Thomas Szasz ile yedi soru

Yazar:

Kategori:

Bugün, Dr. Thomas Szasz ile konuşacağımız için çok şanslıyız. Onur konuğum, akıl sağlığı alanında özgün ve bağımsız, “yıkıcı bir şekilde kullanılan zorlamanın yerini rıza, güven ve Hipokrat’ın zarar vermeme öğüdüne olan sadakatin alması için psikiyatriye meydan okumak üzere herkesten fazla çabalayan” bir adam. (G. Annas, Szasz’ın web sitesinden)

Thomas Szasz, 1920 yılında Macaristan’da doğmuş, Tıp Doktoru ünvanını 1944 yılında Cincinnati Üniversitesi’nden almış ve Chicago Psikanaliz Enstitüsünde eğitim görmüştür. Upstate Tıp Üniversitesi’nde, New York Devlet Üniversitesin’nde ve Syracuse Üniversitesi’nde Fahri Psikiyatri Profesörü; Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ve Amerikan Psikanaliz Derneği’nin seçkin bir üyesidir. 33 kitabı, ders saatleri ve sayısız makalelerin hepsi benzer bir mesaj taşıyordu: Biyolojik bozukluklar ve davranış bozuklukları aynı değildir; ancak psikiyatri hatalı bir şekilde ikisinin arasında bağlantı kuruyor.

Szasz, psikiyatrist karşıtı olarak anılmaktadır; ancak bu yanlış adlandırma, Szasz’ın bana “Don Kişot gibi kendimi kalıplaşmış tanım ve kategorilerden ayırma çabam” şeklinde tanımladığı, yakında çıkacak olan Antipsychiatry: Quackery Squared isimli kitabıyla açıklığa kavuşacak. Szasz, psikiyatrist karşıtı değil; psikiyatriyi sözleşmeye dayalı olması ve zorlama olmaması şartıyla destekleyen biri.

Dr. Szasz’ın yerleşmiş geleneklere karşı çıkan, muhalif fikirlerini projeme dâhil etmekten heyecan duyuyorum. Doğrusu, cevap vermeyi birkaç ikazı takiben kabul etti.

Benim görüşüm, psikolojik rahatsızlıkların bulunmadığı; dolayısıyla “terapi veya psikoterapinin” de bulunmadığı yönünde. O hâlde terapi, insanlara “hayatlarındaki sorunlarla” başa çıkmalarında yardımcı olmayı amaçlayan belirli bir insan ilişkisi, düzenleme ve anlaşmadır. Bu, bana yönelteceğin soruların detaylarını yeniden gözden geçirmeni gerektirir. 

Aksi takdirde cevapları alamazdım. Dr. Szasz, Yedi Soru’nun detaylarını yeniden gözden geçirmemi istediğinde, bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Umarım akıl sağlığı alanında bir efsane olan Dr. Szasz’ın cevaplarından keyif alırsınız.

Thomas Szasz ile Yedi Soru:

1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı nasıl cevap verirdiniz?

Özel muayenehanemde geçen yaklaşık elli yıldan sonra emekli oldum. Seanslarım yetişkin ve gönüllü danışanlar içindi ve şu ilkelere dayanıyordu:

  • Psikolojik rahatsızlık diye bir şey yoktur; dolayısıyla psikoterapi diye bir şey de yoktur.
  • “Psikoterapi”; hastalık, ilaç veya iyileşmekle hiçbir alakası olmayan, özel ve gizli bir görüşmedir.
  • Terapist direkt olarak danışanın “gerçek hayatına” müdahale etmemelidir: Gücünü hastayı zorlamak veya suçlamak için kullanmamalı, hiçbir sebeple danışanın hayatına karışmamalıdır.
  • Terapist, danışan ile olan görüşmelerini kesinlikle gizli tutmalı ve danışan aldığı hizmet karşısında terapiste ödeme yapmalıdır.
  • Danışan, bunların benim “terapötik diyalog” uygulama şeklimle alakalı inançlarım ve koşullarım olduğu hakkında bilgilendirilmelidir. (The Ethics of Psychoanalysis, 1965 ve Psikoterapi Miti, 1978)
  • Terapistin başlıca görevi, terapötik durumda, danışanın özellikle ilişkiye başlama ve ilişkiyi bitirme konusunda kontrole sahip olduğunu hissetmesini sağlamak için; rahat, emniyetli ve güvenli ortam oluşturmaktır.
  • Bir hasta adayıyla ilk önce telefonda konuşmadan asla yüz yüze görüşmem. Bunu, danışanın ne tür bir yardıma ihtiyacı olduğunu öğrenmek ve onu yardım edebileceğim ve edemeyeceğim konular hakkında bilgilendirmek için bir avantaj olarak kullanırım. Eğer bu konu açıklığa kavuşursa, nasıl bir boşanma avukatı, boşanmak isteyen danışanından böyle bir soru almıyorsa; aynı şekilde seansta da “Ne hakkında konuşmalıyım?” sorusu ortaya çıkmaz. Danışan yine de utanmış, korkmuş veya başka konulardan dolayı dili tutulmuş gibi hissedebilir ve “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorabilir. Bu durumda, “Size asıl yardımcı olabilirim?”, “Bugün buraya gelip benimle görüşmeye karar vermenize sebep olan şey nedir?” derim veya bunlara benzer bir şey söylerim.

 2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

Çözümünü aradıkları sorunlarda kendi katkılarının olduğunu kabul edip sorumluluk üstlenmek.

