldiğine dair hislerim var. Şüphesiz, BDT şu an oldukça revaçta.

    Biri kesinlikle daha fazla araştırma yapmalı. Ancak şunu merak ediyorum: BDT uygulayan bir terapist sıkıntısı olduğunda kime gidiyor? İçimde BDT uygulayan başka bir terapiste gitmediğine dair güçlü bir his var. Bence dışarı çıkıp derinlerdeki sorunları keşfetmesine yardımcı olacak bilge birini aramak ister. Büyük ihtimalle, bununla ilgili okumadığım bir psikoterapi araştırması yapılmıştır. Bunu bilmek ilginç olabilirdi. Eğer böyle bir veriye rastlarsan bana haber ver. Birçoğunu terapide görüyorum. Lisansüstü eğitim gören insanlar dinamik terapiyi keşfetmedikleri için çok üzgünler. Psikoterapinin ölmesi, klinik psikolojinin öne geçmesi için büyük bir fırsat olurdu ve psikiyatrinin şu an yaptığı gibi kendini piyasaya kaptırırdı. Şimdiyse, bu durumdan birçok evlilik ve aile danışmanının faydalandığını görüyorum. 15 yıldır çalıştığım öğrenci grubunun hepsi evlilik ve aile terapisti ve her biri çok iyi bir terapist.

    ***

    Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200903/seven-questions-irvin-yalom