Kategori: Genel

  • Çocuklarda tuvalet eğitimi nasıl olmalıdır?

    İnsanoğlu, doğduğu andan itibaren, kendini bir gelişim çizgisinin üzerinde bulur. Bu çizgide, birtakım, “başarması gereken” şeyler vardır. Bunlara psikolojide “gelişim görevleri” denir. Tuvalet eğitimi de, önemli gelişi görevlerinden biridir.

    Tuvalet eğitimi nedir?

    Tuvalet eğitimi, çocuğun kimsenin yardımı ve hatırlatması olmadan, kendi kendine farkına vararak tuvalete gidip tuvaletini yapabilmesidir. Yani tuvalete gitme davranışını kimsenin herhangi bir müdahalesi olmadan, kendi kendine kontrol edebilmesidir.

    Tuvalet eğitimi, çocukların psikolojik gelişimleri açısından  önemli bir süreçtir. Eğitime başlama yaşı ve alışkanlığı kazanmak için geçen süre üzerinde birçok faktör etkilidir. Tuvalet alışkanlığının kazanılmasında annenin eğitim düzeyi, ailenin sosyokültürel yapısı, gelir düzeyi, başlangıç yaşı, kullanılan yöntemler, yaşadığı ortam, tuvaletin tipi, eğitimi verenin bilgi sahibi olup olmadığı, çocuğun psikolojik durumu, cinsiyeti gibi birçok faktörü rol oynar.

    Tuvalet eğitimi, anne ve babanın çocuğunun ihtiyacını  fark edip çocuğunu  uyararak tuvalete göndermesi demek değildir. Bunu çocuğun kendisi fark edip , alışkanlık haline getirmesi gerekir. Tuvalet alışkanlığı kazanma, çocuğun hayatında önemli gelişimsel bir olaydır.

    Tuvalet eğitiminde hem çocuğun hem de anne ve babanın hazır olması önemlidir. Bu eğitim için 2-2,5 yaşları beklenmelidir. Tuvalet eğitimini kızlar, erkeklere göre birkaç ay daha önce tamamlayabilir. Çocukta tuvaletini yapmayla ilgili organlar da aşağı yukarı  bu yaşlarda gelişir. Ayrıca bu yaşlardan önce tuvalet egitimi için çocuklar zorlanmamalıdır.

    Tuvalet eğitiminin verilmeye başlandığı  2 yaş ve civarı, çocukta anal dönem olarak nitelendirilir. Yani kendi bedenini fark etmesi, sahip çıkması, kendine ait hiçbir şeyi başkasıyla paylaşmak istememesi, uyarılara olumsuz yanıtlar vermesi gibi tutumları içeren bir yaş dönemidir. Bu yaştaki  çocukların en önemli özelliklerinden biri de, amaca yönelik uygulamalarda motivasyonunun yüksek ve sabırlı olmasıdır. Ayrıca , anne-babayı model alma , taklit edebilme de bu dönem özelliklerindendir ve  tuvalet eğitiminde de kullanılabileceği becerilerdendir.

    İkinci yaşa, birinci ergenlik dönemi de denebilir. Bu  yaştaki çocuklarda  her şeye “hayır” deme sık rastlanılan bir durumdur; başına buyruk, sürekli “benim” sözcüğünü kullanan, kararlarını kendi vermek isteyen biri olabilirler. “Kakanı buraya yap” gibi önerilerini kendine, bedenine, bir müdahale olarak algılayabilirler. Bu yaşlardan önceki  çocuklar  tuvaletinin geldiğini hissedebilir ama hissetse bile tutamaz. Öncelikle çocuk tuvaletinin geldiğini kendi kendine fark etmeli, farkına vardıktan sonra tutabilmeli ve gidip yapabilmesi için, bu işlemin tümü ile ilgili organların (böbrek, karın kasları,) gerekli gelişiminin tamamlanmış olması gereklidir.

    Tuvalet eğitiminin, özellikle yeni bir kardeşin doğumuna, anne ve babanın ayrılmasına, ya da alışılması zor olan yeni bir değişiklik durumuna denk getirilmemesi gerekir.

    Çocuğum tuvalet eğitimine hazır mı?

    Tuvalet eğitimine başlamadan önce çocuğun buna hazır olup olmadığını değerlendirmek gerekir. Çocuk henüz hazır değil ise başarısızlığa uğrama ihtimali daha yüksektir.

    Çocuğun hazır olduğunu gösteren bazı fiziksel, zihinsel ve ruhsal belirtiler vardır. Gün içerisinde 2 saatten daha uzun bir süre bezin kuru kalması, “çiş, kaka, tuvalet” gibi kelimelerin anlamını bilme, ıslak- kuru ayrımını yapabilme, eğilme, oturma, yürüme,  kalkma gibi hareketleri kolaylıkla yapabilme, altını ıslattığında rahatsızlık duyma,  ıslak bez kullanımının azalması,  pantolonunu veya basit kıyafetleri kendi başına giyebilme, basit emirleri yerine getirebilme, ıslak ve kuru arasındaki ayrımı fark edebilme, sıkıştığı zaman söyleyebilme gibi becerilerin  hepsini ya da çoğunu  kazanmış olması gerekir.

    Tuvalet eğitiminde ebeveynin yapabilecekleri nelerdir?

    Anne ve babanın kendi çocuklarına uygun bir şekilde düzenlenilmiş veya ayarlanmış bir planı olmalıdır. Bu konuda uzman desteği de alınabilir. Öncelikle ne zaman , nasıl başlanacağı düşünülmelidir.

    Tuvalet eğitimi verirken  ve bu alışkanlığı kazandırmaya çalışırken anne ve babaların yoğun ilgili, istekli ve sabırlı olmaları gereklidir. Çocuklar bu alışma sürecinde ara ara altına kaçırabilirler. Bu normal bir durum olarak değerlendirilir ve çocuğa kızmak veya cezalandırmak gibi olumsuz tutumları kesinlikle uygulamamak gereklidir. Çünkü henüz yeni yeni kullanmaya başladığı kaslarını kontrol etmeye çalışırken kaçırmalar çok normaldir ve zamanla düzelecektir.

    Bu eğitim aşamasında çocuğu motive etmek çok önemlidir. Sürekli, tuvalet konusundaki her olumlu hareketinde övülüp takdir edilmesi onu motive edecektir. Konuşulup, cesaretlendirilmek ve sürekli iletişim halinde olmak da çocuğu olumlu yönde etkiler.

    Olumlu her davranışta küçük ödüllendirmeler yapılabilir, maddi değeri yüksek olmayan ödüller seçilmesi daha uygun olur.  Şu konularda çocuğun takdir edilmesi olumlu etkileyecektir; tuvaletinin geldiğinde  söylemesi, tutabilmesi, lazımlığa oturma alışkanlığı kazanması, çişini/kakasını tuvalete yapması. Ayrıca unutulmamalıdır ki bazen tuvalet eğitiminde geri dönüşler de yaşanabilir. Çocuğun başarı ya da başarısızlığı hiçbir şekilde zekası ile kıyaslanmamalıdır.

    Başlangıçta çocuğun anne-baba ile birlikte tuvalette bulunmasına, klozet ve lazımlığı keşfetmesine , şifonla oynamasına izin verilmelidir. Çocuğun tuvaleti nasıl kullanabileceği gösterilmelidir.

    Cinsiyetine göre  rol model seçimi de önemlidir. Babanın oğluna, annenin kızına yardım etmesi, daha rahat bir ortam sağlar ve  çocuğun güven kazanmasına yardımcı olur. Çocuk ile birlikte lazımlık seçilmelidir. Sırasıyla yerde duran, klozete yerleştirilen ve klozete en çok benzeyen lazımlıkların tercih edilmesi daha uygun olur.

    Ayrıca bu dönemde çocuğa bol, rahat, kolay çıkarabileceği giysiler giydirilmelidir. İç çamaşırı kullanmıyorsa kullanmaya başlaması sağlanmalıdır. Örneğin ilgisini çekebilecek desenlerde iç çamaşırı alabilirsiniz, birlikte seçebilirsiniz. Çocuğun günde bir kez giyinik olarak oturağa oturması sağlanmalıdır. Daha sonra çocuğun giysilerini çıkartarak oturağa oturması sağlanmalıdır. Çocuk korkuyor, ısrarla oturmak istemiyorsa kesinlikle zorlanmamalı ve onun kendini hazır hissettiği zamanın beklenmesi gereklidir.

    Asla baskıcı olunmamalı ve katı kurallar koyulmamalıdır. Bu durumda çocuk bedeninin başkaları tarafından kontrol edildiği hissine kapılır ve tuvaletini tutma ya da altına kaçırma gibi durumlar ortaya çıkar. Eğitim sırasında bez kullanmamaya özen gösterilmelidir. 2-3 saatte bir tuvalete götürüp, beş dakika oturtulmalıdır . Böylece bu düzen metabolizmasıyla da doğru orantılı bir şekilde ilerleyecektir. Bu sırada çocuğun kaygısını azaltmak için ona sevdiği masallar  anlatılabilir.

    Evin içerisinde bez kullanımı azaltılmalıdır ama düzenli kuru kalabiliyorsa bu yapılmalıdır. Her gece yatağına girmeden tuvalete götürülmeli ve oturağını gece ya da kullanmak istediği zaman rahat kullanabilmesi için yatağının yakınına konulmalıdır. Gece kuruluğu gerçekleşmesi çoğunlukla aylar, yıllar alabilir. Gündüz eğitimi tamamlandıktan sonra gece eğitimine başlanması gerekir. Her çocuğun bu süreyi başarıyla tamamlaması farklı olabilir. Ama 5 yaşına kadar altını ıslatmaması ve 4 yaşına da kadar da altını kirletmiyor olması gerekir.

    Çocuk tuvalet eğitimini reddediyor veya geri dönüşler yaşıyor ise bu eğitime bir süre ara verilmelidir. Böyle bir durumda aile panik olmamalı, başarısızlık ve umutsuzluk hissine kapılmamalıdır.

    Tüm bunları yapmaya çalışırken çocuğun kendi gelişimsel özellikleri de göz ardı edilmemelidir. Yapamayacağı bir durumda zorlanmamalıdır. Tuvalet eğitimi zorla kazandırılacak bir alışkanlık değildir.  Daha dirençli ve kaygılı olan çocuklar rahatlatılmaya çalışılabilir. Örneğin, müzik dinlemek, resim yapmak veya resimli kitapları incelemek çocuğunuzu rahatlatabilir.

    Tuvalet sonrası temizlikte unutulmamalıdır. Çocuğunuza tuvalet sonrası ellerinizi yıkaması gerektiğini anlatın ve bunun alışkanlık haline getirmesini sağlamaya çalışın. Ayrıca çocuğun  5- 6 yaşlarına kadar dışarıdaki tuvaletlerde yardıma ihtiyacı olabilir. Çocuk dışarıda tuvalete gitmeye alışana kadar yanınızda yedek giysi ya da iç çamaşırı bulundurabilirsiniz. Burada önemli olan şeylerden biri kendi başına , bireysel olarak bir işi başarma duygusunu kazandırmaktır.

    Çocuğun gelişimi normal olduğu halde 4 yaş ve sonrasında hala tuvalet eğitimi kazandırılmamış ise geç kalınmış sayılabilir. Kabızlık, idrarını tutma gibi fiziksel sorunlar ortaya çıkabilir , bunlar yetişkinlik döneminde uzun süreli sorunlara dönüşebilir. Tuvalet eğitiminde baskı, kötü durumlara izin vermek (çocuğun kendini pisletmesi)  ya da çok katı tutum sergilemek, çocuk istismarı sayılabilir. Bu durum ise yetişkinlik döneminde mükemmeliyetçilik, her işi eksiksiz yapma, aşırı titizlik gibi olumsuz ihtimallere sebep olabilir.

    Gece tuvalet eğitimi

    Gece tuvalet eğitimi gündüze göre daha uzun sürebilir. Gündüz tuvalet kontrolünü yapabilme becerisini kazanmış çocuklar gece kontrolü sağlayamayabilir. Genelde 3 yaşındaki çoğu çocuk ayda 1 kez gece altını ıslatır. Bu durumda bir süre bez  sonrasında da alıştırma külotlarına geçebilirsiniz.  Bu süreçte çocuk uyumadan en az 1 saat önce ya da akşam saatlerinde çok fazla sıvı tüketmemesine dikkat edilmelidir. Gece tuvaleti için uyandığında ona yardımcı olmanız ve çocuğunuza bunu söylemeniz de önemlidir.

    Tuvalet eğitiminin çocuğa etkisi ne olur?

    Araştırmalara göre tuvalet eğitiminin karakter gelişiminde önemli bir etkisi vardır. Özellikle eğitim sırasında uygulanan yanlış tutumlar kişiliği direkt olarak etkiler. Yapılan yanlışlar arasında en sıklıkla rastlanan tutum,  çocuk hazır olmadan başlamak, zorlamak, baskı kurmak , başka çocuklarla kıyaslamak, cezalandırmak sayılabilir.

    Çocuklar için tuvalet eğitimi savaş ve mücadele haline getirilmemelidir. Bu durum çocukta suçluluk duygusunu geliştirir aynı zamanda da özgüveni düşürür. İlerleyen dönemlerde , yetişkinlik döneminde, cimri , aşırı titiz, pasif, cinsel işlev bozukluğu gibi sorunlara yol açabilir.

    Tuvalet sonrası temizlik eğitimi

    Çocuğun sosyalleşmesi ve hijyen kuralları açısından tuvaletten sonraki temizlikte tuvalet eğitiminin bir  parçasıdır. Çocuğa kendini temizleme alışkanlığı önce gösterilmeli sonrasında kendisine denendirilmelidir. Nasıl temizleyeceğini, yıkayacağını, tuvalet kağıdını nasıl kullanacağını, poposunu nasıl temizleneceğini anlatarak ve göstererek başlayabilirsiniz. Temizlik eğitiminde özellikle kız çocukları önden arkaya doğru temizliğini yapmalıdırlar. Çünkü bu şekilde enfeksiyon kapma riskleri azalır. Zaman geçtikçe edinilmiş alışkanlıkları değiştirmek çok zordur. Bu sebeple, tuvalet eğitimi ile temizlik eğitimi  aynı zamanda verilirse çocuğunuz için uzun dönemde daha olumlu sonuçlar elde etmenizi sağlar.

    Ne zaman bir uzmana başvurulmalıdır?

    • Çok uzun zaman sonra , aylar sonra, hala eğitim ve alışmada zorluk yaşanılıyorsa,
    • Çocuk direnç gösterip kakasını ve çişini tutuyorsa,
    • Çocuk 3- 4 yaşını geçti ve hala tuvaleti eğitimine ilgi duymuyorsa,
    • Sorun fiziksel sorunların yanında başka psikolojik sebeplerden de kaynaklanıyor olabilir. (Tuvalet yalnız kalamama, dikkat çekmek isteği.) Bu gibi durumlarda bir uzmandan destek alınması gereklidir.

    İnsanoğlu, doğduğu andan itibaren, kendini bir gelişim çizgisinin üzerinde bulur. Bu çizgide, birtakım, “başarması gereken” şeyler vardır. Bunlara psikolojide “gelişim görevleri” denir. Tuvalet eğitimi de, önemli gelişi görevlerinden biridir.

    Referanslar

    Kaynakça

    • http://www.istanhttp://sehitumutgokanaokulu.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/36/14/
    • 964604/dosyalar/2017_11/30190009_tuvalet_eYitimi.pdfbulsaglik.gov.tr/ahweb/belge/cocukSag/wc.pdf
    • Brazelton TB. A Child-oriented approach to toilet training. Pediatrics 1962; 29: 121-128
    • Koç I, Camurdan AD, Beyazova U, Ilhan MN, Sahin F. Toilet training in Turkey: the factors that affect timing and duration in different sociocultural groups. Child Care Health Dev 2008; 34: 475-481
  • Öz güven nedir, nasıl oluşur?

    Bu yazıda, “Özgüven nedir?” sorusunu merkeze alarak, aslında kendimizle ve hayatımızla ilişkimize göz atmaya davet ediyorum sizi. Kendimizi ve hayatımızı özgüven kavramı üzerinden anlama çabamızda bize psikoloji kılavuzluk edecek.

    Özgüven, hayatımıza nasıl yön verdiğimizi belirleyen (ve gösteren) en önemli kavramlardan biridir. Bu yazıda, aşağıdaki soruların cevaplarına ulaşabileceksiniz:

    • Özgüven nedir?
    • Özgüven bizim için neden önemlidir?
    • Özgüven nasıl oluşur?

    Öncelikle özgüven kavramıyla yakın duran ve dolayısıyla da zaman zaman karıştırılan birkaç kavramı psikoloji açısından kısaca ele almama müsaade edin.

    Öz (benlik) nedir?

    İngilizce karşılığı self olan benlik, tüm yönlerimizle kendimizi algılamamızı tanımlayan bir kavramdır. Kendi kişiliğimize ilişkin kanaatlerimizin toplamıdır benlik. İç dünyamıza dönüp, BEN dediğimizde ortaya çıkan ve sadece bizim görebildiğimiz şey benliktir. Böyle baktığımızda, olumlu benlik veya olumsuz benlik algısından bahsedebiliriz. Kabaca söylemek gerekirse, kendimize bakışımız olumlu veya olumsuz olabilir.

    Özsaygı (Benlik Saygısı) Nedir?

    Özsaygı İngilizcede self esteem olarak karşılık buluyor. Özsaygı, özümüzü (benliğimizi) beğenme derecemiz olarak düşünülebilir. Bazı uzmanlarca benlik saygısı, benliğimizin duygusal yanı olarak kabul edilmektedir. Böyle bakıldığında yüksek özsaygı, kendimizi beğenmeyi değil, kendimizi değerli bulmayı ifade eder.

    Öz-yeterlik Nedir?

    Öz-yeterlik, yeteneklerimizi, becerilerimizi, kabiliyetlerimizi değerlendirmemizle ilgili bir kavramdır. Bir işi başarıyla yapabileceğimize, bir işin altından kalkabileceğime olan inancımızı ifade eder öz-yeterlik. Daha spesifik (belirli) durumlar için kullanılır. “Matematik dersinden başarılı olabilecek miyim?”, “Evlilikteki sorumluluklarımın altından kalkabilecek miyim?” sorularına vereceğimiz cevaplar, öz-yeterlik algımızla ilgili olabilir.

    Öz güven nedir?

    Psikoloji ile ilgileniyorsanız, hazırlıklı olmanız gereken ilk durumlardan biri şudur: Psikolojideki pek çok kavramın tek bir tanımı yoktur. Söz konusu kavramlar, pek çok kuram ve kuramcıya göre değişik anlamda kullanılmaktadır. Özgüven (self-confidence) kavramı için de aynı durum geçerlidir. Dolayısıyla, “Özgüven nedir?” sorusunun cevabını araştırırken ulaşacağınız sonuç, çeşitlilik arz edebilir. Ben burada, psikoloji literatüründeki bazı özgüven kavramlarını sizinle paylaşmak istiyorum. Belki, paylaşacağım tanımlardan sonra siz, kendi özgüven tanımınızı üretebilirsiniz.

    “Özgüven, davranışların en önemli belirleyicilerinden biri olup, bireyin kendine yönelik olumlu yargılarının olması, kendini ve olayları kontrol edebileceği inancı, kendini sevmesi, yeterli olduğunu düşünmesi, değerinin farkına varması, kendisiyle barışık olması, kendini olduğu gibi kabul etmesi, kendini tanıması gibi durumlarla ilgili bir kavramdır.”

    İstiyorsanız, alttaki başlığa tıklayarak, “Özgüven ne demek?” sorusuna verilen başka cevaplara da ulaşabilirsiniz.

    Özgüven Ne Demek – Farklı Tanımlar (Tıklayın)

    “Özgüven, genel bir özellik olmaktan daha çok bireyin belli bir aktiviteyi başarılı biçimde yerine getireceğine yönelik inancı ve bireyin kendi yargı, yetenek, güç ve kararlarına güven duymasıdır.”

    “Özgüven, bireyin kendisini değerli hissetme yargısıdır.”

    “Özgüven, kişinin kendi yeteneklerine kesin inancıdır.”

    “Özgüven, bireyin kendisine yönelik iyi, olumlu duygular geliştirmesi sonucu kendini iyi hissetmesi, bu iyi hissetme sonucunda kendisiyle ve çevresindeki kişilerle barışık olması şeklinde tanımlamıştır.”

    “Özgüven, başarısızlıktan kaçınarak, başarılı olmaya eğilim sağlayan, sosyal kabul ve değersizlik hissine karşı geliştirilen bir içsel ihtiyaçtır. Diğer bir ifadeyle özgüven, bir kimsenin bir olayın üstesinden gelmekteki yetisi ve başarısı olarak algılanmaktadır.”

    “Özgüven, kişinin bedeni ve davranışıyla kendi dünyası üzerinde denetim ve egemenlik kurduğunu bilmesidir.”

    “Özgüven, bireysel durumlara özgü veya geçici bir tutum değil, aksine genel bir kişilik özelliğidir.”

    Özgüven duygusu kişinin yaptıklarının onaylanması ile oluşan ve kişide zorlukları, yaşamda karşılaşabilecek problemleri kendi iç kaynaklarına, kendi gücüne, kendi yeteneğine ve kendi zekasına dayanarak aşabileceği yolundaki düşüncesidir.

    “Özgüven, doğuştan gelmeyen, yaparak kazanılması gereken, hayatta karşılaşılan sorunlarla baş edebilme yeteneğidir.”

    “Özgüven, kişinin kendisini değerlendirmesi ve kendisinden memnun olup olmaması sonucu oluşan öznel bir olgudur. Olumlu veya olumsuz olabilir (düşük-yüksek özgüven), statik değildir. Koşullara, konuma, gelişmelere göre değişebilir. Kişinin yüksek veya düşük özgüvenli oluşu, kişinin davranış ve hislerini farklı yönlerde etkiler.”

    Umarım yukarıdaki tarifler, “Özgüven nedir?” sorusuna kişisel bir cevap oluşturmanıza yardımcı olmuştur. Çünkü, “Özgüven nedir?” sorusuna vereceğiniz kişisel cevap, daha sonra cevaplamaya çalışacağımız, “Özgüven nasıl kazanılır (veya artırılır)?” sorusu için son derece belirleyici olacaktır.

    Öz güven bizim için neden önemlidir?

    Özgüven biz insanlar için son derece önemli bir kavramdır. Psikoloji alanında yapılan pek çok çalışma, özgüvenin insan davranışları ile ilişkisini ele almaktadır.

    Özgüveni yüksek olan biriyseniz, kendine güveni ve  başarma arzusu olan, zorluklardan yılmayan, iyimser, yeni düşünce ve deneyimlere açık, araştırmacı, insan ilişkilerinde rahat, sevecen, sorumluluk sahibi ve atılımcı bir kişisinizdir. Yüksek özgüveniniz aynı zamanda, kendinizi saygın ve kabul edilmeye değer, yararlı ve önemli bir kişi olarak algılamanıza yardımcı olur. (Yazarken bile insana son derece çekici geliyor 🙂 )

    Özgüveniniz düşük ise, kendinizi başarısız ve değersiz görürsünüz, ve reddedilme korkusu ile sevgi alışverişine girmekten kaçınırsınız. Günlük yaşamdaki problemlerinizi çözemeyeceğinize inanır, sürekli olarak çaresizliğin stres ve kaygısını taşırsınız. Etrafınızda olan bitenlerden çabuk etkilenir ve başkalarına bağımlı bir yaşantı sergilersiniz.

    Özgüven çeşitleri nelerdir?

    Psikolojide, özgüvenin, kişinin kendisiyle ilgili iki boyutundan bahsedilir:  “Sevilebilir olma” ve “yeterli olma” algısı. Kendimizle ilgili bu algımız, bebeklikten başlayarak, tüm yaşamımız boyunca ailemiz ve yakın çevremizle olan ilişkilerimiz sonucunda gelişmektedir. Çocukluk yaşamlarımızdaki anne, baba, teyze, hala vb. önemli yetişkinlerle olan ilişkilerimizin etkilerini her zaman içimizde taşırız. Okula başlamamızla birlikte, öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımız bizim için önemli varlıklar olmaya başlarlar. Tüm bu ilişki ve deneyimlerimiz sonucunda, kendimizi değerli veya değersiz, yeterli veya yetersiz olarak algılama eğilimi taşırız.

    Psikolojik sorun yaşayan insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, özgüven eksikliğinin insanları yetersizlik duygusuna ve köklü bir cesaretsizliğe ittiğini göstermektedir.

    Psikoloji literatüründe, iç özgüven ve dış özgüven olmak üzere iki değişik özgüven yaklaşımından bahsedilmektedir.  İç özgüven, kendimizden memnun ve kendimizle barışık olduğumuza dair inancımız ve bu konuda hissettiklerimiz; dış özgüven ise, dışarıya kendimizden emin olduğumuz şeklinde verdiğimiz görüntü ve davranışlardır.

    İç özgüveniniz sağlam ise şu tutumları sergileyebilirsiniz: Kendini tanıma, kendini sevme, kendine açık hedefler koyma ve pozitif düşünme vb.

    Dış özgüveniniz sağlam ise şu tutumları sergileyebilirsiniz: Sağlıklı iletişim becerileri, kendini iyi ifade edebilme, kendini ortaya koyabilme, duygularınızı kontrol edebilme vb.

    Özgüvenin büyük oranda temel çocukluk yaşantılarından hareketle şekillendiğini söylemiştik yukarıda. Çocukluk yaşantılarımıza bağlı olarak, bazılarımızda iç özgüven, bazılarımızda dış özgüven gelişme gösterebilir. Bazılarımızda her ikisi de gelişirken, bazılarımızda her ikisi de düşük seviyede kalabilir.

    Varsayalım ki, çocukken çabalarınız ve başarılarınız takdir edildi, fakat fiziksel görünümünüz eleştirildi. Bu durumda iç özgüveniniz gelişme gösterirken dış özgüveninizin gelişiminde sorun  oluşabilir.

    Özgüven  sahibiysek, yeteneklerimiz hakkında pozitif ve gerçekçi bir anlayışa sahip oluruz. Diğer taraftan, özgüven eksikliği ise, kendinden şüphe duymak, pasiflik, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas olma, güvensizlik, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme gibi durumlarla ilişkili olabilir. İfade ettiğim bu negatif duygular, düşük özgüvenin etkisiyle ortaya çıkabilirken, özgüvenimiz de bu durumlardan negatif yönde etkilenebilir. Yani özgüven eksikliği yalnızlığımı tetiklerken, yalnızlığım da özgüvenimin azalmasına yol açabilir. Bu cümleyi kalın puntoyla yazdım ve altını çizdim; çünkü ilerde bize lazım olacak.

    Özgüveniniz yüksekse,  başkalarını kıskanmazsınız ve onların yaşamlarını olumsuz etkileyecek davranışlardan kaçınırsınız. Hatta başkalarının mutlu olması için gayret bile edebilirsiniz. Ancak, özgüveniniz düşükse başkalarını kıskanırsınız.

    Düşük özgüvenliyseniz, mutluluğunuz için çabalamazsınız; çünkü işin başında mutsuzluğu kabullenmiş ve durumun değişmeyeceğine kendinizi şartlandırmış olabilirsiniz.

    Özgüven, psikolojik açıdan basit bir özellik olarak görülmesine karşın, değişkendir ve başka birçok özellikle bağlantı içindedir. Doğuştan kazanılan bir özellik değil, çocukluktan itibaren yavaş yavaş gelişen merkezi bir özelliktir. Hayat boyunca yaşanan düş kırıklıkları ve ruhsal yaralanmalar sistematik olarak insanın özgüvenini zedeler. Yaşam boyu ne kadar çok düş kırıklığı yaşarsa, kişinin özgüveni de o derece azalır, korkularıysa çoğalır. Dolayısıyla özgüven kavramı iyimserlik ve karamsarlıkla sıkı bir ilişki içerisindedir. İnsan doğuştan belirli bazı yeteneklere ve farklı zeka düzeyine sahiptir. Belki de en önemli nokta şudur: İnsan hiçbir zaman, “özgüvene sahip” ya da “özgüvenden yoksun” bir birey olarak dünyaya gelmez. Özgüvenin oluşumu ve gelişimi tamamen yaşamla ilintili bir durumdur.

    Özgüvenli kişi yeteneklerinin farkındadır. Neyi yapabileceğini, neyi yapamayacağını bilir. Yani güçlü ve zayıf yanlarını tanır. Yeteneklerini çok iyi kullanır. Girişken olduğu için yeni şeyler denemekten çekinmez. Özgüveni gelişmemiş kişi kendini yeterince tanımadığı için yeteneklerinin farkında değildir. Neyi başarabileceğini bilmez. Onun bildiği tek şey, hiçbir şey yapamayacağıdır. Kendinde gurur kaynağı olabilecek bir yan bulamaz. İçe kapanık ve depresyona daha yatkındır.

    Kendine güvensizlik diğer insanlarla olan ilişkilerde kendini gösterir. Zorluk çektiğimiz tüm insan ilişkileri özgüvenimize zarar verebilir. Bir durum kişinin kendisini kötü hissetmesine yol açıyor ise, o kişi o konuyla ilgili kendine olan güvenini yitiriyor demektir. Az ya da çok özgüven sahibi olmak yetenek ile değil kişilik ile ilgilidir. Yaşamdan memnun olmak özgüven eksikliğinin ortaya çıktığı durumlarda oldukça zordur. Özgüven eksikliği, belirli (spesifik) durumlarda ortaya çıkabileceği gibi, hayatın genelinde de kendini gösterebilir; ancak özellikle kişiye zor gelen olaylar karşısında daha da artabilir.

    Özgüven nasıl oluşur?

    Özgüvenin oluşumunda üç temel bir de ilave olmak üzere dört etkenden bahsedebiliriz. Bu, literatürde rastladığım bir yaklaşım değil. Dolayısıyla, benim sahip olduğum ve sizinle paylaşmak istediğim bir bakış açısını gösteriyor. Özgüvenimizin şekillenmesinde etkili olduğunu düşündüğüm faktörleri şöyle sıralayabilirim:

    1. Doğuştan getirdiğimiz özellikler ve başımıza gelenler: Doğuştan getirdiğimiz özellikler (genetik etki), sahip olduğumuz potansiyele işaret etmektedir. Neyi ne kadar yapabileceğimizle ilgili bir referans oluşturur bizim için. Mesela, ne kadar olduğunu kesin olarak bilemesek de, hepimizin zekasının bir kapasitesi vardı. Daha zeki olanlarımız, zeka alanlarına göre daha başarılı olma ihtimaline sahiptir. Uzun boylu olanlarımızın basketbolda başarılı olma ihtimali daha fazladır. Aynı şey, fiziksel özelliklerimiz için de geçerlidir. Bazılarımız bazılarımıza göre daha çekici olabiliriz. Bütün bunlar da, kendimizle ilgili algımızın şekillenmesinde etkili olabilir.

    Doğuştan getirdiğimiz özellikler, başımıza gelenlerle faklı bir hal alabilir. Mesela doğuştan çok güzel bir çocukken, bir trafik kazası sonucu yaralı bir yüz sahibi olabiliriz.

    2. Maruz kaldığımız yetiştirilme tarzı: Doğuştan getirdiğimiz tüm genetik materyali bir hamur gibi düşünelim. Ellerinde doğup büyüdüğümüz insanlar, bu hamuru şekillendirme kuvvetine sahipler. Anne babamız bize, “sevilesi bir varlık” olduğumuzu hissettirirlerse, biz de kendimizi “sevilesi bir varlık” olarak deneyimleriz. Şayet “kusurlu bir varlık” olduğumuzu hissettirirlerse bize, biz de kendimizi “kusurlu bir varlık” olarak algılar ve kendimize dair “yoğun utanç duyguları” besleriz.

    3. İçinde yaşadığımız sosyal çevre: Aynen maruz kaldığımız en temel yetiştirilme tarzı gibi, içinde yaşadığımız sosyal çevrenin de üzerimizde bir etkisi söz konusudur. Yani sadece annemizin dediği değil, komşumuzun dediği de özgüvenimizin oluşumuna etki ediyor. Arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz gibi, muhatap olduğumuz tüm insanların etkilerini bu grupta değerlendirebiliriz.

    Harika bir genetiğe, çok iyi ebeveynlere sahip bir çocuk düşünelim. Bu çocuk, bir cinsi sapık tarafından tecavüze maruz kalsın. Ne kadar iyi bir geçmişi olursa olsun, bu çocuk yaşadığı travmadan  muhtemelen etkilenecektir. Söz konusu etkilenmenin içinde, özgüven zedelenmesi de olabilecektir.

    4. Kendi tutumlarımız: Bu kısım, özgüvenimizin şu anki halinde bizim de etkimizin olduğunu ifade ediyor. Evet, doğuştan bir hamurla dünyaya gelmiş olabiliriz ve bu hamuru bir dönem bizim dışımızdakiler şekillendirmiş olabilir. Ancak, belli bir zamandan sonra, kendi hamurumuzu şekillendirme hakkı, şansı ve sorumluluğuna sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bunu  nasıl yapabileceğimizi, yazının sonraki bölümlerinde ele almaya çalışacağım. Ama şunu bilmenizi isterim ki, kendi iç dünyamızı ve hayatımızı yeniden inşa etme çabası, bizi insan yapan en önemli çabalardan biri olacaktır. Çünkü bir kedinin böyle bir gücü ve sorumluluğu yok.

    Umarım bu makaleyle, “Özgüven nedir, ne demektir?” sorusuna bir cevap verebilmiş oldum. Özgüvenle ilgili düşüncelerinizi, yazının yorum kısmından benimle paylaşabilirsiniz.

  • Psikoloğa giden birine ne denir?

    Psikoloğa giden biri için kullanılması gereken ifade meselesi tartışmalı bir meseledir ama genel olarak iki kavramdan söz edebiliriz: hasta (patient) ve danışan (client). Bunlar kadar yaygın olmasa da analizan (analysand) üçüncü bir kavram olarak kullanılır.

    Psikologlar, kullandıkları psikoterapi yaklaşımına, mesleki yaklaşımlarına, çalıştıkları ortama vb. bağlı olarak dile getirilen üç kavramdan birini kullanırlar.

    Çok genel bir yaklaşım olarak, psikanaliz uygulayan psikologlar analizan, hastanede çalışanlar hasta, özel merkezlerde çalışanlar da danışan deme eğilimi gösterebilirler.

    Belirttiğimiz gibi, bu kategorizasyon kesin değildir. Kendi ofisinde çalıştığı halde hizmet verdiği kişi için hasta kavramını kullananlar olabileceği gibi hastanede çalıştığı halde danışan kavramını kullananlar da olabilir.

  • EMDR Terapisi Nedir?

    EMDR Terapisi, açık haliyle, “göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işlemleme terapisi, oldukça yeni bir psikoterapi türüdür.

    Terapi, bireyin psikolojik rahatsızlıklarını sürdürmeye devam eden işlenmemiş travmatik veya diğer üzücü deneyimlerin tanımlanmasını içerir. Özellikle kullanım alanı olarak TSSB (travma sonrası stres bozukluğu)’nin tedavisinde popülerliği artmaktadır.

    İlk bakışta EMDR’ın psikolojik sorunlara olan alışılmadık yaklaşımı eleştirilere neden olsa da bilimsel olarak kanıtlanmış bir terapi yöntemi olduğu unutulmamalıdır.

    EMDR geleneksel psikoterapi ve farmokolojik (ilaç tedavisi) yaklaşımların aksine danışanın kendi ritmik göz hareketlerini kullanır. Böylece danışanın geçmişe dair, duygusal olarak yüklü travmatik anıların kişide oluşturduğu negatif etkiyi azaltmayı amaçlar.

    Bir EMDR seansından ne bekleyebilirsiniz?

    Bir EMDR seansı yaklaşık olarak 90 dakika sürebilmektedir. Danışandan, olumsuz anılarını ve buna bağlı bedensel duyumları ile birlikte yaşadığı anıyı düşünmesi istenir. Terapistiniz parmaklarını yüzünüzün önünde ileri geri hareket ettirir. Bu el hareketlerini gözlerinizle takip etmenizi ister. Aynı zamanda terapistiniz uygulamasında bunları yaparken, sizin de rahatsız edici travmatik anınızı düşünmenizi ister.

    Terapistiniz bu süreçte parmaklarını kullanabilir ya da sağ veya sol omzunuza veya dizlerinize dokunabilir. Bunun dışında bir alet yardımı ile kulaklarınıza ses vererek yine sağ beyin ile sol beyine uyarım verir ve böylece travmatik anının beyin tarafından işlemlenmesini sağlar.

    Bu tekniğin kullanımından önce ve sonra olmak üzere, terapistiniz sizden sıkıntı seviyesini puanlandırmanızı ister. Böylece tekniğin kullanımı ile beraber sıkıntı verici anıların seviyesinin sıfıra inmesi amaçlanır.

    Bilgi işleme

    EMDR tedavisi ile beyindeki travmatik hafıza alanına ulaşım daha kolay bir hale gelir. Böylece travmatik hafıza veya bilgi ile kurulan yeni ilişkilerle beraber “bilgi işleme süreci” de gerçekleşmiş olur. Böylece EMDR’da 3 protokol hedeflenmiş olur:

    • İlk protokolde bilgi işleme sürecindeki uyumsuzluklara neden olan travmatik anılar belirlenir ve uyumsuz bağlantılar yerine yeni bağlantılar kurulur.
    • İkinci protokolde tehlike yaratan mevcut durumlar hedeflenmektedir. Bu durumlar için iç ve dış tetikleyiciler duyarsızlaştırılır.
    • Üçüncü protokolde ise danışanın gelecekte de kullanması için beceriler elde etmesi amaçlanır ve “gelecekteki hayali şablonlar” ile danışanın gelecekteki olası durumlar konusunda korunması amaçlanır.

    EMDR terapisi nelere odaklanır?

    Tedavi seanslarının süresi danışanın geçmişteki travmalarının düzeyine ve danışanda bıraktığı etkilerin seviyesine bağlıdır. EMDR tedavisi üç aşamalı bir protokolden oluşur. Bunlar;

    1. Anılar/ geçmişte olanlar
    2. Mevcut rahatsızlık/ olmakta olanlar
    3. Gelecekteki eylemler/ gelecekte olabilecekler

    Tüm bunlar semptomları azaltmak ve danışanın tüm klinik tablosunu ele almak için gereklidir.

    EMDR tedavisinin temel amacı olarak, kişide sorun yaratan deneyimleri işlemek ve bunların yerine sağlıklı sonuçları yerleştirmek olduğundan söz etmiştik.

    “İşleme” kelimesi ile kastedilen bu deneyimler hakkında konuşmak değildir. “İşleme” soruna neden olan deneyimin “sindirilmesini” ve beyinde uygun şekilde depolanmasına olanak sağlayan bir öğrenme durumunu geliştirmektir. 

    Daha açık bir ifadeyle EMDR tedavisiyle beraber geçmişte yaşadığınız ve size hala olumsuzluk veren bu deneyimler işlenir ve gelecekte size olumlu yönde rehberlik edecek duruma gelir. Size olumsuzluk veren duygular, beden hisleri ve olumsuz inançlarınız beyninizden uzaklaştırılır.

    Sonuç olarak bu tedavinin sonucundaki temel amaç sizi sağlıklı ve yararlı davranışlar  ve etkileşimlere yol açacak duygular ile baş başa bırakmaktır.

    EMDR terapisinin aşamaları nelerdir?

    1. Aşama: İlk aşamada geçmişinizdeki acı dolu anılarınızı, olayları veya deneyimlerinizi ve mevcut stresleriniz hakkındaki tam geçmişiniz terapistiniz tarafından alınır. Siz ve terapistiniz beraber olmak üzere belirli anıları veya olayları hedef alan bir tedavi planı geliştirirsiniz. İlk başta çocukluğunuza daha fazla odaklanılabilir ve sorunlarınızın ilk ne zaman başladığı, en kötülerinin nasıl olduğu ve en son sorununuzu ne zaman geçirdiğiniz gibi ayrıntılar, terapistiniz tarafından istenir.

    2. Aşama: Bu aşamada terapistiniz, zihinsel egzersiz yapmak gibi stres ve kaygı ile başa çıkmanın bazı yollarını öğrenmeniz konusunda size yardımcı olacaktır.

    Aşama 3 ile Aşama 6 Arası: Bu aşamalar tedavinin daha fazla yoğunlaştığı ve sıkı bir çalışmanın olduğu yerdir. İlk olarak terapistiniz birinci aşamada belirlediğiniz hedeflerden birini çalışmaya başlayacaktır. Daha sonrasında kafanızda oluşturduğunuz resim hakkında hem olumlu hem de olumsuz olarak bir inanç tanımlamanız istenecektir.  Bu inançların her ikisinin de ne kadar doğru oldukları hakkında derecelendirme yaparsınız. Daha sonrasında parmaklarla, dokunma yoluyla veya sesli uyarımla sağ beyin ve sol beyin arasındaki işlemleme süreci gerçekleşir.

    Aşama 7: Bu aşamada, attığınız olumlu adımlar sonrasında bunları günlük hayatınıza nasıl dökebileceğiniz üzerine çalışılmaktadır. Bu aşamaya geldiğinizde aslında EMDR seanslarının kapanış aşamasında olmuş olacaksınız.

    Aşama 8: Bu noktada, siz ve terapistiniz ilerlemeniz hakkında konuşmuş olacaktır. İlk noktada belirlediğiniz terapi hedeflerinizi tekrar inceleyecek ve hedeflere ne derecede ulaşıldığı konuşulacaktır. Belirlemiş olduğunuz diğer terapi hedeflerine ulaşmak için onlarla da çalışılıp çalışılmaması gerektiği kararlaştırılacaktır. Ayrıca mevcut zamandaki ve gelecekteki stresle baş etme yollarını da tartışmış olacaksınız.

    EMDR stimülasyonu

    3. ve 6. evrelerde bahsettiğimiz EMDR seansında, yukarıda da bahsettiğimiz gibi geçmişinizde yaşadığınız ve size yoğun anlamda sıkıntı veren travmanızı hatırlamanızı isteyecektir. Hatırladığınız travma doğrultusunda terapistiniz, olumsuz durumları ve hissettiğiniz fiziksel duyumları tekrar düşünmenizi isteyecektir. Bu sırada terapistiniz, parmak hareketleriyle gözlerinizi bir yandan diğer yana hareket ettirir.

    Terapistiniz gözlerinizi hareket ettirmeye odaklanmanız için, ilk üç parmağını kaldıracak ve onları takip etmeniz için iki taraflı (sağa ve sola doğru) bir şekilde hareket ettirecektir.

    Bu yöntem dışında yine sağ beyine ve sol beyine uyarım vermek için, sağ kulağınız veya sol kulağınıza ses veren bir makine yardımı da kullanılabilir, el veya parmaklarla omzun veya dizlerin sağ sol taraflarına dokunulabilir. Bu iki taraflı göz hareketlerine, dokunuşlara veya seslere katılırken travmatik duygulara veya anılara odaklanmaya devam edeceksiniz.

    EMDR seansında terapistinizin verdiği çift yönlü uyarım bittikten sonra, terapistiniz aklınızı temizlemenizi ve aklınıza gelen herhangi bir düşünce, anı, duygu veya görüntüleri tartışmanızı isteyecektir. Olumlu veya olumsuz fiziksel duygular hissetmeye başladığınız duruma bağlı olarak, terapistiniz size uyarım vermeye devam edecektir. Ancak olumlu hissetmeye başladığınızda terapistiniz uyarım vermeyi sonlandırabilir.

    Bu yaklaşım ile beraber olumlu hislerin veya düşüncelerin güçlendirilmesi sağlanacaktır. Belleğinizde kalan travmatik anılar, EMDR sayesinde artık size sıkıntı yaratmamaya başlayacaktır.

    Travmatik anılar sizde sıkıntı yaratmamaya başladığında, terapistiniz kendinizle ilgili değiştirmeye çalıştığınız hedeflerinizi, olumlu inancı uygulamayı devreye sokacaktır.  Böylece gelecekte de bu sorunlarla karşılaşma ihtimalinize karşı önlem almış olacaksınız.

    EMDR terapisi nasıl çalışır?

    EMDR’ın nasıl işe yaradığı konusunda uygulayıcılar tarafından henüz fikir birliği sağlanamamışsa da ortaya birçok teori atılmıştır. Örneğin tehdit edici olayların hatırlanmasına teşvik etmek ve bu olayların duygusal etkilerinden danışanı uzaklaştırmak tıpkı uzun süreli maruz bırakmayı baz alan terapi yöntemlerine benzemektedir. Diğer bir yaklaşım da EMDR ile danışanın üzücü düşünceleri kontrol altına alma konusunda daha işe yarar sonuçlar elde edebildiğini söylemektedir.

    EMDR terapisi psikolojik sorunların tedavisinde ne kadar etkilidir?

    Psikolog Francine Shapiro tarafından 1989 yılında geliştirilen bu teknik, ilk çıktığından bu yana yaklaşık 20.000’den fazla uygulayıcı tarafından kullanılmıştır.  Yapılan uygulamalar sonucunda EMDR’ın herhangi bir olumsuz etkisi saptanmamasıyla beraber, danışanların birçoğunun rahatsızlık edici anıları konusundaki hislerinin azalmasını ya da tamamen ortadan kalkmasını sağlamıştır. Sonuç olarak EMDR’ın etkililiği birçok araştırma tarafından ortaya konmuş bilimsel bir yöntem olduğu unutulmamalıdır.

    Birden fazla kuruluş tarafından yayınlanan rehberler EMDR tedavisinden kimlerin yararlanabileceğini ortaya koymuştur.

    Amerika Psikiyatri Birliği (APA), EMDR’ın akut ve kronik travmaların tedavisinde etkili olduğunu belirtmiştir. Yine APA’ya göre travmatik anılarını anlatmakta zorlanan insanlar için EMDR özellikle yararlı olmaktadır.