 3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

“Terapi”, farklı insanlar için farklı anlamlara gelir. Eğer terapist danışana yardımcı olamıyorsa, danışan o terapistle görüşmeyi bırakma sorumluluğunu üstlenmelidir. (Terapistlerin, bulundukları konumun onlara verdiği zorlayıcı gücü kullanarak, hastalarını özgürlükten mahrum etmelerine; sözde hastaları kendilerinden ve toplumu hastalarından korumalarına karşı olduğumu burada yinelemem yeterli olacaktır.

 4) Size göre terapinin temel amacı nedir?

Terapinin “temel amacına” danışan karar vermelidir: Sorunlarını ve isteklerini danışan tanımlar ve aldığı hizmet için ödeme yapar. Genel olarak, benim amacım danışanı eleştirel öz değerlendirme yapabilmesi için cesaretlendirmektir. (Sokrates’in dediği gibi, “Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez.”) Kendini acı verici, kısıtlayıcı ilişkiler veya durumlardan özgür kılma durumu, ancak kişinin bu ilişkiler ve durumlar üzerindeki katkılarının sorumluluğunu üstlenmesiyle ve kendini bunlardan kurtarmasıyla gerçekleşir. Kişiyi değiştirebilecek tek kişi kendisidir.

 5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

Sıkıntısı olan bir kişiyi sıkı bir görüşmeye ve insan ilişkisine dâhil etmeye dayanan bireysel psikoterapi, terapistin bu iş için uygun bir mizaca ve hayat felsefesine sahip olmasını gerektirir. Kastettiğim şey, terapistin konuşkan ve tavsiye veren biri olmaktansa; sabırlı, ılımlı ve anlama kabiliyetine sahip biri olması gerektiğidir. Buna ek olarak terapist; “doktoru oynamamalı”, hastaları kendi inançlarına ve değerlerine yönlendirecek çarpıcı “tedavi” arayışına girmemeli, hastaları kendi hatalı davranışları ve tutkularından kurtarmaya çalışmamalı ve finansal kazanç sağlamak veya kendini yüceltmek için hastanın kendisine olan bağlılığını suistimal etmemelidir. Belki de en önemli olan şey, terapistin danışanın kendini özgür kılması için gerekli olan, anlaşmalı bir insan ilişkisi hâline gelmesi gereken terapötik durumu kavraması ve bu duruma değer vermesidir. (Bu bağlamda, Sir Henry Maine’in Ancient Law: Its Connection With the Early History of Society, and Its Relation to Modern Ideas, 1864/1986 isimli klasik bilimsel eserine göz atabilirsiniz.)

Belirttiğim bu durumlar sağlansa bile; danışanın kendine zarar vermeye eğilimli davranışı karşısında dinginliğini koruması, danışanın alıştığı ve kendisini kısıtlayan durumlara bağlı kalmayı seçmesine müsamaha göstermesi ve özgürleşme yoluna girmeme riskini alması gerekebileceğinden, terapistin görevi kolay veya imrenilecek bir şey olmayabilir.

Modern psikiyatri, maalesef duruma veya hakimiyet ve itaate dayalı ilişkilere karşı gelmek yerine; sözleşmeye dayalı ilişkilerin temel ahlaki ve politik değerlerine karşı savaş açmıştır. O zamanlar Amerikan Psikiyatri Derneği Başkanı olan Tıp Doktoru Marcia Goin, 2003 yılında “Müteahhitlerle veya araba satıcılarıyla anlaşma yapabiliriz; hastalarla değil.” demiştir. Birçok terapist, danışanlarıyla anlaşmaya dayalı bir ilişki kurmayı reddediyor; bunun yerine, danışanlara patronluk taslıyor, onları “koruyor” ve bu yaptıklarını “yardımseverlik”, “zararsızlık”, “adillik” gibi kendini öven biyoetik sloganlarla haklı gösteriyor.

Özet olarak, “anlaşmaya dayalı psikoterapi uygulamak”, ne son derece zor; ne de çok kolay. Elbette, konuşma odaklı terapi gibi “sadece konuşmaktan” ibaret değil; başta belirttiğim gibi bir kişinin başka bir kişiye yaptığı veya verdiği anlamda bir “terapi” de değil.

 6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

Terapist olmanın en ödüllendirici kısımları: 1) zeki bir insanla ciddi, derinliğe sahip, özel ve gizli bir ilişki kurmak 2) William James’in dediği gibi “insan deneyimin çeşitlerini” öğrenmek ve 3) bir danışanın, kendi davranışları ve hislerinin sorumluluğunu daha fazla üstlenmesini sağlayarak kendini özgür kılmasına yardım etmek.

7) Danışanlara terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

Bir danışman adayına önerim; terapist adayını araştırması, güvenilir olduğunu kanıtlayana kadar ona güvenmemesi ve terapistin onun için ne yapmasını istediğini zihninde netleştirmesi olacaktır. Psikoterapi danışanı veya hastası olmak evlenmek gibidir: Kaçması kaçınılmasından daha zor olan bir tuzak olabilir. Kısacası, özellikle kendinizi öldürebileceğinizi düşünürse sizi kilitleyebileceğinden şüphelendiğiniz terapistlere dikkat edin.

Bu röportaj serisinde, Amerikan Psikiyatri Derneği başkanı Dr. Nada Stotland, “Kendine zarar vermeye veya intihara meyilli bir hastayla sınırları belirlemek, hastanın kendine zarar vermesinden, sizinle daha sık iletişime geçmesinden, daha umutsuz tehditler savurmasından ve tekrarlanan hastaneye yatışlardan oluşan bir döngüyü başlatma riskine karşı denge sağlamayı gerektirir.” demiştir.

Hiçbir terapist hastayı zorla “hastaneye yatırma” veya “tedavi etme” seçeneklerinden kaçınmıyor.

***

Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

Kaynak

https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200901/seven-questions-thomas-szasz


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir