David Burns ile yedi soru

Yazar:

Kategori:

David D. Burns (Tıp Doktoru, Stanford Üniversitesi, 1970), Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fahri Misafir Klinik Psikiyatri Profesörüdür ve Harvard Tıp Okulu’nda misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. İyi Hissetmek isimli kitabının, 4 milyondan fazla kopyası satılmıştır. Bu kitap, genellikle Amerikalı ve Kanadalı akıl sağlığı uzmanları tarafından depresyondan muzdarip olan kişilere önerilmektedir. Ben bir psikodinamik terapistim ve bu kitabı ben bile tavsiye ettim.

Dr. Burns’ü, Bilişsel Terapi’nin gelişiminde önemli bir figür olarak görüyordum; ancak 3. soruya verdiği cevapta Dr. Burns, psikoterapi ekollerine katılmaya karşı geliyor. Bu sebeple, bunun yerine onu saygıdeğer bir klinik tedavi uzmanı ve kitapçılarda birçoğu Bilişsel Terapi bölümünde bulunan 11 adet kitabı kaleme almış bir yazar olarak tanımlayacağım. En son kitabı, geçen hafta basın duyurusunu takiben yayımlandı.

Dr. Burns’ün kapsamlı ve üzerinde düşünülmüş cevaplarından çok etkilendim. Hem klinik hem de kişisel açıklamaları, kendisinin neden bu kadar popüler bir yazar ve eğitmen olduğunu anlamama yardımcı oldu. Kelimeleri cömertçe kullanarak verdiği cevapların keyfini çıkarın ve eğer sözleri sizi etkisi altına alırsa yorum yapmaktan çekinmeyin.

David D. Burns ile Yedi Soru:

1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

Terapi sadece bir şeyler “hakkında konuşmak” anlamına gelmez. Terapi; bir kişinin hayatını değiştirmek ve depresyon, anksiyete veya ilişki sorunları gibi durumlardan kaynaklanan ızdırabı hafifletmek anlamına gelir. Tabii ki, her seansın başında empati kurmak ve dinleme becerisi göstermek önemlidir; ancak bu unsurlar hastaların hayatını değiştirmek için tek başlarına yeterli değildir. Bitap düşene kadar konuşabilirsiniz, terapistiniz başını sallar ve “bana daha fazlasını anlatın” diye mırıldanabilir; ancak kendinizi hâlâ Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), başka insanlarla kötü ilişkiler veya sorun her neyse ondan muzdarip durumda bulursunuz.

Bir empati kurma ve dinleme sürecinden sonra şunları söylerim: “Her ne kadar desteklemek ve dinlemek büyük önem taşısa da; size bunlardan öte bir şey sunmak istiyorum. Bu seansta özellikle yardım istediğiniz bir konu var mı? Bugün, ağabeyinizin eroin bağımlılığı ve intiharı; eski eşinizin sizi taciz etmesi; oğlunuzla olan sorunlarınız ve sosyal anksiyeteniz gibi birçok kalp kırıcı olaydan bahsettiniz. Bu sorunlarınızda size yardımcı olabilecek birçok güçlü yöntemim var ve kollarımızı sıvayıp işe koyulmamız için bunun iyi bir zaman olup olmadığını merak ediyorum. Eğer konuşabilmek ve bir şeyleri dile getirebilmek için biraz daha zamana ihtiyacınız varsa sorun değil. Siz hazır olmadan, zamansız bir şekilde başlamak istemem.”

Bu sözlerim, hastaya üç mesaj verir:

  1. Destek büyük önem taşır ve ben size destek olmak için buradayım;
  2. Size dinlemekten de öte şeyler sunacağım ve eğer gerçekten de hayatınızı değiştirmek istiyorsanız daha fazlası gerekli olacak;
  3. Değişim ancak bir takım gibi çalışırsak mümkün olacaktır.