    EMDR hangi psikolojik sorunların tedavisinde kullanılır?

    EMDR ile ilgili yapılan araştırmaların çoğu TSSB’li kişilerle kullanımı üzerinedir. Ancak EMDR’ın birçok psikolojik problemi tedavi etmek için kullanıldığı ve işe yarar sonuçlar alındığı bilinmektedir. Aşağıda EMDR tedavisinin kullanıldığı diğer psikolojik rahatsızlıklara yer verilmiştir:

    • Yeme Bozuklukları
    • Bağımlılıklar
    • Sosyal Anksiyete Bozukluğu
    • Anksiyete

    EMDR ve kompleks travmaların tedavisi

    Kompleks travmalar  tekrarlanan travmatik olaylara, çocukluk döneminde ortaya çıkan bağlanma yaralanmalarına uzun süre maruz kalmanın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tüm kompleks travmalar için söyleyebileceğimiz ortak şey, travmaların tekrarlayıcı olması ve uzun süre boyunca meydana gelmesidir. Genellikle kompleks travmalar, erken çocukluk dönemi ve ergenlik olmak üzere hassas gelişim dönemlerinde meydana gelmektedir. Yaşanan bu erken deneyimler tam da danışanın kimliğini şekillendirme dönemlerinde meydana geldiği için önemlidir.

    Kompleks TSSB’de tedavinin amacı olarak danışanların, savunmasız duygularını ve erken dönemdeki yaralanmaları güvenli bir şekilde tutabilen bir benliği inşa etmek olduğunu söyleyebiliriz.

    Danışanların erken dönemde meydana gelen travmatik anıları hakkında farkındalık geliştirmek önem taşımaktadır. Kişi için bazen travmalarıyla karşılaşmak ve onlar üzerinde çalışmak o kadar da kolay değildir. Bu nedenle güvenliği oluşturmak için, savunmasız parçaları güvenli kaynaklarla birleştirilir. Böylece kişi için travmatik anıları işlemek artık daha kolay hale gelir.

    Özellikle erken dönem gelişimsel travmalar için sürecin doğrusal olmadığını bilmek önemlidir. Erken dönem yerleşmiş ve kompleks travmalar olduğundan süreç o kadar da hızlı yürümez. Ancak terapinin mutlaka devam etmesi ve istikrarın olması gerekmektedir. Başarılı bir tedavi sonucu travmatik hatıralara eşlik eden duygulara ve beden duyumlarına tolerans göstermeye başlamış olacaksınız. Böylece günlük hayatta kişiyi olumsuz anlamda etkileyen bu duyguların yerini artık “işlevsel” ve “farkındalık” dolu duygular yerini alacaktır.

    EMDR ve depresyon tedavisi

    Yapılan son araştırmalar EMDR’ın, depresyonun tedavisinde de etkili olabileceğini ortaya koydu. Depresyonun kısa vadeli sonuçları olumlu olsa da, uzun vadede nüksetme olasılığı barındırmakta ve bu da danışanın tedavinin yararına karşı olumsuz bir bakış açısına sahip olmasına neden olabilmektedir.

    Tedavinin etkilerini arttırmak ve nüks (hastalığın tekrar ortaya çıkması) oranlarını düşürmek için, depresyonun oluşumundaki geçmiş travmatik deneyimlerin ve olumsuz yaşam olaylarına daha fazla dikkat etmek gerekmektedir. EMDR ile kişide depresyon oluşmasına neden olan travmatik deneyimler üzerinde durulabilir ve böylece sorunun ana kaynağı çalışılabilir. Örneğin depresyonun stresli yaşam olayları tarafından tetiklendiği ve sürdürüldüğü bilinen bir gerçektir. Yapılan son araştırmalar da, travmatik deneyimler, kayıp, acı, aşağılanma, değersiz hissetme gibi olumsuz yaşam deneyimleri gibi kronik ve güncel streslerin depresif bozuklukları tetikleyebileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle EMDR ile depresyonun ana kaynağı üzerinde çalışılarak, depresyonun ileride tekrar meydana gelebilme şansı en aza indirilmektedir. Bununla beraber depresyonun tedavisinde EMDR’ın işe yarayıp yaramadığı konusunda son dönemde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda travmaların ve depresif düşünceler sonucu ortaya çıkan semptomları başarılı bir şekilde tedavi edebildiği ortaya konmuştur.

    EMDR ve panik bozukluk tedavisi

    Yapılan araştırmalara göre EMDR’ın panik bozukluk dahil olmak üzere anksiyete (bunaltı) bozukluklarının tedavisinde etkili olduğu bulunmuştur.  Panik bozukluğu semptomlarının tedavisinde ve danışanların yaşam koşullarının iyileştirilmesinde EMDR ile Bilişsel Davranışçı Terapi(BDT)’nin etkililiği karşılaştırılmıştır. Yayınlanan sonuca göre, EMDR’ın tıpkı BDT kadar etkili olabildiği bulunmuştur. Bunun yanında panik bozukluğa neden olan travmatik anıların dışında EMDR ile travmatik olmayan semptomların da iyileşmesine yardımcı olabileceği unutulmamalıdır.

    EMDR panik bozuklukların tedavisinde kullanıldığında terapistiniz, dikkatinizi panik ataklarla bağlantılı olan korkulu fiziksel hislere veya düşüncelere yönlendirmenizi isteyebilir. Ancak bu durumun belirli istenmeyen durumlar ve semptomlar arasındaki bağlantıyı kırmak için uygulandığını unutmamalısınız.  Panik bozukluğu oluşturan en önemli semptomlardan biri de kişinin panik atak yaşayacağına dair yoğun bir korku duymasıdır. Bu durumda genel hayata yayılan bir panik bozukluk kavramının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İşte bu nedenle EMDR aracılığıyla panik ataklar ile ilgili beklenti anksiyetesini(kaygısını) yönetmeyi öğrenebilirsiniz. Örneğin araba sürmenin yoğun kaygı uyandırdığı ve panik ataklarının meydana gelmesine neden olduğu bir kişiyi düşünelim, EMDR seanslarıyla beraber bu kişi araba sürmeden önce daha sakin olmaya ve yoldayken daha güvende hissetmeye başlayacaktır.

    EMDR uygulayıcıları genellikle seanslar arasında da ilerlemeyi sürdürmek için danışanlarına ödevler verebilir. Belirli teknikler ile daha sakin bir ortam öngörmek için hayal gücü gerektiren bir kendine yardım tekniği geliştirilebilir. Danışanda kaygı uyandıran nedenler karşısında görüntülerin duyarsızlaştırılması, seanslar arasında uygulanabilir ve kişinin kaygı uyandıran görüntülerle yüzleşmesinin nasıl bir şey olacağını görmesine olanak tanır. Aynı zamanda EMDR uygulayan terapistiniz, ilerlemenizi ve öğrenmiş olduğunuz teknikleri takip eden günlük bir form tutmanızı da isteyebilir.

    EMDR ve yeme bozukluklarının tedavisi

    Travma gerçekleştiğinde beyin bunu uygun şekilde işlemez. Travma kişinin zihninde bilinçsiz bir şekilde gömülüdür ve kişinin yaşadığı yeni olaylar çerçevesinde tetiklenebilir. Bunun dışında bazı davranışlarımız da travmatik olayın düşüncelerini ve duygularını bastırmak amacıyla ortaya çıkabilir. Yeme bozuklukları, geçmiş travmatik olayın düşüncelerini ve duygularını önlemek için bir yol olarak ortaya çıkabilir. Yeme ile ilgili bozuk düşünceler, istenmeyen duyguları bastırmak ve yaşamla başa çıkmak için bir yol olarak kullanılabilmektedir. Kişinin uzun bir zaman boyunca uyguladığı bu yol zamanla kırılması zor bir davranış ve alışkanlık haline gelebilir. Zamanla bu yeme davranışı her şey için kullanılır ve bir yeme bozukluğu kavramı olarak kişinin hayatında kendine yer edinir.

    Yeme bozukluklarına neden olabilecek travmalar

    • Cinsel veya fiziksel istismar
    • Aile içi çatışmalar
    • Boşanma
    • Sevilen birinin kaybı
    • Çocukluk çağı ihmali ya da istismarı
    • Bir aile üyesinde var olan bağımlılık
    • Bir aile üyesinin intihar etmesi ya da öldürülmesi
    • Şiddete ya da bir cinayete tanık olmak
    • Çocukluk çağı hastalıklarını tecrübe etmek

    Rahatlık kaynağı olarak yiyecek

    Travma yaşayan kişi için, bu nedenlerden dolayı yiyecek bir rahatlık kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bazı insanlar yeme bozukluğunu geliştirmek için biyolojik bir duyarlılığa sahiptir. Durum böyle olduğunda kişinin yaşadığı travmalar da zihinsel hastalıkların ilerleyişi konusunda ateşleyici bir çevresel tetikleyici olabilir. Yiyecekler rahatlama sağlarken, altta yatan travmalar iyileşmez. Bu sadece profesyonel bir psikoterapi tedavisi, danışmanlık ve güçlü bir destek sistemi ile olabilecek bir iyileşme ile ortaya çıkmaktadır.

    EMDR ve iş stresinin tedavisi

    İş stresini yaşayan çoğu insan “ben yeteri kadar iyi değilim”, “ben başarısız bir insanım”, “beceriksizim”, “hak etmiyorum” gibi cümleler kullanmaktadır. O zaman EMDR size şu şekilde yardımcı olacaktır:

    Herhangi bir işte çalışan çoğu insan bir noktada işle ilgili stresin baskısını çoğu zaman hissetmektedir. Kişi yaptığı işi sevse bile, her iş belli noktalarda stresli unsurlara sahip olmaktadır. İş konusunda belli bir noktada stres duymak aslında olağan bir durumdur. Ancak iş stresi kronikleştiği zaman bu durum kişi için çok zor olabilir. Bu durum hem fiziksel hem de duygusal anlamda olumsuz sonuçların oluşmasına kaynaklık edebilir.

    Ortak iş stresi kaynakları

    • Düşük maaş
    • Aşırı iş yükü
    • Sosyal desteğin olmaması
    • Aşırı performans beklentileri

    Maalesef, işle ilgili stres, eve geldiğiniz zaman yok olmamaktadır. Stres Kısa vadede stresli bir çalışma ortamı baş ağrısı, karın ağrısı, uyku bozuklukları, kısa öfke ve konsantre olmak gibi sorunlara katkıda bulunabilir. EMDR ile bu durumları algılama biçiminiz çalışılmakta ve altta yatan travmatik süreçlerin, kişinin iş yerindeki duyduğu strese ne şekilde etki ettiğine değinilmektedir. Beyinde yer alan travmatik süreçler EMDR ile işlendikçe, strese neden olan kaynakların algılanış biçimi de olumlu anlamda değişecektir.           

    EMDR ve bağımlılık tedavisi

    Bağımlılıklar ve zorlayıcı davranışlar, hem davranış bağımlılığı hem de herhangi bir maddeye bağımlılık olarak ayrılmaktadır.

    Davranış bağımlılıkları:

    • Kumar bağımlılığı
    • Cinsel bağımlılık
    • Alışveriş bağımlılığı

    Madde bağımlılıkları:

    • İlaç bağımlılığı
    • Alkol bağımlılığı
    • Ağrı kesiciler
    • Madde bağımlılığı

    Olumlu ya da olumsuz yaşam deneyimlerinin düşüncelerimiz, inançlarımız ve davranışlarımız üzerinde önemli etkileri vardır. İstismara uğrama, ihmal, şiddet ve duygusal zorluklar gibi olumsuz yaşam deneyimleri zihinsel hastalıklara ve bağımlılıklara zemin hazırlayabilir.

    Davranışsal ya da madde olarak bağımlılığa sahip olan kişiler için Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ya da bununla ilgili olan semptomları ele almak çok önemlidir. Çünkü çoğu bağımlılık durumunu hazırlayıcı neden bu travmatik olaylar ya da deneyimler ile ilgilidir. Kişinin bağımlılık davranışı ilaç ve diğer psikoterapötik tedavilerle tedavi edilse bile altta yatan ve bağımlılık davranışına neden olan asıl kaynağı da tedavi etmek gerekmektedir. İşte tam da bu nedenle, bağımlılığa neden olan kaynak tedavi edilmeden kişi bağımlılığın tamamen üstesinden gelemez.

    Travmanın bağımlılığa etkisi

    Travma üzerine yapılan araştırmalardan önemli bir tanesi de çocuk istismarı, ihmali ve refahı üzerine yapılan araştırmadır. Yapılan bu araştırmaya göre çocukluk döneminde yaşanan travmatik deneyimlerin sonucunda kişinin bağımlılık geliştirme riskinin önemli derecede arttığı ortaya koyulmuştur. Araştırmaya göre erken dönem travmatik yaşantılar şu şekilde ayrılmaktadır:

    • Duygusal İstismar
    • Cinsel İstismar
    • Fiziksel İstismar
    • Duygusal ya da fiziksel ihmal

    Yukarıda belirtilen faktörlerin en az ikisini yaşayan katılımcıların madde bağımlılığını yaşama risklerinin, çocukluk dönemi travmatik deneyimleri olmayan kişilere göre en az 7 ila 10 kat daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. İşte bu araştırma bize travma ile bağımlılık arasında önemli bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu nedenle farmokolojik tedavi (ilaç tedavisi) ve diğer psikoterapi yöntemlerinin yanı sıra EMDR yöntemi, sorunun ana kaynağında bulunan travmaların yeniden işlenmesini sağladığı için önemlidir.

    Referanslar

    1Bhandari, S. (Ağustos, 2017) EMDR: Eye Movement Desensitization and Reprocessing. www.webdmd.com

    2EmdrPowered, (t, y). Addiction. www.emdrempowered.com

    3EmdrPowered, (t, y). Eating Disorders. www.emdrempowered.com

    4EmdrPowered, (t, y). Work Stress. www.emdrempowered.com       

    5Hase, M., Plagge, J., Hase, A., Braas, R., Ostacoli, L., Hofmann, A., Huchzermeier, C., (2018) Eye Movement Desensitization and Reprocessing Versus Treatment as Usual in the Treatment of Depression: A Randomized-Controlled Trial. Volume:9, Frontiers in Psychology

    6Mantero, M., Crippa, L. (2002). Eating disorders and chronic post traumatic stress disorder: Issues of psychopathology and comorbidity. European Eating Disorders Review, 10, 1-16.

    7Schwartz, A. (Mayıs, 2017). EMDR Therapy for Complex PTSD. www.drariellschwartz.com

    8Star, K. (Ocak, 2019). EMDR for Panic Attacks and Anxiety. www.verywellmind.com

    9Riddle, J. (Aralık, 2018). EMDR Therapy for Anxiety, Panic, PTSD and Trauma. www.psycom.net

    10Tagay, S., Schlegl, S., Senf, W. (2010). Traumatic events, posttraumatic stress symptomatology and somatoform symptoms in eating disorder clients. European Eating Disorders Review, 18, 2, 124–132.

  • Kiralık psikolog odası (terapi ofisi)

    Beylikdüzü’nde kiralık psikolog odası

    İstanbul’da, Esenyurt’ta -Beylikdüzü olarak da düşünebilirsiniz- kiralık psikolog odası -ofis paylaşımı- arayışındaysanız bize ulaşabilirsiniz.

    Ofis E-5 üzerinde, Cumhuriyet Mahallesi metrobüs durağının dibinde, yeni bir binadadır -Akros İstanbul’da. Ofisin ilk kullanıcısıyız.

    Odanın alanı 15 m2 civarındadır.

    Psikolog, psikolojik danışman, psikoterapist gibi psikolojik yardım uzmanlarının önemli zorluklarından biri, hizmet sunacakları ofis (mekan, merkez, kurum) ihtiyacıdır.

    Pek çok psikolojik yardım uzmanı, kendi ofisinde/kurumunda veya herhangi bir ofiste/kurumda çalışıyor. Ancak bazı uzmanların ihtiyaç duyduğu şey, bir ofise sahip olmak veya bir ofisin çalışanı olmaktan çok, hizmetini -buna psikolojik destek/psikoterapi/psikolojik danışma diyebiliriz- serbest bir şekilde sunabilmektir.

    Bazı uzmanlar -mesela hastane, okul, rehberlik araştırma merkezi, belediye gibi kurumlarda çalışan- düzenli çalıştıkları kurumlarda, pozisyonları gereği, istedikleri gibi bir psikolojik yardım hizmeti sunamıyorlar. Bununla birlikte, ekonomik gelir elde etmek için daha fazla çalışmak isteyen psikolojik yardım uzmanları da var.

    Pek çok uzman, şu veya bu sebeple -ekonomik sebepler, iş kanunundaki engeller gibi- bir psikolojik danışmanlık merkezi veya ofisi açamıyor. Ancak, hizmetlerini sunabilecekleri bir mekana da ihtiyaç duyuyorlar. Böylesi durumlar için, sektörde, ofis paylaşımı diye bir kavram gelişti.

    Terapi odasını kiralama (ofis paylaşımı) seçenekleri neler olabilir?

    Psikolojik yardım uzmanının bir ofisi kiralamasının farklı şekilleri olabilir:

    • Seans başı ücret ödeme: Bu seçenekte, uzman hizmet sunduğu seans başına belirli bir ücret öder. Uzmanın ofisten istifade edeceğin gün ve saatler net olmayabilir. Mesela, uzmanın seans başına ödeyeceği ücretin 50 TL olduğu bir durumda, haftada 10 seans karşılığında ofise 500 TL ödeme yapar.
    • Belirlenmiş saatler (seans saatleri) için ücret ödeme: Diyelim ki uzman, haftada belirli 10 saat için ofisi kiralar. Belirlenmiş 10 saat için, ofise 500 TL öder. Bu uygulamada uzman, o saatler için ofisi kullanmasa -diyelim ki 6 saat kullandı ofisi- bile ödeme yapmak durumundadır.
    • Belirli bir terapi odasını belirli bir gün sayısınca kiralama: Bu durumda uzman, haftanın belirli günleri için -diyelim ki pazartesi, çarşamba, cuma- ofise belirli bir kira -diyelim ki 1500 TL- öder. Söz konusu günlerde o oda uzmanın kullanımına sunulur. Uzman odayı kullanmasa bile ofise ödeme yapar; aynı şekilde, uzman odayı kullanmasa bile, ofis odayı kullanamaz.
    • Belirli bir terapi odasını aylık kiralama: Bu uygulamada uzman ofisin belirli bir odasını, belirli bir ücret karşılığında -diyelim ki 2500 TL- kiralar. O odanın kullanımı tamamen ilgili uzmana aittir. Uzman kullansa da kullanmasa da sabit kirayı öder.

    Kiralık terapi odası için ücretlendirme nasıl olabilir?

    Diyelim ki psikolojik yardım uzmanı olarak, bir ofisle, seans odasını kiralamak için görüşüyorsunuz. Ödeyeceğiniz ücreti neye göre belirleyebilirsiniz? Aklıma gelen bazı seçenekler şunlardır:

    • Aldığınız ücretin belirli bir kısmını ofise bırakmak: Bu uygulamada, diyelim ki seans ücretiniz 1000 TL olsun. Anlaşmayı da belirli bir oran üzerinden -diyelim ki aldığınız ücretin %60’ı size kalacak, %40’ını ofise vereceksiniz- yaptınız. Bu durumda, ofise 400 TL ödersiniz, 600 TL size kalır.
    • Seans başına belirli bir ücret ödemek: Bu uygulamada, seans ücretinizden bağımsız bir şekilde, odasını kiraladığınız ofise belirli bir ücret ödersiniz. Söz gelimi 300 TL.
    • Belirli bir zaman için veya aylık kiralama: Diyelim ki haftanın üç günü veya haftanın her günü için ofisin bir odasını kiralarsınız. Bunun karşılığında ofise sabit bir ücret – haftanın üç günü için aylık 7500 TL veya haftanın her günü için aylık 3000 TL gibi- ödersiniz. Bu durumda kendinize ait bir odanız olur.

    Kiralık psikolog odası için öneriler

    Kiralık psikoterapi ofisi arayışında olan arkadaşlarıma bazı hatırlatmalarım olacak:

    • Terapi merkezinin lokasyonu son derece önemlidir. Lokasyonun önemini, hem terapi hizmetinden istifade etmeye hazır kitlenin varlığı açısından, hem de danışanların -ve sizin- ulaşım kolaylığınız açısından düşünebilirsiniz. Konuyla ilgili şu iki soru size rehberlik edebilir:
    1. Terapi merkezinin hinterlandı, terapi hizmeti için ne kadar uygun? Merkezin bulunduğu lokasyondaki nüfusun sosyo-ekonomik yapısı psikolojik yardım hizmetlerine bakışı nasıl? Bölge insanının -yani size ulaşma ihtimali öncelikli olan kitlenin- psikolojik yardım hizmetine çok sıcak bakmaması işinizi ve kazancınızı olumsuz yönde etkileyebilir.
    2. Terapi merkezine ulaşım, benim ve hedeflediğim kitle -yani danışan adaylarınız- açısından görece kolay mı? Özellikle İstanbul gibi, ulaşım sorunu olan şehirlerde bu soru bence son derece önemlidir. Danışanlar açısından terapiye başlayabilmek kadar terapinin sürdürülebilir olması da önemlidir. Ulaşım da, terapinin sürdürülebilirliğinde belirleyici bir faktördür.
    • Ofisin fiziksel koşullarının önemini hatırlatmak isterim. Sürekli gürültü alan, sıcaklık sorunu yaşayacağınız bir ofis çalışma konforunuzu olumsuz yönde etkileyecektir.

    Konuyla ilgili düşünce ve önerilerinizi yazının yorum kısmından benimle paylaşırsanız minnet duyarım.

  • Şema Terapi nedir?

    Şema terapi (schema therapy), bir başka ifadeyle şema odaklı terapi (schema-focused therapy) her şeyden evvel bir psikoterapi (psychotherapy) modelidir. Dolayısıyla, diğer psikoterapi modelleri gibi şema terapi de, insan hayatında istenilen ve olumlu yönde bir değişimi amaç edinir.

    Psikoterapi modellerinin ortak amacı -farklı yöntemler kullansalar da- kişilerin duygu, düşünce, davranış ve kişilik yapılarında, istenilen ve olumlu yönde bir değişim yaratmaktır. Psikoterapi modellerini bu açıdan birbirinden ayıran faktörler, insana, onun sorunlarına ve değişim sürecine yaklaşımlarıdır.

    Şema terapi, psikoterapi alanındaki pek çok kuramı ve yöntemi bünyesinde barındıran bir psikoterapi modelidir.

    Okumakta olduğunuz yazı, iki ana soruya cevap arayan iki alt başlıktan oluşmaktadır:

    1. Şema terapi nedir? İlk başlık altında şema terapinin ne olduğunu, temel kavramlarını ve psikolojik sorunlara bakışını ele almaya çalışıyorum.
    2. Şema terapi nasıl uygulanır? İkinci aşamada ise, şema terapide değişimin nasıl bir süreç izlediğini, hangi aşamaları barındırdığını paylaşıyorum.

    Olabildiğince açıklayıcı, dolayısıyla da uzun bir metin ile karşı karşıyasınız. Aşina olmadığınız noktaları tekraren okumanızı tavsiye ederim. Zihninizi meşgul eden soruları ise, metnin sonundaki yorum kısmından bana sorabilirsiniz.

    Şema terapi nedir?

    Şema terapinin kurucusu Jeffrey E. Young‘tır. Joung, şema terapiyi şöyle tanımlıyor:

    Şema terapi, değiştirilmesi zor, çocukluk ve ergenlik döneminde belirgin kökenleri bulunan psikolojik rahatsızlıklar (borderline kişilik bozukluğu gibi) için tasarlanmış, bilişsel, davranışçı, kişiler-arası ve yaşantısal teknikleri birleştiren, bütünleştirici bir teori ve terapi yaklaşımıdır.

    Bu tanımdan hareketle, şema terapinin bazı temel özelliklerini şöyle maddeleyebiliriz:

    • Şema terapi, değiştirilmesi zor psikolojik rahatsızlıklar için tasarlanmış bir terapi modelidir. Bu değiştirilmesi zor rahatsızlıkları, karakterolojik zorluklar olarak düşünebilirsiniz. Söz konusu zorlukları, neredeyse doğduğumuzdan beri bize ait özelliklerimiz olarak algılayabilir, kendimizi onlarla tanımlayabiliriz. Psikopatoloji açısından bakarsak şema terapi, daha çok kişilik bozukluklarının tedavisi için geliştirilmiş bir modeldir.
    • Şema terapi bütüncül bir modeldir. Bütüncül kavramı, birden fazla terapi modelinin ve kuramının, tutarlı bir şekilde bir araya getirilmesini ifade eder. Şema terapide, bilişsel-davranışçı terapi, nesne ilişkileri kuramı, bağlanma kuramı, transaksiyonel analiz kuramı vb. uyumlu bir bütün oluşturmaktadır.
    • Şema modeli, hem teorik bir model hem de bir terapi modelidir. Hem psikolojik rahatsızlıkların nasıl geliştiğine dair bir açıklama hem de onların tedavisi için bir yol haritası sunar.

    Şema terapinin hedefleri üzerinde ikinci kısımda duracağım ancak, burada şunu söyleyebilirim: Şema terapinin nihai hedefi, kişinin, temel duygusal ihtiyaçlarını sağlıklı yollardan gidermesini sağlamaktır.

    Şema terapinin temel kavramları nelerdir?

    Şema terapinin ne olduğuna dair bu girizgahtan sonra, şema terapinin temel kavramlarını ele alabiliriz. Söz konusu kavramları, gelişimsel bir sırayla ele almaya çalışacağım. Şöyle ki:

    Hepimiz bazı temel duygusal ihtiyaçlarla (core emotional needs) doğarız; o ihtiyaçların karşılanmasına bağlı olarak bazı şemalar (early maladaptive schemas) geliştiririz; o şemalarla başa çıkmak için bazı başa çıkma mekanizmaları (maladaptive coping styles) geliştiririz ve son olarak da, şemalarımız ve başa çıkma mekanizmalarımız, bazı şema modlarına (schema mode) daha fazla girmemize yol açar.

    Şema terapi kendini tanılar üstü bir model olarak konumlandırır. Yani, şema terapi, sadece depresyon, panik bozukluğu, borderline kişilik bozukluğu gibi birtakım psikiyatrik tanılarla ilgili bir yaklaşım değildir. Bunun bir anlamı da şudur: Üst paragrafta dile getirdiklerim herkes için geçerlidir. Herkesin temel ihtiyaçları aynıdır; herkesin uyumlu veya uyumsuz şemaları vardır; herkes bazı başa çıkma mekanizmalarını kullanır ve herkes belirli bir anda belirli bir modda olur.

    Söz konusu kavramların her birini ayrı yazılarda ele alıyorum. Burada, kavramlara kısaca değinmekle yetinip, okuyucuyu ilgili yazılara yönlendireceğim.

    Temel duygusal ihtiyaçlar

    Şema terapiye göre hepimiz, bazı evrensel, temel duygusal duygusal ihtiyaçlarla doğarız. Söz konusu temel duygusal ihtiyaçları tabii ki kendi başımıza gideremeyiz. Bu da bizi, önemli ötekilere/ başkalarına (anne, baba, abla, abi, teyze, komşu vb.) muhtaç hale getirir.

    İçine doğduğumuz sosyal dünyanın/ ilişki dünyasının, ihtiyaçlarımızı karşılama biçimi, ruhsallığımızın/ şemalarımızın oluşmasına zemin hazırlar. Şayet ihtiyaçlarımız makul düzeyde ve şekilde karşılanırsa makul/sağlıklı/ işlevsel şemalar geliştiririz; ihtiyaçlarımızla ilgili, zedeleyici seviyede bir yoksunluk yaşarsak sağlıksız, işlevsel olmayan şemalar geliştiririz.

    Temel ihtiyaçlarımızı şu şekilde kategorize ediyor şema terapi:

    • Başkalarına güvenli bağlanma ihtiyacı
    • Özerklik, yeterlilik ve kimlik algısı ihtiyacı
    • İhtiyaçların ve duyguların ifade edilme özgürlüğü ihtiyacı
    • Kendiliğindenlik ve oyun ihtiyacı
    • Gerçekçi sınırlar ve öz-denetim ihtiyacı

    Şema terapinin temel duygusal ihtiyaçlara verdiği önemi şu cümleden çıkarsayabiliriz: Ruhsal sağlık, kişinin, ihtiyaçlarını uyumlu bir tutum içinde karşılayabilme becerisidir.

    Şema

    Şema, psikolojide yaygın olarak kullanılan bir kavramdır. Genel olarak, karmaşık uyaran ve deneyimler kümesi içinde bir düzen yaratmaya yardımcı olan kalıp veya düzenleyici çerçeve anlamına gelir şema. Bu kavram, şema terapide kendine özgü bir anlam kazanır ve erken dönem uyum bozucu şema yerine bir kısaltma olarak kullanılır.

    Şema terapi, kendimizle, diğer insanlarla ve dünyayla ilgili geliştirdiğimiz olumsuz, uyum bozucu şemaları konu edinir.

    Şema, içinde duygularıdüşüncelerianıları ve bedensel duyumları barındırır. Fark ettiyseniz, burada zikredilmeyen davranıştır. Şemanın içinde davranış/ eylem yer almaz. Davranış/ eylem, şemanın tetiklemesiyle ortaya çıkandır.

    Şu örneğe bakalım isterseniz:

    Bir kadın eşini arıyor ve fakat eşi, kadının telefonuna cevap vermiyor. Kadın, huzursuzlanıyor; aradan zaman geçmesini beklemeden tekrar tekrar, telefonu açana kadar eşini arıyor. Nihayetinde, eşine ulaştığında rahatlıyor.

    Burada söz konusu olan, terk edilme şeması olabilir. Şemanın içinde, “Eşim kesin beni terk etti” düşüncesi, terk edilmekle ilgili endişe duygusu, endişeye eşlik eden bedensel huzursuzluk ve kadının o esnada bilincinde olmadığı, terk edilmekle ilgili anılar yer alabilir. Eşini tekrar tekrar araması ise, şemanın aktivasyonuyla ortaya çıkan eylem/ davranış olarak düşünülebilir.

    Başa çıkma biçimleri

    Psikolojide, genel bir terim olarak, bir zorlukla karşılaştığımızda, durumu yönetmek, stresten kaynaklanan olumsuz duygu ve çatışmaları azaltmak için, bilişsel ve davranışsal stratejilerin kullanılmasına başa çıkma denir.

    Ağlamak, düşünmek, yardım aramak, duygudan kopmak, alkol almak, uyumak, kuran okumak, sorunun üstüne üstüne gitmek, olmamış gibi davranmak gibi niceleri, duruma göre, başa çıkma olarak görülebilir.

    Şema başa çıkma biçimleri, insanların çocukken, olumsuz yaşantılarla mücadele etmek için gerçekleştirdiği davranışlar olarak düşünülebilir. Söz gelimi, çocukken, annenizden sevgi beklediğiniz ama alamadığınız durumlarda ne yaptınız? Sizden çok ilgi gören kardeşinize karşı hissettiğiniz kıskançlıkla başa çıkmak için ne yaptınız? Asabi annenizin asabiyetinden kendinizi korumak için ne yaptınız? Sizden üstün başarı bekleyen babanızın, düşük puanlı karnenize verdiği tepkiyle başa çıkmak için ne yaptınız? Bu gibi sorulara vereceğiniz cevaplar, sizin başa çıkma biçimlerinizi ifade edecektir.

    Şema modu

    Hepimiz, sağlıklı veya sağlıksız, pek çok şemaya sahip olabiliriz. Ancak bu şemaların hepsi, her an aktif olmaz. Söz gelimi siz, başarısızlık şemasına sahip olsanız bile, kendinizi her an başarısız hissetmezsiniz. Şemanız, ancak, belirli durumlarda -başarısızlık deneyimi, başarılı biriyle karşılaşmak gibi- tetiklenebilir. Duygusal yoksunluk şemasına sahip olsanız bile, kendinizi her an, yalnız, kimsesiz veya tehlike altında gibi algılamazsınız.

    Şema, sahip olduğumuz ve zaman zaman öne çıkan özelliklerimizi (kişilik özellikleri) ifade eder. Mod ise, belirli bir andaki halimizi, ifade eden bir kavram olabilir. Mesela, şu anda, bu yazıyı okurken hangi modda olabilirsiniz? Belki de, yaşadığınız bir zorluğun üstesinden gelmek için, makul, gerçekçi bir çözüm arıyorsunuz. Bu çözüm arayışında, karşılaştığınız bu yazıyı okuyorsunuz. Dolayısıyla, sağlıklı yetişkin modunda olabilirsiniz.

    Mod kavramını, yantaraf olarak düşünebilirsiniz. Belirli bir anda, belirli bir yanımızla, modumuzla var oluruz.

    Modun içinde şemalar ve başa çıkma biçimleri yer alır. Çok genel olarak, erişkin kişilerin modlarını şu şekilde kategorize edebiliriz:

    • Çocuk modları
    • Başa çıkma modları
    • Ebeveyn modları
    • Sağlıklı yetişkin modu

    Şema terapi nasıl uygulanır?

    Şema terapinin temel amacı, hastalara/danışanlara, uyumlu davranışlar içinde şemalarını, başa çıkma tepkilerini ve modlarını değiştirerek temel ihtiyaçlarına (sevgi-bağlanma, hareket özgürlüğü, eğlenebilme, kendini ifade edebilme ve gerçekçi limitler oluşturma) sağlıklı yollarla ulaşmasına yardım etmektir. Şema terapi sürecinde iki temel aşama vardır:

    I – Değerlendirme ve eğitim aşaması:

    Bu aşamanın temel amacı, danışanın durumunu değerlendirme; danışanı, problemleri ve şema terapi hakkında eğitmektir. Bu aşamada danışanın hayatının merkezindeki şemalar tespit edilir, bu şemaların hayatındaki olumsuz etkileri ortaya konulur, danışanın şemaya ait duygularla temas etmesi sağlanır, işlev bozucu başa çıkma tepkileri ve modları tespit edilir. Problem listesi ve terapi hedefleri oluşturulur. Bununla birlikte problem durumunun şema terapi için uygunluğu değerlendirilir. Şema terapiye uygun olmayan durumlar için farklı yöntemler kullanılır ya da danışana uygun yardım için yönlendirmede bulunulur.

    Şemalar, başa çıkma tepkileri ve modlar belirlenirken danışanın yaşam öyküsünden, imajinasyon çalışmalarından vb. yararlanılır. Şemaların tespiti için, terapist, danışanın terapi sürecindeki tutumlarını da değerlendirir. Bunun yanında şema ölçeği, aşırı telafi ölçeği, kaçınma ölçeği ve mod ölçekleri kullanılır.

    II – Değişim aşaması:

    Şema terapide değişim en temelde 4 temel alan üzerinden sağlanır:

    • Bilişsel Alan,
    • Yaşantısal Alan,
    • Terapi İlişkisi Alanı
    • Davranış kalıpları Alanı.

    Bilişsel alanda, danışanın işlevsiz düşüncelerinin değişimi ve işlevsel düşüncelerin geliştirilmesi üzerinde çalışılır.

    Yaşantısal alanda, danışanı şemalara karşı desteklemek için, erken dönemde oluşan yaraların acısını ve öfkesini ortaya çıkartacak yaşantısal alıştırmalar yapılır; olumsuz yaşantılar yeniden değerlendirilir. Danışana, sınırlı yeniden ebeveynlik yapabilmek için terapi ilişkisi üzerinde durulur. Bu alanda empatik tutum; anlayışlı, koşulsuz kabul ve içtenlik son derece önemlidir. Bu temel tutumlarla birlikte, uygun yüzleştirmelerde de bulunulur.

    Davranış kalıpları alanında, danışanın probleminin sürdürülmesine etki eden davranış kalıpları üzerinde durulur; uygun davranış kalıpları, başa çıkma yöntemleri geliştirmesinde danışana yardımcı olunur. Her alan için, kendine has yöntem ve teknikler kullanılır. Uygulama her alanı ayrı ayrı ele almak yerine, holistik/bütüncül bir anlayışla gerçekleştirilir.

  • EMDR terapisi yaptıranlar ne yorum yapıyor?

    EMDR terapisi yaptıranlar ne düşünüyor?

    EMDR terapisi yaptıranlar ne kadar doğru bir ifade bilmiyorum. Bana hacamat yaptıranlar ifadesini çağrıştırdı niyeyse. Yaptıranlar, anlatıma son derece edilgin bir anlam katıyor. Sanki, birileri EMDR terapistine gitmiş ve terapist de onlara bir şey yapmış, onlar üzerine bir şey uygulamış gibi. Oysa bütün psikoterapilerde olduğu gibi EMDR terapisinde de kişinin orada olması gerekir, aktif bir şekilde.

    EMDR terapisi görenlerin deneyimlerini öğrenmek için, daha önce EMDR terapisi görmüş veya şu an görmekte olan kişilerle görüşmek istedim. Bunun için, iletişim kurabildiklerime aşağıdaki daveti ve soruları ilettim. Cevapları buradan paylaşacağım.

    Merhaba,

    EMDR terapisi ile ilgili kişisel bir araştırma yapıyorum. Bunun için daha önce EMDR terapisi almış veya şu anda EMDR terapisi almakta olan kişilerle görüşüyorum. Görüşmelerin içeriğini kişisel bloğum yusufbayalan.com’da paylaşacağım. Bu yöndeki talebimi kabul ettiğiniz için size de teşekkür ederim.

    Konuyla ilgili size bazı sorular sormak istiyorum. Söz konusu soruları cevaplandırırsanız memnun olurum:

    1. Adınız Soyadınız nedir?

    2. Cinsiyetiniz nedir?

    3. Kaç yaşındasınız?

    4. Ne zaman -hangi tarih aralıklarında- EMDR terapisi görmüştünüz? Terapiniz şu anda devam ediyorsa ne zaman başladınız terapiye?

    5. Kimden EMDR terapisi gördünüz/görüyorsunuz?

    6. Terapiye hangi şikayetlerle/gerekçeyle başlamıştınız?

    7. Terapiden beklentileriniz nelerdi(r)?

    8. Terapiniz ne kadar sürmüştü (bittiyse tabii)?

    9. Ne sıklıkla terapi görmüştünüz -mesela haftada kaç seans?

    10. EMDR terapisi beklentilerinizi karşıladı mı/karşılıyor mu?

    11. Terapi sürecinde size iyi gelen şeyler neler oldu?

    12. Terapi sürecinde ne gibi istemediğiniz şeyler yaşadınız?

    13. EMDR terapisi görmek isteyenlere neler önerebilirsiniz?

    Sorularıma cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. İstediğiniz soruyu cevapsız bırakabilirsiniz.

    Anketime cevap verenlerin cevaplarını buradan paylaşıyorum. Bunu yaparken kişilerin isimlerini paylaşmayacağım.

    1) Bayan K.’nin EMDR Terapi yorumları

    23 yaşında. 2021 yılında Uzman Dr. İbrahim GÜNDOĞMUŞ’tan EMDR terapisi görmüş.

    “Temmuzda yaşanan hadiselere dair görüntüleri görünce ya da düşününce mide bulantısı, öğürme, kalp çarpıntısı” yaşıyordu.

    Terapiden beklentisi “olaylara dair daha normal tepkiler vermek ve daha az tetikleyici olması görüntülerin” idi.

    Terapi “3 seans” sürmüştü. “Haftada bir seans” olarak gerçekleşmişti terapi.

    Terapi ile ilgili “Beklentilerimi karşıladı, daha iyi hissediyorum” diyor.

    Terapide ona iyi gelen şeyi şöyle tanımlıyor: Daha akışında takılmadan bir hayat. Nefes aldığımı hissettim o süreçte.

    Terapi sürecinde istemediği ama yaşadığı şeyleri “Çok sık karmaşık rüyalar gördüm kabus şeklinde” diye tanımlıyor.

    Bayan K. EMDR terapisi görmek isteyenlere şunu söylüyor: “EMDR terapisi görmek isteyenler kendilerini hazır hissettiklerinde geç kalmadan başvurabilirler. Hayat konforları artacaktır.”

    2) Bayan A.’nın EMDR Terapi yorumları

    Bayan A. EMDR terapi sürecini şöyle anlattı:

    6 sene önce bir psikologdan emdr aldım.

    Senelerdir zihnimde dönüp duran bazı olaylar gözümün önünde o an yaşanıyor gibiydi hatta bu olaylar gece rüyalarımda tekrar ediyordu.

    Terapi sürecinde çok zorlandım.

    Midem bulandı, her yeri yıkıp dökmek istedim, deli gibi bağırmak istedim. Terapi öncesi bunların olabileceği konusunda bilgilendirmişti. Hatta daha değişik ve ağır tepkiler verenlerin olduğunu da anlatmıştı.

    Bu süreç haftada 1 seans olmak üzere ve bazı konulardan sonra 1 ya da 2 hafta dinlenme süreciyle birlikte toplam 5 ay sürdü.

    Terapilerden sonra mümkünse yeşillik alan, su kenarı gibi yalnız kalabileceğim ortamda kendimle baş başa kalıp nefes egzersizleri yaparak zihnimi serbest bıraktım sonra da evime gelip yatıyordum. Terapi süresi boyunca sosyal izolasyon sağladım ve dinlendim.

    Bu terapi çok zorlu bir süreç ve hemen sonuç alınmıyor. EMDR öncesi bilgilendirme doğru yapılması gerekiyor. İyileşme süreci yavaş ilerliyor ve 6-8 aydan sonra fark ediliyor.

    3) Bayan E.’nin EMDR terapi yorumları

    Bayan E. 25 yaşında. Kasım 2022’de 2 seans EMDR gördü. Normal terapiye hala devam ediyor ama çok düzenli aralıklarla değil. Şöyle diyor:

    “EMDR terapisi görmemin nedeni 17-18 yaşlarındayken aile dostumuz tarafından tacize uğradım. Dudağımdan öpmüştü. Yaklaşık 1 ay boyunca sürekli evimize girip çıkıyordu. Korkumdan kimseye söyleyememiştim. 1 ayın sonunda dayanamayıp anneme anlattım ve o gün akmam yine geldiğinde annem kapıda konuştu onunla. Ne konuştu bilmiyorum, bir daha asla gelmedi bizim evimize. Bu arada ayni sitede oturuyorduk.”

    “Bu durumda bana o yaş gruplarındaki erkeklerden korkma, tokalaşmak kadar basit bir teması bile yaptıklarında huzursuz ve endişeli hissetmeme sebep oldu. Babama bile sarılamıyordum ve babam bana sarılıp beni öptüğünde itiyordum onu. Duygusal açıdan çok yıprandım. Çekirdek ailemin ölüm korkusu var üzerimde bunu düşündükçe babama hiç sarılamamış olmak gibi düşünceler beni çok üzüyordu. 2 seans EMDR ile bu durumu çözdüm. Gidip ortada bir sebep yokken babama sarılabildim.”

    “EMDR sırasında, yaşadığım taciz anını resmen tekrar yaşadım. Çok korkunçtu. Sonrasında babama sarıldığımı hayal ettirdi doktor bana. Hislerim hakkında konuştuk. İçimde çocuksu bir huzur ve özlem vardı. Kendimi inanılmaz huzurlu hissetmiştim. Yaşadığım hislerin tarifi yok. Taciz anındaki kötü hislerimin de babama sarıldığım andaki güzel hislerim de çok farklıydı. Bu anı bilincimde mi beynimde mi ruhumda mı neredeyse tam olarak bilmiyorum ama hissettiğimde hala tarif edemediğim bir farkındalık ve his içerisindeydim. Düşündükçe bu terapi yöntemi bana mucizevi geliyor. Şimdi bundan bağımsız başka bir konu üzerinde tekrar EMDR yöntemini deneyeceğiz. Bunun için çok heyecanlıyım. Kesinlikle EMDR terapisi muhteşem bir şey. Bazı şeylerle yüzleşmek çok zor, hatta korkunç. İnsanların kendi içlerinde bilip ama yine de kendine bile kabul ettiremediği şeyler olabiliyor. Ama korksak bile cesaret etmeliyiz çünkü sonucunda çok farklı farkındalıklar ediniyoruz.”

    4) Bayan E. C.’nin EMDR Terapi yorumları

    Bayan E. soruları şöyle cevapladı:

    1. E. C.

    2) Kadın

    3) 33

    4) 21 Şubat 2023’te başladım. 2 ay kadar sürdü.

    5) Nermin Sarıbaş

    6) Deprem korkusu

    7) Deprem korkumu yenmek ve yakın zamanda yaşanmış olan Kahramanmaraş depreminden kaynaklı tetiklenmelerimden kurtulmak

    8) 2 ay gittim

    9) Haftada 1

    10) Evet karşıladı

    11) Geçmiş yaşam deneyimlerimde kaynaklanan tetiklenmelerimi keşfettim ve bu tetiklenmelerimi hallettik. Çocukluğumun geçtiği evde 99 yılında depremi yaşamıştım, o sırada 9 yaşındaydım. Sesler, görüntüler, bağırmalar dün gibi aklımdaydı ve tekrar deprem olursa öyle bir kaosla baş edemeyeceğime dair inançlarım ve beden duyumlarım vardı. Çocukluğumun geçtiği evle hiç bir zaman vedalaşamamış olduğumu da EMDR seansı sırasında fark ettim (bunu fark etmek benim için çok aydınlatıcıydı). Evimizle, anılarımla, mahallemizle sağlıklı bir vedalaşma yapabildim. En nihayetinde terapinin sonunda yoğun deprem korkum, TV’de gördüğüm ve etkisinden çıkamadığım görüntülerle ilgili rahatsızlığım tedavi edilmiş oldu.

    12) Anılarda rahatsız edici durumlar işlenirken o anının içine giriyorsunuz bazen beden duyumlarını o günkü gibi yaşıyor olmak rahatsız edici fakat terapist seçimi de burada önemli rol oynuyor. Ben çok rahatsız edici bir deneyim yaşamadım.

    13) EMDR Terapisi çok dönüştürücü ve mucizevi. Aynı zamanda da bir o kadar tetikleyici ve sarsıcı olabiliyor o nedenle almak isteyenlerin eğitimine güvenecekleri bir terapist seçmeleri en mühim mesele.

    5) Bayan A. F. A.’nın EMDR Terapi yorumları

    Bayan A. F. A. sorulara şu cevapları verdi:

    1) A. F. A.

    2) Kadın

    3) 42

    4) 2016-2018 sonra 2023’te tamamlama için 5-6 ay

    5) 7 yıl Emdr ve psikodrama eğitimi almış bir psikoterapistten

    6) Kaygı bozukluğu

    7) Düşünce, duygu ve davranış değişikliği

    8) Totalde 2,5 yıl

    9) Haftada 1

    10) Karşıladı

    11) Bazı anılarımı yeniden işlemek vb.

    12) Bazı anılarla yüzleşmek

    13) Değişik bir deneyim olduğunu söylerdim.


    Deneyimlerini benimle paylaşan herkese teşekkür ederim. Paylaşımlar geldikçe buraya ekleyeceğim. Siz de EMDR terapisi gördüyseniz, sürece dair düşüncelerinizi yazının yorum kısmından paylaşabilirsiniz, ben de onları buraya eklerim.

  • Çocuk psikoloğu: Kimdir, ne yapar, nasıl olunur?

    Çocuk psikoloğu mu arıyorsunuz?

    Çocukluk döneminde fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların doğru ve zamanında giderilmesi sağlıklı gelişim için ön koşuldur. Anne ve babaların, çocuklarının sağlıklı gelişimi için her türlü fedakarlığa hazır olmakla birlikte kimi zaman gözden kaçırdıkları noktalar da olacaktır. Bu durum ebeveynin yetersizliği gibi algılanmaktan çok her anne babanın karşılaştığı bir sorun olarak düşünülebilir.

    Her çocuk ihtiyaçları, ihtiyaçlarının ne düzeyde olduğu ve her yaş aralığında değişen ihtiyaçların neler olduğu konusunda farklılık gösterir. Ancak belli başlı genel geçer gelişim basamakları hakkında bilgi sahibi olmak çocuğa yaklaşım açısından yarar sağlayacaktır.

    Genellikle çocuğun beslenme, barınma gibi fizyolojik ihtiyaçları ebeveyn tarafından kolayca fark edilir ve giderilir. Bunun yanı sıra çocuk gelişiminde oldukça önem taşıyan psikolojik ihtiyaçlar ise çoğu zaman fark edilmesi zor olmakta ve giderilmesinde geç kalınmaktadır.

    Temel güven duygusu, sevgi ve kabul görme, bağımsızlık kazanımı, girişkenlik gibi çocuğun psikolojik ihtiyaçlarının en az fiziksel ihtiyaçlar kadar giderilmesi gerekmektedir. Psikolojik ihtiyaçların tam olarak karşılanmaması veya bazı ebeveynler tarafından görmezden gelinmesi, çocukta birtakım uyumsuz davranışlara ve gelişimsel sorunlara sebep olmaktadır. Ebeveynler çoğu zaman çocuklarındaki davranışsal değişimler ile bu durumu fark etmekte ve ne yapılacağı konusunda endişelenmektedir.

    Belli dönemlerde çocuğun ihtiyaçlarının kaçırılmış olması anne babayı kötü ebeveyn yapmayacaktır.  İyi bir anne baba olmanın koşulları arasında çocuğu iyi gözlemlemek ve çocuktaki değişimleri görebilmek yer alır. Çocuğundaki ruhsal ve davranışsal değişimleri gören anne baba, kendi başına sorunları çözemiyorsa, bir çocuk psikoloğuna danışarak bu sorunların üstesinden gelebilir.

    Çocuk psikoloğu ihtiyaç haline neden gelir?

    Bebeklerde ve çocuklarda görülen psikolojik ve davranışsal sorunlara birçok faktör neden olabilir. Bazı bebeklerde genetik yapıya bağlı gelişim anormalileri görülür. Bazısında kızamıkçık gibi viral enfeksiyonlar risk faktörü oluşturmaktadır. Bununla beraber prematüre doğan bebekler de bilişsel gelişim ve dikkat problemleri yaşama konusunda risk altındadır.

    Bebekler ve çocuklar sosyal ve çevresel etmenlerden de etkilenmektedir. Örneğin ailede yaşanan boşanma, aile çatışması, aile içi şiddet, alkol veya madde kullanımı, stresli yaşam olayları ya da yoksulluğun şiddetli yaşandığı ailelerde çocukların psikolojik sorun yaşaması yüksek olasılıktır. Son olarak da özellikle annede depresif örüntüler gördüğümüz çocuklar psikiyatrik sorun yaşamaya yatkındırlar.

    Çocuklarda görülen psikolojik bozuklukların kökeninde kalıtımsal ve çevresel nedenler olduğu kadar biyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçların engellenmesi de yatmaktadır. Bu bakımdan çocuğun yaşına göre psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının ne ölçüde giderilip ne ölçüde engellendiğini bilmek sorunu anlamak açısından önem taşır.

    Çocuğun temel psikolojik ihtiyaçlarının engellenmesi

    Doğumla birlikte başlayan gelişim ve eğitim sürecinde ilk karşılaşılan yer aile ortamıdır. Yeni doğan bebeğin genel olarak ihtiyaçları fiziksel olmakla birlikte zaman içinde birey geliştikçe sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar da gelişime eklenir. Bu ihtiyaçların başlangıçta aile ortamında çocuğa bakım verenler tarafından karşılanması beklenir. Özellikle çocukların yaşamının ilk üç yılında ebeveyne güvenli bağlanma geliştirmeleri en önemli kazanımlar arasında yer almaktadır. Bu dönem çocuğun yaşamında kritik bir öneme sahip olup çocukluk dönemi psikiyatrik bozukluklarında göz önünde bulundurulan konular arasında yer almaktadır.

    Güvenli bağlanma, bebeğin ona bakım veren kişi tarafından sevildiğini ve değer verildiğini hissetmesini sağlar. Bebeğin beslenme, uyku, boşaltım gibi temel ihtiyaçlarının ihmal edilmeden düzenli olarak karşılanması bebekte anneye veya bakım veren kişiye güveni oluşturur. Bebek ne zaman ihtiyacı olsa annenin yanında olacağını ve onu rahatlatacağını bilir. Güvenli bağlanma bebeğin hem anneye olan güvenini hem de kendine olan güvenini beslemektedir. Bu sayede çocuk etrafı merak eder, çevreyi keşfetmeye başlar ve çocuğun bilişsel gelişimini büyük oranda destekler. Diğer taraftan da kendine güvenen çocuğun bu sayede sosyalleşmesi de sağlanmış olur.  

    Çocuk güvenli bağlanma kazanmışsa üzgün veya mutsuz hissettiğinde ya da rahatsız edici bir durum yaşadığında annesine olan güveni onun huzur bulup rahatlamasını sağlar. Aynı şekilde annenin de bebeğe bağlanması önem taşır. Bebeğe bağlanan annenin bebeği istismar ve ihmal etme olasılığı da azalmış olur. Ayrıca bu annelerin ebeveynlik tarzlarında birçok zorlu durumla başa çıkma kapasiteleri de geniş olmaktadır.

    Çocuğu destekleme ve onu her haliyle kabul etme anlayışı çocuğun kendine olan güvenini geliştirerek hem insanlarla olan ilişkisinde hem de okul başarısında büyük rol oynayacaktır. Ancak çocuk için sağlıklı gelişim ortamı sunulmaz ve çocuk davranışlarını, duygularını ifade etme konusunda engellenirse birtakım psikolojik sorunlar baş gösterecektir. Cezalandırıcı, sert, katı ebeveyn tutumları, yanlış eğitim, sosyal öğrenme yoluyla model alma gibi nedenlerle birlikte çocukta uyumsuz davranışlar ve psikolojik problemler ortaya çıkmaktadır.

    Çocuğun ebeveynle olan iletişiminde, sosyal çevreyle olan ilişkilerinde, okul yaşantısında ve davranışlarında bozulmalar görülmeye başlanmasıyla bu durum psikolojik destek alma ihtiyacını doğurur. Çocuğun bu ruhsal buhranında ebeveyne düşen en büyük görev kısa sürede çocuktaki değişimleri görebilmek, onu yargılamadan anlamaya çalışmak ve sağaltımı için gerekli psikolojik desteği almasına yardımcı olmaktır.

    Çocuğun psikolojik desteğe ihtiyacı olduğu nasıl anlaşılır?

    Bir çocuğun psikolojik sorun yaşadığını gösteren temel ölçüt çoğu zaman onun davranışlarındaki uyumsuzluk ve değişimlerdir. Birçok çocuk yaşadığı psikolojik sorunla başa çıkma yöntemi olarak çeşitli davranışlara başvurmaktadır. Çocukla iletişim kurmada güçlük çekiliyorsa ve eskiye oranla davranışlarında ciddi değişimler söz konusu ise bazı durumlardan şüphelenilebilir.

    Çocuk gelişiminin seyrinde psikiyatristlerin ve çocuk psikologlarının kabul ettiği bazı sınıflandırmalar vardır. Normal ve anormal davranış olarak adlandırılan bu sınıflandırma uyumlu ve uyumsuz çocuk olarak da tanımlanmaktadır.

    Uyum denilen kavram çocuğun içinde yer aldığı sosyal ortamda çevresindekiler ile dengeli bir iletişim ve ilişki kurabilmesi bunu sürdürebilmesidir. Uyumsuz çocuk olarak adlandırılan çocuklar ise içinde bulundukları sosyal ortamda başkalarıyla iletişim ve ilişki kurmada zorluk çeken çocuklardır. Bu çocuklar ilişki kurmada ve iş birliği yapmada güçlük çekerler. Dışarıdan birilerinin müdahalesiyle iyileştirilmeye çalışılsa da düzelmeyen davranış kalıplarına sahip çocuklar olarak da düşünülebilir.

    Ebeveynler tarafından uyumsuz davranış gösteren çocuklar çoğu zaman yaramaz, geçimsiz, huysuz, sinirli, olarak nitelendirilir. Ancak çocuğun göstermiş olduğu her istenmeyen davranış uyumsuz davranış kategorisine girmez. Hızlı bir büyüme ve gelişim içinde olan çocuklar her yaş aralığında yeni hareketler ve deneyimler kazanmak ister. Çocuklar bu gelişim dönemlerinde farklı koşullarla ve zorluklarla karşılaşırlar.

    Değişen koşullara uyum sağlama yetenekleri her çocukta farklılık göstermekle birlikte geçici uyum bozuklukları da yaşanması normaldir. Bu nedenle çocuğun gerçekten uyum sorunu yaşamayıp yaşamadığını anlamak için bazı ayrımlar yapmak gerekmektedir. Bu ayrımlara çocuğun yaşına bağlı hangi gelişim döneminde olduğu gözetilerek varmak mümkündür.

    Belirli gelişim dönemlerinde yaşanan olumsuz davranışlar bir uyum sorunu olmaktan ziyade gelişimsel özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin 2-4 yaş arası çocuklarda görülen inatçılık normal bir gelişim sürecinin parçasıdır. Benzer şekilde 3-6 yaş arasında yaşanan cinsel kimlik ve özdeşim sorunları geçici olabilir.

    Çocuklar için yine önemli olan yaş aralığı 6-12 yaş çocuğun okula başlamasıyla okul başarısı kazanma isteğinin olduğu kritik bir yaş aralığıdır. Çocuk okumayı, yazmayı öğrenmek, problem çözmek veya okuldaki birtakım becerileri kazanmak uğraşındadır. Bu sorumlulukları yerine getirdiği ölçüde takdir edilme ve onay kazanma arayışındadır. Bu yüzden de çocuk ebeveyn ve öğretmenleri tarafından onaylanmalı ve beğenilmelidir. Çocuk bu dönemde yeterince desteklenmez aksine çok sık eleştirilirse çocukta başarı duygusu yerine aşağılık duygusu yerleşir. Ailesi tarafından görmezden gelinen veya yetersiz görülen çocuklarda bu duygunun gelişimi sık görülür. Aşağılık duygusu çocukta farklı psikolojik sorunların oluşmasına neden olan yıkıcı bir duygudur.

    Çocukluk döneminde yaşanan bir başka sorun da yalan söyleme davranışıdır. Okul öncesi dönemdeki çocuklar kimi zaman yalan söylemekle birlikte gelişimle paralel giden bir yalan söyleme davranışı devam ediyorsa o zaman bir sorundan şüphelenilebilir.

    Tuvalet alışkanlığı kazanımından sonra çocuk tekrardan altını ıslatmaya başlamışsa bu davranış uyum sorununu akla getirmelidir. Bir başka uyumsuz davranış ise çocuğun yeni bir kardeşi olduğunda kardeş kıskançlığı yaşamasına bağlı olarak ortaya çıkan uzun süreli sinirlilik, huysuzluk ve kıskançlık davranışlarıdır.

    Görüldüğü gibi bir çocuğun gelişiminin belli dönemlerinde yaşadığı birtakım duygulanımlar ve olumsuz davranışlar uyumsuzluk göstergesi olarak değil gelişimsel bir özellik olarak ele alınmaktadır. Ancak gereğinden fazla süren uyumsuz davranışlar devamlı kendini gösteriyor ve çocuk daha önceki halinden bambaşka bir kişiye doğru yol alıyorsa çocuğun bir desteğe ihtiyacı olduğu akla gelmelidir.

    Çocuklar ve ergenlerde görülen psikolojik sorunların çeşitleri

    Çocuk psikiyatristleri ve çocuk psikologları çoçuklarda ve ergenlerde üç temel psikolojik bozukluk kategorisi olduğu konusunda uzlaşmaktadır: Bunlardan ilk ikisi yoğunlaşma yeteneğini zayıflatan dikkat sorunları ve sapkın davranışın dışa yöneldiği suça eğilim ya da aşırı saldırganlık içeren dışşallaştırma sorunlarıdır. Dışsallaştırma sorunları davranım bozukluğu olarak adlandırılmaktadır. Üçüncü başlık ise sapkın davranışın büyük oranda içe yani çocuğun kendisine doğru yöneldiği içselleştirme sorunlarıdır.

    Bu üç kategorinin yanı sıra çocukların zeka düzeylerindeki ilerilik veya gerilikler de incelenmesi gereken konulardandır. Öncelikle üç ana başlık üzerinde biraz daha bilgi sahibi olmak adına bunları inceleyelim.

    • Dikkat Sorunları: Çocuğun herhangi bir konuya veya duruma konsantre olmasını engelleyen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu bu kategoride yer almaktadır. Daha önce bu rahatsızlığı detaylıca incelemiştik bu nedenle üzerinde fazla durmayacağız. 
    • Dışsallaştırma (Davranım) Sorunları: Çocukta görülen yüksek düzeyde saldırganlık, zorbalık, itaatsizlik, aşırı hassasiyet ve tehditkar davranışlar içeren davranış örüntüsüdür. Bu tip davranış örüntüsünün çocuklarda görülme yaşı farklılıklar göstermektedir.

    Kimi çocuklarda davranım bozukluğu erken çocukluk döneminde (0-6 yaş) başlamaktadır. Bu çocuklarda davranım bozukluğu tedavi edilmezse ergenlik dönemi ve daha ileri yaşlarda sapkın davranışın devam etme olasılığı yüksektir. Kimi çocukta ise davranım bozukluğu ergenlik döneminde başlamaktadır.

    Ergenlik döneminde ortaya çıkan davranım bozukluğu suça yönelik davranış eğilimi bakımından nispeten daha tehlikeli olabilmektedir. Ancak erken çocuklukta başlayan davranım bozukluğunun ergenlikte daha şiddetli olacağı da belirtilmektedir. Bu nedenle ergenlik döneminde yaşanan davranım sorunları genelde daha geçici olmaktadır. Anne babalar veya öğretmenler çocukta davranım bozukluğu olduğundan, şu durumlarda endişe edebilirler: Başkalarına sık sık zarar verme, okuldan kaçma, eşya çalma, hayvanlara ve insanlara acımasızca davranma, kavga başlatma eğiliminde olma, başkalarının eşyalarına zarar verme, insanlara göz dağı verme vb.

    • İçselleştirme Sorunları: Adından da anlaşılabileceği gibi içselleştirme sorunlarında çocuk kendine dönük sapkın davranışlar gösterme eğilimdedir. İçselleştirme sorunları kategorisinde yer alan bozukluklar arasında yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları, altına kaçırma bozuklukları yer almaktadır. Bahsetmiş olduğumuz bu bozuklukların yanında otizm, öğrenme güçlüğü ve  konuşma güçlüğü, tik bozuklukları, kekemelik, okul korkusu, sosyal fobi, özgül fobi, travmatik yaşantıya bağlı stres bozukluğu gibi pek çok psikolojik sorun için çocukların psikolojik destek alması mümkündür.

    Kimler çocuğa psikolojik destek sunabilir?

    Anne babaların çocuğun ruhsal gelişimindeki bazı aksaklıkları fark etmesiyle “Şimdi ne yapacağım?” sorusu akıllarını kurcalamaktadır. Bu noktada güvenilir ve doğru psikolojik destek alınması çocuğun ruhsal sağlığı açısından oldukça önemlidir.

    Öncelikle psikoloji lisans bölümü, rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümü ya da psikiyatri alanında eğitimini tamamlamış olan uzman kişilerden bu desteklerin alınması şarttır. Çocuk psikolojisi alanında çalışan uzmanların unvanları olarak karşımıza çocuk psikoloğu, çocuk psikiyatristi ve  okul psikoloğu çıkmaktadır. Çocuktaki psikolojik bozuklukları keşfeden çoğu zaman anne baba olmakla birlikte, okul çağındaki çocukların öğretmenleri de sorunları fark edebilmektedir. Çocuklardaki sorunları fark eden öğretmenler anne babayı bilgilendirdikten sonra çocuğu okul psikoloğuna yönlendirme de aracı olabilir. Okuldaki psikolojik danışman ile görüşen çocuk için eğer gerekli görülürse daha ileri düzeydeki vakaların çözümü için çocuk psikiyatristine veya özel alanda çalışan çocuk psikoloğuna yönlendirme yapılabilir.

    Çocuk psikoloğu veya ergen psikoloğu kimdir?

    Çocuk psikoloğunu tanımlamadan önce çocuk dediğimiz grubun yaş aralığının 0-18 yaş grubundan oluştuğunu belirtmek gereklidir. Her yaş grubunun  bebeklik(0-2 yaş), okul öncesi dönem(3-6 yaş), okul çağı dönemi(6-12 yaş), erken ergenlik dönemi(12-14 yaş) ve ergenlik(14-18 yaş) gibi alt yaş grupları da olmasına rağmen çocuk psikolojisi alanında çalışan uzmanlara genel olarak çocuk ve ergen psikoloğu denilmektedir. Özellikle ergenlik döneminde olan çocuklar çocuk ifadesinden hoşlanmadıkları için bu yaş grubundaki çocuklara ergen ifadesi kullanılmaktadır. Bunun yanında ergenlik döneminde yaşanan psikolojik sorunlar daha özelleşmekte olduğundan böyle bir ayrımın yapılması gerekli de olmaktadır.

    Çocuk ve ergen psikoloğu genellikle çocuk ve ergen psikiyatristi ile karıştırıldığından, bu ayrımı yapmak da yerinde olacaktır. Toplumda psikolog ve psikiyatrist kavramları iç içe geçmiş gibi görünmekte ancak bu iki alan aldıkları eğitimler bakımından çok büyük farklılıklar içermektedir.

    Kısaca bahsetmek gerekirse psikiyatrist; tıp fakültesinden mezun olarak sonrasında dört yıllık psikiyatri eğitimi almış doktorlara denilmektedir. Bu sayede hem bedensel rahatsızlıklara hem de insanın ruhsal yapısına hakim olan bir uzmanlık alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Psikologlar ise dört yıllık fen-edebiyat fakültesi psikoloji bölümü mezunu olan kişilerdir. Bu iki meslek çoğu zaman birlikte çalışsa da mesleki yeterlilikler açısından bazı farklar bulunmaktadır. Mesela çocuk psikoloğunun ilaç yazma yetkisi yoktur. Bu nedenle çocuğunuzu psikologa götürdüğünüzde eğitim bilgilerine bakarak psikolog ile psikiyatrist arasındaki ayrımın mutlaka farkına varmalısınız.

    Çocuk ve ergen psikoloğu başlığına dönecek olursak bu alanda hizmet veren kişilerin dört yıllık psikoloji bölümü veya psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümünü tamamlamış olması gerekmektedir. Bunun üzerine psikoloji alanında yüksek lisans eğitimi ve gerekli çocuk psikolojisi eğitimleri ile çocuk alanında çalışmak için uzmanlık kazanılmaktadır. Tek başına lisans eğitimi almış olmak çocuk psikoloğu olmak anlamına gelmemektedir.

    Uzman seçiminde dikkat edilmesi gerekenler arasında uzmanın lisans ve yüksek lisans eğitimleri, çocuklarla aktif görüşme yapıp yapmadığı, oyun terapisi ve çocuk testleri eğitimi almış olması ve çocuk ile ilgili almakta olduğu diğer eğitimler yer almaktadır. En çok da dikkat edilmesi gereken konu anaokulu öğretmenlerinin kendilerini çocuk psikoloğu olarak göstererek mesleği kötüye kullanmalarıdır. Anne ve babalar bu konuya büyük özen göstermeli ve çocuğunu uzmana emanet etmeden önce mutlaka uzmanın eğitim belgelerine bakmalıdır.

    Çocuk psikoloğu hangi yöntemlerle çalışır?

    Çocuk psikoloğu, bebeklik döneminden ergenlik dönemine kadar uzanan çocuk ve ergen gelişimi alanında yer alan çocuğun fiziksel, sosyal ve psikolojik gelişimlerini takip eden, aynı zamanda çocuğun yaşadığı psikolojik ve sosyal problemlerin takibinde olan kişidir. Aynı zamanda çocuğun gelişimini ve ruhsal durumunu çocuğun ailesi ile paylaşmak, aile ile işbirliğine girerek bir takım sorunların üstesinden gelmek de çocuk psikoloğunun başlıca görevlerindendir.

    Toplumda, “ciddi bir sorun olmadıkça psikoloğa danışmaya gerek yok” gibi bir algı olsa da çocuğunuzun sorun yaşasın veya yaşamasın 0-6 yaş aralığında gelişimsel ve ruhsal sağlığı için belli aralıklarla çocuk psikoloğuna görünmesi gereklidir. “Çocuk bu, geçer.” demek çocuğu önemsememek, onunla ilgilenmemek olacaktır. Bu nedenle çocuğun gelişimsel dönemlerindeki gecikmelerin ciddiye alınmaması veya çocuktaki diğer psikolojik sorunların “büyüyünce düzelir” diyerek ertelenmesi daha büyük sorunlara sebep olabilir.

