Kategori: Genel

  • Evlilik Terapisi Nedir? Evlilik Terapisti Ne Yapar?

    Bu yazı, Beylikdüzü’nde evlilik terapisti arayanlar için, bir tanıtım yazısı olarak hazırlanmıştır. Siz de evlilik terapisti arayışındaysanız İletişim sayfasındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz. “Evlilik terapisti kimdir, ne yapar?” sorusu bu yazının ana eksenini oluşturacaktır.

    Literatüre baktığımızda, “Evlilik terapisi nedir?” sorusuna verilen ortak bir cevabın olmadığını görüyoruz. Bununla birlikte, pek çok kitapta, söz konusu soruya tanımlayıcı bir cevaptan ziyade, evlilik terapisinin işlevinden bahsedildiğini görebilirsiniz.

    Evlilik terapisi nedir?

    Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü’nde şu tanımı veriyor evlilik terapisi için:

    Evlilik Terapisi (Marital Therapy): Evli çiftlerin sorunlarını çözmeyi amaçlayan yönlendirici terapilerin ortak adı. Genellikle terapist çiftleri birlikte görür ve daha iyi iletişim kurmayı, birbirini anlamayı, kriz dönemlerinde birbirlerine destek olmayı öğrenmelerine yardımcı olur. (Psikoloji Sözlüğü, Selçuk Budak)

    Peki “Evlilik terapisi nedir?” sorusunu ben nasıl cevaplıyorum? Bence evlilik terapisi için şöyle bir tanım yapabiliriz:

    Evlilik terapisi, evli bir çiftin yaşadığı sorunların çözümü ve ilişkiyi, her iki taraf için de daha doyum verici hale getirmek için gerçekleştirilen bir psikoterapi sürecidir.

    İsterseniz “evlilik terapisi” tanımını maddeler halinde, biraz daha ayrıntılı ele alalım.

    • Evlilik terapisi, “evli” bir çiftle gerçekleştirilir: Evlilik terapisi, aralarında evlilik ilişkisi olan çiftin katıldığı terapi sürecidir. Evli olmayan (flört eden, sözlü, nişanlı, birlikte yaşayan) çiftlerin dahil olduğu terapiye “çift terapisi”, aile üyelerinin (anne-baba, çocuk) dahil olduğu terapiye “aile terapisi” demeyi uygun görüyorum.
    • Evlilik terapisi, “iki tarafın” ihtiyaçlarını gözetir: Evlilik terapisinde, kadının ve erkeğin ihtiyaçları aynı anda gözetilir. Terapi, taraflardan birinin şikayeti veya talebi üzerine başlayabilir; ancak, taraflardan sadece birinin ihtiyaç ve beklentileri üzerine şekillenmez.
    • Evlilik terapisi, tarafların “evlilik doyumunu” hedefler: Evlilik terapisinde öncelikli olarak, tarafların evlilik doyumu (Evlilik doyumu, tarafların, psikolojik ihtiyaç ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır.) için çaba sarf edilir. Bazı durumlarda, boşanma da evlilik terapisinde ele alınabilir.
    • Evlilik terapisi bir “psikoterapi” sürecidir: Evlilik terapisi, temelde psikoterapi yöntem ve tekniklerini kullanır. Evlilik terapisinin de nihai amacı, kişilerde bir değişim sağlamaktır. Söz konusu değişimin, tarafların duygu, düşünce ve davranışlarıyla birlikte, ilişkide gerçekleşmesi beklenir.

    Evlilik terapisi, var olan sorunların ortadan kaldırılması için gerçekleşebileceği gibi, görece iyi bir ilişkiyi, daha doyum verici hale getirmek için de gerçekleştirilebilir.

    Evlilik terapisi işe yarar mı?

    “Evlilik sorusu işe yarar mı?” sorusunun cevabı bence “evet” veya “hayır” değildir. Evlilik sorusunun işe yarayıp yaramayacağını bence en az şu üç faktör -sıralama önem sırasını belirtmez- belirler:

    1. Danışanların özellikleri: Evlilik terapisi, sadece terapistin değil, danışanların ve terapistin birlikte gerçekleştirdiği bir süreçtir. Dolayısıyla, danışanların -her iki tarafın da- gönüllülükleri, terapiden beklentileri, terapistle ilişki kurma biçimleri, sarf ettikleri çaba, beceri düzeyleri, katılım düzeyleri vb. terapinin işe yararlılığını etkiler.
    2. Evlilik terapistinin özellikleri: Evlilik terapistinin yetkinliği, becerisi, deneyimi, kişilik özellikleri vb. terapi sürecini etkiler.
    3. Terapi yönteminin özellikleri: Literatürde yüzlerce terapi modelinin varlığından bahsediliyor. Her terapi modelinin de her sorun/ durum için işlevsel olmayabileceği kabul ediliyor. Bu açıdan, terapi yöntemi de, terapist ve danışanlarla birlikte, belirleyici bir faktördür.

    Yukarıdakilerden hareketle şunu söyleyebilirim ki, yeterince uygun danışanlar, yeterince yetkin bir terapist ve yeterince işlevsel bir terapi yönteminin söz konusu olduğu evlilik terapisi, yeterince işe yarayabilir.

    Evlilik terapisi ücretleri ne kadardır?

    Terapi için standart bir ücretlendirmeden bahsedemeyiz. Evlilik terapisi ücretleri, serbest piyasa mantığına göre şekillenir. Uzmanın eğitim düzeyi, uzmanın beklentisi, hizmetin sunulduğu konum, ofisin kirası, hitap edilen danışanların ekonomik seviyesi gibi faktörler evlilik terapisi ücretlerini şekillendirebilir.

    Evlilik terapisinde terapi çerçevesi kavramı

    Psikoterapi çerçevesi, sağlıklı bir terapi sürecinin gerçekleşmesi için gerekli bir kontrattır. Söz konusu kontratta, danışan ve terapistin hakları, sorumlulukları, sınırlılıkları, sürecin işleyişiyle ilgili bilgiler gibi maddeler yer alır.

    Çerçeve, başta danışanın zihninde sürece dair bir yol haritası çizmekle beraber, danışanın, terapistin ve terapi sürecinin en önemli koruyucusudur. (Psikoterapist Mustafa Gödeş)

    Psikoterapide çerçevenin önemi hakkında ayrıntılı bir okuma için, Psikoterapist Mustafa Gödeş’in şu linkteki makalesine bakabilirsiniz.

    Benim terapilerimde, evlilik terapisi çerçevesi, aşağıdaki maddelerden oluşmaktadır:

    • Evlilik terapisi, evli çiftin her iki üyesinin de onayı ile başlar ve devam eder. Taraflardan birinin, terapi sürecine dahil olmak istememesi veya terapiyi sonlandırmayı istemesi durumunda, terapi başlamaz veya sonlandırılır.
    • Görüşmeler, belirli bir gün, belirli bir saat ve belirli bir mekanda gerçekleştirilir. Mesela: Pazartesi günleri, saat 12:00’da, Bakırköy’deki ofiste.
    • Seans ücreti (240 TL) ve ücretin ödenme şekli (nakit olarak, kredi kartıyla vb.) terapi başlamadan önce belirlenir.
    • Terapi sürecinde uygulanacak yöntem ve tekniklere uzman karar verir. Uzman, söz konusu yöntem ve teknikler hakkında danışanlara bilgi verebilir.
    • Her seans -yani terapi görüşmesi- 50 dakika sürer. Seanslar tam saatinde başlar. Evlilik terapistinden kaynaklanan gecikmede, seanslar 50 dakika olarak gerçekleştirilir. Danışanlardan kaynaklanan gecikmelerde, seans kalan süre kadar -20 dakika geç kalındığında 30 dakika gibi- kadar gerçekleştirilir; bununla birlikte, tam ücret ödenir.
    • Terapistin ve danışanların tatil zamanları, en az 30 gün önceden belirlenir.
    • Randevu gün ve saatleri, evlilik terapistinden veya danışanlardan kaynaklı sebeplerle değiştirilebilir. Bu değişikliklerde, görece keyfilik -arkadaşlarla buluşma, can sıkkınlığı, misafirliğe gitmek vb.- ve görece mecburiyet -hastalık, cenaze, trafik kazası vb.- önemlidir.
    • Danışanların, herhangi bir sebepten dolayı terapiye gelemeyeceklerini, en az 24 saat önceden terapiste haber vermeleri gerekir. 24 saat önceden haber verilmeden gerçekleştirilmeyen seansın ücreti tam olarak ödenir.
    • Danışanlar üst üste 2 kez, geçerli mazeretleri olmaksızın, haber vermeden randevularına riayet etmezlerse, terapist terapi sürecini sonlandırabilir. Bununla birlikte danışanlar, söz konusu seansların ücretlerini ödemekle yükümlüdürler.
    • Danışanlar uzmanı, hiçbir surette mahkemede tanık olarak gösteremez, ve danışanın bilgi vermesini ondan talep edemezler.
    • Danışanlar, herhangi bir kuruma verilmek üzere, uzmandan rapor, yazı vb. talep edemezler. Bununla birlikte uzman, danışanların talebi doğrultusunda, seansların ücretini ödeyecek kuruma, gerekli bilgileri, danışanlar aracılığıyla gönderebilir.
    • Terapist, danışanlara dair hiçbir bilgiyi, hiçbir surette, üçüncü kişi veya kurumlarla paylaşamaz.
    • Uzman, terapi sürecinde, taraflardan biriyle ötekinin haberi olmadan görüşemez.
    • Uzman terapi sürecinde, danışanların bilgisi dışında, danışanların yakınları ile görüşmez, onlara bilgi vermez, onları terapiye almaz.
    • Danışanlar, seans saatleri dışında terapisti aramaz, onunla dertleşmez, ondan bilgi almaz veya onunla konuşmazlar.
    • Danışanların terapi sürecinde, kendilerine, birbirlerine, başkalarına veye terapiste zarar verebilecek davranışlarda (intihar girişimi, partnerine şiddet uygulama, terapiste saldırma, seans ücretlerini ödememe vb.) bulunması durumunda uzman, terapiyi tek taraflı olarak sonlandırma hakkına sahiptir.
    • Uzman ve danışanlar, terapi ilişkisi dışında bir sosyal ilişki (birlikte yemek yemek, bir etkinlikte bulunmak vb.) kurmazlar.

    Yukarıdaki maddelerin yer aldığı terapi çerçevesi (protokolü) ilk görüşmede, uzman ve danışanlar tarafından karşılıklı değerlendirilir ve imzalanır.

  • Histrionik kişilik bozukluğu nedir?

    Toplumda diğer kişilik bozukluklarına nazaran adı daha az bilinen, bilinse de çoğu zaman yanlış anlamlarda kullanılan histrionik kişilik bozukluğu, halk arasında “ilgiye, gösterişe düşkün” denilen tiplerin sahip olabileceği bozukluktur.

    Bu bozukluğu tanımaya, histrionik kelimesinin anlamını tanımlamakla başlamak aklımızda genel bir fikir oluşturacaktır. Bu kelime daha önceleri “histerik kişilik” olarak adlandırılıyordu. Histerik kelimesinin pek çok farklı anlama gelmesi ve histrionik kelimesinin anlamını tam karşılayamamasından dolayı kullanımı bırakılmıştır.

    Histrionik kelimesinin kökeni olan “histrio” latincede aktör, oyuncu anlamına gelmektedir. Kelime kökeni aslında bu bozukluk hakkında bize güzel bir ipucu vermektedir. Histrionik kişilik bozukluğuna sahip kişiler tiyatro sahnesinde birileri onları izliyormuş gibi düşünerek sürekli rol yaparcasına yaşarlar. Bu durumu kısaca şöyle ifade edebiliriz: Değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı ilgi görme isteği ve aşırı duygusallık olarak.

    Histrionik kişilik bozukluğu nedir?

    Histrionik kişilik bozukluğuna sahip olanları genellikle kendini beğenmiş, göz önünde bulunmayı ve dikkat çekmeyi seven kişiler olarak toplumda sıkça görmekteyiz. En önemli özellikleri aşırı duygusallık ve aşırı ilgilenilme ihtiyacı içinde olmalarıdır. Duygularını abartma eğilimleri vardır ve duyguları sıkça değişiklik gösterir. Bir an kahkahalar atarken kısa bir süre sonra öfkeli olabilirler.

    Histrionik kişiler çok renkli, aşırı derecede süslü, göz alıcı, alımlı olmaya çalışırlar. Dikkatleri üzerlerine çekmeye yönelik ayartıcı ve baştan çıkarıcı tutumlar sergilerler. Duygusal açıdan derinlikleri yoktur, sığdırlar ve içten değillerdir. Sanki rol yapıyormuş gibi konuşular. Bu yüzeysellik, düşünsel baştan savmayı ve rahatsızlık verici düşüncelerden ve yüklü duygulardan kaçınıyor olmayı gösteriyor olabilir.

    Histrionik kişilerin belirli bir konu üzerinde odaklanamamaları, kendilerini bir karmaşa içine itebilecek düşünce ve dürtülerden uzak durmak istiyor olmalarından da kaynaklanabilir. Özellikle derinde yatan bağımlılık gereksinmelerinin bilince çıkmasından çekiniyor olabilirler. Bu ve bunun gibi nedenlerle kendilerinin daha fazla farkında olmaktan ve derinlemesine kişisel ilişkiler kurmaktan sakınırlar.

    Özetle, histrionikler yüzeysel davranma tutumlarını zorlayacak etkinliklerden, insanlardan ve düşüncelerden kendilerini uzak tutarlar. Duygu, düşünce ve bellekleriyle ilintili iç dünyalarını baskılamaya ve bunların bilince çıkmasına engel olmaya çalışırlar. Bunu değişik nedenlerle yaparlar.

    Bunlardan birincisi, kendilerine biçtikleri değerin başkalarının yargılarına bağlı olmasıdır. Kendi kendilerini incelemeleri için bir neden yoktur, çünkü kendi başlarına kişisel değerlerini takdir edemeyeceklerdir, ayrıca bunun da insanlar tarafından, kabul görmeleri için herhangi bir yararı olmayacaktır.   

    İkincisi, histrioniklerin ilgilerini kendi üzerlerine yöneltmesi, kendilerinin dış dünyaya katılmalarına engel olur. İlgilerinin böyle bölünmesi rahatsızlık verici olabilir, çünkü bir yandan da başkalarının isteklerine ve duygudurumlarına karşı her an tetikte olmaları gerektiğini hissederler.

    Üçüncüsü, histrionikler iç ruhsal dünyalarının eksikliklerini görmezden gelme arayışı içindedirler. Başkalarında bırakmak istedikleri izlenimlerle, gerçek kendileri arasında uçurum olması, kendileriyle ilgili birkaç eksikliği değil, ancak bütün kendi içselliklerini baskılamalarına yol açar.

    Çoğu insan,  teşvik edilme, ilgi görme ve kabullenilme arayışı içindedir, ancak histrionik kişilerin bu arayışları bir türlü doymak bilmez. İçlerindeki boşluk duygusunu, parçalanma ve dağılma korkusunu giderecek olan ancak başka insanlardır.   Dış uyaranlara karşı tetikte kalabilmeleri için de, özellikle rahatsızlık verici yanlarına karşı olmak üzere içsel ilgilerini azaltmaları gerekir. Dışardan bakıldığında hoşa giderler, albenileri vardır.

    Ayrıca histrionik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin yaşamlarını kendilerinin sürdürememesine yönelik inançları vardır. Kendilerine bakamayacak olduklarına inandıkları için de sürekli bir ilgi arayışı içinde olurlar ve başkalarının onayına gereksinim duyarlar. Başkalarının onlara bakmalarını ve onların gereksinmelerini karşılamalarını beklerler. Dolayısıyla sevilmek ve kabul görmek zorunda olduklarına inanmaları, dışlanmaya karşı aşırı duyarlı olmalarına yol açar.

    Sonuç olarak başkalarının ilgisini çekmek üzere başkaları için oynarlar. Bu yüzden, yalnızca karşısındakileri etkilemeye yönelik, sınırları belirsiz bir düşünce biçimleri vardır. “Ya hep ya da hiç” biçiminde düşünürler, aşırı genellemeler ve yaşadıkları duygulara göre çıkarımlar yaparlar. Bazı kişilerde sadece kişilik özelliği olarak kalmasıyla birlikte kişilik bozukluğu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle Histrionik kişilik biçimi ile histrionik kişilik bozukluğunun ayrımına bir bakalım.

    Histrionik kişilik biçimi İle histrionik kişilik bozukluğunun farkı nedir?

    Bazı kişilik bozukluklarının aynı adla normal kişilik özelliği olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Hangi durumlarda kişilik özelliğinden çıkıp bozukluk olduğunu anlayabilmemiz için benzer durumlarda kişilerin nasıl davrandıklarının ayrımını yapmak önemlidir. Bu ayrımı az çok görebilmek adına histrionik kişilik biçimi ve histrionik kişilik bozukluğunun farklarını inceleyelim.

    Biçim: Kendisine ilgi gösterilmesinden ve övülmekten hoşlanırlar.

    Bozukluk: Sürekli olarak bir güvence ya da kabul görme arayışında olurlar, övülmeyi beklerler.

    Biçim: Alımlı ve çekicidirler, görünüm ve davranışlarıyla uygun bir biçimde ayartıcıdırlar.

    Bozukluk: Görünüm ve davranışlarıyla uygun olmayan bir biçimde cinsel açıdan ayartıcı, baştan çıkartıcıdırlar.

    Biçim: Görünümlerine ve bakımlarına düşkündürler, giysilerine özen gösterirler, toplumun beğenisine uygun giyinmeye çalışırlar.

    Bozukluk: Dış görünümlerinin çok çekici olmasıyla aşırı ilgilenirler. Uzun süre bu konuda zaman harcarlar.

    Biçim: Yaşam doludurlar ve eğlenmeyi severler.  Çoğu zaman dürtüsel davranırlarsa da haz almayı geciktirebilirler.

    Bozukluk: Duygularını uygunsuz bir abartı ile sergilerler. Benmerkezcidirler ve haz odaklı yaşarlar.

    Biçim: İlgi odağı olmayı severler ve bütün gözler üzerlerindeyken bunu iyi değerlendirirler.

    Bozukluk: İlgi odağı olmadıkları durumlarda aşırı rahatsız olurlar. İlgi toplamak amacıyla çeşitli yollara başvururlar.

    Biçim: Duygu yönelimlidirler, duygularını sergilemeyi severler, sevgi gösterilerinde bulunurlar; tepkileri duygusaldır ancak duruma uygun düşer.

    Bozukluk: Duyguları birden değişkenlik gösterir ve sığdır. İçten, samimi bir sevgi gösteremezler.

    Biçim: Duruma göre uygun düşen genel ya da duruma özel bir konuşma biçimleri vardır.

    Bozukluk: Etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimleri vardır. Karşısındakini etkisi altına alma, büyüleme çabası içine girerler.

    Histrionik kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı nedir?

    Histrionik kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı % 2-3 arasındadır. Kadınlarda daha sık görüldüğü bildirilmesine karşın büyük olasılıkla erkeklere gereğinden daha az konan bir tanı olduğunu düşünülmektedir. Aslında her iki cinsinde bu bozuklukla karşılaşma riski aynıdır.

    Klinik olarak verilere bakıldığında daha sık kadınlara tanındığı saptanmakla birlikte erkeklere tanı koyulduğunda homoseksüellikle ilgili olduğu görülmektedir.

    Histrionik kişilik bozukluğunun genellikle aşırı erkeksiliği veya aşırı kadınsılığı içeren cinsiyet rollerinin yansıması olarak görüldüğü ileri sürülmektedir.

    Kadın histrionikler (aynı zamanda erkeklerin bazıları) erken yaşta sevimlilikleri, yeterlilikleri veya plan gerektiren becerileri yerine fiziksel çekicilikleri ve etkileyecekleri için ödüllendirilmiş gibi görünür.  

    Kadınların aksine erkek histrionikler aşırı bir erkeksi rol oynamayı öğrenmişlerdir ve kişiler arası ilişkilerinde başarılı olma, problem çözme, analitik düşünme yetenekleri yerine erkeklikleri, dayanıklılıkları ve güçlü olmaları için ödüllendirilmişlerdir. Bu kişiler daha sonra, ileriki yaşlarında beklendiği üzere kazandıkları cinsiyet rollerine göre toplumda yer edinirler.

    Erkek ve kadın histrionikler oynadıkları rollerle diğer kişilere performans sergilemeyi onlardan ilgi görmeye odaklanmayı öğrenirler. Ancak buna rağmen erkekler çoğunlukla tanı ölçütlerini sağlasalar dahi nadiren histrionik kişilik bozukluğu tanısı alırlar. Bu durumun gelişmesinde yine toplumsal cinsiyet rollerinden beklentiler ve bunun sonucunda kadınların psikolojik hastalıklara daha yatkın olduğu şeklindeki yanlış inançlar etkili olmaktadır. Toplumun bu inançları sonucunda rahatsızlığı olduğu halde bunu inkâr edip yok saymaya çalışan erkek tedavi için de bir çaba arayamayacaktır.

    Histrionik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin genel özellikleri nelerdir?

    • Histrionik kişiler, insanlarla ilk karşılaştıklarında duygu ve düşüncelerini kolaylıkla ifade edebiliyor olmalarıyla sanki tiyatroda rol yapıyormuş gibi davranabilmeleri ve dikkati kendi üzerlerine çekebilme yetenekleriyle çevresindekileri etkilerler.
    • Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergilerler. Duygusal dalgalanmalar yaşarlar. Gülerken ağlayabilir ya da ağlarken gülmeye başlayabilirler.
    • Bu kişiler kaprislidirler, kolay tahrik olurlar ve isteklerinin engellenmesine, geciktirilmesine tahammül edemezler.
    • Bu kişilerin kullandıkları dil yapmacıktır. İfade ettikleri duygular gerçek olmaktan uzak taklitmiş gibi görünür.
    • Histrionikler, ilişkilerinde dost tavırlı ve yardımsever görünümde olmakla isteklerine ulaşmaya çalışırlar. Övgüye çok meraklıdırlar ve çekiciliklerini pazarlarlar.
    • Bu kişiler eğlenceye çok düşkün olmakla birlikte cinsel yönden de kışkırtıcılardır. Kadınlar cezbedici ya da cilveli bir şekilde davranabilirler; erkekler başkalarını övmede çok cömert davranırlar ve fırsat oldukça baştan çıkartıcı olurlar. Hem kadınlar, hem de erkekler, bir yandan kaygısız ve çokbilmiş olmanın ilginç bir karışımını sergilerlerken, diğer yandan da ketlenmiş gibilerdir. Cinsellik söz konusu olduğunda oyunu oynamada çok rahat davranırlar ancak olay ciddiye binince şaşkın, olgun olmayan biri gibi ya da kuruntulu davranırlar.
    • Histrioniklerin çevresindekileri etkileme, dikkat çekme ve kendine hayran bırakma temel hedefleri olduğu için istedikleri sonuca ulaşmak amacıyla çok çeşitli uygunsuz yolları deneyebilirler.
    • Histrionikler, başkalarında bıraktıkları ilk izlenimleri sürdüremezler. Birçok tanıdıkları vardır, ancak yakın arkadaşları azdır.  Kişisel etkinliğin çoğu alanında iyi bir başlangıç yapsalar da ilişkilerde derinlik ve süreklilik gerektiğinde çoğu kez duraksarlar ve geri çekilirler.
    • Histrionik kişiler, kendilerini girişken, arkadaş canlısı ve uyuşulabilir insanlar olarak görürler. Çoğu içgörüden yoksundur. İçlerindeki kargaşayı, kusurlarını, depresyonlarını ya da düşmanca tutumlarını göremezler ya da görmek istemezler.
    • Kendilerini, kendi özellikleri içinde değil, ancak başkalarıyla olan ilişkilerine göre ve onlar üzerinde bıraktıkları ya da bırakmak istedikleri izlenimlere göre tanımlarlar.
    • Histrionikler sanki içi boş canlılar gibi kendi içlerinden gelen dürtülerden çok dış uyaranlara göre davranırlar. Kabullenilmeyi ve sevgi göstermeyi bekledikleri kişilerin görüşlerine ve duygudurumlarına karşı ileri derecede duyarlıdırlar. Dış uyaranlara karşı böyle bir yönelimlerinin olması ayrıntılara, çabuk gelip geçen, nasıl etkilendiklerine göre değişen ve dağınık bir ilgi göstermelerine yol açar; kararsız ve dönek davranışlarının bir nedeni de budur.
    • Histrionikler,  iç gözlem yapmaktan· ve sorumluluk alarak düşünmekten kaçınma davranışı içindedirler. Kendi içlerinde olan bitenlerden çok dış olaylara göre uyum sağlamakla kalmazlar, başkalarının ne düşündüğüne,  başkalarının ne hissettiğine göre yönelimlerini sağladıkları için kendi düşünce ve duygularıyla ilgilenmeyi de öğrenemezler.
    • Histrionikler, bilinçdışı duygularını ele almak için kaba mekanizmalara başvurmak zorunda kalırlar. Rahatsızlık yaratabilecek duygulardan ve bellek yükünden uzak durmayı ve bunları baskılamayı iyi öğrenmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak geçmişlerinin büyük bir kısmı boştur, deneyimlerinden kazanmış olmaları beklenen belirli bir tutumları ve duyguları yoktur.

    Geçmişte yaşadıklarından deneyim kazanamadıkları için kendi başlarına pek işlevsel olamazlar ve bu yüzden başkalarına olan bağımlılıklarını sürdürürler. Üstelik, ders alabilecekleri bir geçmişleri olmadığı ve geçmişte öğrendiklerinin sağlayacağı yol gösterici bir rahatlık olmadığı için yaşadıkları zaman dilimi içinde sıkışıp kalırlar.

    • İçinde bulundukları durum uygun olsun ya da olmasın, önemli ya da önemsiz herkesin ilgisini çekmek için sürekli olarak gelişigüzel bir arayış içindedirler. Histrioniklerin, tanınmak isteme ve kabul görme gereksinmeleri bir türlü doymak bilmez gibidir. Belirli birinin ilgisini çeker çekmez, kabul görme açlıklarını gidermek üzere bir başkasına yönelirler.
    • Histrioniklerin ilgi çekememeleri ve kabul görmemeleri, çoğunlukla kendilerinde anksiyete yol açar. Başkalarının olumlu ya da olumsuz bir tavır ortaya koymayan tutumları histrionikler tarafından çoğu kez bir reddedilme olarak yorumlanır, boşluk ve değersizlik duyguları yaratır.
    • Kabul görmek için yetenek ve çekiciliklerini kullanıp kendilerini pazarlarlar.  Bunları çekici bir görünüm, baştan çıkartıcı istekler, yüzeysel bir çokbilmişlik ve başkalarını etkilemek ve eğlendirmek için takındıkları tavırlar ve duruş biçimleri ile sağlarlar. Gösteriler ve sergiler, dramatik tavırlar, anlamsız birtakım yorumlar, zekice anlatılan öyküler, ilgi çekici saç şekilleri, çarpıcı giysiler gibi şeylerin hepsini kendilerini ifade etmek için değil, ilgi çekmek için yaparlar.
    • Kolaylıkla yalan söylerler; işlerine yaramayacak bile olsa, gereksiz yere yalana başvurduklarına sık rastlanır. Kısacası histrionikler, kendilerini çuval dolusu hilesi olan bir eşya gibi kullanırlar. İlişkiye geçtikleri herkesin tüm ilgisini çekmeye çalışan çarpıcı bir kişilikleri vardır.
    • Histrionikler genelde başkalarıyla anlamlı ve sürekli bir ilişkiyi sürdüremezler. Belli bir derecede de olsa, başkalarında bıraktıkları yüzeysel izlenimlerle, kendilerinin gerçekten ne olduğu arasındaki farkın ne olduğunu da iyi bilirler. Hilelerinin ortaya çıkabileceğine ilişkin korkularından ötürü de başkalarıyla uzun süreli bir ilişkiyi sürdüremezler.
    • İlgi odağı olmadıkları durumlarda rahatsız olurlar. Sürekli ilgiyi üzerlerine çekmek isterler. İlgisizliğe tahammül edemedikleri için, ilgiyi toplamak amacıyla her yolu kullanırlar. Tanıdıklarının olduğu ortamlarda, sürekli yüksek sesle konuşarak, bir şeyler anlatarak bunu yapmaya çalışırlar otobüs, durak, çarşı gibi yerlerde ise bu imkanı bulamadıkları zaman, bir şekilde gürültü çıkararak veya yanlarındaki kişiyle yüksek sesle konuşarak, kahkahalar atarak herkesin kendisine bakmasını sağlamaya çalışırlar. İlgisiz kalamadıklarından, tanımadıkları insanlarla tanışıp, onların kendisiyle ilgilenmesinin bir yolunu bulmayı dahi denerler.

    Histrionik kişilik bozukluğunun yerleşik düşünceleri nelerdir?

    Diğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi bu bozuklukta da gerçekçi olmayan beklentiler, istekler ve yerleşik inançlar vardır. Bunlar şöyledir:

    • İlgi uyandıran, dikkatleri üzerine çeken bir insanım.
    • Mutlu olabilmem için başkalarının bana ilgi göstermesi gerekir.
    • Yaşam benim sinirlerimi geriyor, bu yüzden özel bir ilgi görmem ve bana düşünceli davranılması gerekiyor.
    • İnsanları eğlendiremiyor ya da etkileyemiyorsam ben bir hiçim.
    • Başkalarının bana karşı olan ilgilerini sıcak tutamazsam beni sevmeyeceklerdir.
    • İstediğimi elde etmenin yolu insanların gözünü kamaştırmak ya da onları eğlendirmektir.
    • İnsanlar bana karşı çok olumlu davranmıyorlarsa bu onların kokuşmuşluğundan ileri gelmektedir.
    • İnsanların beni göz ardı edebilmelerine inanamıyorum. Ben daima ilgi odağı olmalıyım.
    • Her şeyi enine boyuna düşünmem gerekmez, sezgilerim her zaman doğruyu söyler.
    • İnsanları eğlendirebilirsem zayıf yanlarımı göremezler.
    • Sıkılmaya katlanamam.
    • Aşırılığa kaçmadıkça insanlar bana ilgi göstermiyorlar.
    • Bir şeyi yapacak gibi hissedersem, hiç durmam yaparım.
    • Ben yetersizim ve kendi yaşamımı kendi başıma çekip çeviremem.
    • Değerli olabilmek için herkes tarafından sevilmeliyim.

    Histrionik kişilik bozukluğunun nedenleri nelerdir?

    Toplumdaki cinsiyet rollerinin sebep olduğu düşünülen histrionik kişilik bozukluğunun üzerinde genetik etmenlerin rolü oldukça düşüktür. Bu kişilerin klinik öykülerine bakıldığı zaman ortak noktalara rastlanmaktadır. Bu da histrionik bireyin küçük bir çocukken edindiği anne-baba örüntüsüdür.

    Çocuğa karşı ilgisiz, mesafeli, sevgi göstermeyen, sert tutumlara sahip ve hoşgörüyle davranmayan bir anne-baba örüntüsü veya çocukken cinsel istismara maruz kalmış olmak bu rahatsızlığın oluşumunda oldukça etkilidir.

    Bir diğer bakış açısına göre babanın kız çocuğuna aşırı düşkünlüğü, onu el üstünde tutmasıyla öte yandan annenin kıza mesafeli davranışı sonucu küçük kız korunmanın ve sevilmenin güçlü bir erkekten sağlandığını hatta bu sevgiye ulaşmanın ancak sevimlilikle mümkün olduğunu öğrenir.

    Freudyen bakış açılarına göre baba kızına aşırı düşkün olmakla birlikte bir de anneyi hor görüp onunla dalga geçiyorsa kızların anneyle kendini yarış içinde hissettikleri bir ortam oluşacaktır. Babanın bu tutumu, küçük kızın kendisi dışındaki diğer kadınların küçük ve bayağı olduğu yönünde bir inanç geliştirmesine sebep olmaktadır. Babanın ilgisini korumak ve baba tarafından sevilme ihtiyacının tatmini için küçük kız sürekli kendini gösterme ve sevimli olma davranışı içinde olacaktır. Kız çocuk ileriki yaşlarda da insanlarla ilişkilerinde babayla öğrendiği kalıbı kullanarak flörtçü davranışlar gösterecek ve teşhirci davranacaktır. Erkeklerde de durum benzer örüntüler gösterir. Histrionik kişiliğin oluşumunu psikanalitik kuramlar bu temele oturtmaktadır.

    Görüldüğü gibi çocuk yetiştirme tutumları, çocukluk çağı deneyimleri ve cinsiyet rolleri kazanımıyla oluşan bir bozukluktur. Yani histrionik kişilik bozukluğu için kısaca toplumun bireyi şekillendirmesiyle ve bireyden beklentisiyle gelişir diyebiliriz.

    Histrionik kişilik bozukluğunun tanı ölçütleri nelerdir?

    Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı duygusallık ve aşırı ilgilenilme arayışı gösteren sürekli bir örüntü durumudur.

    • İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur.
    • Başkalarıyla olan etkileşimi çoğu zaman uygunsuz bir biçimde cinsel yönden ayartıcı ya da baştan çıkarıcı davranışlarla belirlidir.
    • Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergiler.
    • İlgiyi üzerine çekmek için sürekli olarak fiziksel görünümünü kullanır.
    • Aşırı bir düzeyde başkalarını etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimi vardır.
    • Gösteriş yapar, yapmacık davranır ve duygularını aşırı bir abartma ile gösterir.
    • Telkine yatkındır, yani başkalarından ya da olaylardan kolay etkilenir.
    •  İlişkilerin, olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür.

    Histrioniklerin kendilerine bakış açısı ve çevre ile ilişkileri nasıldır?

    Histrionikler kendilerinin büyüleyici, etkileyici, ilgi ve dikkati hak eden kişiler olduklarını düşünürler. Ancak istedikleri şefkati, ilgiyi, hoş görülmeyi elde ederlerse, diğer insanları olumlu karşılarlar. İçinde bulundukları grubun yıldızı olmak koşuluyla güçlü kişilerarası bağlar kurabilirler. Benlik saygıları sürekli onaylanmalarına ve takdir edilmelerine bağlıdır.

    Temel Şemaları: “Gerçekte hiç de çekici biri değilim.”, “Mutlu olabilmem için çevremdeki insanların bana hayran olmaları gerekir.”, Bunun yanında “Ben çok hoş biriyim.” ,“Hayran olunacak biriyim” gibi gerçekçi olmayan kendilerini telkin edici şemaları vardır. Bunun yanı sıra  “Dış görünüş benim için çok önemlidir. İnsanlara dış görünüşlerine göre değer biçerim.” “Hayatta hiçbir zaman engel tanımam. İstediğim her şeye istediğim zaman sahip olmalıyım.” “Duygularımı hemen ve doğrudan ifade etmeliyim.” gibi şemaları da vardır. Kızgınlık yaşayan bir histrionik bu duygusunu temel alarak karşısındakini cezalandırmak isteyebilir. Eğer şefkat duygusu içindeyse, bu duygusuna dayanarak şefkat saçarlar. (Ancak kısa süre içinde başka duygu edinebilirler).

    Temel Duyguları: Genel duyguları neşe, mutluluk, hafifliktir. İnsanları kendilerine bağlamak için dramatize edici ifade tarzlarını kullanırlar. Renkli bir iletişim içindedirler. İstediklerini elde edemezlerse, kendilerine haksızlık yapıldığına inanırlar. İkna etmek ya da intikam almak için sinir krizlerine girerler. Engellenmeye toleransları çok düşüktür ve ağlama, saldırma krizlerine girip intihar girişimlerinde bulunurlar. Bazen intihar girişimleri çok ciddi olabilir, hatta ölümle sonuçlanabilir.

    Histrioniklerin en çok sorun yaşadığı alanlardan birisi de karşı cinsle ilişkileridir. İlişkilerindeki yakınlık ve ilgiden hiçbir zaman tatmin olmazlar, hep daha çok ilgi ve yakınlık gereksinimi içinde açlık çekerler. Sürekli farkı kişilerle flört ederler. İlgi çekmek ve başkalarının kendisiyle ilgilenmesini sağlamanın en kolay yollarından biri olduğu için, seçici olmadan ya da beğenip beğenmediklerine aldırmaksızın, hemen herkesle flört ederler.

    Histrionik kişilik bozukluğu vakalarının tedavi başvuruları genellikle evlilik ya da ilişkilerindeki bu özelliklerinden kaynaklanan problemler sebebiyle olmaktadır. Mesela, kişi evli ya da ciddi bir ilişkisi olmasına rağmen, eşi ya da sevgilisi yanında olmadığı zaman birinin kendisiyle ilgilenmesini sağlamak üzere, kısa süreli ve rastgele ilişki kurarlar. Hatta rastgele cinsel ilişkide bulunurlar. Bu herkesle flört etme ve cinsel yakınlıkta bulunma davranışlarının, cinsel arzuları ile bir ilgisi yoktur. Çoğunda, uyarılma ve orgazm sorunları başta olmak üzere, cinsel işlev bozukluğu görülür.

    Cinsel yakınlık, onlar için sadece, ilgi ve şefkat görme ihtiyaçları için kullandıkları bir yol, ödedikleri bir bedeldir. Çevresindeki insanlardan gizledikleri bağımlılık gereksinmelerinin ayrımına varmaktan kaçınırlar. Dışlanmaya aşırı duyarlıdırlar ve bu korkuları sebebiyle insanlardan kabul görmek için başkalarına göre davranma eğilimi gösterirler. Böylece gerçek kendileri ile toplum önünde sergiledikleri kendilerini birbirinden ayrı tutarlar.

    Histrionik kişilik bozukluğunda ayırıcı tanı

    Başta saymış olduğumuz tanı ölçütleri temel alınarak ve hastanın detaylı klinik öyküsü araştırılarak tanı koyulması gerekmektedir. Ancak bazı bozukluklarla karıştırılması veya kişide eş zamanla birkaç bozukluğun aynı anda görülebilmesi tanı koymayı zorlaştırmaktadır.

    Çoğu kez borderline kişilik bozukluğu, narsisistik, antisosyal ve bağımlı kişilik bozuklukları ile birlikte görülür.

    Borderline kişiler ve histrionikler değişken ve dramatik duygular sergilerler, ancak borderline hastalar yıkıcı davranışlar sergilemeye daha çok meyillidir.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler güç ve kar etmek için manipülasyon yaparken histrionik kişiler fiziksel beğeni kazanmak ve duygusal açlıklarını doyurmak için manipülasyon yaparlar.

    Narsisistik kişilik bozukluğu ve histrionik kişilik bozukluğu ise ortak olarak ilgi çekmeye çalışırlar. Narsisistler çevresindekilere üstünlük sağlamak için ilgi çekmeye çalışırken histrionik kişilikteki bireyler kırılgan görünerek ilgiye muhtaç olduklarını hissettirmek istedikleri için ilgi çekme çabası gösterirler.

    Bağımlı kişilik bozukluğunda histrioniklerde görüldüğü gibi gösterişli ve abartılı duygusal özellikler görülmez. Bunlar dışında bir bireye histrionik kişilik bozukluğu tanısı koyulabilmesi için herhangi bir tıbbi duruma bağlı kişilik değişimi olmadan önce bulunması gerekmektedir.

    Yine histrionik kişilik bozukluğunun bireyde kronik madde bağımlılığı varsa bağımlılığın başlamasından önce bulunması gerekmektedir.

    Histrionik kişilik bozukluğunun tedavisi var mı?

    Histrionik kişilik bozukluğunun belirtileri yaşlandıkça azalma göstermektedir. Bunun temel sebebi olarak rahatsızlığın hareketli ve enerjik olmayı gerektirmesi gösterilebilir.

    Histrionik kişiler genellikle durumlarından şikâyetçi olup tedavi için başvuruda bulunmazlar. Ancak çevreleriyle ilişkilerinde yaşadıkları bazı sorunlar ve başka psikolojik bozukluklar, sinirlilik, gerginlik veya depresyon sebebiyle uzmana danışabilirler.

    Bu hastalar için hem bireysel hem de grup psikoterapisi oldukça etkili olmaktadır. Psikoterapi ile, hastanın histrionik davranışının altında yatan gerçek nedenlerin ve duyguların farkına varmasına yardım edilir.

    Terapi ile birlikte zamanla hastanın başkalarına ihtiyaç duymadan kendi yaşamını etkileyen kararları alabilmesi sağlanır. Başlangıçta tedavisi kolay olacakmış gibi gözükür çünkü bu hastalar işbirliği yapan, iyimser davranan kişilerdir.

    Tedaviye eksiksiz uymaya çalışırlar uzmanın talimatlarını dikkatle dinlerler. Ancak hastanın bir süre sonra uzmana ve tedavi sürecini bağımlılık geliştirdiği ve sorumluluk almaktan kaçındığı görülür bu durum aslında tedavinin güç olduğunu göstermektedir. Bu sebeple hastanın tedavi sürecinde daha aktif rol alması gerekir.

    Histrionik kişinin kendi ve çevresi hakkında oluşturduğu şemalar ve yerleşik düşünceler kolay değişmeyecektir. Tek başına bağımsız olma duygusu kişiyi korkutarak tedaviyi güçleştirecektir.

    Bir diğer sorun da bu hastaların bastırma savunma mekanizmasını çok sık kullanmalarıdır. Geçmişlerini kendileri için silik hale getirir üzerinde düşünmek istemezler. Bozukluğun düzeltilmesinde en önemli adım aslında hastanın farkında olmadığı ve yalan söyleyerek yok saymış olduğu asıl gerçek olan duygu ve düşüncelerin farkına varmasını sağlamaktır.

    Histrionikler içgörüden yoksun oldukları için bu da üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Bu eksiklik sebebiyle yaptıklarının doğru veya yanlış olduğunu belirlemeleri sağlıklı olmayacaktır.

    Psikoterapinin özel bir çeşidi olan Mod Terapisi ile de histrionik kişilik bozukluğunun üstesinden gelmek mümkün olabilmektedir.

    Referanslar
    • Budak S., Freud Cinsellik Üzerine Üç Deneme. 4. Baskı. Ankara: Öteki Yayınları; 2000.
    • Köroğlu E. Kişilik Bozuklukları. Ankara: HYB Yayıncılık; 2007.
    • YÜKSEL, Nevzat, Ruhsal Hastalıklar,  Nobel Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2006.
    • ÖZTÜRK, Orhan, Aylin ULUŞAHİN, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.
    • Şahin. M, Anormal Psikolojisi, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, 2017.
    • Butcher, James N.  Anormal Psikoloji, Kaknüs Yayınevi ; 2013
    • http://www.klinikgelisim.org.tr/eskisayi/kg_22_4/8.pdf
  • Depresyondaki Birine Nasıl Davranılır?

    Depresyon, sadece hastalığı yaşayanlar için değil hasta yakınları için de zor bir hastalıktır. Pek çok depresyon hastası yakını, depresyon hastasına karşı takınacağı tavır konusunda ne yapacağını bilememektedir. cevapsepeti.com’dan Şeyda Yavuzlu bu konuyla ilgili güzel bir yazı yazdı. Umarım faydalı olur.

    Sevdiğiniz birisi depresyona girdiğinde, destek ve teşvikleriniz iyileşmelerinde önemli bir rol oynar. Ancak, kendi ihtiyaçlarınızı göz ardı ederseniz, depresyon sizi de yıpratabilir. Buradaki öneriler kendi duygusal dengenizi korurken depresyondaki birine destek vermenize yardım edebilir.

    Depresyondaki arkadaşa veya aile bireyine yardım etmek

    Depresyon, gencinden yaşlısına kadar ve hayatın her aşamasındaki milyonlarca insanı etkileyen ciddi ama tedavi edilebilir bir hastalıktır. Depresyon günlük işleyişleri engeller ve çok büyük acılar verir. Bu sadece depresyondakileri değil, çevrelerindeki herkesi etkiler.

    Sevdiklerinizden biri depresyondaysa, çaresizlik, öfke, sinir, korku, suç ve üzüntü içeren sayısız zor duygu altında kalabilirsiniz. Bunları hissetmeniz normaldir. Arkadaşınızın veya aile bireyinizin depresyonuyla uğraşmak kolay değildir; ve eğer kendinize dikkat etmezseniz, kahredici olabilir.

    Söylendiği gibi, sevdiklerinize yardım etmenin yolları var. Depresyon hakkında ve arkadaşınızla ya da aile bireylerinizle nasıl konuşacağınızı öğrenmekle başlayın. Ama ona elinizi uzatırken, kendi duygusal sağlığınızla da ilgilenmeyi unutmayın. Kendi ihtiyaçlarınızı düşünmek bencillik değildir, gereklidir. Duygusal anlamda güçlü olmanız depresyondaki arkadaşınızın ya da aile bireyinizin ihtiyaç duymakta olduğu desteği sağlamanıza imkân verecektir.

    Arkadaşınızın ya da aile bireyinizin depresyonda olduğunu anlamak

    Depresyon ciddi bir durumdur. Depresyonun ciddiyetini hafife almayın. Depresyon, insanın enerjisini, iyimserliğini ve motivasyonunu alıp götürür. Depresyondaki yakınınız istekli olmanın vereceği güçle öyle “kendisini toparlayamaz”

    Depresyon belirtilerini kişisel algılamayın. Depresyon bir insanın herhangi kimseyle, hatta en çok sevdikleriyle derin duygusal seviyelerde bağlar kurmasını zor bir hale getirir. Ayrıca, depresif bireyler sık sık kırıcı sözler söyler ve öfkeli hareketlerde bulunurlar. Bunun yakınınızın değil, depresyonun konuşmaları olduğunu unutmayın, yani bunları üzerinize alınmayın.

    Sorun saklanarak çözülmez. Hallederizci olmayın. Mazeretler sunmanın, sorunun üstünü örtmenin ya da depresyondaki yakınınız için yalanlar söylemenin faydası yoktur. Aslında bu tavır, depresyondaki bireyi tedaviden uzak tutabilir.

    Bir başkasının depresyonunu siz düzeltemezsiniz. Yakınınızı depresyondan kurtarmaya çalışmayın. Problemi çözmek size bağlı değildir, çözemezsiniz de. Yakınınızın depresyonundan suçlanacak ya da mutsuzluğundan sorumlu tutulacak değilsiniz. Nihai olarak, iyileşmek depresyondaki bireyin elindedir.

    Arkadaşım ya da aile bireyim depresyonda mı?

    Depresyona karşı mücadelenin ilk hattında sıklıkla aile ve arkadaşlar bulunur. Depresyonun işaret ve belirtilerini anlamak bu nedenle önemlidir. Yakınınızın depresyonda olduğunu ondan önce siz fark edebilirsiniz ve sizin etkiniz ve ilginiz kişiyi yardım aramaya yönlendirebilir.

    Arkadaşınız ya da aile bireylerinizde depresyon belirtileri:

    • Artık hiçbir şey onu ilgilendirmiyormuş gibi görünür.
    • Karakterine uymayan bir şekilde üzgün, asabi, çabuk öfkelenen, hassas, karamsardır.
    • İşine, cinselliğine, hobilerine ve zevk veren diğer aktivitelere ilgisini kaybetmiştir.
    • Çaresiz ya da ümitsiz hissettiğinden bahseder.
    • Hayata karamsar ya da olumsuz bakış açısıyla bakar.
    • Sıkça baş ağrısı, mide rahatsızlıkları ya da sırt ağrısı gibi sıkıntılardan şikâyet eder.
    • Sürekli yorgun ve bütün enerjisi çekilmiş hissettiğinden yakınır.
    • Arkadaşlarından, ailesinden ve sosyal aktivitelerden kendisini çekmiştir.
    • Ya normalden az ya da aşırı uyuyordur.
    • Ya normalden az yiyordur ya da normalden fazla yiyecek tüketmeye başlamıştır ve bu sebeple, ya kilo vermiş ya da kilo almıştır.
    • Kararsız, unutkan, düzensiz olmuştur ve “köşesine çekilmiş”tir.
    • Daha fazla alkol tüketmeye ve uyku ilaçları ve ağrı kesiciler de dâhil olmak üzere, hap almaya başlamıştır.

    Yakınınızla depresyon hakkında nasıl konuşursunuz?

    Bazen, sevdiğiniz bir insanla depresyon ile ilgili konuşurken ne söyleyeceğini bilmek zor olur. Endişelerinizi belli ederseniz sinirlenebileceğinden, hakarete uğramış hissetmesinden ya da kaygılarınızı göz ardı etmesinden korkabilirsiniz. Ne soracağınızdan ya da nasıl destek olacağınızdan emin olmayabilirsiniz.

    Nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, aşağıdaki öneriler yardımcı olabilir. Ancak unutmayın ki, şefkatli bir dinleyici olmak tavsiyeler vermekten çok daha önemlidir. Depresyondaki kişiyi hissettikleri hakkında konuşması için cesaretlendirin ve yargılamadan dinlemeye istekli olun.

    Ayrıca, tek bir konuşmayla her şeyin sona ermesini beklemeyin. Depresyondaki bireyler diğer insanlardan uzaklaşıp kendilerini soyutlamaya yatkın olurlar. Kaygınızı ve dinleme isteğinizi defalarca dile getirmeniz gerekebilir. Ancak ısrarcı değil, nazik olun.

    Sohbete başlama yolları:

    • Son zamanlarda senin için kaygılanıyorum.
    • Son zamanlarda sende bazı değişiklikler gördüm ve nasıl olduğunu merak ettim.
    • Son zamanlarda bayağı bezgin görünüyorsun, bu yüzden seninle görüşmek istedim.

    Sorabileceğiniz sorular:

    • Ne zaman böyle hissetmeye başladın?
    • Seni bu şekilde hissetmeye iten bir şey mi oldu?
    • Hemen şu anda sana en iyi desteği nasıl verebilirim?
    • Artık var olmak istemeyeceğin kadar mı kötü hissediyorsun?
    • Yardım almayı düşündün mü?

    Unutmayın, destek olmak cesaret ve umut aşılamayı barındırır. Bu çoğu zaman, bir kişiyle, depresif bir zihin çerçevesinde bulunduğu sırada anlayabileceği bir dille konuşma meselesidir.

    Yardımcı olacak neler söyleyebilirsiniz?

    • Bu konuda yalnız değilsin. Senin için buradayım.
    • Buna şu anda inanmıyor olabilirsin ama hislerin değişecek.
    • Nasıl hissediyor olduğunu tam olarak anlayamıyor olabilirim ama seni umursuyorum ve sana yardım etmek istiyorum.
    • Bırakmak istediğin zaman, kendine sadece bir gün, saat, dakika daha- elinden ne kadar geliyorsa- dayanacağını söyle.
    • Benim için önemlisin. Hayatın benim için önemli.
    • Sana yardım etmek için şu anda ne yapabileceğimi söyle.

    Şunları söylemekten kaçının:

    • Her şey senin kafanda bitiyor.
    • Hepimiz böyle zamanlardan geçiyoruz.
    • İyi tarafından bak.
    • Uğrunda yaşayacağın çok şey varken ölmek neden?
    • Durumun için hiçbir şey elimden gelmez.
    • Toparla kendini artık.
    • Senin neyin var?
    • Şimdiye kadar daha iyi olman gerekmez miydi?

    Depresyondaki bireye yardım ederken kendinize göz kulak olun

    Sevdiğimiz insanların sorunlarını çözmek isteyen doğal dürtülerimiz vardır ama yakınınızın depresyonunu siz kontrol edemezsiniz. Ancak kendinizle ne kadar ilgileneceğinizin kontrolünü yapabilirsiniz. Sağlıklı kalmanız, depresyondaki bireyin tedavisi kadar önemlidir, bu yüzden kendi sağlığınıza öncelik tanıyın.

    Uçuş görevlilerinin tavsiyesini hatırlayın: bir başkasına yardım etmeden önce kendi oksijen maskenizi takın. Başka bir deyişle, depresyondaki birine yardımcı olmaya çalışmadan önce kendi sağlığınızın ve mutluluğunuzun yerinde olduğundan emin olun. Yardımcı olmanın baskısı altında çökerseniz ne arkadaşınıza ne de aile bireyinize hiçbir yardımınız dokunmaz. Kendi ihtiyaçlarınızı gözettiğinizde, yardım elinizi uzatmak için gereksindiğiniz enerjiye sahip olacaksınız.

    Kendinizle ilgilenmeniz için öneriler:

    • Bu zorlayıcı zamanın bir maraton olduğunu varsayın; devam ettirebilmeniz için ek takviyelere ihtiyacınız var. Aşağıdaki fikirler yakınınızı depresyon tedavisi ve iyileşme sürecinde desteklerken gücünüzü ayakta tutmaya yarayacaktır.
    • Kendiniz için açıkça konuşun. Depresyondaki yakınınız sizi üzdüğünde ya da hayal kırıklığına uğrattığında açıkça konuşmakta tereddüt edebilirisiniz. Ancak, iletişim kurmak bir ilişkiye uzun vadede gerçek bir yardımı olacaktır. Sessizce acı çekiyor ve kırgınlıklarının oluşmasına izin veriyorsanız, yakınınız bu olumsuz hisleri hemen kavrayacak ve daha da kötü hissedecektir. Hapsedilmiş duygular duyarlılıkla iletişim kurmanızı güç hale getirmeden, nasıl hissettiğinizden kibarca bahsedin.
    • Sınırlar koyun. Elbette yardım etmek istiyorsunuz ama aşırı olabilirsiniz. Eğer hayatınızı yakınınızın depresyonunun yönetmesine izin verirseniz sağlık sıkıntılarınız olur. Psikolojik bir bedel ödemeden gece gündüz bakıcılık yapamazsınız. Tükeniş ve kırgınlıkları önlemek için, ne yapmak istediğinize ve ne kadarını yapabileceğinize bir sınır getirin. Yakınınızın terapisti değilsiniz, bu sebeple bu sorumluluğu üzerinize almayın.
    • Hayat akışınızı devam ettirin. Yakınınızla ya da arkadaşınızla ilgilenirken, günlük yaşantınızda kaçınılmaz değişikler olabilir ancak, arkadaşlarınızla randevulaşmak ve planlar yapmak için elinizden geleni yapın. Eğer depresyondaki yakınınız, planlamış olduğunuz bir geziye katılamıyor ya da dışarıya çıkamıyorsa, onun yerine başka bir arkadaşınızdan size eşlik etmesini isteyin.
    • Destek alın. Destek için başkalarına dönerek depresyondaki yakınınıza ya da arkadaşınıza ihanet etmiyorsunuz. Destek grubuna katılmak, bir danışmanla ya da din görevlisiyle konuşmak ya da güvenilir bir arkadaşınıza içinizi dökmek böyle çetin bir zamandan geçerken size yardımcı olacaktır. Yakınınızın depresyonuyla ilgili ayrıntılara girmenize ya da gizli şeyleri açığa çıkarmanıza gerek yok; bunun yerine kendi duygularınıza ve nasıl hissettiğinize odaklanın. Yöneldiğiniz kişinin tamamen dürüst olduğundan- duygularınızı yargılamadığından- emin olun.

    Depresyondaki bireyi yardım almaya teşvik etmek

    Bir başkasının depresyon tedavisini kontrol edemezsiniz ancak depresyondaki kişiyi yardım almak konusunda cesaretlendirmeye başlayarak yardım konusunda olumlu bir adım atabilirsiniz.

    Depresyondaki bireyi tedaviye yöneltmek zor olabilir. Depresyon enerji ve motivasyonu dağıtır, bu yüzden bir doktor bulmak ve randevu almak bile usandırıcı gelebilir. Depresyon aynı zamanda karamsar düşünme şekillerini içinde barındırır. Depresif kişi durumun çaresiz ve tedavinin anlamsız olduğuna inanabilir.

    Bu pürüzler sebebiyle, yakınınıza sorunu kabul ettirmek, ona yardım etmek ya da sorunun çözülebileceğini göstermek, depresyon tedavisinde temel bir basamaktır.

    Eğer arkadaşınız ya da aile bireyiniz depresyon konusunda yardım almaya karşı direnirse:

    • Bir cerrahın genel kontrolünden geçmesini önerin. Yakınınız zihinsel sağlık uzmanı yerine aile doktoruna görünmekte daha az endişelenebilir. Alışılmış bir doktor ziyareti gerçekten harika bir seçenek, çünkü doktor, depresyonun tıbbi sebeplerini göz ardı edebilir. Doktor depresyon teşhisinde bulunursa, yakınınızı psikiyatriste ya da psikoloğa yönlendirebilir. Bazen ?uzman? fikri bütün farkı yaratır.
    • Yakınınıza doktor veya terapist bulmasına yardım etmeyi ve ilk ziyarette yanlarında gitmeyi teklif edin. Doğru tedaviyi sağlayacak kişileri bulmak zor olabilir ve bu süreç sıklıkla, deneme-yanılma yöntemiyle işler. Enerjisi çoktan düşmüş depresif bir birey için, telefon görüşmelerinde ve seçenekleri değerlendirmede yardım etmek son derece büyük bir yardımdır.
    • Kişiyi doktorla görüşmesi, ayrıntılı bir belirti ve şikâyet listesi yapması için teşvik edin. Dışarıdan bir gözlemci olarak dikkatinizi çeken şeyleri, “Sabahları çok daha kötü hissediyor gibi görünüyorsun.”, ya da “İşten önce her zaman karnın ağrıyor.” gibi cümlelerle ortaya koyabilirsiniz.

    Depresyon tedavisi sürecinde destek olmak

    • Depresyonda bulunan arkadaşa ya da yakınınıza yardım etmek için yapabileceğiniz en önemli şeylerden biri, tedavi sürecinde koşulsuz sevgi ve desteğinizi sunmaktır. Bu, depresyon evresinde birbirinden ayrılmayan karamsarlık, düşmanlık ve asabiyetle baş ederken her zaman kolay olmasa da, şefkatli ve sabırlı olmayı da içerir.
    • Kişinin ihtiyaç duyduğu (ve kabullenmeyi istediği) şeylere elinizden gelen yarımı sağlayın. Yakınınıza randevular yapıp onlara gitmesinde, tedavi seçeneklerini araştırmasında ve tedavi şartlarını yerine getirmesinde yardımcı olun.
    • Beklentileriniz gerçekçi olsun. Depresyondaki arkadaşı veya aile bireyini, özellikle ilerleme yavaş gerçekleşiyor ya da kesintiye uğruyorsa, mücadele verirken görmek sinir bozucu olabilir. Sabırlı olmanız önemli. İdeal bir tedavide bile, depresyondan bir gecede iyileşilmez.
    • Model sunun. Arkadaşınızı ya da aile bireyinizi kendiniz de öyle yaparak, daha sağlıklı, canlılık veren bir hayat sürdürmesi için teşvik edin: olumlu bir duruşunuz olsun, iyi beslenin, alkol ve uyuşturucudan uzak durun, egzersiz yapın ve destek almak için diğerlerine güvenin.
    • Faaliyetler için teşvik edin. Yakınınızı eğlenceli bir filme gitmek ya da sevdiği bir restoranda akşam yemeğine gitmek gibi canlandırıcı faaliyetlere davet edin. Egzersiz de bilhassa verimli olacaktır, bu nedenle depresif yakınınızı hareketlendirmeye çalışın. Birlikte yürüyüşe çıkmak en kolay seçenektir. Nazik ve şefkatli bir şekilde üsteleyin- cesaretiniz kırılmasın ve sormaktan vazgeçmeyin.
    • Mümkün oldukça beraber çalışın. Görünürde kolay işler depresif bir birey için başarması güç işler olabilir. Ev işlerinde yardım etmeyi önerin, ancak kendinizi harap etmeden elinizden geleceği kadarını yapın!
    • Tanıdığınız ve sevdiğiniz insanın intihar gibi zorlayıcı bir şeyi aklından geçirebileceğine inanmak zor olabilir ama depresyondaki bir birey başka bir çıkış yolu görmeyebilir. Depresyon değerlendirme yapmayı engeller ve düşünme işleyişini bozar; gerçekten aklı başında bir insanı, hissettiği acıyı sona erdirmenin tek yolunun ölüm olduğuna inandırır.

    Birisi depresyona girdiğinde, intihar gerçek ve büyük bir tehlikedir. Uyarıcı belirtileri bilmek önemlidir:

    • İntihar, ölmek ya da birisine zarar vermek hakkında konuşma.
    • Zihni ölümle meşgul etme.
    • Çaresizlik ya da kendinden nefret etme gibi hisleri dile getirme.
    • Tehlikeli ya da kendine zarar veren davranışlarda bulunma.İşleri yoluna koyup vedalar etme.
    • Hap, silah ya da başka ölümcül nesneler arama.
    • Depresyon sonrası aniden sakin hissetme.

    Arkadaşınızın ya da aile bireyinizin aklından intiharı geçirdiğini düşünüyorsanız, onunla endişeleriniz hakkında mümkün olduğunca çabuk konuşun. Çoğu insan konuyu açmaktan tedirgin olur ama intihar etmeyi düşünen birisi için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri konuşmaktır. İntihara meyilli düşünceler ve hisler hakkında konuşmak bir insanın hayatını kurtarabilir, bu yüzden, endişeleniyorsanız düşüncelerinizi dile getirin ve hemen uzman yardımı alın!

    Kaynak

    http://www.cevapsepeti.com/yazilar/depresyondaki-birine-yardim-etmek

  • Antisosyal Kişilik Bozukluğu Nedir?

    Sinemada sıkça kullanılan seri katil temasıyla psikopatlar toplumda merak uyandırmaya ve ilgi çekmeye başladı. Önceleri günlük hayatta pek fazla kullanılmayan psikopat terimi günlük dilin bir parçası haline geldi. Halk arasında uyumsuz ve sapkınca davranışlar sergileyen kişiler psikopat olarak adlandırılırken çoğu zaman bunun tam olarak ne anlama geldiği bilinmemekte ve yanlış anlamlarda kullanıldığı görülmektedir.

    Toplumsal kurallara ters düşen, toplumdan sapan ve kültürel değerlere aykırı davranışlar gösteren kişiler psikoloji literatüründe “antisosyal”, “sosyopat” ya da “psikopat” olarak nitelendirilmektedir. Ancak topluma zıt her davranış bu tanıma girmemektedir. Bu yazıda, anlam karmaşasını gidermek amacıyla psikopat, sosyopat ve antisosyal kavramlarını açıklayarak ne gibi durumlarda bireylerin antisosyal kişilik bozukluğu sınıfında değerlendirildiğini ve bu kişilik bozukluğunun nasıl oluştuğunu, nelere yol açtığını konuşacağız. 

    Psikopat ve sosyopat aynı şey midir?

    Her iki rahatsızlık da aslında kişilik bozuklukları başlığı altında incelenir. Genellikle eş anlamlarda kullanılan psikopat ve sosyopat kavramları benzerliklerle birlikte temelde farklı noktalara işaret eder. Psikopat terimi genelde bütün kişilik bozuklukları için kullanılırken sosyopat terimi söz konusu kişilik bozukluğunun toplumsal uzantılarını karşılamak üzere kullanılmıştır. Her iki rahatsızlıkta da bireyler sosyal normları ya da kuralları ihmal ederler, başkalarının haklarını önemsemezler, şiddete eğilimleri vardır ve suçluluk hissetmezler.

    Psikopat ile sosyopat arasındaki en belirgin fark psikopatlığın doğuştan, yani genetik olarak geçtiği sosyopatların ise “sosyo” teriminden de anlaşılacağı üzere sosyal ortama, çevreye bağlı olarak bu özellikleri kazanmasıdır.

    Psikopatlar risk almaya her zaman meyilli olmuş, içinden geldiği gibi davranan, korkusuz ve insanlarla ilişkilerinde sorun yaşayan kişilerdir. Toplum kurallarının ve beklentilerinin farkındadırlar ve çevreleri tarafından onaylanmayacak düşünce ve davranışlarını ustalıkla gizleyebilirler.

    Psikopatlarda vicdan oldukça azdır. Bir şeyi çalmanın yanlış olduğunu bilseler dahi eğer canları istiyorsa yaparlar. Sosyopatlar ise aslında daha normal bir kişiliğe sahip olmalarına karşın sorunun kaynağı aileleri, yetiştirilme tarzı ve yaşadıkları çevredir.

    Sosyopatlar toplum içinde kendi gerçek kimliklerinin dışına çıkıp, olduklarından farklı bir görüntü vermekte pek başarılıdırlar. Bu sebeple pek çok insan yaşamı boyunca bir-iki sosyopat ile karşılaşmış ama bunun farkına varmamış olabilir. Her iki durumda da görüldüğü gibi bu rahatsızlığa sahip bireyler topluma uyum sağlamakta zorlanır ve toplumsal alana da yansıyan ciddi bozulmalar ortaya çıkar. Şimdi bu iki kavramı içinde barındıran antisosyal kişilik bozukluğunu inceleyelim.

    Antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB) nedir?

    Antisosyal kişilik bozukluğuna sahip kişiler hem ergenlikte davranış bozukluğu geçmişi olan hem de yetişkinlik döneminde sosyal açıdan tehlikeli ve sorumsuz davranışlara sahip olan kişilerdir.

    Antisosyal kişilik bozukluğu 15 yaşından başlayan ve erişkinlikte devam eden, yaygın olarak başkalarının haklarına tecavüz etme ve önemsememe ile kendini gösteren bir rahatsızlıktır. Antisosyal kişilik bozukluğu kişinin bilişsel becerilerinde, temel duygulanım ve düşünce yapısında belirgin bozulmaya yol açmayan, kendini özellikle davranış alanında göstererek insanlar arası ilişkilerde, aile ve iş yaşamında parçalanmaya neden olabilen, hastadan çok topluma huzursuzluk veren, kronik ve tedaviye dirençli bir ruhsal bozukluktur.

    Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan ve suç sayılan davranışlar sergilemek, dürtü kontrolünde zayıflık, empatiden yoksunluk, suçluluk duymama gibi alanlarda belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da diğer önemli alanlarda bozulmaya yol açmaktadır.

    Antisosyal bireylerin okul performansının düşük olduğu, aynı işte uzun süre çalışamama, evlilikleri sürdürememe ve dini inançlarının zayıf ya da hiç olmadığı gibi özelliklerinin sık olduğu bilinmektedir.

    Antisosyal kişilik bozukluğunun tanı ölçütleri nelerdir?

    Genellikle antisosyal denilince evden çıkmayan, insanlarla iletişim kuramayan, sosyalleşmeyi beceremeyen veya reddeden kişiler gözümüzde canlanabilir. Ancak topluma katılmayan sosyalleşmeyen her bireye antisosyal denilmesinin doğru olmadığını ve bu kişilerin asosyal olarak tanımlanmasının yerinde olacağını söylemekte yarar var.  Antisosyal olmak demek birtakım belirtileri ve ciddi sonuçları beraberinde getiren ancak klinik olarak tanımlanabilen davranış ve kişilik bozukluğuna işaret eder. Bu durumda belirli tanı kriterleri olacaktır. Bunlar şu şekildedir:

    • Tutuklanması için zemin hazırlayan eylemlerde tekrar tekrar bulunmakla belirli, yasalara uygun toplumsal davranış biçimine ayak uyduramama,
    • Sürekli yalan söyleme, takma isimler kullanma ya da kişisel çıkarı, zevk için başkalarını kullanma ile belirli dürüst olmayan tutum,
    • Dürtüsellik ya da gelecek için tasarılar yapamama,
    • Tekrarlayan kavga, dövüşler ya da saldırılarla belirli olmak üzere sinirlilik ve saldırganlık,
    • Kendisinin ve başkalarının güvenliği konusunda umursamazlık,
    • Sürekli işinin olmayışı ya da parasal sorumluluklarını yerine getirmeme ile belirli, sürekli bir sorumsuzluk.
    • Başkasına zarar verme, kötü davranma ya da başkasından bir şey çalmış olmasına rağmen ilgisiz olma veya yaptıklarından kendince mantıklı açıklamalar getirme ile belirli pişmanlık ve vicdan azabı duymama.

    Antisosyal kişilik bozukluğu tanısının konabilmesi için yukarıda sıralamış olduğumuz maddelerden üçünün (ya da daha fazlasının) olması ile kendini gösteren, 15 yaşından beri süregelen, başkalarının haklarını saymama, başkalarının haklarına saldırma örüntüsünün klinik olarak incelenmesi gerekmektedir. Buna ek olarak hastalıktan şüphe duyulan bireyin en az 18 yaşında olması, 15 yaş öncesinde davranım bozukluğunun başladığına ilişkin kanıtların olması ve şizofreninin ya da bipolar bozukluğun, gidişi sırasında ortaya çıkmamış olması gerekmektedir.

    Antisosyal kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı nedir?

    Antisosyal kişilik bozukluğunun görülme sıklığını etkileyen en önemli faktörler yaş, cinsiyet, kültürel etkenler ve sosyoekonomik durum gibi değişkenlerdir. Kentlerin fakir bölgeleri ve bu bölgelerin yer değiştiren sakinleri arasında daha yaygındır. ASKB en yüksek yaygınlıkta, şiddetli alkol kullanım bozukluğu olan erkekler (%70’den fazla) ve cezaevlerinde kalanlar (%75 kadar yüksek olabilir) arasında bulunur.

    Araştırmalara göre erkeklerde kadınlara oranlara daha çok görüldüğü bildirilmektedir. Erkeklerde bu oran %3-7 arasındayken kadınlarda %1 civarındadır. Erkek hastalar kadınlarla karşılaştırıldığında erkeklerin daha geniş ailelerden geldikleri görülür.

    Ailenin sahip olduğu erkek çocuk sayının fazlalığı antisosyal davranışın gelişimini desteklemekte, ailedeki kız çocukların fazlalığının ise koruyucu bir etkisi olmaktadır.

    Belirtiler 15 yaşından önce başlamaktadır. Kızlarda belirtiler ergenlik döneminde görülebilirken, erkeklerde daha erken yaşlarda bile görülebilmektedir. Antisosyal kişilik bozukluğu, bu bozukluğa sahip erkeklerin birinci derece akrabaları arasında kontrollere göre beş kat daha yaygındır.

    Antisosyal kişilik bozukluğunun nedenleri nelerdir?

    Çalışmalardan elde edilen sonuçlar, biyolojik (genetik, fizyolojik, nörobiyolojik) ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşiminin antisosyal kişilik bozukluğunun gelişiminde ve devamlılığında rol oynadığını göstermektedir. Bu faktörlerin tek tek neler olduğuna bir bakalım.

    Genetik Faktörler: Araştırmalar antisosyal kişilik bozukluğunun toplum içinde dağılımının yaklaşık yarısında genetik faktörlerin etkili olduğunu göstermektedir. Antisosyal bireylerin birinci dereceden akrabalarında alkolizm ve sosyopati arasındaki ilişki bulunmuştur. Antisosyal erişkinlerin olmayanlara göre daha fazla sayıda antisosyal akrabaları olduğu belirtilmektedir. Evlatlık çalışmaları, genetik ve çevresel faktörlerin bu bozukluk için risk faktörü olduklarını göstermektedir. ASKB olan ebeveynlerin evlatlık ve biyolojik çocuklarında ASKB riski artmıştır. Ayrıca genetik geçişi olan ödül bağımlılığı ve zarardan kaçınma gibi mizaç özelliklerinin antisosyal kişilik gelişiminde etkili olduğunu belirtmektedir.

    Biyolojik Faktörler: Nöro-psikolojik test çalışmaları, 3 yaş civarındaki çocuklarda beyin işlevselliğindeki bozulmaların ASKB gelişimine katkıda bulunduğunu göstermektedir. Bir takım beyin görüntüleme çalışmaları antisosyal gruplarda, belirli beyin bölgelerinin yapısal veya işlevsel olarak farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. En sık tekrarlanan bulgu, prefrontal korteksin(beynin ön kısmı)  hacimsel ve işlevsel açıdan azaldığıdır. Bunun yanı sıra doğum esnasında beyin hasarı, kafa travması ve ensefalit gibi durumlarda ikincil olarak gelişebilmektedir. ASKB olan bireylerdeki beyin yapısı ve işlevselliğindeki farklılıkların kaynağı, genetik ya da çevresel etmenlerden kaynaklanmaktadır. Yukarıda tanımlanan bazı beyin farklılıkları psiko-sosyal yoksunluktan (çocukluk çağı fiziksel ve cinsel istismar) kaynaklanmaktadır. Çevresel faktörlerle özellikle yaşamın erken dönemlerinde karşılaşıldığında beyin gelişimi anlamlı düzeyde etkilenebilir ve antisosyal davranış riskinde artışa yol açabilir.

    Nörokimyasal Faktörler: Çeşitli hormonların eksikliği veya fazlalığı ASKB’yi tetiklemektedir. Düşük serotonin seviyesinin saldırgan davranışlar ile ilişkili olduğu ölçülmüştür. Buna ek olarak stresin vücuttaki hormonları etkilemesine bağlı olarak ASKB’nin stres ile sıkı ilişkisinin olması hem klinik görünümün hem de risk faktörlerinin desteklediği bir durumdur. Stresle ASKB arasındaki ilişki iki farklı hipotezle açıklanmaya çalışılmaktadır. Birincisi ASKB hastalarının stresi daha az yaşadığı yönündeki hipotezdir. Buna göre daha az korku ve stres yaşamaları daha fazla risk almalarına neden olmaktadır. İkinci hipoteze göre ise ASKB hastalarının daha yüksek stres eşiği nedeniyle daha fazla stresörlere kendilerini maruz bırakmalarıdır.

    Nörobilişsel Faktörler: Sürekli antisosyal davranış gösteren ergenlerde uzaysal ve hafıza fonksiyonlarında bozulmalar tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalarda sosyopatik bireylerin üzüntü ve korku içeren yüz ifadelerini tanımlamakta zorluk çektikleri gösterilmiştir ve bu bulgular şiddet inhibisyon mekanizması ile açıklanmaktadır. Şiddet inhibisyon mekanizmasına göre, ahlaki sosyalleşmede empati çok önemli bir rol almaktadır. Bu teorinin temeli amigdaladır. Amigdala insanda duyguları tanıyıp, işleyen beyin alanıdır. Normalde insanlar üzgün bir surat ifadesi gibi sıkıntı, endişe işaretleri gördükleri zaman geri adım atarak teslim olurlar. Bu sıkıntı veren işaretler ortaya çıktığı zaman şiddet inhibisyon mekanizması aktive olur ve sonrasında mevcut davranışlar durdurulur. Bu fonksiyonlardaki bozulma empati eksikliğine ve dolayısıyla sosyopatiye yol açmaktadır.

    Çevresel Faktörler: Antisosyal kişilik bozukluğunun oluşumunda genetik faktörler kadar etkilidir. Çocukluktan itibaren ebeveynlerin çocuğa tutumları, çocuğu yetiştirme tarzları çocuğa karşı davranışlarıyla birlikte kendi ilişkilerindeki davranışları ASKB gelişiminde rol oynamaktadır. Çocuğa bebeklikten itibaren verilen bakım kalitesi yıllar sonra ASKB gelişimine sebep olabilmektedir. Annenin bebekle etkileşiminde sessiz kalması, kendisinin bebeği yatıştırması yerine oyuncakla sakinleştirmeyi tercih etmesinin, süreçte ASKB gelişiminde rolünün olduğu belirlenmiştir.

    Çocukluk döneminde şiddet ve istismara uğramanın, yetişkinlikte ASKB oluşumuyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Antisosyal davranışlarla ilişkili olarak televizyon seyretmenin etkilerinin araştırıldığı 26 yıl süren bir çalışmada, 1037 birey incelenmiş olup, çocukluk ergenlik döneminde daha uzun süre televizyon izlemenin genç erişkinlikte ASKB ve hüküm giyme ile ilişkili olduğu ortaya konulmuştur. Araştırmayı yürütenler, bu sonuca yol açan olası nedenler olarak; gözlemsel öğrenme ile antisosyal davranışın içselleştirilmesi, gencin şiddete veya acı çeken kişilere yönelik duyarsızlaşması, belli koşullarda öfkenin ve şiddetin kullanılabileceği ile inançlar geliştirmesi, aile ve akranlarla sosyal etkileşimin azalması, azalmış eğitim başarısı ve artmış işsizlik oranlarını göstermişlerdir.

    Antisosyal kişilik bozukluğuna sahip kişilerin genel özellikleri nelerdir?

    • Sert, kaba ve kavgacı tutumlar sergilerler ve çoğu insan bu tür kişiliği olanlardan çekinir. Soğuk, hissiz, başkalarının duygularına karşı duyarsız ve başkalarını küçük düşürmeye eğilimli kişilerdir.
    • Sürekli olarak tartışmaya hazır uzlaşmadan uzaktırlar. Hatasız olarak görülmek için kendi görüşlerinde her zaman ısrar ederler, tartışmanın geçerliliğini ortadan kaldıracak açık kanıtlar olsa bile herhangi bir konuda başkalarının dediğini kabul etmezler.
    • Sıcak yürekten duyguları ifade etmekten kaçınırlar; yumuşaklık, kibarlık ve sevecenlikten kuşku duyarlar ve bunların içten duygular olabileceğine inanmıyor gibi görünürler.
    • Ertelemekten hoşlanmazlar. Düşünmeden davranıyor gibi görülürler, hemen haz duyacaklarını bekledikleri şeyleri ertelemezler.
    • Kolaylıkla sıkılır ve huysuzlaşırlar, yinelenen sıradan olayların akışına katlanamazlar, evliliklerinin ya da yaptıkları işlerin günlük sorumluluklarını yerine getirmeyi sürdüremezler.
    • Bazıları tehlikeye alışıkmış gibi kendini riske sokar heyecan arayışında bulunur. Olası zarar verici sonuçları görmeksizin, heyecan verici ve bir an için doyum sağlayıcı bir serüvenden bir diğerine atlama eğilimleri vardır.
    • İşler istediği gibi yolunda giderse şirin, cana yakın ve sırnaşık davranırlar. Daha karakteristik olarak yüzsüz, küstah ve kızgın davranış özellikleri gösterme eğilimindedirler.
    • Engellenmeye tahammülleri yoktur. Engellendiklerinde aşırı tepki gösterirler, öfkelenirler, kinlenirler. İlk tepkileri karşılarındakini alçaltmaya çalışmak ve onlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışmak olur.
    • Empatiden, içgörüden ve davranışlarının nelere yol açabileceğine ilişkin öngörüden yoksundurlar.
    • ASKB olan bireyler çirkin davranışlarını başkalarının hoş görmesi için akla yatkın açıklamalar ve özürler bulma konusunda beceriklidirler. Bunun için genellikle kendilerinin “kötü yetiştirilmiş” olduklarını ve geçmişte başlarına birçok talihsizliğin gelmiş olduğunu ileri sürerler. Böylece kendilerini suçlanmaktan kurtarmaya, suçsuz kalmaya ve sorumsuzca davranışlarını sürdürmelerini haklı çıkarmaya çalışırlar.
    • Duygu ve düşüncelerini tartmadan, şekillendirmeden akıllarına geleni olduğu gibi söyleyiverirler. Böyle dobra dobra konuşmak bazıları için içtenliğin bir göstergesi sayılabilir ancak antisosyal bireyler bunu doğruluk ve dürüstlüğün dışavurumu olarak değil başkalarını sarsmak, onları yıldırmak için yaparlar.
    • Çevresindeki insanları hor görerek geçmişte yaşadıkları acı ve ıstırapların, küçük duruma düşürülmüş olmalarının öcünü almaya çalışırlar. Böylece çocuklukta içine itildiklerini düşündükleri aşağı toplumsal tabakanın olumsuz etkilerinden kurtulmaya çalışırlar. Bu sebeple güç elde etme istekleri iyi huylu değildir; öç almaya yönelik nefret duygusu içerir.
    • Kendi kişiliklerini tatmin edecek meslek grupları seçerek toplumda gizlenmeyi başarabilirler. Acımasız ve zekice dolaplar çeviren iş adamı, sürekli gözdağı veren ve zorbaca davranan başçavuş, kendini üstün gören ve cezalandırıcı okul müdiresi, emredici ve küstahça egemenlik kuran cerrahi ekip şefi gibi mesleki görevin ardından kendi dürtülerini doyurmaya çalışan tipleri buna örnek verebiliriz.

    Antisosyal bireyin yerleşik düşünceleri nelerdir?

    • Ben insanları ele geçirmezsem insanlar beni ele geçirir.
    • Kendime dikkat etmeliyim.
    • İstediğim işlerin olması için en iyi yol zorlamak ve kurnazlık yapmaktır.
    • Hepimiz bir ormanda yaşıyoruz ancak güçlü olanlar ayakta kalacaktır.
    • Verilen sözlerin tutulması ya da borçların ödenmesi önemli değildir.
    • Yakalanmadığın sürece yalan söyleyebilir, insanları aldatabilirsin.
    • Bana adaletsiz davranıldı, artık hangi yolla olursa olsun hak ettiğim değeri görmek istiyorum.
    • Başka insanların çok büyük zayıflıkları var ve kandırılmayı hak ediyorlar.
    • Bir şeyi istersem onu elde etmek için ne gerekirse yaparım.
    • Başkalarını ben sıkıştırmazsam onlar beni sıkıştıracaktır.
    • İnsanların benim hakkımda ne düşündüğü ne söylediği beni hiç ilgilendirmez.
    • Yakalanmadan yaptığım işlerde olası kötü sonuçlar beni hiç ilgilendirmez.