Hasta sorunu anlattığında, sorunun doğasını kavramsallaştırır ve paradoksal yöntemler kullanarak direnci tersine çevirebilmek için, nazikçe hastanın değişime karşı direnmesinin sebeplerini keşfetmeye çalışırım. Ayrıca, hangi yöntemin hastaya yardım edebilmek için uygun olduğunu düşünmeye başlarım. Kişiler Arası Aşağı Ok Tekniği, Paradoksal Maliyet-Fayda Analizi, Günlük Ruhsal Durum Seyir Defteri, İç Sesi Dışa Vurma ve Kabullenme Paradoksu olmak üzere ortalama 50 adet yöntem kullanıyorum. Bazı yöntemler depresyon için son derece etkiliyken; bazıları anksiyete bozuklukları; bazıları ilişki sorunları; bazıları ise alışkanlıklar ve bağımlıklar için etkili oluyor. Her derde deva olan tek bir yöntem yok.

2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

Birçok farklı terapi ekolü bulunduğundan, standart bir “terapötik süreç” yok. “Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç” ve “Sürece Karşı Direnç” kavramları üzerinde düşünmeye eğilimliyim. Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç hakkında şu şekilde düşünüyorum: Şu masanın üzerinde sihirli bir tuş olduğunu, eğer o tuşa basarsanız; depresyon, panik atak, sorunlu evlilik, kötü alışkanlık veya bağımlılık gibi tüm semptomlarınızın hiçbir çaba sarf etmeden anında ortadan kaybolacağını ve bugünün seansından öfori hâlinde ayrılacağınızı düşünün. O tuşa basar mıydınız?

Görünen o ki, bir çok insan tuşa BASMAYACAKTIR veya basıp basmamak arasında büyük bir kararsızlık yaşayacaktır. Sebep her bir kişi için farklı olsa da; genellikle oldukça baskın bir sebeptir. Üstelik, Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç; depresyon, anksiyete, ilişki çatışması, alışkanlıklar ve bağımlıklar olmak üzere dört farklı hedefin her birinde tamamen farklı bir şekilde gözlemlenir. Yani, Sonuca Ulaşmaya Karşı Direncin dört adet yaygın ama birbirinden farklı türü vardır.

Depresyonda görülen Sonuca Ulaşmaya Karşı Dirence kısa bir örnek vereyim. San Francisco’dan 37 yaşında Katolik bir kadın, kürtaj sonrası yaşadığı, on yıl süren şiddetli ve zorlu depresyonunun tedavisi için benimle görüşmeye geldi. Sayısız terapistten psikoterapi görmüş, bir yığın antidepresan kullanmış; ancak hiçbir şey kadına yardımcı olamamıştı. Çektiği yoğun acının ve kendinden nefret etmesinin sebebi: “Sonsuza kadar acı çekmeyi hak ediyorum, çünkü bebeğimi öldürdüm.” düşüncesiydi.

Bu düşünceye sahip bir kişi Sihirli Tuşa basar mıydı? Kuşkusuz basmazdı. Basmamasının birçok olası sebebi olabilir. Öncelikle, görünüşe göre çektiği acıyı ruhani bir gereklilik olarak görüyor ve ona göre depresyon, bir tür ahlaki arınmaya erişmesini sağlıyor. Depresyonda olan ve acı çeken hüküm giymiş suçlu rolünün yanında; yargıç, jüri ve infazcı rollerini de oynuyor. Bu şekilde acı çekmesi GEREKTİĞİNİ düşünüyor.

Buna ek olarak, büyük ihtimalle bebeği hâlâ zihninde yaşıyor. Onu depresyonuyla yaşatıyor ve her gün onu düşünüyor. Depresyonu, bebeğine olan borcu olarak görüyor. Eğer depresyonun üstesinden gelirse; bebeğinin yasını tutması, onu unutması ve hayatına devam etmesi gerekecek. Sıkışıp kalmasına neden olan başka güçlü sebepler de olabilir. Eğer terapist, bu güdüsel faktörleri hesaba katmadan, şefkat ve yetenekle durumun üstesinden gelmeye çalışırsa; hasta direkt olarak direnç gösterecektir. Son sekiz yıldır gerçekleşen durum tam olarak bu.

Sürece Karşı Direnç ise, Sonuca Varmaya Karşı Dirençten tamamen farklıdır. Sürece Karşı Direnç, kişinin değişmek İSTEYEBİLECEĞİ; ancak değişimin bedelini ödemek istemeyeceği anlamına gelir. Ve maalesef, sihirli tuş diye bir şey yoktur. Örneğin, yükseklik korkusu gibi bir tür anksiyete bozukluğundan muzdarip olduğunuzu varsayalım. Son çıkan Panik Atakta isimli kitabımda, anksiyete bozuklukları için 40 tane yeni ve etkili yöntemden bahsettim. Hangi yöntemin kimde işe yarayacağını asla bilemezsiniz; bu yüzden bunu deneme yanılma yoluyla saptamak her zaman gereklidir. Fakat, yükseklik korkusu veya başka herhangi bir anksiyete bozukluğunu yenmek için bir tür maruz bırakma yönteminin uygulanması gerektiğini kesin olarak söyleyebiliriz.

Gençken; köpek, arı, at ve kan korkuları ve fobilerinin yanı sıra yükseklik korkum da vardı. Lisedeyken, Brigadoon oyunu için sahne ekibinde yer almak istemiştim. Ancak, tiyatro öğretmenimiz Bay Bishop, bana sahne ekibinin tavana yakın bir yerde, ışıklarla ve perdelerle çalıştığını; bu yüzden yükseklik korkusu olan öğrencileri kabul edemeyeceğini söylemişti. Ona yükseklik korkum olduğunu söyledim. Bana bir şartla sahne ekibine katılabileceğimi söyledi. Korkumu yenme şartıyla.

Yükseklik korkumu yenmeyi gerçekten de çok istediğimi, ancak nasıl yeneceğimi bilmediğimi söyledim. Çok kolay olduğunu ve korkumu nasıl yeneceğimi hemen gösterebileceğini söyledi. “Harika, hadi yapalım.” dedim.

Beni tiyatroya getirdi ve sahnenin ortasına yaklaşık 4 metrelik bir merdiven kurdu. Merdivenin etrafında başka hiçbir şey yoktu. “Yapman gereken tek şey, merdivenin en üst basamağına çıkmak ve orada durmak.” dedi. “Yapmam gereken tek şey bu mu?” diye sordum. “Evet, bu.” dedi.

Çok genç ve toydum. Cesurca merdiveni tırmanmaya başladım. Tepeye ulaştığım anda, korku seviyem 0’dan 100’e kadar bir aralıkta 100’dü. Çok korkmuştum ve etrafta tutunabileceğim hiçbir şey yoktu. Tiyatro öğretmenim aşağıda, merdivenin yanında duruyordu. “Şimdi ne yapmam gerekiyor Bay Bishop?” dedim. “Hiçbir şey, sadece iyi hissedene kadar orada dur.” dedi. “Ama bir şey yapmam gerekmiyor mu? dedim. “Hayır, sadece orada dur.” dedi.

On beş dakika geçti ve korku seviyem hâlâ 100’dü. “Hâlâ endişeliyim.” dedim. “Sorun yok, sadece bekle.” dedi.

Beş dakika daha geçti ve korkum aniden yok olmaya başladı. Tamamen yok olmasıysa, sadece beş saniye sürdü. Korkmuyordum. “Bay Bishop, sanırım iyileştim.” dedim.

“Bu harika.” dedi. “Şimdi aşağı inebilir ve Brigadoon sahne ekibine katılabilirsin.” O andan sora yüksekliği ÇOK SEVMEYE başladım. Tavana doğru gidip en yüksekteki ışıklarla çalışmak isteyen kişi hep ben oldum. Yükseklik korkusuna sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu bile hatırlamıyordum. Bazen bir korkuyu yendiğinizde, aşırı korktuğunuz şey, büyük bir zevk kaynağı hâline geliyor. Fakat ödenmesi gereken bir bedel var. Anksiyetenin hiçbir çeşidini koltukta öylece yatıp, terapist “Bana daha fazlasını anlatın.” diye mırıldanırken geçmiş hakkında konuşarak yenemezsiniz.