    Çocuk psikoloğunun çocuklarla çalışırken kullandığı yöntemler oldukça zengindir. Günümüzde tek bir metoda bağlı kalmadan farklı yöntemler kullanılması psikolojik desteğin daha etkili olmasını sağlamaktadır. Çocuk psikologlarının kullandığı yöntemler şu şekilde sıralanabilir.

    • Oyun Terapisi: Söz konusu çocuklar olunca akla gelen ilk aktivite şüphesiz ki oyun olacaktır. Özellikle erken çocukluk döneminde oyun terapisi uygulamaları ile oldukça güzel sonuçlar alınmaktadır. Küçük yaştaki çocukların dil yetenekleri ve kendilerini ifade etme yetenekleri tam olarak gelişmemiş olduğu için oyun ve oyuncaklar aracılığı ile kendilerini ifade etmeleri kolaylaşmaktadır. Çocuklar için oyun sadece eğlence aracı değil aynı zamanda bir iletişim aracıdır. Normal şartlarda çocuğa soru sorup cevap bekleyerek sorunları çözmek pek olanaklı değildir. Bu nedenle oyun terapisi çocukların yaşadıkları sorunları, kendi davranış, duygu ve düşüncelerini açığa çıkarmasını kolaylaştırmaktadır. Çocuk psikoloğunun çocuk için sunduğu oyun odasında çocuk dilediği oyuncağı özgürce seçebilmekte ve yaratıcı oyunlar oynayabilmektedir. Kendini oyun odasında özgür hisseden çocuk onu etkileyen olumsuz olayları, bastırdığı duyguları ve düşünceleri, yaşadığı sorunları psikolog gözetiminde açığa çıkarır.
    • Çocuk Gelişim Testleri: Çocuk gelişim testleri normal ve sağlıklı gelişim seyrinin takibi ve erken tanı için çok önemlidir. Çocukta gelişim geriliklerinin saptaması için zihinsel, sosyal, algı, motor becerilerinin düzenli olarak takip edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle çocuk psikologlarının en sık kullanığı test gruplarından biridir.
    • Çocuk Dikkat Ve Algı Testleri: Odaklanma sorunu, dikkat dağınıklığı veya yerinde duramama gibi sorunlar yaşayan çocukların dikkat ve algılarını ölçmek amacıyla kullanılan testlerdir.
    • Çocuk Zeka Testleri: Zeka testi, üstün yetenekli ve yaşıtlarının ilerisinde görülen çocuklara gerekli görülürse uygulanabilir veya farklı gelişen ve yaşıtlarından geri kalarak öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklara uygulanır. Ancak bu testler uzman kişi tarafından yapılmalıdır.
    • Çocuk Resimleri: Konu çocuklar olunca resim yapmak da ilgilenilen alanlar arasında girmektedir. Çocuklar resmi aynı oyun gibi bir iletişim aracı olarak kullanmaktadır. Hissettiklerini yaptığı resme yansıtan çocuk resimleri üzerinden uzman psikolog tarafından yorumlanır.
    • Çocuk Odaklı Aile Terapisi: Bu yaklaşımda çocuk tek başına değil ailesi ve aile üyeleri ile etkileşimi açısından ele alınır. Çocuğun yaşadığı sorun üzerinde her aile üyesinin etkisi saptanmaya çalışılır ve çocuk için her üyenin yapabilecekleri belirlenir. Ailede bireylerin etkileşimleri ve bu etkileşimlerin çocuk üzerindeki yansıması ortaya çıkartılır.

    Çocuk psikoloğu ne yapmaz?

    Çocuk psikologları, üniversitelerin eğitim fakültesi ya da fen-edebiyat fakültesi mezunu olup psikoloji alanında yüksek lisans yapmalarından dolayı hekim statüsünde değillerdir. Bu sebeple çocukların bedensel yakınmaları veya ciddi ruhsal bozukluklar için kesin tanı koyarak ilaç yazma yetkileri yoktur. İlaçlı tedaviyi tıp fakültesi mezunu psikiyatristler yapmaktadır. Bu nedenle çocuk psikologları genellikle çocuk psikiyatristleriyle iş birliği içinde çalışmaktadır. Çocuk psikiyatristi eğer gerekliyse çocuğa ilaçla birlikte terapi görmesini uygun görebilir ve bunu çocuk psikologlarından talep edebilir.

    Çocuk psikologları daha önce belirtmiş olduğumuz gibi çocuklara psikolojik destek verme sürecini psikoterapi yaklaşımlarıyla sağlamaktadır. Bu nedenle çocuğunuzu ilk etapta çocuk psikoloğuna götürebilir, genel ruhsal analizi için çocuk psikologlarından destek alabilirsiniz. Yaşanılan sorun için gerekirse psikolog sizi çocuk psikiyatristine yönlendirecektir.

    Çocuk psikoloğu arayan ailelere öneriler

    Ülkemizde psikoloğa gitmek çoğu zaman uzak bir ihtimal olarak akla gelmektedir. Bu durum çocuklar için biraz daha olumlu karşılansa da yine de ailelerin bu konuda eksikleri olduğu görülmektedir. Aileler çocukları ile ilgili yaşadıkları sorunları kendi başlarına veya çocuğun öğretmenleri aracılığıyla çözmeye çalışmaktadır. Bu durum öğretmenleri de zora sokmakta çoğu zaman aileleri memnun etmek uğruna yanlış önerilerde bulunulmaktadır. Bu nedenle çocuğu psikolojik destek alacak ailelerin dikkat etmesi gereken hususlar mevcuttur.

    • Çocuğunuzu psikoloğa götürme kararı aldıktan sonra gideceğiniz çocuk psikoloğunu eğitim bilgileri, kliniği, uzmanlık alanları olmak üzere detaylıca araştırmalısınız. Eğer gerekirse psikoloğun diplomasını da görmek isteyebilirsiniz.
    • Psikoloğun aktif şekilde çocuklarla görüşmeler yapıyor olmasına, oyun terapisi, test eğitimleri ve diğer çocuk eğitimlerini almış olmasına da dikkat edilmelidir.
    • Çocuk gelişim bölümü mezunları veya öğretmenler psikologluk yapamaz. Gittiğiniz kurumlarda veya özel kliniklerde bu konuya özellikle özen göstermelisiniz. Çocuğunuzun sorunu için çocuk psikoloğu ünvanı almaya hak kazanmış kişilerle görüşmeler yapılmalıdır.
    • Çocuğunuzun hangi konuda desteğe ihtiyacı olduğunu ve çocukla ilgili evdeki, okuldaki, sosyal ortamdaki gözlemlerinizi kayıt altına alarak bunları gerekli olduğunda psikolog ile paylaşabilirsiniz.
    • Ebeveynin bu dönemde çocuğa baskı yapmaması ve psikolojik destek almaya başlayan çocuğa “Bugün ne konuştunuz; hadi anlat bakalım?” diye ısrarcı davranmaması da gerekmektedir. Çocukların özel alanlarına saygı göstermek ve onların sınırlarını korumak önemlidir.
    • Çocuğunuzun psikolojik destek aldığı süre boyunca psikoloğun sizinle görüşme isteklerini geri çevirmeden çocuk hakkındaki gözlemlerinizi psikologla paylaşmalı ve üzerinize düşen sorumluluğu almalısınız.
    • Bu süreçte çocuk tek başına değil aile içinde ve sizlerin de katkısı olduğu sorunlarla yüzleşecektir. Bu yüzden psikolog aile görüşmeleri talebinde sıklıkla bulunacak ve sizi de işin içine katacaktır.

    Çocuk psikoloğu ile ilgili düşüncelerinizi yazının yorum kısmından bizimle paylaşabilirsiniz.

    Referanslar
    1. Smith, Jeffrey Trawick. Erken Çocukluk Döneminde Gelişim. İstanbul: Nobel Akademik Yayncılık, 5.basım, 2017.
    2. Chapman, Gary, R. Campbell, Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili, İstanbul, 2005.
    3. Bee, Helen.  Çocuk Gelişim Psikolojisi.  İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1.basım  2009.
    4. Yalom, Irvin. Okul-öncesi Çocukların Terapisi. İstanbul: Prestij Yayınları, 2.basım 2014
    5. Bakırcıoğlu Rasim, Çocuk Ruh Sağlığı ve Uyum Bozuklukları, Ankara, 2002.
    6. Yavuzer Haluk, Okul Çağı Çocuğu, İstanbul, 2004.
  • Öğrenilmiş çaresizlik nedir?

    Öğrenilmiş çaresizlik, psikolojideki, özellikle de psikoterapi alanındaki önemli kavramlardan biridir. Bu yazıda, öğrenilmiş çaresizlik hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşabileceksiniz.

    Çaresizlik nedir?

    Çaresizlik, bireyin isteği dışında meydana gelen olay veya durumlar karşısında müdahalede bulunamaması ve birey için seçeneklerin olmaması nedeniyle çözüm geliştirememesi hali olarak tanımlanmaktadır. Bireyin çaresizlik yaşadığı olaylara; karşılıksız sevgi/ilgi, ekonomik yönden yaşanılan sıkıntılar, tedavisi zor olan veya mümkün olmayan hastalıklar ve bir yakınının ölümü gibi olaylar örnek olarak gösterilebilmektedir. Bu türden acı veren durumlar karşısında bireyin çaresiz olması yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir.

    Çaresizlik ve öğrenilmiş çaresizlik aynı şey mi ?

    Gerçekte çaresiz olunmadığı halde çaresiz olduğunu zannedip ve bu nedenle de aslında çözülebilecek olan sorunu çözmek için hiçbir çabanın harcanmaması durumu öğrenilmiş çaresizlik olarak nitelendirilmektedir. Çaresizlikte ise birey çaresiz olduğunun farkında olup çare üretmek için pasif kalmamakta ve  çözümler üretmeye çalışmaktadır. Bu nedenle çaresizlik ve öğrenilmiş çaresizlik birbirlerinden farklı şeylerdir.

    Öğrenilmiş çaresizlik nedir?

    İnsanoğlu gelişim gösterdiği andan itibaren öğrenmeye meraklı ve her şeyi öğrenebilen bir varlıktır. Diğer bir ifadeyle öğrenme isteği isteği insanın doğasında vardır. İlgili bir literatürde insanın refleks hareketleri dışında tüm davranışları öğrendiği veya öğrenmiş olduğu belirtilmektedir. Önce öğrenilen her bilgi veya olgu daha sonra öğrenilecek olan bilgi veya olguları etkilemektedir. Çünkü insan sadece olumlu/pozitif bilgileri değil olumsuz/negatif ve hatta kendisine zarar verecek bilgileri veya davranışları da öğrenebilmektedir. Bu bağlamda insanın öğrenmiş olduğu olumsuz olgulardan birinin öğrenilmiş çaresizlik olduğu literatürde belirtilmektedir (Düzgün ve Hayalioğlu, 2006). Öğrenilmiş çaresizlik bireyin herhangi bir durum karşısında birçok kez denemesine rağmen başarısız olması ve yeniden denese bile başarısız olacağını düşünmesi, başarısızlığı başka olaylar karşısında da genelleştirmesi, deneme cesaretini artık kendinde görememesi, yeni çözümler aramaktan vazgeçmesi ve pasif bir duruma geçmesi halidir.

    Öğrenilmiş çaresizlik kavramının tarihçesi

    Öğrenilmiş çaresizlik kavramının, 1960’lı yıllarda Martin Seligman ve arkadaşları tarafından Pennsylvania Üniversitesi’nde köpekler üzerine yapılan deney ile birlikte köpeklerde gözlenilen davranış sonucunda ortaya atıldığı belirtilmektedir. Seligman’a göre, köpeklere verilen şoklar üzerine köpeklerin bir süreden sonra tepki vermemeleri öğrenilmiş çaresizlik ile açıklanmaktadır. Yani köpeklerin şok verme eylemine karşı bir kabullenme geliştirdikleri ve bu nedenle de tepki vermedikleri söylenmektedir.

    Köpeklerin acıdan kaçma davranışlarını ölçme amacıyla yapılmış olan bu deneyde yirmi dört köpek üç gruba ayrılarak (kaçış grubu, çaresizlik grubu, kontrol grubu) iki aşamalı bir şekilde gerçekleşmiştir.

    İlk aşamada kaçış grubundaki köpekler teker teker içinde kendilerine uygulanacak elektrik şoku içeren ve burunlarıyla dokunduklarında bu elektrik şokunun kesileceği bir butonun bulunduğu bir kabine yerleştirilmiştir. Eğer butona burunlarıyla dokunmadıkları bir durum yaşanır ise elektrik şoku otuz saniye içerisinde otomatik olarak kesilecektir.

    Çaresizlik grubundaki köpekler de aynı şekilde bir kabine yerleştirimiş fakat farklı olarak köpekler elektrik şokunu kesecek olan butona bassalar da buton bozuk olduğundan elektirk şoku kesilmeyecektir.

    Kontrol grubundaki köpekler ise bu aşamaya dahil edilmemiş çünkü ilk iki gruptaki köpeklerde gözlenen davranışlar ile elektirk şokuna maruz kalmayan kontrol grubundaki köpekler arasındaki davranışlar gözlemlenerek yorumlanmıştır.

    Uygulamaya geçildiğinde kaçış grubundaki köpeklere bir anda verilen elektrik şoku sonucu köpekler düğmeye basmaya başlamışlardır ve düğmeye basmayı öğrenmişlerdir. Çaresizlik grubundaki köpekler ise elektrik şoku verildiğinde butona basmışlar fakat buton bozuk olduğundan elektrik şoku kesilmemiştir. Butona basmanın şoku kesmeyeceğini öğrenen köpekler bir süreden sonra butona basmaktan vazgeçmişlerdir.

    Deneyin ikinci aşamasına ise bütün köpekler dahil edilmiştir. Bu aşamada deney kutusu elektrik şoku verilen ve elektrik şoku verilmeyen yani güvenli bölge olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Bir bölümünde elektrik şoku verilen kısım bulunmakta ve köpekler ilk önce bu alana yerleştirilmiştir. Köpeklere dışarıdan elektrik şokunun geleceği sinyali vermek amacıyla beyaz bir ışık kullanılmıştır. Bu beyaz ışık sinyali verildiğinde köpeklerden güvenli bölgeye atlamaları beklenmiştir. İkinci aşamanın sonucunda ise ilk aşamada butona basıp elektrik şokundan kurtulmada başarılı olan kaçış grubundaki köpekler ve ilk aşamada deneye dahil edilmeyen konrtol grubundaki köpekler kısa sürede kendilerine verilen elektrik şokundan kurtulmak amacıyla güvenli bölgeye atlamışlardır.

    İlk aşamada buton bozuk olduğundan dolayı butona basmaktan vazgeçen çaresizlik grubundaki köpeklerden sadece ikisi güvenli bölgeye atlayabilmiş ve diğer altı köpek ise elektirk şokundan kurtulabilmeleri mümkün iken çaresizliği öğrendikleri için çaresiz bir şekilde pasif kalmayı tercih etmiştir.

    Seligman ve arkadaşları tarafından yapılan bu deney ile ‘öğrenilmiş çaresizlik’ davranışı bilimsel bir boyut kazanmıştır. Seligman’a göre canlılar bir olay veya durum karşısında sergiledikleri davranışlarının bir etkisi olmadığına inandıklarında, yani bu etkisizlik halini kabul ettiklerinde öğrenilmiş çaresizlik tepkisi göstermektedirler.

    Öğrenilmiş çaresizlik konusu ile ilgili kediler, fareler ve balıklar gibi canlılar üzerinde de deneyler yapılmış ve çoğunda köpeklerde gözlenilen öğrenilmiş çaresizliği bu canlılarda da görmek mümkün olmuştur. Öğrenilmiş çaresizlik üzerine yapılan bu deneyler 2 sonucu gözler önüne sermektedir:

    1. Canlıların bir durum ile karşı karşıya kaldıklarında bir kontrol sağlayamadıkları veya sonucu değiştiremediklerini gözlemlemeleri çaresizliği kabul etmelerine yani öğrenmelerine ve bu çaresizlik halini genelleştirmelerine neden olmaktadır.
    2. Çaresizliği öğrenen canlıların karşı karşıya kaldıkları durumun sonucunu değiştirmeleri mümkün iken daha önceden edindikleri başarısızlık veya çaresizlik nedeniyle bu canlılar durum karşısında pasif kalmakta ve durumu değiştirmek için herhangi bir çaba göstermemektedir.

    Alan ile ilgili yazılar incelendiğinde öğrenilmiş çaresizlik üzerine birçok tanım gözlenmektedir. Örneğin Donald A. Norman’a göre öğrenilmiş çaresizlik, bir canlının bir olay karşısında davranışlarıyla olaya müdahale edememe halinin daha sonra müdahale edebileceği olaylar karşısına çıksa bile sonucu değiştiremeyeceğini kabul etmesinden dolayı olaya karşı tepkisiz kalma durumu olarak tanımlanmaktadır.

    Mümin Sekman’a göre öğrenilmiş çaresizlik, canlının bir konu hakkında defalarca denemesine karşılık başarısızlık ile yüzleşiyor ise bu canlıda ‘bir daha deneme cesaretini kaybetme’ yani ‘ne kadar denersem deneyeyim sonuç her zaman beni başarısızlığa götürecek’ düşüncesi yer edinir olarak tanımlanmaktadır.

    Doğan Cüceloğlu farklı olarak öğrenilmiş çaresizliği ‘öğrenilmiş acizlik’ olarak nitelendirmekte ve bu terimi ‘Herhangi bir hayvanı bir saat boyunca ne yaparsa yapsın sonuç olarak bir elektrik şok ile karşı karşıya getirin, sonra hayvanın bu elektrik şokundan kurtulabilmesi için farklı bir modül deneyin. Hayvan bu bu yeni modülün kendisini elektrik şokundan kurtaracağını öğrenemediği için hiçbir şey yapma gereği duymaz.’ olarak açıklamaktadır.

    Hasan Tutar da öğrenilmiş çaresizlik yerine ‘öğrenilmiş acizlik’ terimini kullanmakta ve canlının daha önceden edindiği başarısızlık durumunu başarılı olabileceği durumlara aktarmakta yani ‘Ben daha önceden başarısız oldum ve yeni gelişen durumlarda da başarısız olacağım.’ düşüncesinin hakim olduğunu belirtmektedir. Ayrıca canlının başarılı olabileceği durumlarda özsaygı azalması, depresyon ve kaygı problemlerinin yaşandığını da söylemektedir (Aktan ve Yay, 2016).

    Öğrenilmiş çaresizliğin nedenleri nelerdir?

    Öğrenilmiş çaresizlik davranışına sürükleyen nedenler konusunda birçok olgu veya durum ileri sürülmektedir. Örneğin Marks, öğrenilmiş çaresizliğin ortaya çıkmasında başaramama endişesi, başlangıç eksikliği, motivasyonel eksiklik ve kontrolü elinde bulunduramama gibi kişinin kendisinden kaynaklanan etkenleri saymaktadır. Diğer taraftan kişinin içinde bulunduğu toplum da yani sadece kişinin kendisinden kaynaklanan etkenler dışında bulunan faktörler de öğrenilmiş çaresizliğe neden olabilmektedir.

    Yeniliklere ve farklı düşüncelere açık veya değişime açık olan toplumlarda yaşayan bireylerde öğrenilmiş çaresizlik davranışının görülmesi çok düşük bir ihtimaldir. Fakat değişime ve yeniliklere kapalı olan toplumlarda yaşayan bireylerde öğrenilmiş çaresizlik davranışının görülmesi olası bir durumdur. Özellikle çaresizliği öğrenmiş olan bireylerde ‘pasiflik’ ön plandadır (Aktan ve Yay, 2016). Tüm bunların yanı sıra genel olarak öğrenilmiş çaresizliğin nedenleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

    • Kişinin süreki aşağılanma ve hor görülme durumu
    • Kişinin çevresine veya çevresindeki insanlara karşı olan güvenini yitirmesi
    • Kişinin benzer veya farklı olaylar/durumlar karşısında pek çok kez başarısız sonuçlar elde etmesi
    • Kişinin çevresinde gördüğü olumsuz yaşamları/koşulları gözlemlemesi
    • Kişinin kendi iç dünyasında yaşadığı psikolojik sorunları
    • Kişinin kendisine karşı geliştirmiş olduğu güvensizlik sorunları
    • Kişinin sosyal yaşamda bir etkileşiminin bulunmaması, yani sosyal yaşamdan yoksun olması durumu
    • Kişinin başarı elde ettiği durumlar karşısında takdir/motive edilmemesi veya destek görmemesi
    • Kişinin çevresi tarafından sürekli eleştiri malzemesi olarak kullanılması
    • Kişinin ebeveynleri tarafından geliştirilen baskıcı tutumlara maruz bırakılması
    • Kişinin içinde bulunduğu sıkıntılı/stresli bir iş ortamının veya aile ortamının olması
    • Kişinin kendisini yeniliklere veya farklı görüşlere kapatması durumu gibi olgular öğrenilmiş çaresizliğe neden olabilmektedir.

    Öğrenilmiş çaresizliğin 2 temel göstergesi

    1. Kişi yaşamında karşılaştığı veya karşılaşacağı olaylar sonucunda sürekli olarak olumsuz sonuçlar elde edeceğine inanır. Yani karamsarlığın ön planda olduğu söylenebilir.
    2. Kişi inanmış olduğu bu olumsuz sonuçları değiştiremeyeceğini ve bu nedenle de yapacak bir şeyinin olmadığını iddia eder.

    Öğrenilmiş çaresizliğin yol açtığı bozukluklar

    Öğrenilmiş çaresizlik davranışının ciddi anlamda neden olduğu bozuklukların bulunduğu ileri sürülmektedir. Örneğin Seligman ve Maier’e göre bu davranışı gösteren bireylerde motivasyonel, duygusal ve bilişsel alanlarda bozukluklar yaşanabilmektedir. Motivasyonel bozukluk yaşayan bireylerde durumlar karşısında tepki vermeye yönelik isteksizlik, geri çekilme ve kaçınma söz konusudur.

    Duygusal bozukluk yaşayan bireylerde ortamı ne yaparlarsa yapsınlar değiştiremeyecekleri yani çabalarının sonuçsuz kalacağı düşüncesinin yaratmış olduğu stres, depresyon, güvensizlik, umutsuzluk, anksiyete, kalp ritminde bozukluk ve kan basıncında artma söz konusudur. Bilişsel bozukluk yaşayan bireylerde ise göstermiş oldukları davranış ve davranışın sonucu konusunda bir ilişki kuramaması ve kontrol kaybı gibi durumların söz konusu olduğu belirtilmektedir (Aktan ve Yay, 2016).

    Diğer taraftan öğrenilmiş çaresizlik yaşayan bireyler ‘nasıl olsa ben bu işi beceremeyeceğim’ diye düşündüklerinden düşünme ve bellek yetenekleri zayıflama göstermektedir. Ayrıca bu bireylerin bir süreden sonra duygularının da zayıfladığı söylenmektedir.

    Öğrenilmiş çaresizlik yaşayan çocuklar

    Anne ve babalar çocuklarından her zaman başarılı olmalarını beklerler. Buna karşın çocuğun günlük yaşamında başarısızlık yaşamasına neden olabilecek birçok etken bulunabilir. Bu etkenlerden biri, çocuğun yaşamış olduğu olay karşısında bu olayı nasıl algıladığı ve sonucunda nasıl yorumladığı önemlidir.

    Diğer bir ifadeyle çocuğun bir olay/durum karşısında yaşamış olduğu başarı veya başarısızlık onun algılama biçimini etkilemekte ve bu algılama biçimi çocuğun yeni olaylar/durumlar karşısında bir genelleme yapmasına neden olabilir. Bu bağlamda genelleme yapan çocuğun, yaşamış olduğu başarısızlığı değişmeyecek bir problem olarak görmesi kaçınılmaz bir durumdur. Böyle bir sorun yaşayan çocukta düşük benlik algısı ve geleceğe yönelik kaygılar görülebilir.

    Tüm bunlara karşın çocuğun başarılı olması neredeyse mümkün  görülmemektedir. Bu sorunu yaşayan çocuk yaşayacağı durumlar karşısında ‘zaten başarısız olacağım’ düşüncesiyle hareket eder yani çocuk için sonuç hep olumsuzdur. Çocuğun bu olumsuzluğu çaresiz bir şekilde kabullenmesi ve bu olumsuzluğun ortadan kalkmasını sağlayacak girişimlerde bulunmaması hali ‘öğrenilmiş çaresizlik’ olarak değerlendirilir. Bu derece zarar veren bir problemin görmezden gelinmemesi ve önleminin alınması gerekmektedir (Düzgün ve Hayalioğlu, 2006).

    Anne ve babalar çocuklarının başarabildikleri konular hakkında onları küçük adımlarla destekler ise daha sonradan bu çocuklar diğer konularda başarı göstereceklerdir. Eğer çocuğa direkt boyundan büyük bir şeyi yapması söylenilirse ve sonucunda çocuk başarısız olursa öğrenilmiş çaresizlik devreye girecektir. Bu konuda anne ve babalar çocuklarına iyi bir rol model olmalıdır. Çocuğun küçük başarıları olsa bile bu takdir edilmeli ve desteklenmelidir. Eğer çocuk hata yapıyor ise bu hatası düzeltilip doğrusu gösterilmelidir.

    Öğrenilmiş çaresizlik ile ilişkilendirilen bazı konular

    Öğrenilmiş çaresizlik ve depresyon

    Öğrenilmiş çaresizliğe yol açan olumsuz durum veya olaylar aslında birer stres yaratan etkenlerdir. Bireyin günlük hayatta veya iş hayatında karşılaştığı problemler kendisi üzerinde baskı kurup sıkıntı ve strese girmesine neden olabilmektedir. Bu sürecin uzun olması da depreyona yol açabilmektedir. Depresyon ve öğrenilmiş çaresizlik aslında benzer özelliklere sahiptir. Her ikisinde de bireyde kaygı, stres, iştahsızlık, sosyal hayattan uzaklaşma, uyku bozukluğu ve en önemlisi de öğrenilmiş çaresizlikte görülen kontrol kaybı ve isteksizlik depresyonda da görülmektedir.

    Öğrenilmiş çaresizlik ve korku

    İnsan yaşamında yalnızlık, yakınını kaybetme, işini kaybetme, hastalık, saygı görmeme, sevilmeme, güvensizlik, başarısızlık gibi korkular bulunmaktadır. Bu korkular bazen hayati önem taşıyabilmektedir. Önemli olan kişinin bu korkular ile karşı karşıya kaldığında vereceği tepkidir. Korkudan kurtulmada en etkili yöntem onunla yüzleşebilme yani ondan kaçmama ve onu özümseyebilme olduğu söylenmektedir.

    Öğrenilmiş çaresizlik ve başarısızlık

    Birey kendi yeteneklerinin, elindeki kaynakların ve fırsatların farkında olmalıdır. En önemlisi de bireyin yeteneklerini keşfedip onları kullanabilme cesaretini göstermesidir. Güç bir durum ile karşılaşıldığında motivasyonu yüksek tutup gerekli yöntemler geliştirmek durumu kolaylaştırır. Diğer taraftan güçlükleri yenmenin bir yolu da güçlük karşısında pasif olmamak, yenmek için istekli olmak ve yılmamaktır.

    Öğrenilmiş çaresizlik ve engellenme

    Birey yaşamında birçok zorlukla karşı karşıya kalabilir ve engellendiğini düşünebilir. Fakat burada önemli olan bireyin bu zorluklarla nasıl başa çıktığı yani başa çıkmada kullandığı yöntemlerdir. Bazen bireyler ‘ne yaparsam yapayım nasıl olsa başarısız olacağım’ düşüncesiyle hareket eder. Bu düşünce biçimi bireyin kendisine olan inancını ve tepki verme gücünü elinden alır. Diğer bir ifadeyle bu bireyler öğrenilmiş çaresizlik davranışı gösterirler. Bu davranışı gösteren bireyler olumsuz düşünce kalıplarını bir kenara bırakıp her zaman aynı olumsuzluğu yaşamayacaklarına inanmalı ve tekrar deneme cesaretini göstermelidir.

    Öğrenilmiş çaresizliğin üstesinden gelmek

    Öğrenilmiş çaresizlik davranışının erken farkına varılıp müdahale edilmesi bu sorunu başarıyla ortadan kaldıracaktır. Elbette ki uzun süre öğrenilmiş çaresizlik davranışı gösteren bireylerde de tedavi sonucu bu durum düzeltilebilmektedir. Düşünce ve davranış kalıplarının üstesinden gelmede başarılı bir terapi türü olan Bilişsel Davranışçı Terapi öğrenilmiş çaresizliğin ortadan kaldırılmasında etkili bir psikoterapi şekli olmaktadır. Bu terapinin amacı öğrenilmiş çaresizlik davranışının gelişmesine neden olan etkenleri belirlemeye yardımcı olmak ve sonra bu etkenleri meydan okurcasına rasyonel düşüncelerle yok etmektir.

    Öneriler

    Çaresizliği öğrenmiş bireyler olaylar karşısında pasif kalmayı tercih ederler. Pasif kalmasındaki nedenler arasında hem bireyin kendisinden kaynaklanan hem de bireyin içinde bulunduğu toplumdan yani dış etkenlerden kaynaklanan sorunlardandır. Daha önce belirtildiği gibi değişime kapalı olan toplumlarda öğrenilmiş çaresizlik davranışının görülmesi kaçınılmaz bir durumdur. Böyle toplumlar çaresizliği ortadan kaldırabilmek için değişime olan inancı ve önemi aşılamalıdır. Çünkü değişime açık olan bireylerin pasif direnç göstermesi çok düşük bir ihtimaldir. Diğer taraftan öğrenilmiş çaresizlik, çaresizlikten daha çok önem arzeder. Çünkü birey çaresiz bir durum ile karşılaştığı zaman çaresiz olduğunu bilir. Oysa ki birey çaresizliği öğrenir ise bu çaresizlik süreci daha da uzar ve içinden çıkamayacağı bir duruma dönüşür. Dahası birey, yaşayan ölü diye nitelendirilen bir hale bürünür. Fakat birey pozitif düşünceler yardımıyla ‘benim aşamayacağım bir durum yok’ diyerek beynine bu pozitif düşünceleri yerleştirir ise çarenin aslında kendisinde olduğunun farkına varabilir.

    Ya ümitsizsiniz ya da ümit sizsiniz.. Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz.. (Behçet Necatigil).

    Kitap Önerileri

    • Öğrenilmiş Çaresizlik – Funda Özsoy Erdoğan
    • Çalışma Hayatında Öğrenilmiş Çaresizlik – Burcu Kümbül Güler

    Martin Seligman’ın TEDx Konuşması

    Referanslar
    • Aktan, C. C., & Yay, S. (2016). Öğrenilmiş Çaresizlik ve Değişime Karşı Pasif Direnç. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 8(2), 58-71.
    • Düzgün, Ş., & Hayalioğlu, H. (2006). Öğrencilerde Öğrenilmiş Çaresizlik Düzeyinin Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi. Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, 13, 404-413.
    • https://2abi.com/ogrenilmis-caresizlik-nasil-yenilir.html
    • http://blog.milliyet.com.tr/ogrenilmis-caresizlik/Blog/?BlogNo=42938
    • http://www.olaganustukanitlar.com/ogrenilmis-caresizlik-nedir/
    • http://hayatkendiniarayistir.blogspot.com/2016/03/ogrenilmis-caresizlik.html
    • https://bilgibirikimi.net/2013/06/20/ogrenilmis-caresizlik/
    • http://www.muthispsikoloji.com/ogrenilmis-caresizlik/
  • Psikiyatrik tanı nedir?

    Psikiyatrik tanılar yalnızca tanımlayıcı değildir; aynı zamanda gerçek bir hastalığı yansıtır.

    Bu makale, Ph.D. ünvanına sahip Jonathan Shedler’ın Psikiyatrik tanı hastalık değildir makalesine cevap olarak yazılmıştır.

    Bu makale, Tufts Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde klinik psikiyatri profesörü ve New York Eyalet Üniversitesi’ne bağlı Upstate Tıp Üniversitesi’nde fahri psikiyatri profesörü olan Tıp Doktoru Ronald W. Pies ile birlikte yazılmıştır.

    Psikiyatrik tanıların gerçek hastalıkları değil, sadece bazı “kalıpları” temsil ettiğini iddia etmek, sosyal bilimlerle ilgilenen kişiler arasında oldukça yaygın bir durum hâline geldi.  Yakın zamanda Twitter’da gerçekleşen bir fikir alışverişinde Mark Ruffalo, Ph.D. ünvanına sahip Psikanalist Jonathan Shedler’ın 2019 yılında Psychology Today‘de yayınlanan Psikiyatrik tanı hastalık değildir başlıklı makalesine işaret etti.

    Bu makalede, Shedler’ın makalesinde ileri sürdüğü iddialara, özellikle psikiyatrik tanının anlamı ve iması ile ilgili oldukları için karşı çıkmak istiyoruz. Psikiyatrist Ronald Pies, kariyerinin büyük bir kısmını psikiyatrinin felsefi dayanakları hakkında yazılar yazmakla geçirmiş; Psikanalist Mark Ruffalo ise psikiyatrik tanının anlamı hakkındaki tartışmalara yönelik büyük bir ilgi duymuştur.

    “Psikiyatrik tanı nedir?” sorusunu cevaplamanın aşırı detaycı bir felsefi çalışma olmadığını; psikiyatrik hastalıklarla yaşayan birçok insanın tedavisinin sonuçlanmasında büyük bir önem taşıdığını vurgulamak oldukça önemlidir.

    Dr. Shedler’ın İddiaları

    Shedler, 2019 yılında yazdığı makalede; psikiyatrik tanılar ve tıbbi tanılar arasında kategori farklılığı olduğunu, çünkü psikiyatrik tanıların yalnızca tanımlayıcı olduğunu ve açıklayıcı olmadığını; kulağa tıbbi hastalıklarmış gibi geldiğini, ancak öyle olmadığını; eğer yaygın anksiyete bozukluğu veya depresif bozukluğun zatürre veya diyabetle eşdeğer olduğundan bahsedersek, kategori hatasına düşeceğimizi ifade etmiştir.

    Shedler (2019) ayrıca, tıbbi tanıların etiyolojiye, yani altta yatan biyolojik sebeplere işaret etmesinin kafa karışıklıklarının artmasına neden olduğunu belirtmiştir.

    Psikiyatrik tanıların sadece semptomları kısa yoldan tanımlamak için kararlaştırılmış etiketler olduğunu ve başka bir anlam ifade etmediğini; örneğin, yaygın anksiyete bozukluğunun kişinin altı ay veya daha uzun süre içerisinde kendini sorun teşkil edecek derecede kaygılı veya endişeli hissettiği anlamına geldiğini belirtmiştir.

    Shedler, dolaylı veya dolaysız bir şekilde en az dört iddiada bulunmaktadır:

    1. Tıbbi tanıların “altta yatan biyolojik sebepleri” tanımladığı, psikiyatrik tanıların ise tanımlamadığı;

    2. Psikiyatrik hastalıklar ve tıbbi hastalıklar arasında kategori farklılığı olduğu yani her ikisinin de farklı kategorilere ait olduğu;

    3. Psikiyatrik tanıların kişilerin semptomları için kullanılan bir etiket veya tanımdan başka bir şey olmadığı;

    4. Psikiyatrik hastalıkların ve bu hastalıkların tanı kriterlerinin, hastanın sorunlarının sebebini ve etiyolojisini yansıtmadığı veya tanımlamadığı.

    Shedler, yukarıdaki ifadelerinde, “yaşamdaki sorunlar” olarak nitelendirdiği “hastalık” teriminin veya hastalığa benzer özelliklerin yanlış adlandırılması durumunu tanımlamak için “kategori hatası” terimini sıklıkla kullanan Psikiyatrist Thomas Szasz ile aynı fikri paylaşmaktadır. Szasz ayrıca, tıbbi tanılar sebeplere işaret ederken; psikiyatrik tanıların ise sadece etiketlerden ibaret olduğunu savunmaktadır. (Szasz, 1987)

    Shedler, Szasz’ın bu fikrine katıldığı gibi, Awais Aftab’ın (2020) bu konuyla ilgili kendi blogunda yazdığı yazıda, hastalık kavramına olan “özcü yaklaşım” fikrini de onaylamaktadır. Özcü yaklaşım, “hastalık” olduğu varsayılan bir durumun hastalık olarak adlandırılabilmesi için kanıtlanabilir bir biyolojik işlev bozukluğuna veya altta yatan biyolojik bir sebebe sahip olması gerektiği fikridir.

    1. İddia: Tıbbi tanılar “altta yatan biyolojik sebepleri” tanımlarken, psikiyatrik tanılar tanımlamaz.

    Tarihi dikkatli bir şekilde incelemek bize, doktorlar veya bilim felsefecileri tarafından evrensel olarak kabul edilen “temel” bir hastalık tanımı olmadığını öğretir. Bununla birlikte; tarih boyunca “hastalık kavramının”, kanıtlanabilir biyolojik işlev bozukluğundan ziyade, bireyin çektiği acı ve bazı günlük aktivitelerdeki yetersizliğiyle yakından bağlantılı olduğu görülmüştür. Bazı testler sonucunda elde edilen anormal biyolojik bulgular veya laboratuvar bulguları, bazen hastalığa tanı konulmasına yardımcı olabilir. Ancak bu bulgular, durumun bir hastalık olarak kabul edilebilmesi için veya hastalık tanısı konulabilmesi için ne gerekli ne de yeterlidir.

    Örneğin, kişinin anormal bir şekle sahip bir kulak memesi veya alışılamadık derecede yüksek serum albümin değeri varken; bu durumlar klinik anlamda hiçbir “hastalığa” işaret etmeyebilir. Benzer şekilde, anormal bir elektrokardiyogramın (EKG), mutlaka bir kalp hastalığına işaret etmeyeceği gibi; normal bir EKG de kişinin ciddi bir kalp hastalığı olmadığı anlamına gelmez. Tarih, klinik olarak tanımlandığı andan onlarca yıl sonra bile patofizyolojik mekanizmaları bilinemeyen hastalık örnekleriyle doludur. Bu konuda en iyi bilinen örnek Parkinson hastalığıdır.

    Dr. Shedler’a göre, 1817 yılında James Parkinson dâhil hiçbir doktor, bir “Parkinson hastasına” hastalığının gerçek olduğunu söyleyemezdi; çünkü bir hastalığın gerçek olması için bilindik bir etiyolojisinin olması veya en azından bir etiyolojiye işaret etmesi şarttır. Bu görüşün,1960’larda şu anda Parkinson hastalığı olarak bildiğimiz hastalığın görüldüğü hiçbir hastaya etiyoloji veya patofizyoloji tanımlanana kadar gerçek hastalık tanısı koyulamaması gibi mantıksız bir sonucu olacaktır.

    Bugün bile, kolaylıkla teşhis edilen birçok hastalığın altında yatan bilinen bir biyolojik sebep bulunmamaktadır. Alzheimer, migren, Kawasaki hastalığı, fibromiyalji ve amyotrofik lateral skleroz (Gehrig hastalığı); asıl sebebi bilinmeyen veya tam olarak anlaşılamayan durumların birkaç örneğidir.

    Dolayısıyla, tıbbi tanıların dolaylı veya dolaysız yoldan etiyolojilere işaret etmesi gerektiği ile ilgili iddia yanlıştır. Hastalık, tarih boyunca, bilinen bir sebep veya etiyolojiden bağımsız olarak kişide uzun süredir devam eden veya şiddetli şekilde görülen sıkıntı, bozukluk, acı çekme veya yetersizlik olarak kavramsallaştırılmıştır. Psikiyatrist R.E. Kendell’in (1975) gözlemlediği gibi, tarihî açıdan bakıldığında, hastalık kavramının belirli bir yaralanma bulunmamasına rağmen acı ve yetersizlik başlangıcı olarak tanımlanmış olması; sağlık kavramının ise bir hastalığın yokluğunda kullanılan, sonradan ortaya çıkmış bir kavram olması olasıdır. (s.307)

    2. İddia: Psikiyatrik ve tıbbi hastalıklar kategorik olarak farklıdır ve eşdeğer değildir.

    Bu iddia yanlıştır; çünkü ne psikiyatristler, ne de DSM-IV (DSM-5) yaygın anksiyete bozukluğunun veya majör depresif bozukluğunun zatürre veya diyabetle “eşdeğer” olduğunu iddia eder. Tıpkı bir dahiliye uzmanının zatürre ile diyabetin “eşdeğer” olduğunu iddia etmemesi gibi. Psikiyatristler ve birçok psikiyatri filozofu, hastalıklar arasında çok önemli farklar olduğunun farkındadır. Örneğin, diyabette glikoz metabolizmasında düzensizlik ve temporal lob epilepsisinde bilinç düzeyinde değişimler gözlemlenirken; zatürrede histolojik değişimler gözlemlenir. Fakat bu üç durumun her biri, kişinin belirli acılar ve sıkıntılar çekmesine; yetersizliklere ve işlev bozukluklarına neden olma eğilimi gösterdiğinden, “hastalık” kategorisi altında incelenir. Bu kavramların arasındaki ilişki, Ludwig Wittgenstein’in deyişiyle “aile benzerliği”dir.

    Benzer şekilde, şizofreni, bipolar bozukluk ve majör depresyon gibi ciddi ruhsal rahatsızlıkların da hastalık kategorisi altında incelenmesi doğrudur. Wittgenstein’ın daha sonraki çalışmasında (örn. Felsefi Soruşturmalar) açıkladığı gibi, bu durumun sebebi bu rahatsızlıkların “diyabet ve zatürreyle “eşdeğer” olması değildir. Ciddi ruhsal rahatsızlıklar ve belirli “tıbbi” hastalıklar arasında “aile benzerlikleri” vardır. Örneğin; diyabet, zatürre, şizofreni, majör depresyon, bipolar bozukluk, otizm rahatsızlıklarının her biri farklı acılara ve yetersizliklere sebep olur. Birçok ciddi ruhsal rahatsızlığın da çok sayıda biyolojik risk faktörü ve nörobiyolojik bağıntısı olduğu ortaya çıktmıştır; ancak bu durum, bu koşullara “hastalık” terimini yüklemek için ne gerekli ne de yeterlidir.

    3. İddia: Psikiyatrik tanılar kişinin sorunları için kullanılan bir etiket veya tanımdan başka bir şey değildir.

    Bu iddia, psikiyatrik tanıların yalnızca hastanın belirtilerine veya kişisel şikâyetlerine bakılarak konulduğu yanılgısına dayanmaktadır. Aslında, psikiyatrik tanı konulurken; psikomotor heyecan, kilo kaybı, anormal uyku düzeni, psikometrik testlerle tespit edilen bilişsel bozukluklar ve nesnel olarak gözlemlenebilecek diğer fenomenleri de içeren işaretler de göz önünde bulundurulur. Dolayısıyla, psikiyatrik tanıların sadece belirtileri tanımladığını öne süren bu iddia yanlıştır.

    Üstelik, psikiyatrik tanılar belirtileri kısa yolla anlatmak veya bir etiket görevi görmekten daha fazlasını yapar. Ayrıca, birçok psikiyatrik tanının tahmine dayalı geçerliliği, genetik risk faktörleri, nörobiyolojik bağıntıları ve nesnel olarak gözlemlenebilecek psikometrik özellikleri vardır. Örneğin, DSM-5, yaygın anksiyete bozukluğunun ortaya çıkma riskinin üçte birinin genetik olduğunu ve bu genetik faktörlerin “nevrotiklik” riskiyle örtüştüğünü belirtmektedir. Bu yüzden, Shedler’ın yaygın anksiyete bozukluğu tanısının hastanın uzun süren endişe veya kaygısının tanımından başka bir şey olmadığı üzerine ortaya koyduğu iddia yanlıştır.

    4. İddia: Psikiyatrik hastalıklar ve psikiyatrik hastalıkların tanı kriterleri hastanın sorunlarının “sebebi” olarak değerlendirilemez.

    Shedler (2019), psikiyatrik tanıların belirtilere “sebep” olmadığını savunurken; biz bu düşüncenin tamamen uygunsuz olduğunu ve örneğin bir hastanın ruh halindeki aşırı ve ani değişimlerin altta yatan bipolar bozukluktan kaynaklandığını veya bir hastanın işitsel halüsinasyonları, paranoid sanrıları ve düşünce süreci bozukluğunun şizofreniden kaynaklandığını belirtmenin tamamen uygun ve doğru olduğunu iddia ediyoruz.

    Shedler, (1) psikiyatrik hastalıkların ve psikiyatrik hastalıkların tanı kriterlerinin belirli bir durumun sebebi veya etiyolojisiyle ilgili olmadığı ve bu sebeple X durumunun tanısının hastanın sorununun sebebi olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.

    Bu oldukça alakasız bir ifadedir; çünkü aslında iki farklı sebebiyetten bahsediyoruz. Örneğin bunlara “sebep 1” ve “sebep 2” diyelim. Şizofreninin “sebep 1″ini bilmememiz; hastanın halüsinasyonlarının, sanrılarının ve benzer belirtilerinin “sebep 2″sinin mevcut kriterlere göre şizofreni olmadığı anlamına gelmez. Başka bir şekilde anlatmak gerekirse, şizofreninin sebebini bilmiyor olabiliriz; ancak yine de hastanın acı çekmesine ve bazı aktivitelerdeki yetersizliğine şizofreninin sebep olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Shedler, 2019’da yazdığı makalede çok farklı iki sebebiyeti birbirine karıştırıyor ve bu iki sebebiyetten birbirleriyle aynıymış gibi bahsediyor.

    Sonuç

    Hastalık kavramına ilişkin tarihsel ve felsefi bir araştırma, psikiyatrik bozuklukların ve bu bozukluklara atıfta bulunan tanıların, psikiyatrik bozuklukları hastalık olarak sınıflandırmak için tarihe dayanan ve kabul edilmiş kriterleri karşıladığını ortaya koymaktadır. Hastalıkların veya hastalık kategorilerinin sebebe dayalı olmasının zorunlu olduğunu varsayarak “kategori hatası” yapan asıl kişi Shedler’dır. Ayrıca Shedler, geleneksel “tıbbi” tanıların zorunlu veya değişmez bir şekilde “altta yatan biyolojik nedenleri tanımladığını” varsaymakta da hata yapmaktadır. Psikiyatrik tanılar, genellikle hastanın deneyimlediği durumu tanımlar. Tahmine dayalı geçerliliği, genetik risk faktörlerini, nörolojik bağlantıları ve diğer psikometrik özellikleri gösteren bu tanımlama, belirti ve bulgular temelinde yapılır. Sonuç olarak, durumun kendisinin altında yatan sebep bilinmese de; psikiyatrik tanının hastanın duygusal, davranışsal ve bilişsel sorunlarının sebebi olduğunu söylemek mantıklıdır.

    ***

    Yazar Hakkında: Lisanslı Klinik Sosyal Hizmet Uzmanı D. Psa ünvanına sahip Mark Ruffalo, Florida Merkez Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi ve Tufts Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Yardımcı Psikiyatri Eğitmenidir. [Mark L. Ruffalo, M.S.W., D.Psa. https://www.drruffalo.com/]

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/us/blog/freud-fluoxetine/202006/what-is-meant-psychiatric-diagnosis linkinin (7 Haziran 2020) Pelin Yılmaz tarafından gerçekleştirilen çevirisidir.

    Referanslar

    Aftab, A. (2020, May 30). Mental disorders: From definition to nature. A Myth in Creation. https://awaisaftab.blogspot.com/2020/05/medical-disorders-from-definiti…

    American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.). Author.

    Kendell, R. E. (1975). The concept of disease and its implications for psychiatry. The British Journal of Psychiatry, 127, 305–315.

    Pies, R. W. (1979). On myths and countermyths: More on Szaszian fallacies. Archives of General Psychiatry, 36(2), 139-44.

    Pies R. W. (2019). Thomas Szasz and the language of mental illness. In: Thomas Szasz: An appraisal of his legacy. Edited by C. V. Haldipur, J. L. Knoll IV, E. v .d. Luft. Oxford University Press, 2019, pp. 155-66.

    Shedler, J. (2019, July 27). A psychiatric diagnosis is not a disease. Psychology Today. https://www.psychologytoday.com/us/blog/psychologically-minded/201907/p…

    Szasz, T. S. (1987). Insanity: The idea and its consequences. Wiley.

  • Erkeklerde borderline kişilik bozukluğu

    Borderline kişilik bozukluğu (BKB) ruh halinde, benlik algısında ve davranışlardaki değişikliklerin devamlı bir örüntü oluşturmasıyla nitelenen bir ruhsal bozukluktur. 1

    BKB tanısı, ortalama %75 oranında olmak üzere çoğunlukla kadınlara konulur. Ancak araştırmalar, bu durumun erkeklere tam tanı konulmamasından kaynaklanıyor olabileceğini ileri sürüyor. 2 Cinsiyet, BKB’de bir rol oynayan bir etkendir. BKB olan erkekler ve kadınlar farklı özellikler ve ek tanılar gösterebilir, farklı tür tedavilerden fayda görebilirler.

    BKB nedir?

    BKB olan kişiler, duygularını düzenlemede, davranışlarını kontrol etmede ve sabit ilişkiler sürdürmede zorluk çekerler. Bu kişiler, dikkatsiz araç kullanımı veya korunmasız cinsel ilişkiler gibi tehlikeli veya zararlı davranışlar sergilemeye yatkındır. 2 Birkaç saaten birkaç güne kadar sürebilen öfke nöbetleri, depresyon ve anksiyete gözlemlenebilir. 1

    BKB genel nüfusun %1,6’sını ve psikiyatri kliniğinde yatarak tedavi gören kişi sayısının %20’sini etkiler. 3

    Belirtiler

    BKB olan kişiler ruh hâli geçişleri yaşayabilirler. Kendilerini nasıl gördüklerinden ve dünyadaki rollerinden emin olamayabilirler. Sonuç olarak, ilgilendikleri şeyler ve değer yargıları hızlıca değişim gösterebilir. Ayrıca bu kişiler, insanları ya tamamen iyi ya da tamamen kötü görmek gibi bir şeyleri uçlarda görmelerine neden olan bölme düşüncelerine kapılmaya yatkındır.

    Diğer insanlar hakkındaki fikirleri de hızlıca değişebilir. Bir gün arkadaş olarak görülen bir kişi, ertesi gün düşman olarak görülebilir. Bu durum, değişken ilişkilere neden olur.

    BKB’nin diğer belirtileri: 1

    • Alışveriş çılgınlığı, korunmasız cinsel ilişki, madde kullanımı, dikkatsiz araç kullanma ve tıkınırcasına yeme gibi dürtüsel ve tehlikeli davranışlar
    • Kesme gibi kendine zarar vermeye yönelik davranışlar
    • Tekrarlayan intihar düşünceleri
    • İntihara yönelik davranışlar ve tehditler
    • Her aşaması birkaç saat ve birkaç gün arasında süren yoğun ve aşırı değişken ruh halleri
    • Kronik boşluk hissi
    • Uygunsuz ve yoğun öfke veya öfke kontrol sorunları
    • Bazen başka insanların niyetiyle ilgili mantıksız korkuların eşlik ettiği güvenme güçlüğü
    • Kendinden kopmuş gibi hissetme, kendini vücudunun dışındaymış gibi hissetme gibi dissosiyasyonlar ve gerçek dışı hisler

    Erkeklerde BKB belirtileri

    BKB’de erkekler ve kadınlar arasında kişisel özellikler, ek tanılar ve fayda görülen tedaviler açısından dikkate değer farklar vardır. 4 BKB olan erkekler, BKB olan kadınlara göre aşırı öfkeli davranışlar sergilemeye daha yatkındır ve daha fazla yenilik arayışına girerler.

    Ek tanılar ve komplikasyonlar

    BKB olan kadınlar yeme bozuklukları, ruh hali değişimleri, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğuna daha yatkınken, BKB olan erkekler madde kullanım bozukluklarına daha yatkındır. 5

    Bu durum, çalışmalardaki önyargıya katkıda bulunarak, erkekler genellikle hapse girerken veya ruh sağlığı konusunda yeterli şekilde temsil edilemezken neden kadınların daha sık tedaviye başvurduğu sorusunun cevabı olabilir.

    Madde kullanımı

    BKB olan erkeklerde, özellikle alkol bağımlılığı olmak üzere madde kullanım bozuklukları çok daha yaygındır. 6 Bir inceleme, BKB’de hayat boyu madde kullanımı oranının yaklaşık %75 oranında olduğunu gösterdi. 7

    Kendine zarar verme 

    BKB olan insanların yaklaşık %60-80’inin intihar amaçlı olmayan kendine zarar vermeye yönelik davranışlar sergilediği tahmin ediliyor. 8

    Bir çalışma, BKB olan kadınların ve erkeklerin sergilediği kendine zarar vermeye yönelik davranışları inceledi ve bu kendine zarar vermeye yönelik davranışların sadece iki tanesinin erkeklerde daha yaygın görüldüğünü gösterdi. Bu iki davranış, bir yerlere kafa vurmak ve kasıtlı olarak işini kaybetmekti. 9 Yazarlar, kendine zarar vermeye yönelik belirli davranışlar açısından cinsiyete bağlı değişiklikler gözlemlenebileceği, ancak kendine zarar vermeye yönelik davranışların çoğunun cinsiyetler arasında benzerlik gösterdiği sonucuna vardı.

    Kişinin kendine zarar verdiğini gösteren belirtiler

    Aşağıdaki durumlarla karşılaşırsanız tanıdığınız biri kendine zarar vermeye yönelik hareketler sergiliyor olabilir:

    • Yaralar
    • Çizikler, morluklar, yanıklar
    • Etrafta bulunan kesici aletler
    • Kişinin sürekli uzun kollu ve pantolon giymesi
    • Kişinin cildini göstermekten kaçınması

    Antisosyal davranışlar

    Erkeklerde BKB tanısına paranoid, pasif agresif, narsistik, sadistik veya antisosyal kişilik bozukluklarının eşlik etmesi kadınlara göre daha olasıdır. Antisosyal kişilik bozukluğuyla olan bu bağlantı, erkeklerin tedavi görmek için bir sağlık kuruluşunda olmak yerine hapishanede olmasının sebeplerinden biri olarak gösterilebilir. Bir görüşe göre, kadınlarda duygusal dengesizlik sıkça gözlemlenirken erkeklerde ise yoğun öfke sıkça gözlemleniyor. 4

    Tedavi

    BKB olan kadınlara kıyasla ilaç tedavisine veya psikoterapiye başvuran erkek sayısı daha azdır.

    BKB olan kadınların tedavi geçmişini genellikle ilaç tedavisi ve psikoterapi oluştururken erkeklerin tedavi geçmişi genellikle madde kullanımına yönelik tedaviler oluşturuyor. 4

    Verywell’den bir söz

    Sosyal önyargı, BKB’nin erkeklerde daha az görüldüğü yanılgısıyla sonuçlanarak BKB olan erkeklere yanlış veya yetersiz tanı konulmasında rol oynar. BKB, uç duygularla dolu bir bozukluk olarak görülebilir. Ancak durum bundan daha fazlasıdır ve belirtiler erkekler ve kadınlarda farklı şekilde görülebilir. Bu, erkeklerin ve kadınların BKB için farklı tedavi ihtiyaçlarının olduğu anlamına gelir.

    BKB için yardım almanın ilk adımı, bir sorun olduğunun farkına varmaktır. Siz veya bir yakınınızın BKB belirtileri göstermesi durumunda, uygun tanı ve hızlı tedavi için bir ruh sağlığı uzmanına danışmak önemlidir.

    Referanslar

    1National Institute on Mental Health. Borderline Personality Disorder.

    2Cleveland Clinic. Borderline Personality Disorder (BPD).

    3Ellison WD, Rosenstein LK, Morgan TA, Zimmerman M. Community and Clinical Epidemiology of Borderline Personality Disorder. Psychiatr Clin North Am. 2018 Dec;41(4):561-573. doi: 10.1016/j.psc.2018.07.008

    4Sansone RA, Sansone LA. Gender patterns in borderline personality disorder. Innov Clin Neurosci. 2011 May;8(5):16-20.

    5Reas DL, Rø Ø, Karterud S, Hummelen B, Pedersen G. Eating disorders in a large clinical sample of men and women with personality disorders. Int J Eat Disord. 2013 Dec;46(8):801-9. doi: 10.1002/eat.22176

    6Tadić A, Wagner S, Hoch J, Başkaya O, von Cube R, Skaletz C, Lieb K, Dahmen N. Gender differences in axis I and axis II comorbidity in patients with borderline personality disorder. Psychopathology. 2009;42(4):257-63. doi: 10.1159/000224149

    7Trull TJ, Freeman LK, Vebares TJ, Choate AM, Helle AC, Wycoff AM. Borderline personality disorder and substance use disorders: an updated review. Borderline Personal Disord Emot Dysregul. 2018;5:15.

    8BrickmanBrickman LJ, Ammerman BA, Look AE, Berman ME, McCloskey MS. The relationship between non-suicidal self-injury and borderline personality disorder symptoms in a college sample. Borderline Personal Disord Emot Dysregul. 2014 Sep 25;1:14. doi: 10.1186/2051-6673-1-14

    9Sansone RA, Lam C, Wiederman MW. Self-harm behaviors in borderline personality: an analysis by gender. J Nerv Ment Dis. 2010;198(12):914-915.

    Kimberly Charleson tarafıdan yazılmış,10 Mart 2021 tarihinde güncellenmiştir;  Dr. Steven Gans tarafından tıbbi olarak incelenmiştir. (15 Nisan 2022)

  • Borderline kişilik bozukluğu testi

    Yönerge: Aşağıda kişilerin kendileri hakkında kullandıkları ifadeler bulacaksınız. Bu ifadelerin sizin için de geçerli olup olmadığına karar vermelisiniz. Lütfen aşağıdaki tüm ifadeler için son iki yıl ve öncesinde SİZİ EN İYİ TANIMLADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ en uygun seçeneği işaretleyiniz. Yanıtınız doğru ise D seçeneğini daire içine alınız. Eğer yanıtınız yanlış ise Y seçeneğini daire içine alınız. Unutmayın, herkes birbirinden farklıdır. Doğru, yanlış, ya da hileli yanıt yoktur! Olabildiğince dürüst yanıtlar vermeye özen gösteriniz ve her bir soruda uzun süre düşünmeden yanıt vermeye dikkat ediniz. Bazen karar vermek sizin için zor olsa bile, lütfen tüm soruları yanıtlamaya çalışınız.

    1.İşleri çoğu kez, üzerinde fazla düşünmeden yaparım.DY
    2.Çoğu kez ‘birden bire’ depresif ve anksiyeteli hissederim. D Y
    3.İnsanlar çoğu kez beni terk ederler. D Y
    4.Arkadaşlarım tarafından nadiren hayal kırıklığına uğrarım. D Y
    5.Kendimi diğer kişilerden (derece olarak) daha aşağıda hissederim. D Y
    6.Geçmişte kendine zarar verme davranışında bulunmakla tehdit ettiğim oldu. D Y
    7.Hayatımla ilgili bir şeyler yapmak için becerilerimin var olduğuna inanmıyorum. D Y
    8.Nadiren diğer insanlara kızarım. D Y
    9.Bazen gerçek olmadığım duygusuna kapılırım. D Y
    10.Uzunca bir süre tanımadığım birisiyle cinsel ilişkide bulunmam. D Y
    11.Bazen kendimi anksiyeteli ya da gergin hissederim, bir kaç saat sonra da üzgün hissederim. D Y
    12.Bana yakın olan insanlar öldüğünde ya da beni bıraktıklarında, kendimi terk edilmiş hissederim. D Y
    13.Potansiyel dostlukları çoğu kez abartır, sonra da yürümeyeceklerini anlarım. D Y
    14.Diğer insanlar gibi olsaydım kendimi iyi hissederdim. D Y
    15.Kasıtlı olarak, kendimi öldürmeye çalışmaksızın, kendime zarar vermeye çalıştım. D Y
    16.Genel olarak, hayatım çok sıkıcıdır. D Y
    17.Sık sık fiziksel kavgalar ederim. D Y
    18.Bazen birilerinin peşimde olduğu hissine kapılırım. D Y
    19.Arkadaşlarım duygularımın çok hızlı bir şekilde değiştiğini söylerler. D Y
    20.Yalnız zaman geçirmekten korkarım. D Y
    21.Güvenilir görünen insanlar çoğu kez beni hayal kırıklığına uğratırlar. D Y
    22.Geçmişte intihar girişiminde bulundum. D Y
    23.Çoğu kez başkalarına sunacak hiçbir şeyim yok gibi hissederim. D Y
    24.Öfkelendiğimde kendimi kontrol edememe sorunum var. D Y
    25.Başkalarının zihnini okuyabilirim. D Y
    26.Kokain, eroin gibi ağır uyuşturucu maddeler denedim. D Y
    27.Duygu durumum gün boyunca mutluluk, öfke, anksiyete ve depresyon arasında sık sık gider gelir. D Y
    28.Arkadaşlarımdan ayrıldığımda, onları tekrar göreceğimden eminimdir. D Y
    29.Arkadaşlarım çoğu kez beni hayal kırıklığına uğratırlar. D Y
    30.Kendimi bilerek kestim. D Y
    31.Çoğu kez kendimi yalnız ve terk edilmiş hissederim. D Y
    32.Öfkelendiğimde kendimi kontrol etmede hiçbir zorluk çekmem. D Y
    33.Bazen başkalarının görmediği ya da duymadığı şeyler görür ve duyarım. D Y
    34.İlk buluşmada cinsel ilişkide bulunmak benim için alışılmamış değildir. D Y
    35.Bazen kendimi çok üzgün hissederim ama bu duygu hızlı bir şekilde geçer. D Y
    36.İnsanlar çoğu kez beni hayal kırıklığına uğratırlar. D Y
    37.Keşke bazı arkadaşlarım gibi olabilsem. D Y
    38.Dikkat çekmek için kendime zarar verdiğim oldu. D Y
    39.Farklı insanlarla farklı ortamlarda bulunduğumda bazen kim olduğumdam emin olmayacak derecede kendimi farklı hissederim. D Y
    40.Başkaları tarafından kolayca kızdırılırım. D Y
    41.Bazen başkalarının ne düşündüğünü gerçekten duyabilirim. D Y
    42.Canım istediğinde uyuşturucu maddeler kullanırım. D Y
    43.Nadiren kendimi üzgün ya da anksiyeteli hissederim. D Y
    44.Beni hiç kimse sevmiyor. D Y
    45.İnsanlara güvendiğimde, nadiren beni hayal kırıklığına uğratırlar. D Y
    46.İnsanların beni daha yakından tanıdıklarında, beni sevmeyeceklerini hissediyorum. D Y
    47.Kolayca öfkelenirim. D Y
    48.Başkalarının zihinlerini okumak mümkün değildir. D Y
    49.Bazen kendimi çok mutlu hissediyorum ama bu duygu hızlı bir şekilde değişebiliyor. D Y
    50.Onlara ihtiyacım olduğunda yanımda olmayacakları için, başkalarına bağımlı D Y olmakta zorlanırım. D Y
    51.Önem verdiğim kişilerle ilişkilerimde inişler ve çıkışlar çok olur. D Y
    52.Kendim gibi davranmada rahatımdır. D Y
    53.Asla kendime zarar girişiminde bulunmadım. D Y
    54.Nadiren yalnızlık hissederim. D Y
    55.Çoğu kez önemsiz şeylerin beni öfkelendirdiği olur. D Y
    56.Bazen gerçek olanla hayalimde canlandırdığım arasındaki farkı atlarım. D Y
    57.İçki içtiğim zaman, çok fazla içerim. D Y
    58.Kendimi huysuz, geçimsiz bir kişi olarak düşünürüm. D Y
    59.İnsanlar çoğu kez beni terk ettikleri için, onlarla yakın ilişkiler geliştirmede zorluk çekerim. D Y
    60.Onlara ihtiyacım olduğunda arkadaşlarım her zaman yanımda olurlar. D Y
    61.Keşke bir başkası olsaydım. D Y
    62.Hayatımın ilginç olmadığını hissediyorum. D Y
    63.Öfkelendiğim zaman, bazen eşyalara vurup kırabilirim. D Y
    64.Çoğu kez aşırı hız nedeniyle trafik cezası alırım. D Y
    65.Çoğu kez duygusal açıdan bir ‘lunapark treninin’ üzerindeymiş gibi hissederim. D Y
    66.Ailem tarafından terk edilmiş gibi hissediyorum. D Y
    67.Kim olduğum konusunda kendimi çok rahat hissediyorum. D Y
    68.Çoğu kez işleri fazla düşünmeden, dürtüsel olarak yaparım. D Y
    69.Hayatımın bir amacı yoktur. D Y
    70.Gelecekte ne yapmak istediğimden emin değilim. D Y
    71.Bazen o kadar çok yiyorum ki, ya çok sancım oluyor ya da kendimi kusmak için zorlamak zorunda kalıyorum. D Y
    72.İnsanlar huysuz, geçimsiz bir kişi olduğumu düşünürler. D Y
    73.Sevdiğim insanlar beni çoğu kez bırakırlar. D Y
    74.Sosyal durumlarda, çoğu kez başkalarının zihnimden geçenleri sezeceklerini ve onlara sunabileceğim pek bir şey olmadığını fark edeceklerini hissederim. D Y
    75.Kendime zarar vermeye çalıştığım için hastanede yattığım olmuştur. D Y
    76.Çoğu kez boşluk duygusu hissederim. D Y
    77.Başkaları beni çoğu kez öfkelendirir. D Y
    78.Değer verdiğim birisinin beni bırakacağını düşünmek beni çoğu kez çılgına çevirir. D Y
    79.Uzun vadeli amaçlarım konusunda kafam karışıktır. D Y
    80.Başkaları çok çabuk öfkelendiğimi söylerler. D Y
    Dürtüsellik11026344257646871
    Duygulanımda kararsızlık2111927354349586572
    Terk edilme3122028445059667378
    İlişkiler413212936455160
    Kendilik imgesi51437465261677074
    İntihar/ kendini yaralama davranışı6152230385375
    Boşluk duygusu7162331395462697679
    Yoğun öfke8172432404755637780
    Psikoz benzeri durumlar9182533414856

    Borderline kişilik bozukluğu testi hakkında

    Ölçeğin adı: Borderline Kişilik Ölçeği (Borderline Personality Questionnaire) (BPQ)

    Poreh ve ark. (2006) tarafından oluşturulmuş, 80 sorudan oluşan ve DSM-IV kriterlerine göre hazırlanmış bir ölçektir. Ölçeğin toplam 9 boyutu bulunmaktadır .

    BPQ ölçeğinin geliştirilmesindeki amaç; DSM-IV tarafından tanımlanan her borderline kişilik bozukluğu kriteri için ayrı alt ölçekler içeren kendini değerlendirme ölçeği geliştirmektir. Ölçek, geliştirilirken, ABD’nin Ortabatı bölgesinde bulunan bir okulda sağlıklı örneklem grubuna uygulanmıştır. Ölçeğin psikometrik özelliklerini ortaya koymak için İngiltere, Avusturalya ve Amerika birleşik devletleri örneklem grubu kullanılmıştır.1

    Poreh vd. (2006) tarafından geliştirilen ve geçerlilik güvenirlik çalışmaları yapılan BPQ Borderline kişiliğinin özelliklerinin DSM-IV ölçütlerine göre değerlendirildiği ve 80 maddeden oluşan bir kendini değerlendirme ölçeğidir. DSM-IV’deki her ölçüt için ayrı bir alt ölçek bulundurmaktadır. Ölçeğin Geçerlik ve güvenirlik çalışması toplam 763 üniversite öğrencisi üzerinde yapılmıştır. BPQ iç tutarlılık katsayısı 0.65 ile 0.84 arasında elde edilmiştir. Tüm test için 65 maddelik ölçeğin Cronbach α değeri 0.94 olarak bulunmuştur.1

    BPQ ölçeği toplam 9 alt ölçekten oluşmaktadır. Puanlaması ise her alt ölçek için maddeler eklenerek yapılır. Toplam puan alt ölçeklerin toplamıdır. Tüm ölçekler içinde pozitif olarak puanlandırılan (D=1, Y=0) maddelerin altı çizilmemiş, negatif olarak puanlandırılan maddelerin altı çizilmiştir (D=0, Y=1). BPQ ölçeğinin alt ölçeklerini oluşturan maddeler aşağıdaki gibidir.1

    Referanslar
    1. chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/viewer.html?pdfurl=https%3A%2F%2Ftoad.halileksi.net%2Fsites%2Fdefault%2Ffiles%2Fpdf%2Fborderline-kisilik-olcegi-turkce-bpq-toad.pdf&clen=2575866&chunk=true
    2. chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/viewer.html?pdfurl=https%3A%2F%2Ftoad.halileksi.net%2Fsites%2Fdefault%2Ffiles%2Fpdf%2Fborderline-kisilik-olcegi-turkce-bpq-toad.pdf&clen=2575866&chunk=true