    Antisosyal kişilik bozukluğu belirtileri nelerdir?

    ASKB olan bireylerin toplumda kendilerini gizleme konusunda usta olduklarından bahsettik. Peki dışarıdan göründüğü kadarıyla bu tipleri ayırt etmenin yolları var mıdır? Antisosyal bireylerin ne düşündüklerini ve zihinlerinin nasıl çalıştığını tam anlayamasak da bazı davranışlarla bize bunu hissettirebilirler. Bu davranışlar şunlardır:

    • Sıklıkla kavgaya karışma, saldırgan olma, problemleri şiddet yoluyla çözmeye çalışmak.
    • Ceza hukuku alanında sıkça sorun yaşama, kural ihlalleri, hırsızlık gibi suçlar işlemek.
    • Sürekli yalan söyleme eğiliminde olma, dürüstlükten uzaklık.
    • Tüm uyarılara, şikayetlere rağmen başkalarının haklarını ihlal etme ve suçluluk duymamak.
    • Uyuşturucu ve alkol suiistimali.
    • Sürekli olarak endişeli olma, moral bozukluğu yaşama ve sinirli olmak.

    Antisosyal kişilerin çevreye ve kendilerine bakışları nasıldır?

    Antisosyal kişilik bozukluğunda uyum sorununa neden olan tepkileri en çok tetikleyen durum ya da olaylar toplumsal değerler ve kurallardır. Toplumsal beklentileri sağlama ve değerlere saygı gösterme konusunda umursamazdırlar. Toplum içinde bu sebeple kendilerini gergin, endişeli hissederler. Empatiden yoksun oldukları için insanların ne hissedeceğini anlayamazlar. Empatiden yoksunluk onları diledikleri kötülüğü yapma gücü de verir. Onlar için tek önemli olan şey kendileridir. Kendilerini üstün gördükleri için kural veya sınırlar onlar için önemsizdir. Toplumun ve kuralların ona karşı, onu amacından uzaklaştıran kötücül şeyler olarak görür sınır ihlali yapmayı hak sayarlar. İyi ve doğruyu ayırt edemedikleri için başkalarına duygusal, düşünsel, fiziksel zararlar verebilirler. Her zaman kendilerinin haklı olduğuna inandıklarından dolayı yaptıklarından utanç duymazlar. Bu denli nefret yüklü kişilerin nefreti kendilerinden uzaklaştırmak için diğer insanlara ve topluma yansıttığını söyleyebiliriz. Görüldüğü gibi antisosyal kişilik bozukluğu bireyden çok topluma yansıyan ve toplumda bozulmalara sebep olan ciddi bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığa sahip kişiler toplumda tehdit oluşturduğu için de bireyden çıkıp toplumun sorunu haline gelmektedir.

    Antisosyal kişilik biçimi ve bozukluğu arasındaki ayrımlar nelerdir?

    Topluma her uyumsuz davranan kişi ASKB’ye sahiptir diyemiyoruz. Çünkü antisosyal kişilik biçimi diye tanımlanan özelliklere sahip topluma pek zararı olmayan, kendi halinde insanlar da mevcuttur. Bu durumda kişilik biçimi ile kişilik bozukluğunu ayırt etmek önem taşır. Bunun için biçim ve bozukluğu kıyaslayarak sıralamamız anlamamızı kolaylaştıracaktır.

    Biçim: Bir yere bağlı olmadan çalışmayı yeğlerler, beceri ve yetenekleri ile iyi yaşarlar.

    Bozukluk:  Belirli bir işi sürdürmekte zorluk çekerler.

    Biçim: Kendi değer yargılarına göre yaşamayı tercih eder, toplumun değer yargılarından pek etkilenmezler.

    Bozukluk: Yasalara aykırı davranma eğilimi gösterirler tutuklanmalarını gerektirecek eylemlerde bulunabilirler.

    Biçim:  Ergenlik dönemlerinde yaramazlık yaptıkları çok olmuştur.

    Bozukluk: Kavga ve dövüşlere sıkça katılıp şiddet yanlısıdırlar.

    Biçim: Para konusunda cömerttirler.

    Bozukluk: Parasal yükümlülüklerini yerine getirmedikleri sık gözlenir.

    Biçim: Günübirlik yaşamaya eğilimlilerdir ancak kısa sürelide olsa birtakım tasarılar oluşturabilirler.

    Bozukluk: Geleceği düşünmez, tasarıda bulunmazlar, belirli bir amacı olmadan başka bir iş bulmadan işlerini bırakıp giderler.

    Biçim: Tatlı dillidirler arkadaş edinme konusunda beceriklidirler.

    Bozukluk: Yakın ilişki kuramaz sürekli yalan söyleyerek başkalarını kullanırlar. Kimi zamanlarda kimliklerini gizleyerek takma ad kullanabilirler.

    Biçim: Kendilerini kullanmak isteyenlere karşı dururlar, yüreklidirler.

    Bozukluk: Kendilerinin ve başkalarının güvenliğini hiçe sayarlar. Alkollüyken araba kullanır tehdit oluşturan hareketler yaparlar.

    Biçim: Başkaları için pek üzülmezler herkesin yaptıklarından sorumlu olduğunu düşünürler.

    Bozukluk: Başkalarının yaptıkları onları hiç ilgilendirmez ve insanların özünde kötü olduğunu inancı taşırlar.

    Biçim: Cinsel istekleri fazladır çok eşli olmayı tercih etseler de tek eşli de kalmayı başarabilirler.

    Bozukluk: Uzun süreli tek eşli ilişki sürdüremezler.

    Biçim: Başkalarına karşı kendilerini pek sorumlu hissetmezler.

    Bozukluk: Pişmanlık duymazlar, başkalarına karşı ne yapmış olursa olsunlar kendilerini hep haklı görme eğiliminde olurlar.

    Antisosyal kişilik bozukluğunda doğru tanıyı koyabilmek

    Antisosyal kişilik bozukluğunu saptamak pek kolay değildir. Birçok farklı durum, davranış ve hastalıkla karıştırılabilir niteliktedir. En önemli noktalardan biri yukarıda bahsetmiş olduğumuz antisosyal kişilik biçimi ve antisosyal bozukluk arasındaki farklardır. Bunun haricinde çocukluk ve ergenlik dönemlerinde uyumu iyi, yetişkinlik döneminde de olumlu ilişkiler geliştirmiş ancak daha sonra birdenbire antisosyal davranış gösteren bireylerle karıştırılabilir. İleri yaşta ortaya çıkan kumar oynama, zimmetine para geçirme, çok eşlilik gibi durumlar antisosyal bozukluğun değil sorunlarla baş etmek için antisosyal davranışları bir savunma aracı olarak kullanan insanların özelliğidir.

    Hiçbir şekilde hastalık tanısı almayan ancak yaşama uyum için antisosyal davranışı seçen bireyler de vardır. Bunlar yasaları açıkça ihlal etmemekle birlikte, fırsatçı, bilerek gerçekleri saptıran, menfaat peşinde koşan kişilerdir. Bunlara bazı politikacılar ve iş adamları örnek verilebilir. Bu sebeplerle kronik antisosyal davranış sosyopatik kişilik için tek başına tanı koydurucu bir bulgu değildir.

    Klinik tanıda, kronik antisosyal davranışın görülebileceği ruhsal bozuklukları ayırt etmek gerekir. ASKB özellikle narsisistik ve borderline (sınırda) kişilik bozukluklarından olduğu kadar, psikoz, doğuştan gelen mental bozukluklar, affektif bozukluklar ve madde kullanım bozukluğundan ayırt edilmelidir. Madde kullanım bozukluğuyla ASKB’yi ayırt etmek bazen bir arada olmaları sebebiyle zordur.

    Ayrım noktası antisosyal davranış, madde kullanımından sonra daha ileri yaşlarda ortaya çıkıyorsa bunlarda antisosyal kişilik bozukluğundan söz edilemez. Benzer hastalık belirtileri olan bozukluklarla karışmaması ve ASKB ile birlikte görülen rahatsızlıklardan ayırt edilebilmesi için kişiye kapsamlı klinik gözlem ve vaka analizi yapılması gerekmektedir.

    Antisosyal kişilik bozukluğu tedavisi nasıldır?

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilerin tedavileri oldukça zordur. Bunun sebebi bu kişilerin kendilerinden şikâyetlerinin olmaması ve kendileri hakkında farkındalıktan yoksun olmalarıdır.

    Bir ASKB hastası kendi iradesiyle tedavi olmak için uzmana gitmemektedir. Konumsal ya da maddi güç elde edebilen antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler güç ihtiyaçlarını ciddi ruhsal problemlerine rağmen sağlayabilmiş oldukları için zaten tedavi arayışına girmezler. Çoğu vakada hasta, ailesi veya eşi gibi yakın akranlar tarafından tedaviye zorlanmaktadır.

    Kişinin tedaviye zoraki, isteksizce başlaması hastalığın seyrini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu süreçte hastanın ve terapistin becerileri ve motivasyonu oldukça önemlidir. Tedavide zihinsel işleyişin zenginleştirilerek, sosyal ve ahlaki davranışın geliştirilmesine yönelik çalışılmalıdır. Hastaların ahlaki gelişimlerini dikkate alarak, psikolojik gelişim kuramından yola çıkıp, tedaviyi belirlemek gerekir.

    Tedavi planı hazırlanırken terapist, hastaya tedaviye katılımın gerekliliği konusunda bilgilendirmelidir. Çünkü bu tip hastalar diğer insanların onları kabul etmediğini ya da özgürlüklerini kısıtlamak istediğini düşünerek şüpheci davranırlar. Terapilerin süresi, kuralları, iptal ilkeleri gibi detaylar hastaya açıklanmalı ve belirlenen düzene uyulmalıdır.

    Hastalarda umutsuzluk ve iyileşmeye yönelik inançsızlık olsa da, terapistin bunun tedavi edilebilir olduğunu hastaya iletmesi sağaltım için oldukça önemlidir. Bu destek hastalarda motivasyonu sağlayarak, iyileşme sürecini kısaltacaktır. ASKB olan hastaların kişilik özellikleri iyileşmeye yönelik hayal kırıklıkları yaşatsa da belirli tedavi girişimleri (stres, öfke kontrolü, vb.)  vasıtasıyla şiddet davranışı da dâhil özel belirtilerle başa çıkılabilir.

    Antisosyal kişilerin gelecekleriyle ilgili umut vadeden psikoterapistlerle terapötik uyum sağlamaları dikkat çeken bir durumdur. ASKB olan bireyler insanlara güven duymayan kişiler oldukları için psikoterapist seçimi oldukça önemlidir. En faydalı tedaviler toplumda yüksek riskli suçluları hedefleyen beceri merkezli ve davranışçı terapilerdir. Erişkin suçlularda etkili tedavilerle ilgili yapılan çalışmalarda iyi tasarlanmış ve uygulanmış programların yeniden suç işleme eğilimlerini azalttığı bildirilmiştir. En fazla etkili olan programlar risk (yeniden suç işleme riski yüksek hastalar), gereklilik (aktif suç oluşturan faktörler) ve duyarlılık (suç işleyen kişinin bireysel özellikleri) üzerine odaklananlardır.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilerle yapılan psikoterapi çalışmalarında, bu kişilerin çocukluklarında çok ciddi ölçülerde ve sürekli olarak duygusal ve fiziksel şiddet görmüş oldukları ve beraberinde duygusal ihmale maruz kalmış oldukları görülmektedir. Babanın fiziksel yokluğu ya da baba var olsa da yoğun şiddet uygulaması ve duygusal bağ kurmaması en çok karşılaşılan travmalardır.

    Güç ihtiyacını babadan sağlayamamış, bununla birlikte şiddet görmüş bu çocuklar ileriki yaşlarında güç elde etme ile ilgili fırsatlar doğduğunda bunu her ne pahasına olursa olsun elde etme ihtiyacına giriyor gözükmektedirler. Bir diğer tedavi metodu da ilaçlarla olmaktadır. İlaç tedavisi ASKB’yi tam olarak ortadan kaldırmasa da bu bozukluğa eşlik eden depresif örüntüyü ve endişeyi hafifletici etki sağlamaktadır.

    Antisosyal kişilik bozukluğu tedavi edilmezse ne olur?

    Antisosyal kişilik bozukluğunun bazı toplumsal sonuçlarının ortaya çıkardığı maliyetler, bu bozukluğu olan kişiler tarafından işlenen suçların mağdurları tarafından çekilen acılar toplum düzenini bozmaktadır.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler, alkol ve diğer ilaçları kötüye kullanma ile art arda suç işleme riski yüksek olan bireylerdir. Hapis onlar için olası bir sonuçtur.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan insanlarda majör depresyon, kaygı ve bipolar bozukluk gibi ruh hali problemlerine karşı savunmasızdır; diğer kişilik bozukluklarına, özellikle borderline ve narsisistik kişilik bozukluklarına sahip olanlar; kendini incitme ve diğer zarar verme biçimlerinin yanı sıra cinayet, intihar veya kazayla ölme gibi sonuçları yaşayabilirler.

    Antisosyal kişilik bozukluğu, hemen hemen tüm diğer rahatsızlıkların seyrini daha sorunlu hale getirmeye yol açmaktadır. Antisosyal kişilik bozukluğu olması, madde kötüye kullanımı veya duygusal veya fiziksel madde bağımlılığı sorunlarının tedavisini zorlaştırır. Hem antisosyal kişilik bozukluğu hem de şizofreni hastalarının tedavi programlarına uymaları daha az olasıdır ve bir cezaevinde veya hastanede devam etme olasılığı daha yüksektir. Antisosyal kişilik bozukluğu tedavi edilmezse, bu riskler çoğalır.

    Ayrıntılar
    • ÖZTÜRK, Orhan, Aylin ULUŞAHİN, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.
    • YÜKSEL, Nevzat, Ruhsal Hastalıklar,  Nobel Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2006.
    • KARATAŞ, Fatma, Ayşe KARATAŞ GÜNER, Ruh Sağlığı ve Psikiyatri, Korza Yayıncılık, Ankara, 2012.
    • KÖROĞLU, Ertuğrul, DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2005.
    • ŞENER, Beria Bilge, Zafer ÇELİK, İbrahim UÇAK, Psikoloji Ders Kitabı, MEB Kitapları Ankara, 2007.
    • SAYIL, Işık, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Antıp AŞ Tıp Kitapları ve Bilimsel Yayınlar No: 20, Ankara, 2000.
    • Köroğlu, Ertuğrul, Kişilik Bozuklukları, Ankara: HYB Basım Yayın, 2014.
    • Şahin. M, Anormal Psikolojisi, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, 2017.
    • Butcher, James N.  Anormal Psikoloji, Kaknüs Yayınevi ; 2013
  • Enürezis Nedir? Enkoprezis Nedir?

    Çocuklar yaklaşık 2- 3 yaşına gelene kadar ve mesane kontrolü tamamlanıncaya kadar geceleri altlarını ıslatabilirler. Tuvalet kontrolü, gündüz 2 yaş civarında, gece ise 3,5- 4,5 yaşları civarında kazanılır.

    Enürezis (alt ıslatma) nedir?

    Genellikle 3 yaş sonlarında çişlerinin tutmayı öğrenirler ve 4- 5 yaşlarına gelinceye kadar nadiren gündüzleri, daha sık olarak geceleri altlarını ıslatırlar. 4 yaşından sonra görülen alt ıslatmalarına enürezis adı verilir.

    Enürezis adı verdiğimiz alt ıslatma problemi, çocuğun çişini tutamaması problemidir. Yaş ilerledikçe alt ıslatma sıklığının azalması ve hatta tamamen ortadan kalkması gerekir. Fakat sorun devam ediyor ise çocuğun mutlaka ruhsal ve fizyolojik olarak bir uzmandan yardım alması gerekir. Aksi taktirde bu durum ailelere sıkıntı verdiği gibi çocuğun da kendisine duyduğu güveni zedeler. Zamanında müdahale edilmezse hem çocuk hem de aile için ciddi bir kaygı nedeni olabilir ve bu kaygı durumu sorunun çözülmesini daha da zorlaştırır.

    Tuvalet alışkanlığının kazanılması için olgunlaşması gereken kaslar vardır. Kasların olgunlaşmaması da alt ıslatma problemlerine yol açar. Bu durumda öncelikle sorunun tıbbi bir nedenden kaynaklanıp kaynaklanmadığı bir uzman tarafından belirlenmelidir.

    Tanının konulabilmesi için çocuğun 5 yaş ve üstü olması gerekir. Ayrıca alt ıslatma durumunun sürekli olarak tekrarlanması gerekir. En az 3 ay ve haftada en az 2 kez yaşanıyor ise bu tanı koyulabilir. Okul öncesi dönemde, bağırsak ve mesane kontrolünün temelleri atılır. Okul öncesi dönemde bulunan çocukların tuvalet ile ilgili problemlerinin belirlenmesi ve önlenmesi için en uygun dönemdir.

    Enürezis çeşitleri nelerdir?

    Birincil (primer) enürezis nedir?

    Birincil enürezis sinir-kas kontrolündeki gecikmelerden kaynaklanır ve doğumdan başlayarak devam eder. Ailenin yetersiz veya düzensiz tuvalet eğitimi de bu gecikmelere sebep olabilir. Birincil enürezis yatak ıslatma probleminin %75-80’ini oluşturmaktadır.
    Çeşitli psikolojik etkenler de enürezisin oluşumunda başlıca neden olarak sayılabilir.

    İkincil (sekonder) enürezis

    Bu tür altını ıslatma durumunda tuvalet kontrolü oluştuktan sonra bir gerileme söz konusu olur. Sonradan başlayan alt ıslatmadır. Psikolojik etmenler de bu duruma sebep olabilir. Yeni bir kardeşin doğumu ya da yeni bir eve taşınma gibi bazı ruhsal gerginlik durumlarında ortaya çıkma ihtimali yüksektir.

    Enürezisin Nedenleri Nelerdir?

    Alt ıslatmanın psikolojik nedenleri

    • Alt ıslatma çoğunlukla stresle ilgilidir. Örneğin bir yakınının ölümü, okul veya ev ortamında meydana gelen bir değişiklik (okul değiştirme, taşınma, boşanma aileye yeni bir bebeğin katılması..) alt ıslatmaya neden olur. Özellikle kardeş kıskançlığı yaşayan çocuklarda görülebilir. Büyük çocuk, küçük çocuğa gösterilen ilgiyi kıskanır ve ilgiyi üzerine çekmek ister.Ve bu durumda küçük kardeşi gibi davranmaya başlar. Altına yapma, biberon kullanma, konuşabildiği halde bebekçe konuşma gibi, davranışlarında geriye dönüşler olabilir.
    • Sorunlar duygusal kökenli de olabilir. Çocuğun yaşadığı şoklar, kazalar, ilgisizlik, sevgisizlik ya da aşırı sevgi alt ıslatmanın nedenlerindendir.
    • Bazen de çocuklar tuvaletten korktukları için altlarını ıslatabilirler ama bu çok sık görülmemektedir.
    • Tuvalet eğitimi konusunda baskı görmüş çocuklarda altlarını ıslatmaktadırlar.

    Alt ıslatmanın fizyolojik nedenleri

    • Kalıtımsal olabilir. Anne-babanın geçmişinde geç tuvalet alışkanlığı var ise, çocukta da aynı rahatsızlık görülebilir.
    • Çocuğun gelişimsel sorunlardan dolayı bazı kasları olgunlaşmamışta olabilir.
    • Böbrek ve idrar yolu rahatsızlıkları, belkemiği, merkezi sinir sistemi bozukluklarında da alt ıslatma görülmektedir.
    • Çocuklar aşırı yorgunlarsa veya yatmadan önce çok sıvı tüketip, tuvalet ihtiyaçlarını gidermemişlerse altlarını ıslatabilirler.

    Aileler enürezisli çocuklarının uykularının çok ağır olduğunu ve zor uyandıklarını belirtirler. Tüm zor uyanan çocuklar enürezislidir denilemez. Enürezisli çocuklarda uykuda yürüme, gece terörü gibi uyku bozuklukları daha sıktır. uyanma eşikleri daha yüksektir.

    Ayrıca tuvalet eğitiminin verilme biçimi de çok etkilidir. Bazen anneler yaşadıkları kaygı nedeni ile çocuklarına katı bir eğitim verebiliyor. Bu durum çocukta kaygı, korku ve endişe yaratır. Ayrıca enürezis sosyo-ekonomik düzeyi düşük, aile içinde yeterli duygusal etkileşim göremeyen ve uyumsuz çocuklarda daha sık görülür. Yapılan araştırmalara göre alt ıslatma sorunu ile çocuğun duygusal dünyası arasında yakın bir ilişki vardır.

    Enürezis hem çocuk hem ebeveynler için çok zor bir durum olması açısından tüm davranış bozuklukları arasında en önemlisidir. Her yaş için enürezis erkeklerde kızlara oranla iki kat daha fazla görülür. Anne ve babalar, çocukları 1-2 yaşına geldiğinde tuvalet ihtiyaçlarını kendilerinin gidermesini bekler. Ama bu yanlıştır. Çocukların duygusal dengesini bozduğu gibi, yeterli olgunluğa ulaşmadan verilen tuvalet eğitiminin de çocuk için herhangi bir yararı olmayacaktır. Tuvalet eğitimi yeterli kas kontrolü oluşmadan 2- 3 yaşından önce gerçekleşemez.

    Enürezis zamanla idrar kesesindeki olgunluğun gelişmesi, tuvalet kontrolünün artış göstermesi ve ruhsal zorlamaların ortadan kalkması sonucu kendiliğinden kaybolur.

    Alt ıslatma sorunu ilkokul yıllarına kadar devam etmesi halinde önce sorunun kaynağını belirlenmeli bu duruma sebep olan çeşitli etkenler araştırılmalı, varsa ortadan kaldırmak üzere fizyolojik ya da psikolojik tedavi yoluna gidilmelidir. Bu nedenle alt ıslatmanın tedavisinde fizyolojik nedenlerin araştırılması, varsa uyku ağırlığının giderilmesi ve ruhsal çatışmaların önlenmesi gereklidir. Aile ve çocuk arasındaki ilişkiyi destekleyici psikolojik destek bu aşamada yarar sağlar.

    Bu durum okul öncesi aileler tarafından çoğunlukla önemsenmezken, çocuğun okula başlaması ile birlikte yaratmış olduğu olumsuz psikososyal etkiler nedeniyle önemli bir sağlık sorunu durumuna gelmektedir. Bu nedenle, aileler genellikle çocuğun okula başlaması ile birlikte bir tedavi ya da çözüm arayışına girerler.

    Enkoprezis (dışkı kaçırma) nedir?

    Dışkı kaçırma her 100 çocuktan birinde özellikle erkek çocuklarında görülen fizyolojik ve de psikolojik bir rahatsızlıktır.4 yaşından sonra ve ilkokul yaşlarında görülmesi önemli ruhsal bozuklukların varlığının göstergesidir. Tanı konulabilmesi için en az 3 ay boyunca ve en az ayda bir sıklıkta olması gerekir.

    Enkoprezis çeşitleri nelerdir?

    Birincil (primer ) enkoprezis nedir?

    Kaka tutma becerisinin başından itibaren kazanılmamış olması durumudur.

    İkincil (seconder) enkoprezis nedir?

    Kaka kaçırma sorununun sonradan başlamasıdır. Psikolojik faktörler oldukça önemlidir.

    Dışkı iç çamaşıra bulaşmış, belirli köşelere saklanmış, duvarlara sürülmüş ya da uygunsuz yerlere yapılmış olabilir. Fizyolojik rahatsızlık, bağırsak kontrolünün sağlanamaması sonucunda büyük tuvaletin altına kaçırılmasıdır.

    Bazı çocuklar ileri düzeyde kabızlık çekerler. Bu durum çocuğun tuvaletini yaparken acı çekmesine, tuvalete gitmekten korkmasına ve kaçınmasına yol açabilir. Bu yüzden büyük tuvaleti bağırsaklarda birikir ve daha büyük bir tıkanmaya neden olur. Tıbbi bir nedenden olma olasılığı çok sık rastlanan bir durum olmasada bu olasılığında göz önünde bulundurulması gerekir.

    Bazı çocuklarda bağırsaklarını kontrol etmeyi öğrenmemiş olabilirler. Bunun nedeni öğrenme güçlüğü ya da yetersiz tuvalet eğitimi nedeniyle baştan tuvaletini tutma alışkanlığını kazanmamış olmalarıdır.

    Dışkılarını tutamayan çocuklarda birçok uyumsuzluk belirtisi gözlenir. Bu çocuklar genelde yaşlarından küçükmüş gibi davranırlar. Bağımlılık, inatçılık, bozuk arkadaş ilişkileri, çevre ve okula karşı uyumsuzluk, dolaylı yoldan tepki gösterme gözlenen en belirgin belirtilerdir.

    Çocuğun duygusal yönden bir sıkıntısı varsa, bağırsak hareketlerini kontrol etmekte zorlanabilir. Bu durum alt ıslatmada olduğu gibi yeni bir kardeşin doğumu, anneden ayrılık, travmatik ya da korkutucu olaylar, anaokuluna başlama gibi ruhsal etkenlere bağlı olarak görülür.

    Bu rahatsızlık, evde annenin temizliğe ve titizliğe önem vermesi, cezalandırıcı ve baskıcı bir tutumla tuvalet eğitimi uygulaması söz konusu olduğunda daha da belirginleşir.

    Dışkılama sadece evde görülüyorsa çocuğun annesiyle arasındaki sorunlu bir ilişkinin göstergesidir. Çocuk bu davranışıyla, annesine hem başkaldırmak hem de annesinin ilgisini çekmek ister. Anne ve çocuk arasındaki çekişmeler çoğu zaman cezalar, korkutmalar ve dayak ile sonuçlanır.

    Enkoprezisi olan çocuklarda inatçılık, içe kapanma, okul korkusu, beslenme sorunları daha sık görülür. Bu durum karşı gelme bozukluğu ya da davranış bozukluğu ile ilişkili olabilir.

    Enkoprezisi olan sosyal etkinliklerden kaçınma, özgüvende azalma gibi sorunların yanı sıra, bulaştırdıkları çamaşırlarını saklama gibi davranışlar da görülebilir.

    Enkoprezis için risk faktörleri nelerdir?

    • İhmal ve istismar
    • Yağ ve şekerden zengin diyet
    • Yetersiz sıvı alımı
    • Çocuğun hayatında kaos, gerginlik olması
    • Fiziksel egzersiz eksikliği
    • Ev dışında tuvaleti kullanmak istememe
    • Nörolojik sorunlar
    • Kabızlık
    • Otizm ve mental retardasyon
    • Obsesif kompulsif bozukluk
    • Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu

    Enkoprezisin nedenleri nelerdir?

    Enkoprezisin fizyolojik nedenleri

    Fizyolojik nedenler: kabızlık, rektal ve anal bölgede darlık, düz kas hastalığı, anal çatlaklar, ishal, omurların doğumsal olarak birbirinden ayrık olması, hormonal sorunlar..

    Enkoprezisin psikolojik nedenleri

    Tuvalet eğitiminde eksiklik ya da yanlış eğitim, ebeveyn-çocuk ilişkisinde aşırı katı ya da aşırı gevşek tutum, çevresel veya aile içi stres yaratan durumlardır.

    Enürezis ve enkoprezis tedavisi nasıl olur?

    Çocukların %78‘i eğitimsel, davranışsal ve fizyolojik tedavilere yanıt verirler. Tedavi nedene yöneliktir. Fizyolojik bir neden varsa bu sorunu gidermeye yönelik bir tedavi uygulanmalıdır. Neden genellikle psikolojik sorunlar olduğundan, bu sorunların nedenleri araştırılarak buna yönelik yaklaşımlar belirlenir.

    Ailedeki sorunların ya da gerginliklerin giderilmesi ile belirtilerde azalma olur. Her iki sorunda da takvim tutulması önerilebilir. Bunlara ek olarak gerekliyse ilaç tedavisi de eklenir. Fizyolojik nedenlerin olmadığı anlaşıldığında, ruh sağlığı alanında hizmet veren uzmanlara başvurulmalıdır.

    Alt ıslatma ve/veya dışkı kaçırma sorunu olan bir çocuk için neler yapılabilir?

    • Bazı çocuklar için tuvaletini yapmak kaygı verici olabilir. Kendi vücudundan çıkan giden kopan bir parça gibi görebilirler. Böyle durumlarda çocukla konuşmalı, neyi nasıl algıladığını anlamalı, ona daha uygun bir şekilde yol gösterici olunmalıdır. Belirli ritüeller, yaptığı ve başardığı bir iş ile ilgili ona geri bildirimlerde bulunmak gerekir.
    • Bazı durumlarda ulaştığı gelişimsel basamaklardan gerileme söz konusu olabilir. Yani; “Hiç böyle bir sorunumuz yoktu nereden çıktı başa döndük.” gibi yakınmalar ile karşılaşabiliriz. Panik olmamak gerekir. Çocuğun ne yaşadığı, nelerden nasıl etkilendiği gözlemlenmelidir. Örneğin, yeni okula başlayan bir çocuk evden, aileden ayrılma-ayrılık kaygısı yaşayabilir.
    • Çocuklarda travmatik yaşantılara tepki, gelişimsel basamaktan gerileme biçiminde olabilir. Örneğin “Ben de kardeşim gibi bez bağlamak / biberon kullanmak istiyorum.” gibi.
    • Çocuklar, anne babaları inatlaşma sorunları yaşayabilir. Çocuklar bir yandan inatlaşırken bir yandan utanç ve suçluluk duygularını bir arada yaşarlar. Alay etme ve eleştirme, aşırı titizlik, otoriterlik, cezalandırma gibi tutumlardan kaçınmak gerekir, bunlar utanç duygularını ve inatlaşmaları besler, enürezis ve enkopresis sorununun artmasına neden olur.
    • Alt ıslatma genelde uykunun ilk saatlerinde gerçekleşir. Özellikle çocuğun 7 yaşından önce gecede 1-2 kez tuvalete kaldırılması gereklidir. Anne ve baba tarafından çoğunlukla hangi saatlerde altını ıslattığı tespit edilmeli ve o saatlerde tuvalete götürülmelidir.
    • Akşam yemeklerinde ve gece yatmadan önce çocuğa çok fazla sıvı gıdalar verilmemelidir. Her gece uyumadan önce tuvalete gitmesi sağlanmalıdır.
    • Akşam yemekleri fazla ağır olmamalı,dır, sindirimi zor olan yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Çünkü bu yiyecekler uyku düzenini bozabilir ve düzensiz uyku içerisinde çocuğun altını ıslatma ihtimali daha yüksektir. Enkopreziste liften zengin diyet ve laksatifler kullanılabilir.
    • Altını ıslatan çocuğun yatağı mutlaka her zaman temiz olmalıdır, her defasında değiştirilmeli, yatağı ve çarşafı korumak için altına muşamba gibi belirgin şeyler konulmamalıdır.
    • Çocuk her gece yatağına sevgi ile götürülmeli, yatağının temiz olduğu çocuğa belirtilmelidir.
    • Altını ıslatmadığı günler sayılarak ödüllendirilebilir, takvim tutma yöntemi ile kuru kalkmaya teşvik edilebilir.
    • Çocuk alınan tüm önlemlere rağmen hala altını ıslatmaya devam ederse, durum ne olursa olsun çocuğun temizliği çocuğu yargılamadan ve şiddet göstermeden yapılmalıdır.
    • Altını ıslatmanın cezalarla, korkutmalarla giderilmesinin mümkün değildir. Bu tür davranışlar çocukta oldukça olumsuz sonuçlar yaratır.
    • Çocuğun stresleri ve endişeleri ile ilgilenilmelidir. Duygusal sorunlar çözüme kavuşturulamıyorsa bir çocuk psikologuna yönlendirilmelidir. Umutsuzluğa kapılmamalıdır.
    • Bu problemi önleme ve tedavisinde, anne-babalar ne kadar sinirlenirlerse sinirlensinler çocuğu eleştirmemelidirler, sabırlı olmalıdırlar. Onun bir suçu yoktur. Bu tür alışkanlığa sahip çocukların üzerinden baskılar kaldırılmalı ve aşırı titiz tutumlardan vazgeçilmelidir. Çocukla olumlu bir ilişkiye girildikten sonra dışkılamasını düzene koymak daha kolaylaşacaktır.
    • Yemeklerden sonra bağırsak daha hızlı çalışır, bu zaman diliminde tuvalete oturtulması daha uygun olur.
    • Zorla yaptırılan bir durum olmadığını aksine tuvaletin keyifli eğlenceli bir yer olduğu yansıtılmalıdır. Birlikte oyalanılacak oyuncaklar bulundurulabilir. Çocukların tuvalet seçimleri yine kendilerine bırakılmalıdır. Örneğin onun seçtiği bir lazımlık olabilir, karar verdiği uygun bir plastik kap bile olabilir. Seçim kendi kararı olduğunda uygulamak çocuk açısından daha kabul edilebilir.
    Referanslar
    1. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye nüfus ve sağlık araştırması. Ankara: 2008.
    2. Yavuzer H. Alt Islatma. İçinde: Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocukluk Psikolojisi. 20. Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi; 2001.
    3. Aras, Ş., Ünlü, G., & Taş, F. V. (2007). Çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran hastalarda belirtiler, tanılar ve tanıya yönelik incelemeler. Klinik Psikiyatri Dergisi, 10(1), 28-37.
    4. Adams MM, Bruce CF, Shulman BH et al. Pregnancy planning and preconception counseling. Obstetrics &Gynecology 1993; 82(6): 955-9
    5. Çarman KB, Nuhoğlu Ç, Ceran Ö. İstanbul ili Ümraniye ilçesinde bir grup okul çocuğunda enürezis noktürna prevalansı. Türk Pediatri Arşivi 2003;38: 153–9.
    6. Görür S, İnandı T, Turhan E, Helli A, Kiper AN. Hatay’da 6–18 yaş arası çocuklarda enürezis sıklığı ve risk etkenleri. Türk Üroloji Dergisi 2008; 34(1): 42–50.
  • Alkol Bağımlılığı Nedir?

    Alkol, sosyal açıdan rahatlamak ve sosyalleşmek amacıyla sıklıkla kullanılmaktadır. Alkolün makul miktarlarda tüketimi çoğu zaman toplum tarafından bir sorun olarak görülmez. Ancak kişi, aşırı miktarlarda alkol tüketiyorsa ve sorunlarından kaçmak için alkolü bir yol olarak görüyorsa burada bir sorun olduğundan söz edebiliriz. Bu durum bağımlılık başta olmak üzere duygusal, psikolojik ve fiziksel problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

    Sonuç olarak kişide alkol sorununun var olduğunun söylenebilmesi için, kişinin yaşantısındaki işlevselliğinin bozulması gerekmekte ve alkol almadan günlük hayatındaki rutinleri yapamaz hale gelmesi gerekmektedir. Bu noktada alkol bağımlılığının işaretlerini üzerinizde hissediyorsanız, sorunun anlaşılması ve alkol kullanımında geri adım atmak önem taşımaktadır.

    Alkol bağımlılığının belirtileri nelerdir?

    Alkol almaya dair güçlü bir istek duymak ve bu isteğe karşı koyamamak.

    Alkol kullanımı nedeniyle iş, aile veya okul yaşantısında sorunlar yaşamak.

    Kişinin içmeye başladığı andan itibaren kendini durduramaması ve bilincini kaybedene dek içmeye devam etmek istemesi.

    Fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan birçok sorun yaşanmasına rağmen, alkol kullanımına devam edilmesi.

    Daha önce yapmaktan hoşlanılan aktivitelerden vazgeçerek sadece alkole yönelmek ve alkol almanın birincil öncelik haline gelmesi.

    Alkole karşı tolerans geliştirmek ve istenilen etkiye ulaşabilmek için alınan alkol miktarını sürekli olarak arttırmak.

    Alkol alma davranışı bırakıldığında çekilme belirtileri göstermek.( huzursuzluk, kaygı, mide bulantısı, titreme kalp hızında artış.)

    İş, okul veya sosyal hayattaki sorumluluklardan kaçarak sadece alkol içme davranışını göstermek.

    12 aydan daha uzun bir süre boyunca, yukarıda sayılan maddelerden en az ikisi yaşanıyorsa, kişide alkol kullanım bozukluğunun varlığından söz edilmektedir.

    Bunun dışında, alkol kullanım bozukluğu; alkol zehirlenmesi ve yoksunluk yani çekilme semptomların yaşanmasına neden olmaktadır. Kandaki alkol miktarının yükselmesiyle beraber kişide alkol zehirlenmesi oluşabilmektedir. Bu durum kişide çeşitli davranış problemlerinin oluşmasına, uygunsuz davranışlar sergilenmesine ve konuşma, dikkat, hafıza gibi problemlerinin yaşanmasına neden olmaktadır. Kandaki yüksek miktarda alkol kişiyi ölüme kadar götürecek durumlar oluşturabilmektedir.

    Yüksek düzeyde ve sürekli olarak alkol kullanımı olan kişilerin, alkol almayı bıraktıkları dönemde çekilme semptomlarının yaşandığı görülmektedir. Çekilme belirtileri birkaç saat içinde ortaya çıkmakta ve kişiye yüksek oranda rahatsızlık veren fiziksel semptomların oluşmasına neden olmaktadır. Çekilme belirtileri; titreme, terleme, kalp atışının hızlanması, kusma, mide krampları, yüksek derecede kaygı, uykuya dalmada güçlük, halüsinasyonlar ve nöbetleri olarak görülmektedir. Semptomlar kişinin günlük hayatındaki işlevselliğini ciddi derecede bozacak kadar kuvvetlidir.

    Alkol bağımlılığının kimlerde görülme olasılığı daha fazladır?

    Düzenli olarak alkol kullanımı kişinin alkol bağımlılığına daha yatkın olmasına yol açmaktadır.

    Erken yaşlarda başlayan alkol kullanımı bir risk faktörü olarak yer almaktadır.

    Aile geçmişinde veya birincil derecedeki ebeveynlerde alkol bağımlılığının ya da depresyon, anksiyete, bipolar bozukluk gibi ruh sağlığı sorunlarının olması, alkole bağımlılık konusunda bir risk faktörü oluşturmaktadır.

    Kişinin sosyal hayatında düzenli olarak alkol alabileceği kişilerin olması, alkole ulaşma konusunda büyük oranda kolaylık sağlamakta ve kişinin bağımlı hale gelmesinde bir risk faktörü olarak yer almaktadır.

    Alkole karşı bağımlılığınızın olduğunu düşünüyorsanız, kendinize şunları sorabilirsiniz:

    Artık içmeyi kesmeniz gerektiğini düşündüğünüz oldu mu?

    Alkol yüzünden insanlar sizi eleştirdi mi?

    Alkol aldıktan sonraki gün kendinizi suçlu hissettiniz mi? Bu suçluluğu bastırmak için çareyi tekrar alkol almakta buldunuz mu?

    İçme davranışınız yüzünden yalnızlığınız arttı mı? Dışarıya çıktığınızda sadece alkol alan arkadaşlardan oluşan bir çevreye mi sahipsiniz?

    Bu tür soruları sıklıkla kendinize soruyorsanız alkol ile ilgili bir sorununuz olduğunuzdan şüphelenebilirsiniz.

    Alkol bağımlılığı olan bir kişi ne tür sorunlar yaşayabilir?

    Alkolün etkisiyle kişi normalin dışına çıkarak cesaret kazanabilir. Bu durum da kendisini tehlikeli durumlara sokmasına yol açabilir.

    Alkollü araç kullanımıyla beraber ölümcül kazalar gerçekleşebilir.

    Akademik yaşantıda ya da iş hayatında olumsuz ve başarısız performanslar görülebilir.

    Kişi tüm yatırımını alkole yönlendirdiğinden dolayı mali problemler yaşayabilir.

    Sosyal ilişkilerde problemlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

    Şiddet suçlarını işlemenin ya da bir şiddet suçu mağduru olmanın ihtimalini arttırır.

    Alkolün ortadan kaldırdığı sınırlar nedeniyle, intihar riski barındıran bir kişinin intihar etme ihtimalini arttırabilir.

    Uzun süreli ve fazla alkol kullanımı kişide karaciğer, kanser, sindirim problemleri ve diyabet gibi sağlık sorunlarının oluşmasına yol açmaktadır.

    Alkol bağımlılığına sahip olan bir kişide tedavi süreci nasıl işler?

    Alkol bağımlılığının tedavisi kişiye göre değişiklik göstermektedir. Tedavi, kısa süreli, bireysel ya da grup danışmanlığı, ayakta veya yatılı olmak üzere değişkenlik göstermektedir.

    Psikoterapi, kişinin alkol ile ilgili olan problemini daha rahat anlamasına yardımcı olmakta ve alkol kullanımına neden olacak psikolojik sorunlarının farkındalığına ulaşmasında anahtar bir rol üstlenecektir. Psikolojik danışmanlığın yanı sıra, alkol kullanım bozukluğuna sahip bir kişi için ilaç tedavisi de oldukça yararlı olmaktadır. İlaç kullanımı ile beraber uygulanan bireysel ya da grup terapileri süreci hızlandırmaktadır. Bunun yanında tedaviye devam eden kişinin ailesinin de bir eğitim programından geçmesi yararlı olmaktadır. Bu durum tedavinin başarı şansını arttırmaktadır.

    Referanslar
    1. Mayoclinic, (t.y). Alcohol use disorder. www.mayoclinic.org
    2. Helpguide, (t.y) Alcoholism and Alcohol Abuse. www.helpguide.org
    3. Psychologytoday, (t.y). Alcohol use disorder. www.psychologytoday.com
  • Değişmek istiyorum: Şema Terapinin değişim felsefesi nedir?

    Şema terapi bir psikoterapi modeli olarak, insan hayatında pozitif yönde bir değişimi, yani gelişimi hedef alır. Bu hedefin peşinden koşarken de bazı varsayımları kendisi için değişim felsefesi olarak kabul eder. Jeffrey E. Young ve Janet S. Klosko bu varsayımları Hayatı Yeniden Keşfedin kitabında ayrıntılı olarak ifade etmektedir. Ben de bu yazıda kısaca Şema Terapinin değişim felsefesini size sunmaya çalışacağım. Ayrıntılı bilgi için kitabı okumanızı öneririm.

    Şema terapinin değişimle ilgili felsefi bakışı

    1- Şema terapinin değişimle ilgili ilk varsayımı, hepimizin mutlu ve tatmin olmak isteyen bir yanı olduğu şeklindedir. Bazıları bu süreci kendini gerçekleştirme, bazıları gerçek kendiliği ortaya çıkarma şeklinde ifade edebilir. Bu varsayım, insanın gelişime dönük yönünü temsil eder. Bu yön herkes için son derece kişiseldir. Durumu anlamak için meşe palamudunu metafor olarak olarak kullanabiliriz. Her meşe palamudunun nihai hedefi meşe ağacı olmaktır. Her insanın içsel olarak nihai hedefi, hayatta kendi özgünlüğünü sergileyebilmektir.

    2- Şema terapinin ikinci varsayımı, herkesin bazı temel ihtiyaçlarla doğduğu şeklindedir. Bu ihtiyaçlarımız sağlıklı şekilde giderilirse kendimizi daha iyi hisseder ve içimizdeki potansiyelleri hayata daha rahat taşırız. Söz konusu ihtiyaçlar arasında, insanlarla iyi ilişkiler kurma, özerk olma, kabul edilme, onaylanma, eğlenebilme, kendimizi ifade edebilme vb. sayılabilir.

    3- Üçüncü varsayıma göre insanlar değişebilir. Bazılarına göre insan değişmez. Sahip olduğu özellikleri doğuştan getirir ve o özelliklerle ömrünü tamamlar. Onlara göre insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Etrafımıza baktığımızda bu yaklaşımın geçerli olduğunu gösteren çok sayıda kanıt bulabilmekteyiz. Ancak psikoterapi deneyimi ve daha pek çok örnek de bize değişimin mümkün olduğunu gösteriyor. Değişimin zor olması mümkün olmadığı anlamına gelmez.

    4- Dördüncü varsayım, hepimizde değişimi reddeden güçlü eğilimlerimiz olduğunu kabul eder. Bu üçüncü varsayımla çelişmez. Bir yanımız gelişimi arzu ederken başka yanlarımız buna direnç gösterir. Çünkü değişim zor bir süreçtir. Özellikle psikoterapi açısından değişim çok zor duygularla yüzleşmeyi, hayatımız için yeni adımlar atmayı gerektirir. Değişime direncin en önemli sebebi, alışık olduğumuzu tekrar etme eğilimimizdir. Çünkü değişim, yenilik ve bilinmezlik taşır içinde.

    5- Beşinci varsayıma göre hepimiz acıdan kaçmak için güçlü eğilimler taşırız. Bu bir açıdan iyi bir açıdan kötüdür. İyi olan tarafı, acıdan ve olumsuzluklardan kaçıp bizim için iyi olanı arayacağımızı varsaymasıdır. Kötü tarafı ise değişimin zorluklarından ve acılarından da kaçınacağımız anlamına gelmesidir.

    6- Şema Terapinin değişim felsefesindeki altıncı varsayıma göre, değişim için tek ve bütün insanlar için geçerli bir teknik yoktur. Değişim tek boyutlu bir süreç değildir. Bu açıdan şema terapi, bilişsel, davranışçı, kişiler arası ve yaşantısal teknikleri psikoterapi sürecinde kullanmaya çalışır.

    7- Şema terapinin yedinci ve son varsayımına göre, her insan kişisel bir amaç yaratma ihtiyacındadır. Şemaların iyileşmesi değişimin ilk ve çok önemli bir ayağıdır. Şemalar, hayattaki kişisel amaçlarımızı oluşturmamıza ve onlara ulaşmamıza engel oluşturur. Şemaların iyileşmesi bizi kişisel hedeflerimizle baş başa bırakır. Dolayısıyla değişim süreci stratejiktir gelişigüzel değil.

    Bu yazıda şema terapinin değişim felsefesini kısaca ela almaya çalıştım.

    Ayrıntılı okuma için, yazının başında da belirttiğim gibi Hayatı Yeniden Keşfedin kitabına davet ediyorum. Konu ile ilgili düşüncelerinizi yorum kısmından paylaşırsanız memnun olurum.

    “Değişmek istiyorum” diyenlerden iseniz görüşebiliriz.

  • Dissosiyatif Füg Nedir?

    Disosiyatif bozukluklar yani ayrışma bozuklukları hafızanın, anıların ve kişisel bilgilerin kaybolmasını içeren zihinsel bir sorundur. Disosiyatif füg, disosiyatif bozukluklar başlığı altında yer alan bozukluklardan biridir. Disosiyatif fügü olan kişiler, kişisel kimliklerini geçici olarak kaybederler ve dürtüsel bir şekilde evlerinden ya da iş yerlerinden uzaklaşıp seyahat ederler. Gittikleri yerlerde genellikle kim olduklarını unutur ve yeni bir kimlikle orada bulunurlar. Dışarıdan bakıldığında bu bozukluğa sahip olan insanlar, tuhaf bir görünüm ya da tuhaf bir davranış sergilemezler ve dışarıdan disosiyatif bir bozukluğa sahip olduklarını belli etmezler.

    Disosiyatif Fügün en temel özelliği “evden ya da günlük faaliyetlerin geçtiği yerlerden uzağa beklenmedik bir şekilde seyahat etmesi, geçmiş anıların bir kısmını ya da tamamını hatırlamama” ile ilişkilidir. Bu durumla ilgili seyahatlar birkaç saat ya da birkaç ay sürelebilir. Hatta bazı kişiler Disosiyatif Füg durumundayken binlerce kilometre uzağa gidebilirler. İlk başta kişiler gittikleri yerlerde tamamen normal görünebilirler. Ancak kişi için zamanla karışıklık ortaya çıkmaktadır. Kişi birdenbire kendisini bulunduğu yere ait olmadığını anlayabilir.

    Hafızanın kaybı, kişisel bilgilerin ve geçmiş yaşam deneyimlerinin bozulması gibi işlevlerden biri veya birkaçı bozulduğunda ortaya bazı belirtiler çıkabilir. Bu belirtiler sosyal, akademik veya iş yaşantısındaki ilişkiler dahil olmak üzere kişisel ilişkilerde genel anlamda bozulmalara neden olabilmektedir.

    Dissosiyatif fügün belirtileri nelerdir?

    Kişide var olan disosiyatif füg’ün belirtilerini çevredeki diğer insanların tanıması zordur ve dışarıdan bireyin davranışları normal olarak görülmektedir. Disosiyatif füg’ün ortak olan belirtileri aşağıdaki gibidir:

    • Ani ve plansız seyahatlar yaparak evden uzaklaşma
    • Kişinin geçmiş olayları veya hayatından önemli bilgileri hatırlayamama
    • Kimlik ile ilgili kafa karışıklığı ve hafıza kaybı
    • Var olan hafıza kaybını telafi etmek için ortaya yeni bir kimlik koyma
    • Aşırı sıkıntı hali ve günlük işleyişteki sorunlar

    Disosiyatif fügün ortaya çıkmasının nedenleri nelerdir?

    Disosiyatif füg, kişinin kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu savaş, tecavüz, kazalar, doğal afet, veya aşırı şiddet görme gibi travmatik olayların sonucu olabilecek aşırı stres durumlarında ortaya çıkabilmektedir. Bunun yanında alkol ve madde kötüye kullanımı sonucu disosiyatif füg benzeri durumlar ortaya çıkabilmektedir. Kısaca disosiyatif fügün ortaya çıkmasına aşağıdaki ortak nedenler söz sahibi olabilir:

    • Aşırı utanç duygusu
    • Savaşın neden olduğu travma
    • Kazaların veya doğal afetlerin neden olduğu travma
    • İşkence
    • Çocukluk çağında yaşanan uzun süreli duygusal ya da fiziksel istismar

    Kişinin bahsedilen bu travmaları mutlaka kendisinin yaşamasına gerek yoktur. Kişi bunlara tanıklık etmiş olabilir ve gördükleri tarafından ciddi derecede travma geçirmiş olabilir. Ayrıca aile geçmişinde yer alan disosiyatif bozukluklar da kişiyi genetik olarak bu bozukluğa yatkın hale getirme olasılığı vardır.

    Disosiyatif füg ne kadar yaygındır?

    Disosiyatif füg toplumun geneline bakıldığında nadir olarak görülmektedir. Bu bozukluğun görülme sıklığı savaş zamanı ya da doğal afet gibi stresli veya travmatik dönemlerde artış göstermektedir.

    Disosiyatif füg ile beraber seyreden ya da ilişkili durumlar

    Aşağıda sayılan komplikasyonlar disosiyatif füg ile ilişkilidir ve hafif ila şiddetli olmak üzere değişkenlik gösterebilir. Beraber seyreden bu durumlar uzman tarafından mutlaka izlenmelidir.

    • İntihar düşünceleri
    • Anksiyete (Bunaltı)
    • Depresyon
    • Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)
    • Kişilik bozuklukları
    • Yeme bozuklukları
    • İş veya ilişki sorunları
    • Uyku bozuklukları
    • Yoğun alkol veya madde kullanımı

    Disosiyatif füg nasıl teşhis edilmektedir?

    Eğer disosiyatif füg belirtileri mevcutsa, bir uzman tarafından tam bir yaşam öyküsü ve klinik gözlem çerçevesinde bir değerlendirme yapılacaktır. Özellikle disosiyatif bozuklukların tespitinde tıbbi testler uygulanmamasına rağmen, fiziksel hastalıkların ya da ilaç etkilerini göz ardı edebilmek amacıyla çeşitli testler de uygulanabilmektedir. Epilepsi, kafa travmaları, madde kullanımı, ve alkol zehirlenmesi gibi nedenlerin de disosiyatif bozukluklara benzer semptomların oluşmasına yol açabilmektedir. Bu tıbbi testlerin yapılmasındaki temel amaç da disosiyatif füg’ün nedeninin ne olduğunu tam anlamıyla bilmektir.

    Eğer kişide fiziksel bir sorundan bağımsız olarak disosiyatif füg varsa, kişi ruhsal hastalıkları teşhis ve tedavi etmek amacıyla alanında özel olarak eğitilmiş bir psikiyatriste ve psikoloğa yönlendirilebilmektedir. Psikiyatristler ve psikologlar, disosiyatif bozukluğu olan bir kişiyi değerlendirebilmek için özel olarak tasarlanmış testler ve değerlendirme araçları kullanmaktadır.

    Disosiyatif füg nasıl tedavi edilir?

    Disosiyatif Füg’ün temel amacı, kişide hafıza kaybını tetikleyen stresi veya travmasını çözmeye yardımcı olmaktır. Tedavi ayrıca, kişinin Disosiyatif Füg’e neden olan travmalar ve stresle başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine yardımcı olmayı hedeflemektedir. Tedavi yaklaşımı kişiye ve belirtilerin şiddeti ya da sıklığına göre farklılık göstermesine bağlı olarak aşağıdaki tedavi yöntemlerinin kombinasyonunu içermektedir:

    Bilişsel Davranışçı Terapi: İşlevsel olmayan düşünce kalıplarını değiştirmeye ve duygu, düşünce, davranış döngüsü çerçevesinde ortaya çıkan olumsuz otomatik düşüncelere odaklanan bir psikoterapi yöntemidir. Bu yöntem ile kişide disosiyatif füg’ün oluşmasına neden olan stres ve travmalar ile başa çıkma becerisi geliştirilir.

    İlaç Tedavisi: Disosiyatif Bozuklukları tedavi etmek için belirlenmiş spesifik bir ilaç bulunmamaktadır. Bununla birlikte disosiyatif füg’ü olan bir kişide depresyon ve anksiyeteye bağlı sorunlar varsa antidepresan ve anti – anksiyete ilaç tedavisi önerilebilmektedir.

    EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme): Disosiyatif fügde, travma kaynaklı hafıza kayıplarını gidermek için uygulanmaktadır. EMDR ile var olan travmalar çalışılarak, kişinin bu travmalar karşısında hissettiği olumsuz beden duyumlarını giderme amacını hedeflemektedir.

    Hipnoterapi: Bu, insanların bilinçli zihinlerinden saklayabilecekleri düşünce, duygu ve hatıraları keşfetmelerine olanak tanıyan, değiştirilmiş bir bilinçlilik durumu (farkındalık) elde etmek için yoğun gevşeme, konsantrasyon ve odaklanmış dikkat kullanan bir tedavi yöntemidir.

    Disosiyatif füg’ün süresi nedir?

    Disosiyatif füglerin çoğu kısa sürelidir ve bir günden birkaç aya kadar sürer. Genellikle, hastalık kendi kendine geçer. Bu nedenle görünüm oldukça iyidir. Bununla birlikte, altta yatan sorunu çözecek tedavi olmadan yeni disosiyatif füg atakları gerçekleşebilir. Bu nedenle tedavi kişinin yaşam kalitesi adına önem taşımaktadır.

    Disosiyatif füg önlenebilir mi?

    Disosiyatif füg’ü engellemek tam anlamıyla mümkün olmayabilir ancak yukarıda bahsettiğimiz belirtiler başlar başlamaz bir uzman yardımı almak ve tedaviye başlamak yararlı olacaktır. Ayrıca kişinin yaşadığı ve disosiyatif füg geliştirmesine neden olan travmatik ya da stres verici durumu terapi yöntemleriyle çalışmak, kişinin yeni bir disosiyatif füg geliştirme riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.

    Ne zaman uzman yardımı almalıyım?

    Sevilen bir kişinin ciddi veya uzun süreli travma ya da strese maruz kaldığı durumlarda, düşüncelerde herhangi bir karışıklık veya hafıza kaybı belirtileri gösterdiği zaman mutlaka bir uzman desteğine başvurmanız önerilebilir. Bu kişinin ayrıca stres ve travma durumlarından sonra ortadan kaybolduğunu başka yerlere gittiğini ve hafızasında kopukluklar olduğunu görüyorsanız bu ciddi durumu atlamadan psikiyatrist ve psikolog yardımı almanız gerektiği unutmamalısınız. Bunun yanı sıra yukarıda sayılan belirtilerin tıbbi kontrollerden sonra herhangi bir fiziksel durum olmadığı görülüyorsa psikolojik anlamda yardım alınması gerekmektedir. Disosiyatif füg ile erken çıktığı dönemde çalışmak semptomların kötüleşmesini ve kişinin yeni disosiyatif füg geliştirme olasılığını azaltmaktadır.

    Referanslar
  • WISC-R (Çocuklar İçin Zeka Testi) Nedir? WISC-R Kimlere Uygulanır?

    Wisc-r, temel olarak çocukların zeka düzeylerini ölçmeye ve zihinsel gelişimleri hakkında bilgi almaya yarayan bir zeka testidir.

    Ülkemizde kullanılan zeka ölçüm araçları içinde güvenilirliği ve geçerliliği yüksek bir test olması yönünden yaygın olarak tercih edilmektedir. Test yalnızca zeka düzeyini ölçmekle kalmayıp çocuğun zayıf ve güçlü yönleri hakkında da bilgi verici olmaktadır. Aynı zamanda çocukta zihinsel geriliği erkenden fark etmemizi sağlamakla birlikte üstün zeka gücüne sahip çocukları da ayırt etmemizi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca Wisc-r zeka testi çocukların hangi alanlarda daha becerikli ve hangi alanlarda daha az yetenekli olduklarını görmemize ışık tutmaktadır.

    Testin detaylarına girmeden önce ölçtüğü kavram olarak zekanın ne olduğuna ve farklı zeka türlerine bakmamız yararlı olacaktır.

    Zeka nedir?

    Zeka, soyut bir kavram olması nedeniyle birçok bilim insanını açıklamakta zorlayan bir kavram olmaktadır. Zekanın ne olduğu hakkında çeşitli görüşler olsa da genel anlamda zeka; kavrama, soyut düşünme, bellek, akıl yürütme, problem çözme, kazanılan bilgileri yeni durumlara uyarlama olarak tanımlanmaktadır.

    Psikolog Robert Sternberg testlerle zekanın ölçülebileceğini savunmuş ve akademik performansı belirlemek ve öngörmek amacıyla test ölçeklerinden yararlanılmasını yararlı bulmuştur.  Zekayı araştıran bilim insanları arasında bazıları zekanın tek yönlü olduğundan bahsederken psikolog  Howard Gardner ise çoklu zeka kavramından bahsetmektedir. Çoklu zeka kuramına göre bireyde sekiz farklı zeka türü olduğu kabul edilmektedir. Gardner’ın kabul ettiği zeka türleri olarak karşımıza sözel, mantıksal, görsel, bedensel, müziksel, kişisel sosyal ve doğasal zeka türleri çıkmaktadır. Bu kurama göre her birey kendine özgü farklı türde zeka gelişimi göstermektedir.

    Zeka kalıtımsal olduğu kadar çevrenin etkisiyle de geliştiği için bireysel farklılıklara dayandığı da bir gerçektir. Günümüzde yaygın olarak kabul gören yargı ise zekanın büyük oranda kalıtımsal olduğu ancak çevreden de etkilenerek olumlu ve olumsuz yönde değişim gösterdiğidir.

    Zeka testi nedir?

    Geçmişten günümüze zekanın ölçülmesi üzerinde bir dizi araştırma yapılmış ve çeşitli ölçme araçları geliştirilmiştir. Bu ölçme araçlarının başarısı testin geçerli ve güvenilir olmasına bağlıdır.

    Geçerlik, ölçme aracının ölçmeyi istediği şeyi başka bir şeyle karışmadan ölçebilmesidir. Örneğin zeka testi özel yetenekleri değil sadece zekayı ölçmelidir.

    Güvenirlik ise testin her tekrarında aynı sonucu vermesidir. Yani aynı test aynı bireye farklı zamanlarda uygulandığında aynı sonucu vermelidir.

    Bir diğer gereklilik ise testin kültüre göre uyarlanmış olmasıdır.

    Bu üç temel özelliğe sahip olan zeka testleri bize mümkün olduğunca hatadan uzak ve doğru bir sonuç vermektedir. Bu bakımdan Wisc-r zeka testi ülkemizdeki kültüre iyi uyum sağlamış ve güvenilir sonuçlar veren bir test olması bakımından eğitim hayatında sıklıkla kullanılmaktadır.

    Zeka testinin asıl amacı bireydeki zihinsel gelişim düzeyini tespit etmektedir. Yani bireyin yaşına göre beklenilen zihinsel becerileri yapabilmesi veya yapamaması ya da kendisinden beklenenden daha üst düzey bir performans göstermesi gibi durumların tespitinde oldukça fayda sağlamaktadır. Ancak zeka testleri genel olarak mantıksal ve sözel becerileri ölçmesi bakımından bazı durumlarda yetersiz kalabilmektedir.

    Zeka testine neden ihtiyaç duyulur?

    Zeka testlerinin net olarak zekayı ölçüp ölçmediği tartışma konusu olsa da genel anlamda belli başlı zeka testlerinin kullanımı kabul görmektedir. Zeka testinin gerçekten gerekli olup olmadığı veya her çocuğa mutlaka uygulanması gerekip gerekmediği noktasında aileler kararsız kalmaktadır.

    Öncelikle bilinmesi gereken zeka testi her çocuğa mutlaka uygulanması gereken bir test değildir. İhtiyaç olmadığı halde çocuğun zekasını merak eden ebeveynler zeka testi uygulaması talep edebilmektedir. Ancak bu istek ve beklentiler çocuğa zarar verebilir.

    Çocuktan üstün zeka gösterisi bekleyen anne babalar çocukta farklı sorunların baş göstermesine sebep olabilir. Bu nedenle testin uygulanması için birtakım veriler olması gerekmektedir.

    Bu veriler arasında ilk olarak ailenin çocuğu hakkındaki izlenimleri yer almakla birlikte uzman kişinin kararı etkilidir. Örneğin çocukta yaşıtlarına göre üstün beceriler fark edilmesi ya da bunun aksine çocukta yaşıtlarına nazaran gelişimsel gerilikten şüphe edilmesi halinde zeka testi uygulanması belirleyici ve gerekli olacaktır. Uzman tarafından uygulanan bu testlerle üstün zekalı ve zihinsel engelli çocukları belirlemek mümkün olmaktadır. Bu nedenle zeka testleri farklı gelişim gösteren çocukların belirlenerek uygun eğitim almalarını sağlama noktasında önem taşımaktadır. Özellikle de özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların erkenden belirlenmesinde büyük yararı olmaktadır. Ayrıca zeka testi çocukların beceri ve yetenekleri hakkında fikir sahibi olmamızı sağladığı için uygun mesleğe yönelim sağlamak açısından yol gösterici olmaktadır.

    Dünya genelinde geçerliliği ve güvenilirliği en yüksek test olması ve birçok alt testten oluşması bakımından farklı yetenekleri ölçebildiği için Wisc-r zeka testi tercih edilen bir testtir.

    Wisc-r nedir?

    Wisc-r zeka testi ilk olarak 1939 yılında psikolog David Wecsler tarafından yetişkinler için tasarlanmış, sonrasında çocuklarda zeka düzeyini ölçme amacıyla geliştirilmiş bir testtir. Test içeriğinde zorluk derecesi çok kolay ve çok zor arasında değişen sözel ve sözel olmayan problemler yer alır.

    Çocuklar teste en basit soru düzeyinden başlayarak gittikçe zorlaşan ve çözemeyecekleri sorulara kadar teste devam ederler.

    Sözel ve sözel olmayan bölümlerin alt testleri ile birlikte toplam 12 farklı başlıkta soru kategorisi bulunan Wisc-r testi okullarda öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklar için geliştirilmiştir.

    Sözel olan test içerikleri sözcük dağarcığı ve genel bilgi düzeyini ölçmeye yararken sözel olmayan bölüm ise sayıları sıralama, tekrar etme, düzenleme, resimlerden hikaye oluşturma gibi muhakeme yeteneklerini ölçer.

    Her iki kategorinin değerlendirilmesi sonucunda IQ puanı hesaplanır. IQ puanın yüksek olması okul başarısının daha yüksek olmasına ve olacağına işaret ederken düşük olması ise okul başarısında yetersizlikler olarak kabul edilir. IQ puanları mevcut başarı durumunu ortaya koymakla birlikte gelecekteki başarıları yordamada da yardımcı olmaktadır. Ancak zeka gelişebilen bir kavram olduğundan dolayı çevresel koşullar, yaşam stili ve eğitimle birlikte zeka düzeyinde zamana bağlı değişimler olmaktadır.

    Wisc-r zeka testi hangi alanları ölçüyor?

    Wisc-r zeka testi, zekayı sözel ve performans olarak iki ayrı alanda ölçen ve  6-16 yaş arasındaki çocuklara uygulanarak zihinsel gelişimlerini değerlendirmeyi sağlayan bir zeka ölçeğidir.

    Testin sözel bölümü çocuğun anlama- kavrama yeteneğini, okul bilgisini, toplumsal yargılarını, kısa ve uzun süreli belleğini ölçerek yaşına göre zihinsel gelişim düzeyini belirlemektedir.

    Performans bölümünde ise çocuğun zaman sınırlaması içinde çalışabilmesi, psikomotor ve görsel becerileri, soyut düşünme yeteneği, yeni karşılaştığı uyarıcılarla baş etme yetisi, sıralama becerileri, şekillerin algılanması gibi bilişsel alanlarda değerlendirme yapılmaktadır.

    Yaş aralığına baktığımızda testin hem çocuklara hem de ergenlere uygulandığını görmekteyiz.

    Test, bireysel uygulanan bir test olmakla birlikte çocuğa uzman tarafından sorular sorulur ve cevaplanması beklenir.

    Testin uygulama süresi ortalama 1,5-2 saat sürmektedir. Bu süre, kişinin performansına göre değişiklik göstermektedir.

    Test sonucunda belirlenmiş olan puanlama yöntemi ile değerlendirme yapılmaktadır. Başta belirttiğimiz sözel ve performans bölümlerinin de kendi içinde alt testlerinin olması, Wisc-r’ın zekayı çok yönlü inceleyen bir test olduğu göstermektedir.

    Wisc-r zeka testi, sözel bölümde altı, performans bölümünde de altı alt test olması sonucunda, toplam on iki alt testten oluşmaktadır.

    Wisc-r testi, sözel bölüm alt testleri

    • Genel Bilgi: Çocuğun başta ailesinden sonrasında okuldan ve içinde bulunduğu kültürden elde etmiş olduğu bilgileri ölçen alt testtir.
    • Benzerlikler: Çocuğun iki şey arasındaki benzerlik bağlantısını kurarken genelleme ve soyutlama yapıp yapmadığını ölçer. Aynı zamanda bu benzerliği ifade ediş şekline bakılır.
    • Aritmetik: Bu alt testte süre sınırı bulunmaktadır. Çocuğun problem çözebilme ve dikkatini odaklama yeteneğini ölçmektedir. Kısacası çocuğun dört işlem yapabilme becerisini ve öğrendiklerini gösterdiği bir alt testtir.
    • Sözcük Dağarcığı: Çocuğun bildiği sözcük sayısını ve ifade becerisini ölçer.
    • Yargılama: Akıl yürütme, muhakeme yapabilme, mantıksal ve duygusal olgunluk düzeyini belirleyen alt testtir.
    • Sayı Dizisi: Çocuğun işitsel uyaranları anımsama gücünü ve kısa süreli belleği ölçen bir alt testtir.

    Wisc-r testi, performans bölümü alt testleri:

    • Resim Tamamlama: Zaman sınırlaması olan bir test olmakla birlikte dikkati görsel uyaranlara odaklayabilme becerisini ölçer. Örneğin çocuktan gösterilen resimde eksik olan detayları fark etmesi beklenir. Dikkat yoğunlaştırma becerisini ölçen bir alt test olduğu söylenebilir.
    • Resim Düzenleme: Neden sonuç ilişki kurabilme ve olaylar dizisini anlama yeteneğini ölçen alt test grubudur. Yine zaman sınırlaması olan bir testtir. Çocuğun parçalar arasında ilişki kurarak sentez yapabilme ve muhakeme becerisini gösterir.
    • Küplerle Desen: Görsel, mekansal ve hareketsel eşgüdümle birlikte parçalar arası ilişkiyle bütüne giderken tahmin etme becerisini ölçer.
    • Parça Birleştirme: Zaman sınırlaması olmakla beraber parça bütün arasındaki ilişkiyi kavrama becerisini ölçen alt testtir.
    • Şifre: Psikomotor becerileri, konsantrasyon yeteneğini, görsel uyaranlarını hatırlama gibi beceri alanlarını ölçen zaman sınırlaması bulunan alt testtir.
    • Labirentler: El- göz koordinasyonunu, mekan algısını ve yön bulma becerisini ölçen alt testtir. Bu test grubu yardımcı testler olarak bulunmaktadır. Yani gerekli görülmediğinde uygulanmayabilir.

    Wisc-r testine göre zeka bölümleri nelerdir?

    Çocuklar için zeka ölçeği olan Wisc-r testi çocuğun zeka düzeyini sayısal veri olarak sunmaktadır.

    Sözel ve performans bölümündeki sorulara verilen yanıtlara göre sözel alan puanı, performans alanı puanı ve genel zeka puanı dediğimiz puan türleri ortaya çıkmaktadır.

    Genel zeka puan aralıklarına göre çocuğun zihinsel gelişim düzeyi belirlenirken sözel ve performans alanındaki puanların farkı ise çocuğun zekasının hangi alana doğru yöneldiği hakkında bilgi vermektedir. Örneğin sözel zeka puanı yüksek olan çocukların dersi anlama yetisinin ve sözcük dağarcığının zengin olduğu söylenebilir.

    Testten alınan genel zeka puanı bir tablo içinde sınıflandırılarak çocuğun zeka seviyesinin hangi düzeye denk geldiği belirlenir. Teste göre zeka bölümleri şu şekildedir:

    • 140 ve üstü Dahi
    • 130 – 139 Çok üstün
    • 120 – 129 Üstün
    • 110 – 119 Parlak zeka
    • 90 – 109 Normal zeka
    • 80 – 89 Donuk normal
    • 70 – 79 Sınır zeka
    • 69 ve altı Zeka geriliği

    Wisc-r hangi durumlarda uygulanabilir?

    Çevremizde rastladığımızda veya anne baba olarak yakından takip etme şansımızın olduğu durumlarda çocukların her birinin farklı özelliklere sahip olduklarını kolaylıkla fark edebiliriz. Bazı çocuklar tipik çocuk profili çizse de bazısı çoğunluktan farklı olarak kendine özgü davranış ve tutumlar sergilemektedir. Çocuklarda görülen bu farklıklara örnek olarak çeşitli yetenekler, uyum sorunları, öğrenmede güçlük çekme, yaşının üzerinde beceriler gösterme, iletişim problemleri, derslerden çabuk sıkılma gibi durumları saymak mümkündür.

    Farklı olan çocukların incelenmesi ve farklılık nedenlerinin araştırılması gerekebilmektedir. Hem çocuğun daha iyi bir şekilde hayata adapte olması için hem de ailelerin çocuklarıyla daha sağlıklı bir iletişim kurabilmeleri adına farklı gelişim gösteren çocuğu tanımaları önemlidir. Bu anlamda bilişsel becerileri ölçen zeka testleri bize yardımcı olmaktadır.

    Çocuklar için kullanılan Wisc-r ölçeği zekayı ölçme amacının yanında çocuğun zihinsel süreçleri hakkında bilgi sahibi olmamızı da sağlamaktadır. Test, çocuğun zihinsel gelişimi hakkında bilgi vermesiyle olası problemlerin önüne geçilmesi imkanı tanımaktadır.

    Zeka puanı vermesinin yanında Wisc-r testi çocuğun anlama- kavrama yeteneklerini incelemesi, algısal mekanizmasına değinmesi ve dikkat ölçmesi açısından çocukla ilgili pek çok alanda bilgi içermektedir. Test sonuçları ile davranış problemleri, hiperaktivite, dikkat eksikliği gibi bulguları gözlemleme şansımız olmaktadır. Aynı zamanda testin uygulanırken uzman kişinin klinik gözlemleri de çocukla ilgili bilgi kaynağı oluşturmaktadır. Bu nedenle sadece test değil testin uygulandığı zaman dilimi her anlamda çocukla ilgili bilgi edinme sürecidir. Görüldüğü gibi Wisc-r testi çocuğun gelişim düzeyiyle ilgili genel bir tablo ortaya koymaktadır.

    Ortaya çıkan bilgiler doğrultusunda çocuğun iyi olduğu alanlar görülürken hangi metotla daha iyi öğrendiği de görülmüş olur. Ayrıca çocuğun geliştirilmesi gereken yönlerinin neler olduğunu ve hangi alanlarda destek alması gerektiği de test sonucunda belirlenebilir.

    Wisc-r zeka testi çok yönlü bilgi veren bir test olması bakımından pek çok davranış problemini görmemizi sağlayan bir testtir. Wisc-r testi çeşitli psikolojik durumların incelenemesinde kullanılabilir. Bu durumlar şunlardır:

    • Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
    • Öğrenme güçlüğü
    • Algılama güçlüğü
    • Okula uyum sorunları
    • Özgüven eksikliği
    • Ders başarısızlığı
    • İletişim güçlükleri
    • Sosyal kaygı
    • Okul fobisi
    • Enürezis/ Alt ıslatma – Enkoprezis/ Dışkı kaçırma
    • Saldırganlık
    • Dürtü kontrol bozuklukları

    Saymış olduğumuz bu problemlerin çocuğun zeka düzeyi ile ilgisi olup olmadığını anlamamızda Wisc-r ölçeği yordayıcı olmaktadır. Bunlara ek olarak çocuğun bellek ile ilgili olan sorunlarının tespit edilmesinde de test yardımcı sağlamaktadır.

    Wisc-r zeka testi gerçekten gerekli midir?

    Ailelerin çocuklarının başarısı ve zekasıyla fazlaca meşgul olması bazı durumlarda gerçekçi olmayan beklentilere kadar varmaktadır. Her aile çocuğunun üstün yetenekler göstermesi ve başarılı olmasını ister fakat çocuğun yaşına göre normal olan potansiyelini gözden kaçırmamak gereklidir.

    Çocuğunun normal olarak yaptıklarını bazı aileler olağan dışı olarak algılar ve çocuğunun normalin üstünde bir zekası olduğunu düşünebilir. Bu tarz durumlarda aileler çocuğun zeka düzeyini merak etmekte ve test yaptırmak için araştırmalara başlamaktadır. Ancak bu tutum doğru olmayıp çocuk üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. 

    Sadece çocuğun zekasını belgelemek amaçlı test yaptırmaya çalışmak oldukça zarar verici bir tutum olacaktır. Gereklilik olmadığı halde çocuğa test uygulanması ailelerin çocuğa karşı beklentilerinde abartıya veya eksikliğe yol açabilmektedir. Aynı zamanda bunu fark eden çocuğun başarısı ve kendine güveni de oldukça zedelenecektir. Bu nedenle çocukların yalnızca zeka puanını merak etme amacıyla test uygulaması yapılmamalıdır.

    Zeka ölçümü sonucunda belli bir puan veren bu test ile sonucunun sabit kalacağını söylemek de doğru olmayacaktır. Zeka zamanla gelişebilen bir şey olduğu için yaşam koşulları, öğrenme ve doğru eğitimle birlikte zeka puanı zaman içinde değişim gösterebilir.

    Zeka testinin gerçekten gerekli olup olmadığına ilk başta ailelerin ve öğretmenlerin fark etmesi ve sonrasında uzman kişinin görüşüyle birlikte karar verilmektedir. Genel olarak çocukta öğrenmede güçlük, derslerde başarısızlık, normal gelişim hızından yavaş gelişim gösterme, davranış problemleri, iletişim güçlükleri, algılamada güçlükler gibi durumlar gözlemlenirse gerekli incelemeler sonucunda uzman kararıyla test uygulanabilmektedir.

    Bunlarla birlikte eğer çocukta yaşıtlarının üstünde bilgi ve beceri yeteneği görülüyor; çocuk için sınıfın genel düzeyi yetersiz kalıyor ve derslerin onun için fazla basit olduğunu düşünerek sıkılıyorsa üstün zeka yeteneği için de test uygulaması yapılabilmektedir.

    Çocuk wisc-r testine hazırlanırken nelere dikkat edilmeli?

    Testin gerekli olduğuna emin olduktan sonra çocuğun teste hazırlanması testin başarıyla sonuçlanması için zorunludur. Wisc-r zeka testi uzun süren ve çok sayıda alt testi bulunan bir test olması sebebiyle bu süre zarfında çocuğun sıkılmaması ve farklı ihtiyaçlar nedeniyle testi yarım bırakmaması için her türlü önlem alınmalıdır.

    Öncelikle çocuk testten önce uykusunu iyi almış olmalıdır. Test sırasında uykunun bozucu etkisinin ortadan kaldırılması için uykusunu almış olması gereklidir.

    Bir diğeri ise çocuğun yorgun olmamasıdır. Okul çıkışında uygulanan testler bu nedenle pek sağlıklı olmayacak günün yorgunluğunu taşıyan çocuk için test süreci bunaltıcı olacaktır. Uykusuz ve yorgun çocuklar test sorularını baştan savma yanıtlayacak ve sonucun güvenilirliği düşük olacaktır.

    Yine aynı şekilde çocuğun testten önce aç olmaması gerekmektedir. Genel olarak test uygulaması öncesinde çocuğun temel biyolojik ihtiyaçlarının giderilmiş olması gerektiğini söylemek mümkündür.

    Ailelerin çocuğu teste hazırlarken ona bir zeka testi uygulamasına gireceğini söylememeleri de gerekmektedir. Zeka testine gireceğini duyan çocukta bu durum gerginlik, endişe ve kaygı gibi faktörleri artırmakla birlikte çocuğun gerçek performansını göstermesinde olumsuz etki yaratabilmektedir.

    Çocuğa uygulama hakkında gerekli olan açıklama ve bilgilendirme uzman tarafından yapılmalıdır.

    Çocuğun teste hazırlanması kadar önemli bir konu da test ortamıdır. Test yapılacak ortamın iyi aydınlatılmış, sessiz, dikkat dağıtıcı unsurlardan arındırılmış olması da oldukça önemlidir.

    Wisc-r test sonucu ne ifade eder?

    Ortalama olarak 1,5 – 2 saat süren test uygulaması yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir.

    Test bitiminde değerlendirme için puan hesaplaması yapılmaktadır. Puan sonucu tek başına yeterli olmamakla birlikte uzmanın uygulama esnasında çocuğa ilişkin gözlemleri de hesaba katılmalıdır.

    Alt testlerden oluşan Wisc-r testi değerlendirmesi yapılırken her alt test çocuk hakkında farklı bilgiler verdiği için ayrı ayrı değerlendirilmeli ve her alt testin birbiri ile ilişkisi raporda sunulmalıdır. Yani testin sonucu puanlar arası ilişkiler ve puan aralıklarına göre değerlendirilmektedir.

    Test sonucunda ortaya çıkan zeka puanı aile ile paylaşılmayıp, aileye, çocuğun gelişim düzeyi hakkında rapor sunularak, çocuğun güçlü tarafları veya geliştirilmesi gereken yönleri hakkında bilgiler verilir.

    Teste göre üç farklı puan türü bulunmaktadır. Bunlar: 1- Sözel Alan Puanı, 2- Performans Alan Puanı, 3- Genel Zeka Puanı

    Sözel test puanı ile performans test puanı arasındaki fark büyükse araştırılmalıdır. Eğer sözel alan puanı performans alanından düşükse bu sonuç çocukla ilgili öğrenme güçlüğü (disleksi) sorununu akla getirmektedir.

    Öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklarda okul bilgileri yetersiz olduğundan ve sözel bölüm bilgi, kavrama ve anlama yetilerini ölçtüğünden, bu durum akla gelmektedir.

    Performans alanındaki puan sözel alandan düşük çıkarsa sözel olmayan öğrenme güçlüğü sorunundan şüphe edilmektedir. Ciddi puan farkları olduğu durumlar ek gözlemler ve testlerle mutlaka araştırılmalıdır.

    Wisc-r testi üstün yetenekli çocukların ayırt edilmesinde de oldukça belirleyici olmaktadır. Test sonucuna göre üstün yetenekli çocuklar için becerilerini ortaya çıkartacak farklı bir eğitim planı geliştirilebilmektedir.

    Bunun tersine zeka düzeyi düşük ve sınırın altında kalan zeka geriliği yaşayan çocukların da özel eğitim programlarına yönlendirilmesi ve becerilerini geliştirici uygun eğitim almaları sağlanabilir.

    Wisc-r zeka testi sonucunda çocuğun görsel muhakeme yeteneği, işitsel dikkati, dikkatini odaklama becerisi gibi durumlar da ölçülebilmektedir.

    Bunların yanı sıra kendine güvenmede sorun yaşayan çocuklar test sırasında ipuçları vermekte ve kendini ifade etmede zorluk yaşayan çocuklar gözlenebilmektedir. Özellikle de okullarda uyumsuz ve farklı gelişen çocukların neden sorun yaşadıkları test sonucunda ortaya çıkarak öğretmenlerle paylaşılmaktadır.

    Kısacası Wisc-r, zeka testi olarak kabul görse de bir zeka puanı ortaya koymakla birlikte çocuğun bilişsel yetilerindeki güçlü ve zayıf yönlerin tayin edilmesinde yarar sağlayan ve çocuğun genel kişiliği hakkında bilgi sunan bir ölçme aracıdır.