Sürece Karşı Direncin de, her birinde tamamen farklı gözlemlendiği dört farklı hedefi vardır: Depresyon, anksiyete, ilişki çatışması, alışkanlıklar ve bağımlılıklar. Bu, sekiz tane yaygın direnç çeşidi; dört çeşit Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç ve dört çeşit Sürece Karşı Direnç bulunmaktadır. Danışanlar, bazen birkaç direnç çeşidini aynı anda gösterebilir. Çünkü aynı anda hem depresyonda hem de anksiyete bozukluğuna sahip olabilirler. Ayrıca, yalnızlıktan veya sorunlu kişisel ilişkilerden de muzdarip olabilirler.

Meslektaşlarım ve ben, belirli bir sorunu çözmek için herhangi bir yöntem kullanmadan önce; her bir hastanın gösterdiği direnci saptayıp tersine çevirebileceğimiz yeni ve etkili yöntemler geliştirdik. Bu güdüsel yöntemlerin terapi ile birleşimi, tedavide muazzam ilerlemelere yol açtı. Şimdiyse, tedaviye gelen hastaların büyük bir kısmında aşırı hızlı bir iyileşme gözlemliyoruz.

3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

Bu sorunun cevabı, önceki sorunun cevabıyla bağlantılı. Neredeyse tüm terapötik hatalar, terapistin gidişatı belirlemede yaptığı hatalardan kaynaklanıyor. Görünüşe göre birçok terapist, terapötik direnci ilerlemesini engellemek üzere nasıl saptayıp nasıl tersine çevireceğini bilmiyor. Bunun yerine, hasta direnirken ve terapiste “Evet… Ama” şeklinde cevaplar verirken; hastayı değişmeye ikna etmeye veya hastaya psikoterapi ödevlerini yaptırmaya çalışıyorlar. Bunun sonucunda terapist, tüm işi üstlendiğinden yorgun ve kırgın hissediyor.

Birçok terapist, Gidişatı Belirleme meselesini anladığını sanıyor, ancak anlamıyor. Gidişatı belirlemek, kolay bir iş gibi gözükebilir; ancak aslında tüm terapötik becerilerden en karmaşık ve en zoru. Meslektaşlarımla birlikte geliştirdiğimiz paradoksal Gidişat Belirleme yöntemlerinin, terapide büyük bir ilerleme olduğuna inanıyoruz.

İkinci hata ise; psikodinamik terapi, bilişsel terapi, Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Terapisi (EMDR), Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) veya Düşünce Alanı Terapisi (TFT) veya ne revaçtaysa o terapi ekolüne katılmaktır. EKOLLERDEN değil, ARAÇLARDAN yanayım. Bana göre terapi ekolleri, dinler ve hatta tarikatlar gibi. Hepsi sebepleri ve insanları tedavi etmek için en iyi yöntemi bildiklerini iddia ediyor. Neredeyse her hafta, hevesli takipçileri olan bir rehberle birlikte yeni terapi ekolleri ortaya çıkıyor ve “cevabı” bulduklarına inanıyorlar.

En büyük üçüncü hata ise, semptomları ve ittifakı değerlendirememektir. Stanford’daki resmi ve resmi olmayan araştırmam, terapistlerin hastanın ne kadar depresif, ne kadar intihara meyilli, ne kadar kaygılı veya ne kadar sinirli olduklarını algılamada oldukça kötü olduklarını ve genellikle hastanın aslında nasıl hissettiğini tamamen yanlış algıladıklarını ortaya koymuştur. Fakat, psikiyatristler ve psikologlar da dâhil olmak üzere terapistler, bunun farkına varmadan gayet duyarlı olduklarına inanıyorlar; ama değiller. Hatta, en yaygın intihar sebeplerinden biri terapistin hastanın ne kadar depresif ve ümitsiz olduğunu anlamamasıdır.

Bu sorunu çözebilmek için; her terapi seansının öncesinde ve sonrasında depresyonu, intihara meyilli dürtüleri, kaygıyı, siniri ve terapideki ilişkinin tatmin ediciliğini ölçen kısa ve oldukça isabetli bir ölçek oluşturdum. Hastalar, tam o an nasıl hissediyorlarsa ona göre ölçekleri dolduruyorlar. Böylece terapistler, her terapi seansından sonra sadece hastaların ne hissettiğini değil; ne kadar gelişme gösterdiklerini veya göstermediklerini de görebiliyor. Hastalar, bu ölçekleri her seans öncesi ve sonrası bekleme odasında doldurdukları için, terapi seansı süresinde bir kayıp olmuyor. Hastalar, doldurdukları envanterleri eve gitmeden önce terapiste bırakıyorlar. Sadece bir dakika sürüyor. Ayrıca, terapistleri sıcakkanlılık, anlayışlılık ve yardım sağlama konularında değerlendiriyor; seansta nelerden memnun kalıp nelerden kalmadıklarını yazıyorlar.

Bu uygulama, terapi uygulama şeklimizde belki de her şeyden çok devrime yol açtı. Hastalarımız bizim öğretmenlerimiz oldu, çünkü onlar için neyin işe yarayıp neyin işe yaramadığını söyleyerek bizi yönlendiriyorlardı. Bu uygulama, hastaları ve terapistleri daha sorumluluk sahibi hâline getirdi. Bu değerlendirmeler olmadan etkili bir terapi yapabilmeyi hayal bile edemiyorum. Fakat, bu cesaret isteyen bir uygulama. Genellikle, bazı şeyleri tahmin etmediğiniz yollardan keşfedebiliyorsunuz. Hastalar, terapisti eleştirirken seanslarda olduklarından şaşırtıcı derecede daha dürüst ve daha eleştirel oluyorlar. Her nedense, bu terapi seansı değerlendirmelerini doldururken çok daha açık sözlü ve samimi hissediyorlar.

Narsist terapistler bu değerlendirmelere katlanamayabilir, çünkü hastanın geri bildirimi onlar için özsaygıyı yıkıcı nitelikte olabiliyor.

4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

“Terapinin temel bir amacı” yoktur. Terapinin temel veya nihai bir amacının olduğunu düşünmek, alanımızda yapılan en temel hatalardan biridir. Bana göre bu yaklaşım, sanki terapistler insanların nasıl olmasını gerektiğini bilen ruhani uzmanlarmış gibi kibirli bir yaklaşımdır.

Bunun yerine, hastalardan üzgün hissettikleri ve yardım istedikleri belirli bir anı anlatmalarını isterim. Bu herhangi bir an ve herhangi bir sorun olabilir, ancak gerçek ve kişi, mekan ve zaman bağlamında olmalıdır. Genç bir kadının, “Hayat berbat.” gibi üstü kapalı yakınmalarda bulunması pek işe yaramaz. “Hayatın berbat olduğunu fark ettiğinizde neredeydiniz? O sırada neler oluyordu?” sorularını sormam gerekebilir.

Örneğin hastanın yardım istediği sorun; depresif bir an, yakın zamanda gerçekleşmiş bir panik atak veya eşiyle yaşadığı bir tartışma olabilir. İşte o zaman, Sonuca Ulaşmaya Karşı Direnç ve Sürece Karşı Direnç etkenlerini hesaba katarak sorunu keşfetmeye çalışırım. Direncin üstesinden gelindiğinde ise, hastaya sorunu çözmesinde yardımcı olabilmek için çeşitli yöntemler kullanırım. En etkili yöntemin ne olacağı, sorunların türüne göre değişecektir. Başka bir ifadeyle; depresyon, anksiyete, sinir/ilişki sorunları veya bağımlılık için etkili olan yöntemler birbirinden oldukça farklıdır.

Kendimi yardım etmek üzere görevlendirilmiş bir çalışan, hastamı ise patron olarak görürüm. Yardım istediği sorunu hasta anlatır. Hastalar, şu anda hayatında neler olduğunu gerçekten de kavradığında ve bu sorunu nasıl düzeltebileceğini aniden öğrendiğinde; genellikle bir tür aydınlanma yaşarlar ve tüm sorunları tıpkı temeli olmayan bir bina gibi ortadan kalkar. Örneğin, depresyonun yerini aniden neşe ve kahkaha alır. Bu, gözlemlemesi ve içinde bulunması muazzam hissettiren bir olaydır. Terapiyi bu kadar keyifli ve harika bir deneyim hâline getiren de budur.