    Referanslar
    1. Özgüven, İbrahim Ethem, Psikolojik Testler. Nobel Akademik Yayıncılık, 15. Basım, Kasım 2017.
    2. Bee,Helen, Çocuk Gelişim Psikolojisi.  İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1. basım  2009.
    3. Budak, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları, 2017.
    4. Butcher, James N. Anormal Psikoloji. Kaknüs Yayınları, 1. basım 2013.
    5. Öztürk, Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.
    6. Aydın, A. (1999). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. Alfa Yayınları.
  • Aleksitimi olduğumu nasıl anlarım?

    “Aleksitimi nedir?” “ve “Aleksitimi tedavisi nasıl olur?” soruları, bu yazının cevaplamaya çalıştığı sorulardır. Yazı, Psikolog Gül Demet Kurt tarafından kalem alındı.

    Duygular insanoğlunun varlığından itibaren süregelen, ruhsal durumu hakkında bilgi veren ve kişiden kişiye göre değişim göstererek farklılaşıp tüm insanlar tarafından ortak hissedilen bir yaşantıdır. Farklı durumlarda nasıl tepki verileceği ile ilgili bilgi sağlayan duyguların, birey tarafından başarılı bir şekilde adlandırılması ve bu duygusal deneyimin farkında olarak hareket edilmesi karşılıklı ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır .

    Günlük yaşamda bireyler arasında anlamlı ve başarılı bir iletişimin kurulmasında önemli bir işleve sahip olan duygular, kişilerarası sosyal etkileşimin oluşmasında, yaşanılan bir olaya ilişkin duyguların konuşulup paylaşılmasında, bireyin hem kendisinin hem de çevresinde bulunan insanların duygusal tepkilerinin farkına varması ve buna karşılık duygusal ifadelerini kontrol etmesinde etkin bir rol oynamaktadır. Duyguların tanımlanması ve ifade edilmesi bu denli bir öneme sahip olmasına karşın, insanoğlunun varlığından itibaren bir problem oluşturduğu ve böylece duygusal problemlerle yakından ilişkili olan aleksitimi kavramını gündeme getirdiği söylenmektedir.

    Aleksitimi nedir?

    Bireylerin kendi duygularını tanıma, tanımlama ve ifade etmede zorluk çekmesi olarak bilinen aleksitimi kelime anlamı olarak Yunanca’da a = yok, lexis = söz, thymos = duygu kelimelerinden meydana gelmektedir. Bu kavram ilk kez Sifneos tarafından bireylerin duygularını tanıma ve tanımlamadaki zorluklarını ifade etme amacıyla kullanılmıştır.

    Bu doğrultuda aleksitimi bireyin yaşam kalitesini düşürmekte ve duyguları tanıma ve tanımlama sürecinde büyük bir eksiklik yaratmakta olup bireyin karşılıklı ilişkilerde depresyona girmesine, gerilim yaşamasına, yalnızlık çabası geliştirmesine ve dış uyaranlara karşı endişe duymasına da yol açabilmektedir.

    Ayrıca aleksitiminin depresyon, yeme bozukluğu, somatoform bozukluk, anksiyete bozuklukları, şizofreni, madde kötüye kullanım gibi birden fazla psikiyatrik bozuklukla görülebileceği söylenmektedir.

    Aleksitimi belirtileri nelerdir ?

    • Belirtinin ilk sırasında kişinin kendi duygularını anlaması/anlamlandırmasında güçlük çektiği ve kişinin kendi duygularını sözel olarak ifade edemediği
    • Kişinin başkasının duygularını anlama/anlamlandırmasında güçlük çektiği
    • Empati becerisinden yoksun olduğu
    • Vücudunun çeşitli bölgelerinde yaygın ağrıların olabildiği
    • Mide sorunları ile karşı karşıya kalabildiği
    • Sosyal ilişkilerde bulunamayıp yalnızlığa sürüklenebildiği
    • Sınırlı hayal gücüne sahip olduğu
    • Duygusal farkındalığının yetersiz olduğu (Torrado, Ouakinin ve Nicolau, 2013; Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).

    Aleksitimi nedenleri nelerdir?

    • Aleksitimi, beynin duyguları tanıma ve tanımlamadan sorumlu olan bölgenin yetersiz işleyişi nedeniyle ortaya çıkabilmektedir.
    • Aleksitimi genler yolu ile aktarılabilmektedir.
    • Çocukluk çağında koşulsuz sevgi ve ilgiden yoksun bir ortamda yetişen kişilerde ortaya çıkabilmektedir.
    • Sosyalleşme ortamının eksikliğinden kaynaklanabilmektedir.

    Aleksitimi tanısı nasıl konur?

    Aleksitimi hastalığına tanı koyabilmede özel psikolojik testler kullanılmaktadır. Bu testlerden en yaygın olan Toronto Aleksitimi Ölçeği kullanılmaktadır. Bir kendini değerlendirme ölçeği olan bu ölçek 20 sorudan meydana gelmekte ve duyguları tanımlamakta zorluk, duyguları ifade etmekte zorluk ve dışsal odaklı düşünce boyutlarından oluşmaktadır. (Bakınız: Toronto Aleksitimi Ölçeği)

    Aleksitimi tedavisi nasıl olur?

    Aleksitimik özelliklerin giderilmesinde konuşma odaklı terapiler, diğer bir ifadeyle psikoterapiler önemli bir rol oynamaktadır.

    Psikoterapi kişinin duyguları tanıma/tanımlama veya anlama/anlamlandırma becerisindeki yetersizliği ve yetersizliğin altındaki etkenleri kavrayabilmeye yardımcı olabilmektedir (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014). Diğer taraftan psikoterapinin kişinin kendi duygularını tanımlama ve başkalarının duygularını değerlendirmede duygusal olgunlaşmayı geliştirdiği de belirtilmektedir. Böylece duygusal olgunlaşma sayesinde kişi hem duygularının farkında olacak hem de yaşadığı olumlu veya olumsuz bir durum karşısında nasıl hareket edebileceği konusunda sıkıntı yaşamayacaktır.

    Kişinin, aleksitimik davranışlarını bilişsel yöntem ve tekniklerin yardımıyla yorumlayarak kavramsallaştırmasının tedavi sürecini olumlu yönde etkileyeceği belirtilmektedir. Böylece yorumlayıp kavramsallaştırma sayesinde kişi duygu ve düşüncelerini ayırt etmeyi ve doğru tanımlamayı öğrenmekte ve bu da kişide bedenselleştirmeyi azaltarak duygularını sözel gücüyle etkili bir şekilde aktarmasını sağlamaktadır.

    Duygular insanoğlunun varlığından itibaren süregelen, ruhsal durumu hakkında bilgi veren ve kişiden kişiye göre değişim göstererek farklılaşıp tüm insanlar tarafından ortak hissedilen bir yaşantıdır. Farklı durumlarda nasıl tepki verileceği ile ilgili bilgi sağlayan duyguların, birey tarafından başarılı bir şekilde adlandırılması ve bu duygusal deneyimin farkında olarak hareket edilmesi karşılıklı ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır .

    Günlük yaşamda bireyler arasında anlamlı ve başarılı bir iletişimin kurulmasında önemli bir işleve sahip olan duygular, kişilerarası sosyal etkileşimin oluşmasında, yaşanılan bir olaya ilişkin duyguların konuşulup paylaşılmasında, bireyin hem kendisinin hem de çevresinde bulunan insanların duygusal tepkilerinin farkına varması ve buna karşılık duygusal ifadelerini kontrol etmesinde etkin bir rol oynamaktadır. Duyguların tanımlanması ve ifade edilmesi bu denli bir öneme sahip olmasına karşın, insanoğlunun varlığından itibaren bir problem oluşturduğu ve böylece duygusal problemlerle yakından ilişkili olan aleksitimi kavramını gündeme getirdiği söylenmektedir.

    Referanslar
    1. Barchard, K. A., Bajgar, J., Leaf, D. E., & Lane, R. D. (2010). Computer Scoring of the Levels of Emotional Awareness Scale. Behavior Research Methods, 42(2), 586-595.
    2. Carton, S., Bayard, S., Paget, V., Jouanne, C., Varescon, I., Edel, Y., & Detilleux, M. (2010). Emotional Awareness in Substance-Dependent Patients. Journal of Clinical Psychology, 66(6), 599-610.
    3. Deniz, E. M., Özer, E., & Işık, E. (2013). Duygusal Zekâ Özelliği Ölçeği-Kısa Formu: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Eğitim ve Bilim Dergisi, 38(169), 407-419.
    4. Koçak, R. (2002). Aleksitimi: Kuramsal Çerçeve Tedavi Yaklaşımları ve İlgili Araştırmalar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 35(1-2), 183-212.
    5. Kuzucu, Y. (2006). Duyguları Fark Etmeye ve İfade Etmeye Yönelik Bir Psiko-Eğitim Programının, Üniversite Öğrencilerinin Duygusal Farkındalık Düzeylerine, Duyguları İfade Etme Eğilimlerine, Psikolojik ve Özen İyi Oluşlarına Etkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
    6. Şaşıoğlu, M., Gülol, Ç., & Tosun, A. (2014). Aleksitimi: Tedavi Girişimleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1), 22-31.
    7. Torrado, M. V., Ouakinin, S. S., & Nicolau, L. B. (2013). Alexithymia, Emotional Awareness and Perceived Dysfunctional Parental Behaviors in Heroin Dependents. Int J Ment Health Addiction, 11, 703-718.
  • Psikodinamik Yaklaşım Nedir?

    Psikodinamik yaklaşım, insan davranışını, kişiliği şekillendiren, tavırları etkileyen ve duygudurum bozukluklarını ortaya çıkaran bilinçdışı güdüler açısından inceleyen psikolojik ve psikiyatrik yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımda önemli olan, bozuklukların işaretleri ve belirtilerine odaklanan nozolojik yaklaşımın aksine davranış köklerinin izini sürmektir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Saul McLeod tarafından yazıldı, 2017 yılında güncellendi.

    • Psikodinamik yaklaşım, psikolojideki insan işleyişini kişinin bünyesindeki, özellikle bilinçdışı ve kişiliğin farklı yapıları arasındaki dürtü ve güçlere dayalı bir etkileşim olarak gören tüm teorileri içerir.
    • Orijinal psikodinamik teori Freud’un psikanalizidir. Ancak, psikodinamik yaklaşım bir bütün olarak Freud’un fikirlerine dayanan tüm teorileri içerir. Örn. Jung (1964), Adler (1927) and Erikson (1950).
    • Psikodinamik ve psikanalitik kelimeleri genellikle karıştırılır. Psikanalitik kavramı Freud’un teorileri için kullanılırken, ‘psikodinamik’ kavramının hem Freud’un hem de onun takipçilerinin teorileri için kullanıldığını unutmayın.
    • Freud’un psikanalizi hem teori hem de terapidir.

    Sigmund Freud, 1890’lar ve 1930’lar arasında psikolojiye yönelik psikodinamik yaklaşımın temellerini oluşturan toplu teoriler geliştirdi.

    Teorileri klinik verilerden elde edilmiştir -örn. hastalarının ona terapi sırasında söylediklerinden. Psikodinamik terapist genellikle depresyon veya anksiyete ile ilgili rahatsızlıkları olan hastaları tedavi eder.

    Temel varsayımlar

    Davranışlarımız ve hislerimiz büyük oranda bilinçdışı dürtülerden kaynaklanır:

    Bilinçdışı, bilinç tarafından ulaşılamayan fakat yargıları, hisleri ve davranışları etkileyen zihinsel süreçleri kapsar (Wilson, 2022).

    Freud’a göre (1915), bilinçdışı insan davranışının birincil kaynağıdır. Tıpkı bir buz dağı gibi, zihnin en önemli kısmı göremediğiniz kısmıdır.

    Hislerimiz, dürtülerimiz ve kararlarımız büyük oranda geçmiş tecrübelerimizden ve bilinçdışında depolananlardan etkilenir.

    Yetişkinlik dönemimizdeki psikolojik rahatsızlıklar da dâhil olmak üzere davranışlarımız ve hislerimizin kökleri çocukluk tecrübelerimize dayanır:

    Psikodinamik teori, çocukluğumuzda yaşadığımız olayların yetişkinlikteki yaşamımızda ve kişiliğimizi şekillendirmede büyük bir etkisinin olduğunu belirtir. Çocukluğumuzda meydana gelen olaylar bilinçdışında kalır ve yetişkinlik döneminde sorunlara neden olur.

    Kişilik, dürtülerin çocukluk döneminin farklı zamanlarında (psikoseksüel gelişim dönemi sırasında) farklı çatışmalarla değişmesiyle şekillenir.

    Her davranışın, dil sürçmesinin bile, genellikle bilinçdışı olmak üzere bir sebebi vardır. Bu nedenle, her davranışın bir sebebi vardır.

    Psikodinamik teori, davranışlarımızın sebebini üzerinde kontrolümüzün olmadığı bilinçdışı faktörler üzerinden değerlendirdiğinden oldukça belirlenimcidir.

    Bilinçdışı düşünceler ve hisler, yaygın bir şekilde Freudyen sürçmeler veya dil sürçmeleri olarak bilinen parafrakslar şeklinde bilinçli zihne aktarılabilir. Söylemek istemediğimiz bir şeyi söyleyerek aslında aklımızda olan şeyi ortaya çıkarabiliriz.

    Freud, dil sürçmelerinin bilinçdışına bir içgörü sağladığına, bir kaza olmadığına ve dil sürçmeleri dâhil olmak üzere her davranışın önemli olduğuna inanmıştır. (örn. her davranışın bir sebebi vardır.)

    Kişilik üç kısımdan oluşur: İd, ego ve süper-ego

    İd, kişiliğin ilkel ve içgüdüsel bileşenidir. İd, cinsel (yaşam) içgüdüsü olan ve libidoyu da içine alan Eros ve saldırganlık (ölüm) içgüdüsü Thanatos’u kapsayan ve doğumdan itibaren var olan tüm kalıtsal (biyolojik) kişilik bileşenlerini içerir.

    Ego, gerçek dışı id ve gerçek dış dünya arasında ara buluculuk yapmak üzere gelişir. Kişiliğin karar alan bileşenidir. Süper-ego, kişinin ebeveynlerinden veya başkalarından öğrendiği değerler ve toplumsal ahlak kurallarını kapsar.

    Bilinçdışının bölümleri (id ve süper-ego) zihnin bilinçli bölümüyle (ego) sürekli bir çatışma hâlindedir. Bu çatışma, egonun savunma mekanizmalarını kullanmasıyla başa çıkılabilecek bir kaygı durumu yaratır.

    Psikodinamik özet

    • Temel Özellikler:
      • Üç Kısımdan Oluşan Kişilik
      • Gelişimin Psikoseksüel Evreleri
      • Bilinçdışı
      • Dürtü / İçgüdü Teorisi (Eros, Thanatos)
      • Savunma Mekanizmaları (bastırma)
      • Oedipus / Elektra Kompleksi
    • Metodoloji:
      • Vaka Çalışmaları (Küçük Hans)
      • Rüya Analizi
      • Serbest Çağrışım
      • Projektif Testler (TAT, Mürekkep Testi)
      • Dil Sürçmeleri
      • Hipnoz
    • Varsayımlar:
      • Davranışın başlıca sebeplerinin kaynağı bilinçdışındadır.
      • Psişik determinizm: her davranışım bir sebebi/nedeni vardır. Örn. dil sürçmeleri (özgür irademiz yoktur.)
      • Davranışlar, Eros (Yaşam) ve Thanatos (Ölüm) adı verilen içgüdüsel dürtülerden kaynaklanır.
      • Bilinçdışının farklı bölümleri (id, ego ve süperego) sürekli bir çatışma içerisindedir.
      • Yetişkinlik dönemindeki psikolojik rahatsızlıklar da dâhil olmak üzere davranışlarımız ve hislerimizin kökleri çocukluk tecrübelerimize (psikoseksüel evrelere) dayanır.
    • Freud’un Katkıları:
      • Vaka Çalışmaları (Küçük Hans)
      • Bilinçdışı
      • İçgüdüler / Dürtüler
      • Projektif Testler (TAT, Mürekkep Testi)
      • Savunma Mekanizmaları (örn. Bastırma)
      • Çocukluk Döneminin Önemi
      • Kişilik (id, ego süper-ego)
    • Zayıf Noktalar
      • Vaka Çalışmaları – Öznel yorumlama
      • Bilimsel değil (ampirik bulgularda eksiklik)
      • Fazla belirlenimci (çok az özgür irade)
      • Temsil Etmeyen Örnekler (Viyana’dan)
      • Küçük Hans klasik bir kandırmaca

    Psikodinamik teorinin tarihi

    Freud’un aklı hocası ve arkadaşı Dr. Joseph Bruer’ın hastası Anna O, 1800 yılından 1882 yılına kadar histeriden muzdaripti.

    1895 yılında Breuer ve asistanı Sigmund Freud Histeri Üzerine Çalışmalar adlı bir kitap yazdı. İçeriğinde teorilerini açıkladılar: Her histeri, kişinin dünya anlayışı ile bütünleşemeyen travmatik bir tecrübenin sonucudur. Bu yayım, Sigmund Freud’u “psikanalizin babası” olarak kabul eder.

    Freud, 1896’dan itibaren kendi sisteminin kilit noktasını buldu ve bunu psikanaliz olarak adlandırdı.

    İçeriğinde hipnoz yerine “serbest çağrışım” kavramını kullandı.

    Freud, 1900 yılında psikanalitik hareketin önemini tesis eden ilk büyük işi olan Rüyaların Yorumu kitabını yayımladı.

    Freud, 1902 yılındaadı sonradan Viyana Psikanaliz Derneği olarak değişen Çarşamba Psikoloji Derneği’ni kurdu.

    Freud, kuruluş büyüdükçe “Komite” adı altında sadık takipçilerinden oluşan bir beyin takımı kurdu. Bu beyin takımına Sàndor Ferenczi, Hanns Sachs, Otto Rank, Karl Abraham, Max Eitingon ve Ernest Jones dâhildi.

    Birleşik Devletler’i ziyaretini takip eden yıllarda Uluslararası Psikanaliz Derneği kuruldu. Freud, Carl Jung’u Derneği yönetmek üzere varisi seçti. Avrupa ve diğer yerlerdeki büyük şehirlerde bölge kuruluşları oluşturuldu. Yeni disiplinin teorisini, terapisini ve kültürel uygulamalarını tartışmak üzere düzenli toplantılar ve kongreler düzenlendi.

    Şizofreni üzerine olan çalışması Erken Bunama Psikolojisi, Jung’u Sigmund Freud ile işbirliği yapmaya itti.

    Jung’un Freud ile yakın işbirliği 1913’e kadar sürdü. Jung, Freud’un libido ve ensest ilişki üzerine yaptığı tamamen cinsellikle ilgili tanımlara gittikçe daha eleştirel bakmaya başladı. Jung’un Wandlungen und Symbole der Libido yayımı, (İngilizce’de The Psychology of the Unconscious olarak bilinir) son noktanın konulmasına neden oldu.

    Bu kriz sürecinin oluşumunu takiben Jung, Analitik Psikoloji adı altında sistematik olarak kendi teorilerini geliştirdi. Jung’un kolektif bilinçdışı ve arketip kavramları, Doğu ve Batı’daki inancı, mitleri, simyayı ve uçan daireleri keşfetmesine yol açtı.

    Freud’un kızı Anna Freud, çocuklara psikanaliz uygulamada uzmanlaşarak İngiliz psikolojisinde büyük bir güç hâline geldi. Ben ve Savunma Mekanizmaları (1936) en bilinen eserleri arasındadır.

    Eleştirel değerlendirme

    Psikodinamik yaklaşım, günümüzde birçok psikolojik terapinin dayandığı ilk “konuşma tedavisi” olan psikanalizi ortaya çıkarmıştır.

    Psikodinamik yaklaşımın en büyük eleştirel yanı insan davranışını analiz edişinde bilimsellik barındırmamasıdır. Freud’un teorilerinin merkezindeki kavramlardan çoğu özneldir ve bu nedenle bilimsel olarak test edilmeleri zordur.

    Örneğin, bilinçdışı zihin veya kişiliğin üç bölümü gibi kavramlar üzerinde bilimsel çalışmalar yapmak ne kadar mümkün olabilir? Bu bakımdan, teorileri deneysel olarak araştırılamayacağından , psikodinamik bakış açısının yanlışlanabilirliği tartışmalıdır.

    Yine de bilişsel psikoloji, işlemsel bellek (Tulving, 1972), otomatik düşünce (Bargh ve Chartrabd, 1999; Stroop, 1935) gibi bilinçdışı süreçleri tanımlamıştır ve sosyal psikoloji örtük düşüncenin (Greenwald ve Banaji, 1995) önemini göstermiştir. Bu tür deneysel bulgular, bilinçdışı süreçlerin insan davranışındaki rolünü kanıtlamıştır.

    Kline (1989), psikodinamik teorinin hipotezler dizisinden oluştuğunu; bir kısmının diğerlerine göre daha kolay bir şekilde test edilebildiğini, diğerlerinin ise daha fazla destekleyici kanıta ihtiyacının olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, psikodinamik yaklaşımın teorileri kolayca test edilemeyebilir. Ancak bu durum, bu teorilerin açıklayıcı bir gücü olmadığı anlamına gelmez.

    Bununla birlikte, psikodinamik teorilerin birçok kanıtı Freud’un vaka çalışmalarından elde edilmiştir. (örn. Küçük Hans, Anna O). Buradaki temel problem, bu vaka çalışmalarının detaylı olarak sadece tek bir kişi üzerinde çalışılması ve Freud’a değinilerek söz konusu kişilerin (hastalarının) çoğunun genellikle Viyana’daki orta yaşlı kadınlardan oluşmasıdır. Bu durum, genellemelerin daha büyük bir nüfusa (tüm dünyaya) yapılmasını zor hâle getiriyor.

    Vaka çalışması yöntemi ile ilgili başka bir sorun ise araştırmacıların önyargısını çekmeye yatkın olmasıdır. Freud’un klinik çalışmalarının yeniden incelemesi yapıldığında, teorilerine ‘uyum’ sağlaması için bazı hastalarının vaka geçmişlerinde değişiklik yaptığı görülmüştür.

    Hümanistik/ insancıl yaklaşım, psikodinamik bakış açısının fazla belirlenimci olduğu eleştirisinde bulunur. Freud, tüm düşüncelerin, davranışların ve duyguların çocukluk tecrübelerimiz ve bilinçdışı zihinsel süreçlerimiz tarafından belirlendiğini öne sürer. Bu bir zayıflıktır çünkü bu durum davranışlarımız üzerinde özgür irademiz olmadığını gösterir ve kişisel iradeye (özgür irade) pek olanak sağlamaz.

    Son olarak, psikodinamik yaklaşım kadınlara yönelik cinsiyetçilik yapması ile eleştirilir. Örneğin, Freud kadınların penise imrendikleri için erkeklerden daha aşağı seviyede olduklarına inanırdı. Ayrıca, kadınların daha zayıf süper-egolar geliştirmeye daha yatkın ve erkeklere göre anksiyeteye daha meyilli olduklarını düşünürdü.

    Bazı kavramların tanımları

    Bu sayfada, psikodinamik psikoterapi ile ilgili bazı kavramların sözlük anlamlarını paylaşmak istiyorum. İlgilisi için işe yarayacağını umuyorum.

    Dinamik

    1. kuvvetle ilgili.
    2. sürekli değişen veya değişmekte olan.
    3. güdülenme, zihinsel süreçler ve güç ile etkileşimin karmaşıklıklarına önem veren psikoloji sistemleri. Dinamik psikoloji ve psikodinamiğe de göz atın. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Dinamik psikoloji

    1. güdü veya dürtüye önem veren herhangi bir psikoloji sistemi

    2. davranışla alakalı olarak nedensellik ve güdülenmeye, özellikle uyarıcı-tepki ilişkisinin davranış mekanizması olarak kabul edildiği ve dürtülerinin aracı değişken olduğu uyarıcı-organizma-tepki zincirine önem veren bir psikoloji teorisi. U-O-T (Uyarıcı-Organizma-Tepki) psikolojisine göz atın. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Dinamik model

    Psikanalitik teoride zihnin, kişiliği şekillendiren, davranışı güdüleyen ve duygudurum bozukluklarını ortaya çıkaran altta yatan bilinçdışı dürtüler ve iç güdüler ile açıklanabileceğini düşünen görüş. Ekonomik model ile topografik modeli karşılaştırın. Metapsikolojiye de göz atın. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Dinamik formülasyon

    Danışanın davranışları, kişisel özellikleri, tavırları ve belirtilerinden edinilen klinik materyalin, terapistin danışanı anlayabileceği ve tedavisini etkili bir şekilde planlayabileceği şekilde düzenlenmesi üzerine devam eden çaba. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik

    1. zihinsel ve duygusal süreçlerin, güdülerin ve dürtülerin gelişimi, değişimi ve etkileşimine önem veren herhangi bir sistem veya bakış açısı.
    2. tavır, eylem, belirti veya psikolojik rahatsızlık gibi belirli bir olay veya duruma sebep olan bilinçli veya bilinçsiz güdüsel güçler örüntüsü. Bu güçler, biyolojik ihtiyaçlar (örn. açlık, seks) gibi dürtüler, arzular, duygular ve savunma mekanizmalarını da içerir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik teori

    özellikle Sigmund Freud olmak üzere, Anna Freud, Carl Jung ve Melanie Klein gibi meslektaşları ve takipçileri tarafından geliştirilen ve kökleri onlara dayanan psikanalitik teorileri kapsayan, kişinin içinde bulunan dürtülerin ve diğer güçlerin etkileşimine dayanan insan işleyişine yönelik teorilerinin bir topluluğu. Daha sonra ortaya çıkan psikodinamik teoriler, dürtü ve güdülerin birlikte çalışması ile ilgili kavramları bir dereceye kadar korurken aynı zamanda değişim sürecini vurgular ve kişilik gelişimine yönelik kişiler arası ve etkileşimsel bakış açılarını birleştirir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik tanı kılavuzu (pdm)

    Psikolojik rahatsızlıkların tanı ve tedavisi için bireysel kişilik, duygusal, sosyal ve kişiler arası işlevselliğin hem sağlıklı hem de uyumsuz biçimleriyle geniş bir anlayış çerçevesinde incelendiği bir el kitabı. 2006 yılında Amerikan Psikanaliz Derneği, Uluslararası Psikanaliz Derneği, Amerikan Psikoloji Derneği Bölüm 39 (Psikanaliz), Amerikan Psikanaliz ve Dinamik Psikiyatri Akademisi ve Klinik Sosyal Hizmette Psikanaliz Ulusal Üyelik Komitesi tarafından yayımlanmıştır. Psikodinamik Tanı Kılavuzunun, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabının (bkz. DSM–IV–TR; DSM–5) ve Hastalıkların Ulusal Olarak Sınıflandırmasının tamamlayıcısı olarak hizmet etmesi amaçlanmıştır. Sınıflandırma, mevcut sinirbilim ve tedavi sonucu araştırmalarına dayansa da psikodinamik teorideki birçok kavrama uyar. Bu tanı çerçevesi, (a) sağlıklı ve düzensiz kişilik işleyişini; (b) duyguları ilişkilendirme, anlama ve ifade etme, stres ve kaygı ile başa çıkma, duygu ve davranışları gözlemleme ve ahlaki yargılar oluşturma gibi kalıplar dâhil olmak üzere zihinsel işleyişin bireysel profillerini; ve (c) her bireyin belirtileriyle ilgili deneyimlerindeki farklılıklar dâhil olmak üzere belirti kalıplarını tanımlar. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik psikoterapi

    Psikanalitik gelenek içinde yer alan veya ondan türeyen, bireyleri güdü ve dürtü gibi bilinçdışı güçlere karşı tepki veren kişiler olarak gören, değişim ve gelişim süreçlerine odaklanan, kendini anlama ve bilinçdışının ne olduğuna anlam verme konularına büyük önem veren psikoterapi türleri. Birçok psikodinamik terapi, tedavide bilinç dışıyla başa çıkmaya önem verme ve aktarımı analiz etme gibi belirli ortak özellikleri paylaşır. Dinamik psikoterapi adı da verilir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    https://psikodinamikatolye.com/psikodinamik-psikoterapi/
    Referanslar

    Metnin orijinali: McLeod, S. A. (2017). The psychodynamic approach. www.simplypsychology.org/psychodynamic.htmlReferanslar

    Adler, A. (1927). Understanding human nature. New York: Greenburg.

    Bargh, J. A., & Chartrand, T. L. (1999). The unbearable automaticity of being. American psychologist, 54(7), 462.

    Erikson, E. H. (1950). Childhood and society. New York: Norton.

    Freud, A. (1936). Ego & the mechanisms of defense.

    Freud, S., & Breuer. J. (1895). Studies on hysteria. In Standard edition (Vol. 2, pp. 1–335).

    Freud, S. (1896). Heredity and the etiology of the neuroses. In Standard edition (Vol. 3, pp. 142–156).

    Freud, S. (1900). The interpretation of dreams. In Standard edition (Vols. 4 & 5, pp. 1–627).

    Freud, S. (1909). Notes upon a case of obsessional neurosis. In Standard edition (Vol. 10, pp. 153–249).

    Freud, S. (1909). Analysis of a phobia of a five year old boy. In The Pelican Freud Library (1977), Vol 8, Case Histories 1, pages 169-306.

    Freud, S. (1915). The unconscious. SE, 14: 159-204.

    Freud, A. (1936). The Ego and the Mechanisms off Defense. International Universities Press, Inc.

    Greenwald, A. G., & Banaji, M. R. (1995). Implicit social cognition: attitudes, self-esteem, and stereotypes. Psychological review, 102(1), 4.

    Jung, C. G. (1907). Ueber die Psychologie der Dementia praecox. Psychological Bulletin, 4(6), 196-197.

    Jung, C. G. (1912). Wandlungen und Symbole der Libido: Beiträge zur Entwicklungsgeschichte des Denkens. F. Deuticke.

    Jung, C. G., et al. (1964). Man and his Symbols, New York, N.Y.: Anchor Books, Doubleday.

    Kline, P. (1989). Objective tests of Freud’s theories. Psychology Survey, 7, 127-45.

    Stroop, J. R. (1935). Studies of interference in serial verbal reactions. Journal of experimental psychology, 18(6), 643.

    Sulloway, F. J. (1991). Reassessing Freud’s case histories: The social construction of psychoanalysis. Isis, 82(2), 245-275.

    Tulving, E. (1972). Episodic and semantic memory. In E. Tulving & W. Donaldson (Eds.), Organization of Memory, (pp. 381–403). New York: Academic Press.

    Wilson, T. D. (2004). Strangers to ourselves. Harvard University Press.

  • Anksiyete Nedir? Anksiyete Atağı Neden Olur?

    Anksiyete, her ne kadar son derece insani bir deneyim olsa da, yoğunluğu artıp, anksiyete atağı haline geldiğinde, korkunç, yoğun ve dehşet verici olabilir. Anksiyete atağı, çok güçlü bir deneyim olduğu için, kontrolümüz dışındaymış gibi gelebilir bize.

    Bir anksiyete atağı yaşamak kadar zorlayıcı olan şeylerden biri, aynı şeyi tekrar yaşama endişesi olabilir. Bu endişe zihninizi o kadar meşgul eder ki, hayatınızı felce uğratabilir. Bununla birlikte, anksiyete belirtileri, doğru bilgi ve destekle,  başarılı bir şekilde ele alınabilir. Hiç kimse gereksiz (üstesinden gelinebilecek)  bir acıyla ömür boyu mücadele etmek zorunda değildir.

    Bu yazıda cevabını bulabileceğiniz bazı sorular şunlardır:

    • Anksiyete nedir?
    • Anksiyete belirtileri nelerdir?
    • Anksiyete nedenleri nelerdir?
    • Anksiyete tedavisi nasıl olur?

    Anksiyete nedir?

    Anksiyete, gerçek ya da hayali bir olay, durum veya koşuldan kaynaklanan belirsizlik, endişe ve korku durumudur. Başka bir deyişle, herhangi bir şeyin bir şekilde bize zarar vereceği veya bizi tehlikeye atabileceği konusunda endişelenirsek (Gerçek bir tehlike olmasa bile, böyle bir algının olması yeterli olabilir.), bu korku halini yaratır.

    Endişeli olduğumuzda, yani bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımızı düşündüğümüzde, vücudumuz bir stres tepkisi üretir. Stres tepkisi, tehlike anında bize farkındalık ve enerji için ek bir güç sağlamak üzere tasarlanmıştır. Stres tepkisi, vücudun, algılanan bir tehditle başa çıkma yeteneğini arttıran fizyolojik, psikolojik ve duygusal değişiklikler yapmasına neden olur. Bu değişiklik de, tehlikeden kaçmamızı veya onunla mücadele etmemizi kolaylaştırır.

    Oluşan stres tepkisinin derecesi ve üzerimizdeki fizyolojik, psikolojik ve duygusal etkisi, anksiyete derecesiyle doğrudan orantılıdır. Mesela, yeni biriyle tanışma konusunda biraz endişe duyuyorsanız, vücut hafif bir stres tepkisi üretir. Bu tepki o kadar hafif olabilir ki, onu fark edemeyebilirsiniz bile. Bununla birlikte, evinizde bir hırsız olduğunu fark edip dehşete düşme derecesinde korktuğunuzda, vücudunuz yüksek dereceli bir stres tepkisi üretir. Genelde yüksek dereceli stres tepkileri anksiyete atakları olarak yaşanır.

    Düşük dereceli anksiyete, vücutta hafif düzeyde “savaş veya kaç” değişikliklerini tetiklerken, yüksek dereceli anksiyete , yüksek dereceli “savaş veya kaç” değişikliklerini tetikleyecektir. İşte, yüksek dereceli “savaş veya kaç” tepkilerine “anksiyete atağı” denir.

    Anksiyete belirtileri nelerdir?

    Bir anksiyete atağı, aşağıdaki belirtilerle varlığını hissettirebilir. Bu belirtilerin hepsini aynı anda yaşamak zorunda değilsiniz. Aynı zamanda anksiyete belirtileri, yoğunluk açısından da değişkenlik gösterebilir.

    • Kontrolden çıkmış korku (dehşet): Çok büyük bir tehlike karşısında hissedebileceğiniz duyguya benze bir duygudur bu.
    • Çıldırma ya da zihinsel kontrolü kaybetme endişesi: Bu endişe, “Çıldırıyor muyum?”, “Acaba kafayı mı yiyorum?”, gibi düşüncelerle kendini belli eder.
    • Ölüm korkusu
    • Sızdığınızı hissetme
    • Kasvetin artması
    • Bulunduğunuz yerden çıkıp gitme, kaçma ihtiyacı hissetme.
    • Baş dönmesi
    • Kalp atış hızınızın normalin çok üstünde olması.
    • Titreme
    • Terleme
    • Nefes darlığı
    • Göğüste basınç ve/veya ağrı hissetme.
    • Rengin sararması
    • Depersonalizasyon: Kendine yabancılaşma
      Derealizasyon: Gerçekdışılaşma, gerçeğe yabancılaşma, çevreye yabancılaşma ve içinde bulunulan gerçekle ilgisiz duygular hissetme.
    • Dizlerin bağının çözülmesi
    • Cildinizin yandığını hissetme
    • Anlayamadığınız bir şekilde sıcak ve/veya soğuk hissetme
    • Vücudunuzunfarklı bölgelerinde uyuşukluk ve karıncalanma hissi
    • Boğulma hissi, boğazınızın sıkılması veya kapanması gibi hisler. Boğazınıza bir şey sıkışmış gibi hissetmek. “Boğazıma yumru oturdu.” gibi cümlelerle kendini ifade eden bir deneyim.
    • Şaşkınlık
    • Duyarsızlık (gerçeklikten kopuk duygu, kendinden ayrı olma, normal duygulardan ayrı olma hissi)
    • Baş dönmesi
    • Endişe
    • Üzüntü
    • Kendinizi sakinleştirmede zorlanma
    • Midede düğüm, karında sıkılık hissetme
    • Mide bulantısı
    • Panik hissi
    • Dayak yemiş gibi hissetme, kalbin hızlı çarpması
    • Midede kelebekler uçuşması
    • Aniden tuvalete gitme isteği (idrara çıkma, dışkılama)
    • Kusma veya kusacakmış gibi hissetme (Kusma korkusu)
    • Ağlamaklı hissetme

    Fark ettiğiniz gibi, bir anksiyete atağı birçok fiziksel, psikolojik ve duygusal belirtilerle deneyimlenebilir. Anksiyete belirtileri, uzun bir liste oluşturuyor. Ancak her beden, kimyasal olarak kendine özgü olduğundan, anksiyete atakları her insanı farklı şekilde etkileyebilir. Sonuç olarak, anksiyete atağı belirtileri, kişiden kişiye göre, sayı, yoğunluk, süre ve sıklık açısından değişkenlik gösterebilir. Yaşadığınız belirtilerin bu listeyle tam olarak eşleşmemesi, anksiyete atağı geçirmediğiniz anlamına  gelmez. Bu, anksiyeteyi vücudunuzda daha farklı deneyimlediğiniz anlamına gelebilir. Bazılarımız, anksiyete belirtilerinin az bir kısmını düşük yoğunlukta yaşarken, bazılarımız ise tüm belirtileri yüksek yoğunlukta yaşayabilir.

    Anksiyetenizi tetikleyebilecek birçok tıbbi durum (veya hastalık) söz konusu olabilir. Bu yüzden, yaşadıklarınızın psikolojik olup olmadığını netleştirmek için bir hekimle (psikiyatrist) görüşmeniz doğru olabilir. Şayet doktorunuz yaşadığınız deneyimleri stres ve/veya anksiyete ile ilişkilendirmişse, doktorunuzun teşhisinin doğru olduğundan emin olabilirsiniz. Anksiyete belirtilerinin fark edilmesi oldukça kolaydır, ve bu belirtiler diğer tıbbi durumlarla kolayca karışmazlar.

    Anksiyete belirtileri ne kadar süre devam edebilir?

    Anksiyete atağı belirtilerinin süresi, birkaç dakika ile bir kaç saat aralığında değişkenlik gösterebilir. Atak süresi genellikle, kişinin ne kadar korktuğu ve/veya anksiyete ataklarına verdiği tepki ile belirlenir. Reaksiyon ne kadar büyük olursa atak da o kadar uzun sürebilir.

    Anksiyete belirtileri tehlikeli midir?

    Hayır. Anksiyete atağının belirtileri güçlü görünebilir ve hatta kontrolden çıkabilir; ancak zararlı değildir. Anksiyete atakları ve belirtileri, panik atak ve belirtileri ile aynıdır.

    Anksiyete ataklarını daha iyi anlayabilmek, için anksiyetenin ne olduğuna bir göz atalım isterseniz.

    Anksiyete atağı neden yaşanır?

    Anksiyete ataklarının (panik atakların) iki ana nedeni vardır:

    1. Felaketleştirici Yorumlamalar

    Anksiyete ataklarının en yaygın nedeni, ciddi bir tehlike altında olduğunuzu algılamaktır. Aşırı tehlikede olduğuna inanmak, vücudun yüksek dereceli stres tepkisi üretmesine neden olur. Yüksek dereceli bir stres tepkisi, vücutta fizyolojik, psikolojik ve duygusal olarak ciddi değişiklikler (kalp atışında hızlanma, midede ağrı gibi) yapabilir. Bu değişiklikler, “Şu anda bir tehlike ile karşı karşıyayım, bu yüzden vücudumda bunlar oluyor.” şeklinde yorumlanırsa, fazladan bir anksiyete yaşanmaz. Fakat, “Kalbim çok hızlı çarpıyor; acaba kalp krizi mi geçiriyorum?” dediğimizde ise, bir anksiyete atağını tetiklemiş oluyoruz. Aslına bakarsanız, anksiyete ataklarının en önemli sebebi, karşılaştığımız durumları felaketleştirici şekilde yorumlamaktır.

    Kişi gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kaldığında ortaya çıkan gerçekçi bir anksiyete için, anksiyete atağı düşünülmeyebilir. Anksiyete atağı, tehlike ile anksiyetemiz arasındaki orantısızlığı ifade eden bir kavram olarak da düşünülebilir.

    2. Kronik Olarak Yüksek Düzeyde Stres Yaşamak

    Stresi normal bir aralıkta yaşarsak, vücudumuz normal bir şekilde çalışır. Ancak, yaşadığımız stres kontrol dışı ve yüksek düzeyde ise, onunla başa çıkmakta zorlanabiliriz. Bu durumda yaşadığımız stresi bedenimiz üzerinden varlığını hissettirebilir. Eşi tarafından hayatı kısıtlanan bir kadını düşünelim. Sürekli “Nerdeydin? Kiminleydin? Ne yapıyordun?” gibi sorgulamalara maruz kalan, ve bu durumla başa çıkamayan kadın zamanla bunalmaya başlayacaktır. Yaşadığı bunaltının doğal sonucu olan bedensel huzursuzluğu, bir felaket işareti olarak yorumladığında ise, anksiyete atağı tetiklenecektir.

    Çoğu kişi kronik korku ya da stres yüzünden anksiyete atağı geçirir. Anksiyete ataklarının normal yaşam tarzınıza müdahale ettiği durumlarda panik bozukluğu tanısı alırsınız.

    Anksiyete belirtilerini anlamaya çalışın!

    Her şeye rağmen, anksiyete ataklarını bir işaret olarak değerlendirmek işinize yarayabilir. Anksiyete atakları, genellikle bir psikolojik ihtiyacımızın engellenmesi sonucunda tetiklenir. Söz konusu psikolojik ihtiyaçları, güven, özgürlük, güç, saygınlık, insani yakınlık vb. olarak düşünebilirsiniz.

    Anksiyete söz konusu olduğunda, onu alt etmek veya ondan kaçmak yerine, onu anlamaya odaklı bir tutum sergilemek işinize yarayabilir. Kendinizi kötü hissettiğinizde, “Acaba şu anda hangi ihtyiacım engellenmiş olabilir?” diye düşünmek size ışık olabilir.

    Anksiyete ataklarından nasıl kurtulabilirim?

    Herkes, anksiyete ataklarını nasıl durduracağını ve önleyebileceğini öğrenebilir. Bu, onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bunları nasıl kontrol altına alacağını ve önleyeceğini bilmek meselesidir. Çoğu insan, sorunlu anksiyete atakları ile uğraşır; çünkü bunları anlamaz ve bu nedenle onlardan korkar. Ne kadar çok bilirseniz o kadar iyi olur.

    • Şimdilik, anksiyete ataklarını ve belirtilerini durdurmaya ve önlemeye yardımcı olacak bazı basit ipuçları:
    • Diyafram nefesini rahatlatın (karnınızla solunum yapın). Bu, anksiyete atağına son vermeye yardımcı olacaktır.
    • Kendinizi sakinleştirin. Kendinizi yatıştırmak aynı zamanda anksiyete ataklarına da zaman içinde bir son verecektir.
    • Vücudunuzu olabildiğince rahatlatın. Rahatlama, vücudunuzun stres tepkisini kapatmasına neden olur; bu da zaman içinde bir anksiyete atağının sona ermesine neden olur.
    • Yürüyüşe çıkın. Boş zaman yürüyüşü stres tepkisini kapatabilir.
    • Anksiyete ataklarının zararlı olmadığını unutmayın. Bu ataklar endişe ve korku için sadece güçlü reaksiyonlardır.
    • Anksiyete ataklarının her zaman sona erdiğini unutmayın. Kendinizi sakinleştirirseniz, o kadar çabuk biter.
    • Stres seviyesini azaltın, istirahatınızı arttırın ve vücudunuzun sakinleşmesini sağlayın. Ne kadar rahat iseniz, anksiyete ataklarınız o kadar az olacaktır.
    • En önemlisi kendinizi endişeyle korkutmayı bırakmayı öğrenmektir. Endişe ataklarının bir numaralı nedeni üzülmektir.
    • Stresinizi sağlıklı bir aralıkta tutmak, istemsiz anksiyete ataklarını önleyebilir.
    • Stresin sağlıklı bir aralıkta tutulması aynı zamanda duyarlılığınızı ve tehlikeye karşı reaksiyon oranınızı azaltarak anksiyete ataklarını da önleyebilir.

    Anksiyete atağı istatistikleri

    Amerika Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü, anksiyete ataklarını Panik Atak başlığı altında kategorize etmektedir. Anksiyete atakları genellikle Panik Atak Bozukluğu veya Anksiyete Atak Bozukluğu olarak da adlandırılır. Anksiyete atak bozukluğu, Anksiyete Bozukluğu sınıflamasına dahil edilir.

    Anksiyete atak bozukluğu yaşayanlar yalnız değildir. Kuzey Amerikalı erişkin nüfusun (18-54 yaş) yüzde 19’unun anksiyete bozukluğu yaşadığı ve Kuzey Amerikalı yetişkin nüfusun yüzde 3’ünün anksiyete atağı bozukluğu yaşadığı tahmin edilmektedir. Birçok durumda tanı konulmadığı ve bildirilmediği için bu rakamın çok daha yüksek olduğuna inanıyoruz.

    Herkes zaman zaman yoğun bir endişe dönemi yaşar ve birçok insan yaşamları boyunca bir ya da iki anksiyete atağı geçirirken, anksiyete atak bozukluğu bu ataklar sıklaştıkça ya da kalıcı hale geldiğinde veya birey onlardan korktuğunda, normal yaşam tarzına müdahale etmeye ya da kısıtlamaya başlar. Yerleştikten sonra anksiyete atak bozukluğu çok zayıflatıcı olabilir.

    Anksiyete atak bozukluğu genellikle, bireyin endişelenmesine neden olan yoğun anksiyete atak belirtileri içerebilen ve açıklanamayan atakla başlar. Diğer ataklar ortaya çıktıkça anksiyete ataklarına sahip olma korkusu, ne anlama geldiği, ilişkili belirtilerin ne anlama geldiği ve ataklarla belirtilerin yol açabilecekleri hakkında korku artar. Korkunun bu şekilde tırmandırılması ve ataklara neden olan katalizör, bireyin görünüşte panik korkusu, giderek daha çok panik gibi bir döneme yakalanmasına neden olmaktadır.

    Bir anksiyete atağı, ani bir korku, terör ya da uyarı vermeden yaklaşmakta olan mahkumiyet duyguları olarak açıklanabilir. Bu kuvvetli sansasyon ya da his, kalp atışı, hızlı kalp atış hızı, terleme, baş dönmesi, mide bulantısı, sıcak veya soğuk hissetme, göğüs ağrısı, eller ve ayaklarda uyuşukluk hissi, karıncalanan cilt hissi, yanma gibi çeşitli diğer belirtiler anksiyete atağına eşlik edebilir.

    Anksiyete atakları, birkaç dakika ila 30 dakika veya daha fazla dakika sürebilir. Daha sonraki anksiyete ataklarının takip edilmesi, aynı zamanda bir bölüm daha bir başkası tarafından takip edildiğinde genel anksiyete atağı deneyiminin daha uzun sürmesine neden olur. Anksiyete atakları sonunda sonuçlansa bile, saldırı şiddetine ve vücudunuzun stres seviyesine bağlı olarak, anksiyete atağının belirtileri ve etkileri sonrasında saatler veya günler boyu sürmeye adaydır.

    Anksiyete atak bozukluğunun başlama sıklığı en yüksek 17-25 yaş aralığında görülür. Ancak tüm yaş gruplarından insanlar anksiyete atakları yaşayabilir. Çoğu kimse bunları çocukken gördüğünü hatırlar (çocukluğunda ortaya çıkan anksiyete atakları genellikle “hasta” hissi veya grip başlangıcı olarak yanlış anlaşılır).

    Kadınların erkeklerden daha fazla anksiyete saldırısı yaşadığı düşünülür ancak istatistikler yanıltıcı olabilir, çünkü erkekler profesyonel yardım almakta daha isteksiz davranıyorlar. Bu da erkek anksiyetesi hakkında istatistik tutmayı zorlaştırıyor.

    Anksiyete atakları genellikle yanlış anlaşılmıştır. Birçok kaynak, anksiyete ataklarının genetik ya da biyolojik olarak ya da her ikisinin birden ortaya çıkardığını iddia ederler çünkü genelde ailelerde görülürler. Fakat bağımsız araştırmalar ve pratik kanıtlar bu iddiaların kanıtını ortadan kaldırdı.

    Örneğin, anksiyete, anksiyete bozuklukları, anksiyete ataklarıyla ilgili kişisel ve mesleki deneyimlerimize dayanarak anksiyete bozukluklarına neden olan faktörlerin öğrenildiğini ve dolayısıyla davranışsal olduğunu ve genetik olarak kalıtsal veya biyolojik nedenlerden kaynaklanmadığını biliyoruz.

    Evet, anksiyete bozukluklarının biyolojik bir bileşeni var, ancak biyolojik bileşen, davranışlarımızın sonucudur ve atakların nedeni değildir.
    Ve evet, anksiyete bozukluklarının ailelerde görülmesi yaygın bir durum. Ancak bu, genetik faktörler (endişeli olan ebeveynlerle büyümekte olan çocukların çoğunlukla bunları görmek, öğrenmek ve anksiyete verici davranış tarzlarını benimsemek) nedeniyle değil, öğrenildiğinden ve davranıştan geçmesinden kaynaklanıyor.

    Anksiyete atakları yaşayan herkes anksiyete ataklarının korkutucu ve zayıflatıcı olabileceğini söyleyebilir. Ancak anksiyete atakları durdurulabilir ve engellenebilir. Herkes bunu doğru bilgi, yardım ve destek ile yapabilir.

    Anksiyete bozukluğuna benzer şekilde, Panik Atak Bozukluğu da erken tedavi edilir. Ataklar durumu, korkularınızı ve diğer hissettiklerinizi arttırsa da, yine de, herhangi bir aşamada Panik Atak Bozukluğu tamamen giderilebilir. Doğru bilgi, yardım, destek çaba ve uygulama ile birleştirildiğinde, herkes başarılı olabilir.

    Anksiyete ataklarının doğal yollarla üstesinden nasıl gelinir?

    Deneyimlerimiz, anksiyete atakları için en etkili tedavinin iyi kendi kendine yardım bilgisinin ve Kişisel Koçluk / Danışmanlık / Terapinin kombinasyonu olduğunu göstermiştir. Anksiyete ile ilgili sorunlara neden olan, altta yatan faktörler öğrenildiğinden, genelde profesyonel bir terapistin bunları açığa çıkarmasına, tanımlamasına ve başarıyla ele almasına yardımcı olması gerekir. Profesyonel bir terapistle çalışmak, bu temel faktörlere etkili bir şekilde muamele edilmesini sağlar.

    Anksiyete atakları da dahil olmak üzere anksiyete bozukluklarıyla ilişkili altta yatan faktörler öğrenildiğinden, “çabuk düzeltici ilaçlar veya tedaviler” yoktur. “Mucize veya gizli tedavileri” iddia eden tedaviler kasıtlı olarak yanıltıcıdır ve kaçınılmalıdır.

    Buna göre sizi teşvik etmek istiyoruz. Anksiyete atakları etkili bir şekilde tedavi edilebilir. Gereksiz yere acı çekmek için hiçbir neden yok.

    Anksiyeteyi aşmanın zorluklarını anlıyoruz. Ancak daha önceki hastalarımızın olduğu gibi sizin de başarılı olabileceğinizi biliyoruz. Doğru işi yaptığınızda doğru sonuçları elde edersiniz.

    Anksiyete atakları yaşıyorsanız, sağlığınızın kontrolünü doğal olarak tekrar kazanabilirsiniz Normal bir hayatı tekrar yaşayabilirsiniz.

    Gereksiz yere acı çekmeyin. Anksiyete ile ilgili sorunlarınızı etkili bir şekilde tedavi edebilirsiniz. Bunu yapmanıza yardımcı olmaya kararlıyız.

    Erkeklerde anksiyete atağı belirtileri

    Erkekler ve kadınlar farklı anksiyete atak belirtileri yaşıyormuş gibi görünse de, aslında öyle değil. Yaşanılanlar biraz kimyasal olduğu için anksiyete atağının belirtileri kişiden kişiye, hatta erkeklerden kadınlara kadar değişebilir.

    Gençlerde Anksiyete Atağı Belirtileri

    Her yaştan insanlar, çocuklar, gençler ve yaşlılar da dahil olmak üzere anksiyete ve panik atak yaşayabilir.

    Anksiyete atağı belirtileri ve kalp krizi

    Anksiyete atağı belirtileri ve kalp krizi belirtileri benzer görünebilir. Ancak birçok tıbbi uzman kalp kriziyle anksiyetedeki endişenin farklı olduğunu söyleyebilir. Atak belirtisinden hangisinin anksiyete, hangisinin kalp krizi semptomu olduğundan emin değilseniz derhal tıbbi yardım isteyin. Doktor semptomlarınızı anksiyete atağı belirtileri olarak teşhis ederse, doktorun teşhisinin doğru olduğundan emin olabilirsiniz. Bu nedenle, kalp krizi hakkında endişelenmeye gerek yoktur.

    Anksiyete atağı belirtileri gece yaşanabilir mi?

    Anksiyete atakları, gündüz-gece, her an ve herhangi bir yerde gerçekleşebilir.

    Evet, anksiyete atakları ve belirtileri korkunç, yoğun ve tehditkâr hissettirebilir. Ancak zararlı değildir. Anksiyete atağı ortadan kalktığında geçer. Doğru bilgi, yardım ve desteğin kazandırılması anksiyete ataklarını ve belirtilerini tedavi etmenin en iyi yoludur. Web sitemizin Tedavi alanında daha ayrıntılı bilgi veriyoruz.

    Deneyimli bir anksiyete bozukluğu koçu, danışman ya da terapistle birlikte çalışılması anksiyete bozukluğunu ve birçok semptomunu gidermenin en etkili yoludur. Anksiyetenin ana nedenlerine (endişeli davranışı pekiştiren nedenler) değinene kadar anksiyete atakları tekrar tekrar yaşanabilir. Anksiyetenin altında yatan faktörleri belirlemek ve bunlar üzerinde çalışmak, anksiyete problemini gidermenin en iyi yoludur.

    Kaynak

    Yazarlar: Jim Folk, Marilyn Folk, BScN. Last updated September 10, 2017, https://www.anxietycentre.com/