5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

Başarılı ve gelişmiş bir terapi, sürekli uygulama yapmayı ve çalışmayı gerektirir. Son sekiz yıldır, Stanford’da Psikiyatri Bölümü’nde gönüllü olarak verdiğim öğretimin bir parçası olarak, haftalık olarak psikoterapi eğitim ve geliştirme grubuyla çalışıyorum. Grup, şu anda evimde toplanıyor ve Stanford Üniversitesi öğrencilerine olduğu gibi topluma da açık. Bu grup gerçekten ödüllendirici bir tecrübe. Hatta, grup toplantılarının haftamın ışığı olduğunu söyleyebilirim. Fakat bu her zaman kolay bir süreç olmuyor. Katılan terapistler, birçok zorlayıcı senaryoda rol yapma yöntemlerini kullanarak alıştırma yapmalıdır. Anında notlandırılırlar ve gelişebilmek için kendi hatalarıyla yüzleşmeleri gerekir. Eğer egonuzu kapıda bırakırsanız, bu müthiş eğlenceli ve eğitici bir deneyimdir. Ama eğer egonuz sizinle birlikte gelirse; saygı ve hayranlık duyduğunuz meslektaşlarınızın önünde hata yapmak göz korkutucu hâle gelebilir.

Aynı durum terapide de yaşanır. Yukarıda bahsettiğim gibi, hastaların her terapi seansı sonrasında bekleme odasında dolduracağı aşırı duyarlı bir ölçek geliştirdim. Ben de dâhil olmak üzere terapistleri; seansta Empati Gösterme, Yardım ve Tatmin Sağlama gibi çeşitli açılardan değerlendiriyorlar. Her ne kadar birçok terapist; sıcakkanlı davrandığını, önemsediğini ve etkili olduğunu düşünse de, birçoğu bu ölçekleri ilk kullanmaya başladığında, her seans sonunda her hastadan aldıkları değerlendirmelerin kötü olduğunu görüp şaşkınlığa uğruyor. Bu durum, yeni terapistler için olduğu kadar ileri düzeydeki terapistler için de şaşırtıcı. Bununla birlikte, terapistler bu terapötik hataların üstünde çalışarak onları muazzam gelişmelere dönüştürebilir ve zamanla daha iyi değerlendirmeler alabilirler.

Benim düşünme şeklime göre, hatalarını kabul etmeyi öğrenmek, dünya standartlarında bir terapist olmanın anahtarıdır. Fakat bu, yeni ve şahane teknik beceriler geliştirirken alçak gönüllü olabilmek ve egoyu bir kenara bırakabilmek anlamına gelir.

6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

İnsanların değiştiğini; depresyon, ümitsizlik ve değersiz hissetmenin aniden neşe ve özsaygıya dönüştüğünü; aniden korkularını yendiklerini veya aniden sinirlenmeyi, suçlamayı ve kırgınlığı bir kenara bırakmayı öğrendiklerini görmek. Bu ani ve derin değişimler her zaman aklımı başımdan alır. Bu deneyimi çok sık yaşıyor ve seviyorum. Bu, kariyerinin terapiste verdiği en güzel hediye.

7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

Şu anda, hastalarda çok hızlı değişimler ve gerçekten de hızlı iyileşmeler gözlemliyoruz. Birçok hasta geliştirdiğimiz yeni yöntemleri kullanarak, genellikle bir veya iki olmak üzere bir avuç seansta büyük gelişmeler gösteriyor veya tamamen iyileşiyor.

Beni üzen şey, yıllar boyunca terapiye gidip hiçbir değişim göstermeyen; ancak yine de aynı terapiste gitmeye devam eden hastalar. Bana göre, bu doğru değil. Beni üzen başka bir konu ise, maddi durumundan dolayı veya etkili bir şekilde çalışabileceği birini bulamadığı için iyi bir terapiye erişemeyen birçok insan olması.

Alanımızın gelişebilmek ve biyoloji, kimya veya fizik gibi temel bilimlere yetişebilmesi için çok fazla yol katetmeye ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Ben ve meslektaşlarımın amacı, yeni ve daha güçlü bir terapi modeli geliştirmek.

***

Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

Kaynak

https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200901/seven-questions-david-d-burns


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir