Kategori: Genel

  • İlişki terapisi nedir? İlişki terapisti kimdir?

    İlişki terapisti – İstabul’un Beylikdüzü ilçesinde ilişki terapisti arıyorsanız, ön görüşme ve randevu için bize ulaşabilirsiniz.

    Okuyacağınız metin, “İlişki terapisi nedir?” ve “İlişki terapisti kimdir, size nasıl yardım edebilir?” sorularına cevap aramaya çalıştığımız bir tanıtım yazısıdır. Bunun anlamı şudur: Akademik bir makale ile karşı karşıya değilsiniz fakat, literatüre yaslanan ve ilişki terapisinin ne olduğunu anlatan bir metin okuyacaksınız.

    Bu metinde okuyacaklarınız, bir ilişki terapisti olarak benim bakış açımı ve kavramsallaştırmamı yansıtmaktadır. Başka metinlerde, başka bakış açılarıyla karşılaşabilirsiniz.

    Giriş

    İlişki, hepimizin, her an deneyimlediği bir yaşantıdır. Bazen kendimizle ilişki içindeyizdir, bazen elimizdeki bir nesneyle. Bazen bir kediyi severek bazen bir ağacı budayarak, doğayla ilişki kuruyoruz. Bazen muhabbet ederek sevgilimizle ilişki kurarız, bazen de dua ederek Allah’la.

    Bizler bir ilişkiden doğan ve bir ilişki dünyasına doğan varlıklarız. Yani hayata gelebilmemiz ve hayatta kalabilmemiz ancak ilişki ile mümkündür. Bu yüzdendir ki Martin Buber, “Önce ilişki vardı.” der. Dolayısıyla insan, ilişkisiz düşünülemez. İnsanın ilişki içinde var olması durumuna “ilişki-içinde-kendilik” diyebililiriz. Buna göre ben dediğimiz şey, yaşadığımız ilişkilerin bir ürünüdür. Özetle ilişki, kendisinden asla ayrı kalamayacağımız, bizi biz yapan insani bir olgudur.

    Giriş kısmının ilk cümlesi, ilişki dünyamızın çok yönlü oluşuna dikkat çekiyor. Yani biz, kendimizle, diğer insanlarla, doğayla, eşyayla ve Allah’la ilişki kurarız. Bu bir durum olarak kabul edilmelidir. Bu yüzden, “Böyle olması iyi midir, kötü müdür?” sorusu çok işimize yaramaz diye düşünüyorum. Nasıl ki yağmur yağar aynı şekilde de insan ilişki kurar diyebiliriz. O halde bize düşen, nasıl bir ilişki yaşadığımızı anlama ve gerekirse değiştirme çabası olabilir ancak.

    İlişki terapisi nedir?

    İlişki terapisi (relationship therapy), merkezinde iki kavramı barındırır: ilişki ve psikoterapi. İlişki (relationship), Türk Dil Kurumu’nun, Güncel Türkçe Sözlüğünde, iki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas anlamları ile karşılık buluyor. Psikoterapi (psychotherapy) ise, ruhsal yollarla, konuşma yoluyla iyileştirme demek.

    İlişki terapisi, insan ilişkilerinin, ilişkinin tarafları açısından daha doyum verici hale getirilmesi için gerçekleştirilen bir psikoterapi sürecidir.

    Bu tanım açısından önemli noktalardan biri, yardım çabasının psikolojik bir temel üzerine oturtulmasıdır. Psikolojik temel ile kastedilen ise, yardım sürecinde psikoloji ve psikoterapi gibi, insanı anlama disiplinlerinin referans alınmasıdır. Yani ilişki terapisi, birinin ötekine, “Bence şöyle yapmalısın.” dediği bir süreç değildir.

    Psikoterapi alanında, psikanalitik psikoterapi, bilişsel davranışçı terapi, şema terapi, duygu odaklı terapi gibi pek çok disiplin söz konusudur. Tüm farklılıklarına rağmen, bu disiplinler bir ortak noktada buluşurlar: kendi içinde teorik bir tutarlılık. Bir ilişki terapisti de, danışanlarına yardım etmeye çalışırken mensubu olduğu psikoterapi ekolü çerçevesinde yardım sunar. Dolayısıyla, amiyane tabirle, kafasına göre konuşamaz bir ilişki terapisti. İlişki terapisi, belirli bir psikolojik disiplini referans alan bilimsel bir süreç, ilişki terapisti de, söz konusu disipline yaslanan profesyonel bir uzmandır.

    İlişki terapisi hangi ilişkileri kapsar?

    Benim -yukarıdaki- ilişki terapisi tanımım, bütün insan ilişkilerini kapsıyor. İlişki terapisine konu olabilecek bazı ilişkilere şunları örnek olarak verebilirim: Karı koca ilişkisi, arkadaş ilişkisi, kardeş ilişkisi, işçi-patron ilişkisi, ebeveyn-çocuk ilişkisi, sevgili ilişkisi, gelin-kaynana ilişkisi vb. Söz gelimi, miras paylaşımında sorun yaşayan iki kardeş, iş ilişkisinde sorun yaşayan bir işçi ve patronu, kızıyla iletişim sorunu yaşayan bir anne ilişki terapisi görebilir.

    Yakın veya romantik ilişkiler açısından kategorizasyon

    Ben, ilişki terapisine, bütün insan ilişkilerini kapsayabilecek bir hareket alanı belirliyorum. Bununla birlikte ilişki terapisi, psikoterapi literatüründe, daha çok yakın, romantik, duygusal ilişkilere dönük bir kavram olarak kullanılıyor.

    Yakın (romantik, duygusal) ilişkiler açısından bakarsak, ilişki terapisini bir üst çatı olarak görebilir, ilişkinin özelliklerine göre de, alt alanlar tanımlayabiliriz:

    Çift terapisi: Çift terapisi, evli olmayan ve duygusal (romantik) ilişki yaşayan çiftlerin, yaşadıkları sorunların çözümü ve ilişkilerinin daha doyum verici hale gelmesi için gerçekleştirilen ilişki terapisini ifade eder. (Bakınız: Çift terapisi nedir?)

    Evlilik terapisi: Evlilik terapisi, evli çiftlerin yaşadıkları sorunların çözümü ve ilişkilerinin daha doyum verici hale gelmesi için gerçekleştirilen ilişki terapisidir. (Bakınız: Evlilik terapisi nedir?)

    Aile terapisi: Aile terapisi, aile üyeleri yaşadıkları sorunların çözümü ve aile ilişkilerinin daha doyum verici hale gelmesi için gerçekleştirilen bir psikoterapi yöntemidir. (Bakınız: Aile terapisi nedir?)

    İlişki terapisi hangi durumlarda işe yarayabilir?

    İlişki terapisi, ilişkinin tarafları, gerçek anlamda bir değişim arıyorsa işlevsel olabilir, bir işe yarayabilir. Bir ilişki terapisti ile görüşüyor olmamız, o ilişkinin devamı için bir değişim aradığımızı garanti etmez. Sözgelimi, bilinçli halimizle, ilişki terapisti ile görüşüp, ilişkimizi daha doyum verici bir şekilde sürdürmeyi arzu ettiğimizi düşünebilir, söyleyebiliriz. Ancak bilinçdışı düzlemde, kendimize ve/veya partnerimize, ilişki terapisinin de bir işe yaramadığını göstermek istiyor olabiliriz.

    İlişki terapisi, değişim sahiden isteniyorsa işe yarayabilir.

    İlişki terapisinin nihai amacı ilişkide bir değişim sağlamaktır. Bazen -belki de çoğunlukla- söz konusu değişimi karşı tarafın tutumlarıyla ilişkilendiririz. Her şeyin düzelmesi için muhatabımızın değişmesi gerekiyordur. İlişkideki değişim, ilişkinin taraflarının, bireysel sorumluluklarını üstlenmeleri ile mümkün olabilir. Taraflardan bağımsız, kerameti kendinden menkul bir ilişki düşünülemez ki.

    İlişki terapisi, taraflar, ilişkideki sorumluluklarına sahip çıkarsa işe yarayabilir.

    İlişki terapisi bir değişim sürecidir. Bu süreçte kişiler, kendilerine, duygu, düşünce ve eylemlerine, yaşadıkları sorunların oluşumu ve devamına olan etkilerine ve çözüme olan katkılarına dönük bir farkındalık sağlarlar. Bu farkındalık için, zamana, sabra, çabaya ve bedel ödemeye htiyacımız var.

    İlişki terapisi, taraflar, gerekli ve yeterli çabayı sarf ederlerse işe yarar.

    İlişki terapisi, bir ilişki terapisti tarafından gerçekleştirilir. Bu yüzden, ilişki terapisinin işe yaraması, ilişki terapistine de bağlıdır. Yeterince yetkin olmayan ilişki terapisti, ilişkide olumlu bir değişime katkı sunamayabileceği gibi, danışanların, terapiye ve değişime dönük heveslerini de kırabilir.

    İlişki terapisti, yeterince yetkin ve donanımlı olursa, ilişki terapisi bir işe yarayabilir.

    İlişki terapisi için bazı temel kabuller

    İlişki terapisinin merkezine oturttuğumuz bazı temel kabulleri şöyle sıralayabiliriz:

    • İnsan ilişkisi çok temel bir ihtiyaçtır: Hem hayata tutunabilmek hem de hayatı doyum verici bir şekilde yaşayabilmek için, doyum verici, anlamlı insan ilişkilerine ihtiyacımız vardır. İnsan ilişkilerinin önemine olan vurguyu “Önce ilişki vardı.” sözüyle Martin Buber çok latif bir şekilde ifade etmektedir. İnsani ilişki kurmak aslında bir tercih değil insani bir mecburiyettir; yemek yemek, uyumak gibi.
    • İlişkiler psikolojik yaşantımıza etki eder: Kötü ilişki ağı içerisinde iyi hissedebilmek, başka bir sorunun (mesela narsisizm) göstergesi olabilir. Dolayısıyla, iyi ilişkinin ve kötü ilişkinin bize etki ettiği reddedilemez bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
    • İlişkiler geliştirilebilir: İlk etapta, içinde doğduğumuz ilişki yapıları, şu anda sağlıklı ilişkiler geliştirmemizin önünde ciddi bir engel teşkil etse de, psikoterapi deneyimleri, ilişki kurma biçimlerimizi değiştirebileceğimizi bize gösteriyor.
    • İlişkiler karşılıklı oluşturulur: İlişki terapisi için en önemli ilkelerden birisi budur. Psikoterapi desteği almaya gelen kişilerin çok çok büyük bir kısmı, ilişkiler söz konusu olduğunda kendilerini edilgen bir pozisyonda algılama eğilimi göstermektedirler. Yani onlara kötü davranılmıştır, onlar aldatılmıştır, onlar terk edilmiştir, onlar yeterince sevilmemiştir vb. Tabii ki hayatımızdaki insanlar her zaman bizim ihtiyaçlarımıza ve beklentilerimize uygun davranmayabilirler; ancak, ilişkilerimizde bizim de en az öteki kadar etkimiz olduğunu kabul ederek işe başlayabiliriz.
    • İlişki terapisi bir süreçtir: İlişkiler zamanla kurulan dolayısıyla, değişim için de zamana ihtiyaç duyan yapılardır. İlişki terapisi içinde, kendimizi, karşımızdakini ve ilişkimizi yeni bir gözle değerlendirmeyi öğreniriz.
    • İhtiyacımız olan ilişkidir: Hepimizin doyum verici ilişkilere ihtiyacı var. Ancak bu, belirli bir kişiyle, ilişkinin belirli bir biçimine ihtiyacımız olduğu anlamına gelmez. Bu bakış, bizi, ilişkimizde de daha özgür hale getirebilir.

    İlişki terapisti

    Bireylerin yaşadığı duygusal ve davranışsal sorunların çözümüne yardımcı olan ve insanların ruh sağlıklarını korunmasını amaçlayan tekniklerin genel adı olan psikoterapi, birçok alana ayrılır:

    • Bireysel Terapi
    • İlişki Terapisi
    • Aile Terapisi
    • Çocuk Terapisi
    • Grup Terapisi

    Bu tekniklerin özel olarak eğitimini almış olan psikolog, psikiyatr ve psikolojik danışmanlara ise psikoterapist adı verilir. Fakat her psikoterapist yukarıda belirlenen her alanın terapisini yapamaz. Alana göre standartlaştırılmış eğitimlerin de alınması da gereklidir.

    İlişki terapisti kimdir?

    İnsan ilişkilerinde hayatımızda en önemli yeri kaplayan romantik ilişkiler aynı zamanda hayatımızın kalitesini en çok etkileyen etkendir. Bu yüzden yaşanan herhangi bir sorun arkadaşlık ilişkilerindeki sorunlardan daha çabuk ve daha etkili şekilde düzeltilip soruna ulaşılmalıdır. Bu sorunları düzeltme aşamasında bazen çiftler kendi kendine fazla etkili olamayabileceği gibi, aynı zamanda sorunların kaynağı kişilerin kendi kendine düzeltemeyeceği bir durum olmayabilir. Böyle durumlarda kabullenip devam etmek insanlara zarar verir. İlişki terapisti ise alana özel standartlaştırılmış eğitimleri alıp bu konuda uzman olmuş psikoterapistlerdir. 

    İlişki terapisti ne yapar?

    İlişki terapistleri çiftlerin arasındaki şiddet, aldatma gibi krizleri çözmelerinde, ilişkide yaşanan sorunlardan yola çıkarak ilişkiyi bitirip bitirmemeye karar verilmesinde ve cinsellikte yaşanan sorunların çözümünde yardımcı olmaktadır. İlişki terapisi için sadece büyük sorunlara ihtiyaç yoktur, ilişki kalitesini arttırmak veya aradaki bağı kuvvetlendirmek için de ilişki terapisine başvurulabilir.

    İlişkilerde çokça bulunan paspas altına itilmiş problemler ve düşünceler farkına varılmadan alakasız durumlarda sinir ile ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda dışarıdan bir uzmandan yardım almak en iyi çözüm yoludur. İlişki terapistleri çiftlerin bireysel odağından çok biraz daha “biz” gözüyle ilişkiye bakmalarına yardımcı olur. Kişilik özelliklerini değiştirmek yerine ifade ve mizaç değişimi amaçlanır.

    İlişki terapisi nasıl yapılır?

     İlişki terapisi yapılırken terapistler oluşan problemi dinleyip haksızlığa kanaat getirmektense, çiftlere olan eşit mesafesiyle çiftlerin ilişkideki rollerinin ve iletişiminin altını çizerek çiftlere yardımcı olur. Terapistiniz size uygulamalı bazı görevler verebilir. Her seanstan sonra gelişiminizi bu görev ve ödevlere borçlu olursunuz. İlişki terapisindeki amaç ilişkideki yanlış tarafları düzeltmektense çiftlerin gözünü açmaktır. Objektif bir şekilde değerlendirilir ve aynı zamanda güçlü ve zayıf yönlerinizi görürsünüz. Çiftlerin arasında doğan tartışmalar ve anlaşmazlık kişilerin kendi kişisel özelliklerinde de doğabilmektedir,  ilişki terapistleri ise aynı zamanda bu sorunları bireysel olarak çözerken de yardımcı olmaktadır.

    İlişki terapistine ne zaman başvurabilirsiniz?

    • Eğer eşinizin sizi anlamadığını düşünüyorsanız
    • Aranızda artık sevgi veya saygı kalmadığını hissediyorsanız
    • İlişkinizde ters giden birtakım şeyler olduğunu fark ettiyseniz
    • Cinsel hayatınızdaki eski heyecan yoksa
    • Cinsel hayatınızda en baştan beri sıkıntılarınız varsa
    • Evlilik öncesi göz yumulan sorun ve farklılıkların artık göze battığını düşünüyorsanız
    • Kafanızda boşanma kararı varsa
    • Duygusal istismar veya şiddete maruz kalıyorsanız
    • Eşinizde artan zararlı madde kullanımı gözlemliyorsanız
    • Objektif ve dışarıdan bir göze ihtiyacınız varsa
    • Eşinizle aranızdaki iletişimin bozuk olduğunu düşünüyorsanız veyahut sağlıklı bir ayrılma süreci yaşamak istiyorsanız
    • Eşinizle aranızdaki duygu ve bağlılığın bir şeyler tarafından olumsuz etkilendiğini düşünüyorsanız, ilişki terapisine başvurabilirsiniz.

    İlişki terapisinin amacı nedir?

    İnsan ilişkilerini sürdürmek her zaman zordur. Her insanın diğeriyle uyumu farklı olduğundan özellikle yakın ve romantik ilişkilerde bu duruma bağlı sorunlar ortaya çıkabilir. İlk baştaki amaç ilişkinin yapı taşlarındaki sıkıntıları düzeltmek olsa da hiçbir ilişki sonsuza kadar sürmek zorunda değildir. İlişki terapisinde ayrılmaya yönelik kararlar vermek de gayet mümkündür.

    İlişki terapisine başvurmak için büyük bir tartışmayı beklemek gerekli değildir. Küçük sorunlar çıktığında çözüm yoluna nasıl ulaşılabileceğini öğrenmek ve görmek için de başvurulabilir. İlişkinin başında, evlilikten önce ilişki terapisine başvurmak yararlıdır. İlişki terapisti size boşanın veya boşanmayın diyemez, sadece ilişkinin gidiş yolundaki sorunları çözme yolunda size dışarıdan bir profesyonel bakış oluşturur.

    İlişki terapisine ne zaman başvurulduğu önemli midir?

    Çoğu zaman çiftlerin arasında yaşanan küçük problemler anlık sinirlilik durumuyla veya yanlış kelime kullanımıyla çok büyük sorunlara evirilebiliyor. Bu yüzden yaşanan problemleri ilk fark ettiğiniz zamanlarda bir ilişki terapistine başvurmak sizin için en doğru karar olacaktır. En erken zamanda başvurmak sizi olası büyük olay ve tartışmalardan korur, aynı zamanda ilişkinizdeki bağı korumanıza yardımcı olur. Zamanınızı iyi değerlendirmek dışında ne zaman başvurduğunuzun bir önemi yoktur. Evliliğinizin her döneminde hatta evlilik öncesinde de başvurabilirsiniz.

    Bizler yaşam boyu gelişirken, hayatımızı paylaşmayı seçtiğimiz ailemizde de birkaç önemli gelişim noktası bulunur. Bunların arasında:

    • Yeni ve küçük çocuk dönemi
    • Ergen çocuk dönemi
    • Çiftlerin orta yaş dönemi ve ilerisi   bulunur.

    Bu dönemlerde bir ilişki terapistine başvurmanız size hem var olan sorunları çözmek için hem de ileriye dönük çıkabilecek sorunları engellemek için yardımcı olacaktır.

    İlişkit terapistleri size hangi konularda yardımcı olabilir?

    • Aldatma sorunları
    • Çatışma
    • Aile içi şiddet
    • Bağ kopukluğu
    • İletişim problemleri
    • Üçüncü kişilerin veya olayların çokça ilişkiye yansıması
    • Çocuk yetiştirme problemleri
    • Boşanma ve ayrılma isteği

    İlişki terapisine başvurmak konusunda çiftlerin anlaşmazlığı durumunda ne yapılabilir?

    İlişki terapisinde partnerlerin terapiye gelmesi önemli bir noktadır. Terapide konuşulacak konular bireysel konular olmadığından, bir diğer partnerin orda olmayışı terapiyi “ilişki” terapisinden çıkarır fakat yine de ilişkinizdeki olaylara ve sizin kafanızdaki soru işaretlerine çözim bulunabilir. Sadece başvurduğunuz bazı konularda eşinizin bakış açısı ve duyguları da çözüm için gereklidir, böyle durumlarda eşinizin duygu ve düşünce kısmı büyük bir soru işareti olacağından, çözüme ulaşılması zor olur.

    Partnerlerin bu konuda anlaşamaması ve bir partnerin terapiye gelmeyi reddetmesi çoğunlukla karşılaşılan bir durumdur. Bunların ana nedenlerinden biri sorunlarla yüzleşememek, bir diğeri ise terapinin işe yaraması konusundaki şüphelerdir.  Bu sorunları partnerinizle konuşmayı tercih edebilirsiniz.  Partnerinizin ilişki terapisini yanlış anlamadığından emin olun. İlişki terapisi çiftleri boşanma yoluna götürmez, bunu partnerinize hatırlatın.

    Yüzleşilemeyen sorunların en büyüklerinden biri ise cinselliktir. Cinselliğin çiftlerin arasındaki bağda, ilişkinin genel mutluluğunda ve bireylerin hayat kalitesinde reddedilemeyecek bir payı vardır. Yaşanan sorunlar göz ardı edilmemelidir. Çiftlerin arasındaki bazı problemler cinsel uyumsuzluğa veyahut çeşitli psikolojik hastalıklara dayanabilmektedir. Bunları çözmek için ise bir profesyonelin desteği her zaman diğer çözüm seçeneklerinden daha mantıklı ve yararlı olacaktır.

    Evlilik öncesi terapi neden önemlidir?

    Belirli bir süre boyunca yaşanan bireysel hayat, çift kişili hayata dönüşünce bazı uyum problemleri yaşanabilir. Bu uyum problemlerini yeni evli safhasına gelmeden tespit etmek ve çözmek için evlilik öncesi terapisi önemli bir yere sahiptir.

    Yeni bir düzene geçmek, iki ailenin birleşmesi, ailelere karşı duyulan sorumluluklar ve bazen de ailelerin yaptığı baskılar çiftlere büyük bir stres yaratır. Bu stres ve ailelerin etkileşimleri çiftlerin arasındaki bağı, anlaşmayı ve huzuru zedeleyebilir. Bunların üstesinden gelmek için de evlilik öncesi ilişki terapisi önemlidir.

    Hiçbir sorun yaşanmasa bile bir profesyonelden yol kılavuzluğu tadında bir terapi çiftlerin gelecek yılları için yararlı olabilir.

    İlişki terapisi ya işe yaramazsa?

    İlişki terapisinin amaçladığı belirli bir son yoktur. Her çiftin terapisi farklı bir sona ulaşabilir. Terapinin konusu ilişkinin ayrılıkla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı değil, ilişkideki çeşitli problemleri (İletişim bozukluğu, duygu kaybı, aldatılma, cinsel problemler vs.) profesyonel ve objektif bir üçüncü göz ile çözüme ulaşıp ulaşamayacağıdır.

    İlişki terapisti, bir kılavuz görevi görür; sorularla ve çiftlerin vereceği cevaplarla çiftlerin ortak bir noktaya varmasını sağlar. Ortak olan nokta ayrılıksa terapi sağlıklı bir ayrılığa yardımcı olur fakat bazen çiftlerin terapiye gelirken kafalarında olan ayrılık, farkındalık ve çiftlerin özverisi ile çözüme ulaşabilir. Aynı zamanda cinsel problemler de bireysel terapi, ilaç veya doktor yardımı ile çözüme ulaşabilir.

    İlişki terapisinin avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır fakat bunları engellemek yine çiftlerin elindedir. Örnek olarak, diğer eşten habersiz terapistle iletişime geçmeye çalışmak, spesifik olayları veya sırları saklamak verilebilir.

    İlişki terapisinin bir sonuca ulaşabilmesi için erken başvuru gereklidir. Birçok çift terapiye geç başvurmalarına rağmen bir sonuç beklemektedir, ilişki terapisi başvurulacak son nokta olmamalıdır.

    Çiftlerin terapi sırasında duvarlarını kaldırması gerekmektedir. Terapiyi sadece diğer eşin değişimi için istemek ve buna uygun davranmak yanlış bir harekettir. Eşler farklı istekler ve amaçlarla terapiye başvurmamalıdır, çünkü ilişki terapisi, çiftlerin ortak bir noktaya ulaşması için bir kılavuz görevi görmektedir.

  • Çift terapisi nedir?

    Beylikdüzü’nde çift terapisi arayışında olanlar için hazırladığım içeriğe hoş geldiniz.

    Çift terapisi, son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen ve ihtiyaç duyulan bir psikoterapi yaklaşımlarından biri oldu. Bunda zamanın ruhu, psikoterapi uygulamalarının gelişmesi gibi faktörlerin etkili olduğunu düşünüyorum.

    Peki nedir bu çift terapisi?  Duygusal birliktelik yaşayan çiftlerin ilişkilerindeki doyumu ve mutluluğu arttırmak amacıyla başvurdukları bir psikoterapi yöntemidir.

    Çift terapisi, birbirleriyle problem, tartışma yaşayan iki insanın iletişim kurma biçimlerini iyileştirmek adına düzenlenmiş bir psikoterapidir.

    Çoğunlukla evli çiftlerin talep ettiği bir terapi şekli olsa da, çift terapisine flört eden, nişanlı olan ya da sevgili olan bireyler de gelebilir.

    Çift terapisinin temel amacı, söz konusu çiftin ilişkisini daha işlevsel hale getirmektir. Dolayısıyla, çift terapisinde temel gündem ilişkidir. İlişkide problem olarak görülen durumlar ele alınır ve bireylerin çözüme ulaşmaları konusunda çalışılır.

    Çift terapisini bireysel terapiden ayıran en temel özellik, bireysel terapinin bireye, çift terapisinin ise, çiftin ilişkisine odaklanmasıdır. Çiftler ilişkiyi birlikte oluştururlar ve şayet bir problem varsa bu iki kişiyi de ilgilendirir. Bu nedenle ortak bir çalışma yapmak önemlidir.

    Çift terapisti, ilişkideki sorunu ele almak için her iki tarafla da çalışır. Bazı çift terapistleri, zaman zaman, taraflardan sadece biri ile de görüşebilir.

    Son zamanlarda yapılan çalışmalar ne yazık ki boşanma oranlarının günden güne arttığını göstermektedir. Özellikle evlilik dönemindeki ilk yedi sene içerisinde boşanmaların daha fazla öne çıktığı görülmektedir. Günlük hayatın içinde, birliktelik yaşayan insanların pek çok sorun yaşaması ile birlikte ruh sağlığı alanındaki uzmanlar bu alanla ilgilenmeye ve çalışmalar yapmaya başlamışlardır.

    İlişki içerisinde sürekli olarak problem yaşamak her iki taraf için de sıkıntılı olacak ve ruhsal bozulmalara sebep olacaktır. Bu nedenle ilişkideki çözümsüzlükleri, yanlış inançları ve karşılıklı beklenti durumlarını konuşmak gerekir.

    Çift terapisinin temel prensibi çiftlerin birlikte belirlediği hedeflere ulaşmak için birlikte çözüm yolları aramaktır.  Terapi denince akla ilk olarak çoğu zaman evlilikteki sorunları kurtarmak, boşanma kararından vazgeçmek gelse de aslında evlilik öncesi, nişanlılık dönemi ya da flört döneminde dahi terapi desteği almak ilişkinin huzuru için büyük önem taşır. Birey olarak dahi hayat içerisinde birçok problemler ile karşılaşırken çift olduğumuzda da bu durum böyledir. İki insanın birbirinden farklı hayat görüşleri, yaşam tarzları, beklentileri zaman zaman çatışmalara yol açabilmektedir.

    İlişkilerde en önemli husus bir denge yakalamaktır. Her ilişkinin bambaşka dinamikleri olmakla birlikte konu şayet ilişki ise tek bir “doğru” yoktur. Bu nedenle kalıp yargılar ve beklentiler ile ilişkide mutluluğu yakalamak her zaman mümkün olmayabilir. Özellikle de evlilik öncesi dönemde terapi desteği almak evlilik sürecine kendini hazırlamak için önem taşır.

    Çift terapisi nasıl ortaya çıktı?

    Bir uzmanlık alanı olarak çift terapisinin geçmişi diğer alanlara nazaran daha az bilinmektedir. Bunun temel nedeni ise böyle bir alana ihtiyaç duyulmamasıdır. Çiftler, aralarındaki problemleri aşmak için bir psikolog, psikiyatr ya da aile danışmanından destek almak yerine din görevlileri ya da avukatlardan destek alma eğiliminde idiler.

    Evlilik, çift danışmanlığı alanında hizmet veren kurumlar 1930’larda Amerika’da kurulmaya başladı. Paul Popanoe tarafından Amerikan Aile İlişkileri Enstitüsü açıldı.  İkinci bir merkez olarak Abraham ve Hannah Stone da New York ‘da benzer bir klinik açtılar. 1942’den itibaren bu alanda çalışmalar yapan kişiler yıllık olarak bir araya gelmeye başladılar. 1945’te fikir alışverişinde bulunmak, mesleki bir standart oluşturmak ve daha kapsamlı araştırmalar yapmak için Amerikan Evlilik Danışmanları Birliği’ni kurdular. Daha sonraki aşamada ise meslek, bilgi verme yönelimli bir gruptan etik kuralları ve çeşitli eğitim merkezleri olan organize bir meslek haline geldi.

    Çift terapisi ne zaman gerekir?

    Çift terapisi son zamanlarda daha sıklıkla gündeme gelen bir çalışma alanı olmasına rağmen etki ve ilgi alanı büyüktür. Terapide temel amaç bireylere kendini ve partnerini anlamayı öğretmek ve durumlar karşısında etkili iletişim yolları kullanarak ortak bir dil geliştirebilmektir. İletişim kurmayı öğrenmek sorunların çözümü için atılacak ilk ve en büyük adımdır. Hiç tartışma yaşamayan, kavga etmeyen, sorun yaşamayan çiftler için sağlıklı bir ilişki diyemeyiz. Farklı fikirleri paylaşmayı, gerektiğinde tartışabilmeyi de çiftlerin öğrenmesi gerekir.

    Çiftlerin anlaşmak için olumlu hisler ve niyetler taşıması, gelişime açık olmaları söz konusu olduğunda problemlerin çözümü daha hızlı ve kolay olacaktır. Kimi durumlarda ilişkiyi bitirmek de bir seçenek olabilir. Şayet çiftler birbirleri ile iletişim kurmakta zorluk çekiyor, aradaki sevgi bağı sona ermiş ve birbirleri ile mutlu olamayacaklarını düşünüyorsa ilişkiyi sona erdirmekte bir seçenek olabilir. Böyle bir durumda terapi; çiftlerin en az hasarla ve sağlıklı bir şekilde ilişkinin sonlandırılmasına yardımcı olur.

    Birliktelik yaşadığımız, evlilik bağı kurduğumuz insanlarla zaman zaman bazı problemler yaşamamız olasıdır. Hayatın içinde her nasıl bazı durumlar ile başa çıkamayacak hale geliyorsak, ilişki içerisinde de bunu yaşamak mümkün. Partnerler eğer aralarındaki problemi çözme konusunda faydasız kalıyorsa bir uzmana danışmak da fayda var demektir. Tartışmaların şiddetinin artması, huzurun kaçması, partnerlerinin birbirleri ile iletişimlerinin gittikçe bozulması hatta kopması, durumu çözümsüz hale getirmek yerine sorunla yüzleşmek daha etkili bir adım olacaktır. Bunun yanı sıra çift terapisine başvurmak için illaki bir ilişkinin sonuna gelmek, büyük problemler yaşamak gerekmemektedir. Tam aksine sorunlar ortaya çıkmadan önce bir uzmandan bilgi almak ilişkinin sağlığı ve devamlılığı için etkili olacaktır.

     İnsan canlısı zamanla öğrenen, her daim öğrenmeye ve kendini geliştirmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Söz konusu ilişki olduğunda da öğreneceği pek çok yeni şey vardır. Bu nedenle çift terapisine önyargı ile yaklaşmamak gerekir. Günlük hayatın akışında, rutininde zaman zaman partnerimiz ile gerçek bir paylaşımda bulunmaya vakit ayıramıyoruz. Karşımızdaki insanı gerçekten dinlemeye ve anlamaya fırsat bulamıyoruz. Meşguliyetlerden kafamızı kaldırıp, kendimizi hayatın içinden sıyırıp içten bir şekilde birbirimize bir “Nasılsın?” bile demiyoruz çoğu zaman. Etkin dinlemekten uzaklaştıkça aradaki uçurum açılmaya başlıyor araya duvarlar örülüyor. Bunun önüne geçmek için aradaki iletişimi koparmamak gerekiyor.

    Sürekli kavgalar yaşanıyor ve bu bir kısır döngü haline geldiyse, çıkar bir yolun kalmadığını hissediyorsanız, ilişkinin geleceğini göremiyorsanız ve kendinizi ilişki içerisinde değersiz hissetmeye başladıysanız bir uzmandan yardım almak faydalı olacaktır.

    Çift terapisi ne kadar sürer?

    Çift terapisinde, farklı psikoterapi ekollerinin çalışma yöntemlerine göre seans sayısı değişir. Örnek vermek gerekirse uzman, kısa süreli çözüm odaklı terapi yöntemi ile ilerliyorsa 5 ile 10 seans arasında görüşme yapmak daha etkili olacaktır. Farklı psikoterapi ekollerine göre yol haritası farklılaşacaktır. Bu konuda çift terapistiniz ile görüşme yapabilir, bilgi alabilirsiniz. Çiftler ile 7 ila 10 gün de bir görüşme yapmak, beklentileri anlamak amacıyla faydalı olacaktır. Terapiyi sonlandırma seansı ise ilk seansta oluşturulan amaç ve hedeflere ulaşılmışsa ve ilişki içerisindeki işlevsellik yerli yerine oturmuşsa danışanların ve uzmanın ortak kararı ile sonlandırma yapılır.

    Çift terapisi, durum ve koşullara göre değişkenlik göstermekle birlikte sıklıkla ihtiyaç duyulan bir alandır.

    En sık başvurulan konular nelerdir?

    İlişkide yaşanan problemler kimi zaman partnerlerin bireysel problemlerinden kaynaklı olabilir. Böyle bir durum yaşamak; ilişki içerisindeki huzuru ve güven ortamını etkileyecektir. Çift terapisi bu problemi çözmede etkili bir yol olacaktır.

    Bir diğer sıklıkla karşılaşılan problem ise cinsel problemlerdir. Cinsellik, duygusal birlikteliklerin önemli bir temel taşı olduğundan bu alanda yaşanacak problem tüm ilişkiyi etkileyecektir. Yapılan araştırmalar sonucunda cinsellikle ilgili sorunların evlilik/ilişki sorunlarıyla paralellik gösterdiği görülmüştür. Cinsellik, iki insan arasındaki duygusal bağın bedenler yoluyla birbirine aktarımıdır. Partnerlerin birbirleri ile uyumlu olmaları, iletişimlerinin iyi olması ilişkinin huzurunu etkiler. Şayet böyle bir problem varsa çift terapisine ek olarak cinsel terapi de eşlik edebilir.

    Cinsellik ile ilgili sorunlarda öncelikle fizyolojik nedenler bir uzman tarafından araştırılmalıdır. Somut bir sonuç görülmediği taktirde bir cinsel terapist ile görüşmek gereklidir.

    Çift terapisinde kullanılan birçok yöntem vardır. Çift, ilişkileri üzerinde çalışmak ve çaba gösterme konusunda hevesli ise ilişkideki problemleri aşmak daha kolay olacaktır. İlişkinin başında her ne kadar herşey mükemmel gibi gözükse de zamanla bu durum değişebilir. Bireylerin fikirleri, hayat görüşleri ve hayattan beklentileri değişebilir. Bu ve bunun benzeri durumlar da ilişkinin dinamiğini etkileyecektir. Partnerler, yeniliklere karşı açık ve esnek olmalıdır.

    Çiftlerin sıklıkla gündeme getirdiği konulardan biri de ilişkide yaşanan güven problemleridir. Bir ilişkinin temel taşlarından biri olan güven konusu partnerler arasında sıklıkla soruna neden olabilir. Güven duygusu eksikliği nedeniyle tartışma yaşanabilir. Güven problemi birden fazla şekilde görülebilir.

    Bireylerin birbirlerine karşı olan güven problemleri ilişkinin huzurunu kaçıracak ve tartışmaların ana maddesi haline gelecektir. Bu nedenle güvensizliğin altında yatan temeller araştırılmalı ve çiftlerin birbirlerine güvenmeleri konusunda teşvik edilmeleri gereklidir.

    Diğer ülkelere nazaran daha kolektif bir yapı ve kültüre sahip olduğumuz için çiftlerin bir diğer sorun, birincil ailelerle yaşanan ilişkilerdir.

    Ailelerin, ilişkiye müdahale etmesi ve kendi doğrularını benimsetmeye çalışması çiftler arası çatışmaya neden olur. Aileler, çocukları kaç yaşına gelirse gelsin onları birer yetişkin olarak görmek yerine her zaman küçük bir çocuk muamelesi yapmaya devam eder ve ilişkide kendilerini söz sahibi olarak görürler.

    İlişkiye dışarıdan yapılan her türlü müdahale yıpratıcı ve yıkıcı olacaktır. Bu nedenle çiftlerin ailelerine artık birer yetişkin olduklarını belirtmeleri ve kendi doğruları ile hareket edeceklerini ifade etmeleri gerekir. Aksi halde partnerlerden biri taraf olmaya zorlanacaktır. Özellikle de evli çiftlerin çoğunlukla bu sorun nedeniyle çatışma yaşamaları olasıdır. Bu tarz bir sorun ile başvuran çiftlere terapi esnasında ilişkideki “sınırlar” üzerine yoğunlaşılması gerekildiği konusunda bilgilendirme yapılır.

    Yapılan bilimsel analizler sonucu boşanma oranının özellikle ebeveyn olma noktasında arttığı gözlenmiştir. Bunun temel nedeni ise bireylerin henüz ebeveyn olmaya kendilerini hazır hissetmemeleri ve ani bir kararla bu yola girmeleridir. Farklı beklentiler içerisinde olabilir ve bunun sonucunda da artan sorumluluklar karşısında kendilerini yıpranmış hissedebilirler. Bu da ilişkiye yansır. Bunun yanı sıra anne ve baba olduktan sonra rol karmaşasının yaşanması da bir diğer çatışma nedeni olarak karşımıza çıkar.

    Çocuğun dünyaya gelmesi ile birlikte bireyler eş olduklarını unutup yalnızca anne ve baba rollerine odaklanırlar. Birbirlerini ihmal etmeye başlamaları, ortak bir paylaşımda bulunmamaları, anne ve baba rollerinin dışında aslında eş, sevgili, karı-koca olduklarını göz ardı etmeleri ilişkinin dengelerini bozar. Daha az paylaşımda bulunmak ve iletişimsizlik aradaki bağın çözülmesine sebebiyet verebilir. Bu durumu aşmak için çift terapistinden bilgi alabilir ve terapistin ve danışanların ortak kararı ile küçük ödevler, alıştırmalar ile partnerlerin birbirlerine zaman ayırmaları sağlanabilir.

    Sorunların ortaya çıkışanına dikkat edildiğinde genellikle şu nokta dikkat çeker. İlişkinin en başında göz önünde olmayan, problem olarak görülmeyen, göz ardı edilen sorunlar zamanla su yüzüne çıkmaya başlar. Çiftlerin, sorumlulukları paylaşması aile büyüklerinin ilişkiye dahil edilmesi, arkadaşlarla olan ilişkilerin düzenlenmesi, uyum sağlamak önemlidir.

    Birliktelik yaşarken sık sık yapılan bir diğer hata ise problemler karşısında sorunun kaynağını dış etkenlerde aramaktır.  Bireyler kendi hislerinden, hatalarından bahsetmek yerine sorunu karşı tarafta aramaya ya da yıkmaya çalışır. Bu da sorunların aşılamaz hale gelmesine neden olur. Çift terapisinde bireyler kendi düşünce ve davranışları hakkında dürüstçe fikirlerini paylaşma fırsatı bulurlar.

    Huzurlu bir ilişki yaşamak için en önemli koşul “doğru” insanı bulmak değil, kendini “doğru” tanımaktan geçer. Kendini gerçekten tanıyan, zayıf ve güçlü yönlerini bilen kısaca iç görü sahibi bireyler; karşısındaki insanla mutlu olup olmayacağını anlamakta çok daha iyidirler. Daha gerçekçi beklentiler içerisine girerler. Ne yazık ki ilişkilerde en sık sorun yaratan durumların başında gerçekçi olmayan beklentiler gelir. Birey, karşısındakine çok fazla anlam yüklemeye başlar. Çoğu insan ilişkiye büyük beklentiler ile başlar. Zamanla bu beklentilerin karşılanmadığını gördüklerinde ise büyük hayal kırıklığı yaşar ve nasıl başa çıkacaklarını bilemezler.

    Bir diğer sıklıkla rastlanan hemen hemen hepimizin şahit olduğu belki de bizzat yaşadığı durumlardan biri ise partnerimizin olumsuz özelliklerini görmezden gelerek zamanla değişmesini, değiştirmeyi beklemektedir. Bireyler, zamanla değişir düşüncesi ile hareket ederek farklı beklentiler içerisine girerler ancak bu durum her zaman olumlu sonuçlar yaratmayabilir. Bu nedenle ilişki içerisinde kendimize ve partnerimize karşı dürüst olmak önemlidir.

    Aileden, çevremizden gördüğümüz, gözlemlediğimiz ilişki yaşama stilleri bilinçdışı bir şekilde kendi ilişki stilimi yaşama stilimize dönüşebilir. İstemsiz bir şekilde öğrendiğimiz ve en önemlisi içselleştirdiğimiz davranışlar, kendi ilişki dinamiğimizi de oluşturur.

    Bir örnekle açıklamak gerekirse; aile hayatı içerisinde “baba” figürünün daha dominant (baskın) olduğu bir ailede yetişmiş kadın, kendi ilişkisinde de partnerinin daha baskın olmasını bekleyecek, bunu arayacaktır. Bunun tam tersi bir durum da yine ilişkilere yön verebilir. Örneğin aile hayatındaki ilişki stilini benimsemeyen, hoş karşılamayan bireyler kendi aile stilinin tam tersi yönünde bir ilişki arayışına ve bekleyişine de girebilir.

    Hayattaki seçimlerimizin çoğunu nasıl bilinçli yapıyorsak ilişki yaşama stilimiz, partner seçimimiz de tesadüfi şekilde ortaya çıkmaz. Her ne kadar farkında olmasa da birey, aslında birbirine çok benzeyen, çok fazla ortak noktası olan insanları seçme eğilimindedir. Bu durumu mantık yoluyla açıklamak birey için zor olsa da bilinçaltına yönelik yapılan bir seansta bazı cevaplara ulaşmak mümkündür.

    Çift terapisine katılan çoğu çiftin şikayetleri birbirine benzemekle birlikte çiftler, sık sık şu cümleleri kurarlar:

    • Beni anlamıyor.
    • Beni dinlemiyor.
    • Kendimi değersiz hissettiriyor.
    • İlişkinin başındaki insan değil.
    • Beni özel hissettirmiyor.
    • Benim için çaba göstermiyor.
    • Eski heyecanımız yok.
    • Mutlu değiliz.
    • Ayrılmak istemiyoruz ancak sorunları aşamıyoruz.

    Bu ve bunun gibi durumları açmak, çözüm üretmek adına çift terapisi gereklidir.

    Çift terapisine kimler katılabilir?

    Çift terapisine katılmak için evli olma şartı yoktur. Sevgililik ya da flört döneminde olan, evlenmeye hazırlık yapan, nişanlı çiftler de bu psikoterapiden yararlanabilir. Evlilik kararı almaktan kaygı duyan, bu konuda problemler yaşayan bireyler çift terapisi yardımı ile kaygılarından arınma yolunda bir adım atabilirler. Özellikle evlilik öncesi bir çift terapisti ile görüşmek çok önemlidir.

    Evliliğin, hayat boyu sürecek bir bağlılık yemini olması hayatı tümüyle etkileyen yeni bir durum olması ve bunun yanı sıra ciddi bir sorumluluk taşıması bireyler için zaman zaman korkutucu olabilir. Evliliğe hazırlık aşamasında terapi yardımı ile akıldaki sorulardan ve yoğun bir şekilde hissedilen stres ve kaygı faktörlerinden uzaklaşmak mümkündür.

    Çift terapisinde bireylerin birlikte terapiye katılması önemlidir. Ancak eğer çiftlerden biri terapiye eşlik etmek istemiyorsa bireysel olarak da destek alınabilir. Partnerlerin birlikte katılım sağlaması çözüme giden yolu daha kısaltacaktır. Çift terapisinde bireysel terapiye nazaran terapiye her iki tarafında etkin bir şekilde katılım göstermesi gereklidir.

    Çift terapisi nerelerde uygulanır?

    Çift terapisi, psikolojik danışmanlık merkezlerinde, aile danışmanlık merkezlerinde, hastanelerde ve kliniklerde uygulanır. Danışanlar, terapist seçerken; terapistin uzmanlaştığı alana dikkat etmeli, çift ve ilişki üzerinde yüksek lisans eğitimi almış ve bunun yanı sıra çeşitli eğitimlerle de kendini desteklemiş uzmanlardan yardım alabilirler. Seans süresi ise yaklaşık olarak 50 dakika ile 1 saat 10 dakika arasında değişiklik gösterir.

    Peki ya terapiye karar verme süreci?

    Terapi desteği almaya karar vermek çiftler için her zaman kolay olmamaktır. Ne yazık ki çoğu insan terapiye önyargı ile yaklaşmaktadır. Bunun en temel sebebi ise güven konusudur. Çiftler en mahrem sırlarını açıklamak, paylaşmak istememektedir. Bu kaygılarının altında ise güven ve mahremiyet konusu yer almaktadır. Psikoterapinin temel esası gizliliktir. Bu nedenle çiftlerin bu kaygıdan uzaklaşmaları faydalı olacaktır. Ruh sağlığı alanındaki uzmanlar etik dersleri gereğince gizlilik konusunda eğitilirler. Bu nedenle danışanların izni olmadığı sürece seans odasına konuşulan hiçbir şey dışarıya taşınmaz.

    Bir diğer kaygıları ise bir uzmanla görüşmek yerine eş dost akraba gibi nispeten daha tecrübeli olduklarını düşündükleri kişilerle problemleri paylaşmaları ve çözüm aramalarıdır. Ancak yakınlarımız, akrabalarımız ya da arkadaşlarımız çoğunlukla olaylara tek taraflı, objektif olmayan bakış açısı ile yaklaşacaktır. Bu da çözümün önündeki en büyük engellerden biridir.

    Çiftler arasındaki sorunlar ele alındığında çoğunlukla aslında temel problemin bireylerin tek yönlü düşünme şekilleri oldukları görülmektedir. Bu yanılgıya düşmemek adına bir uzmandan yardım almak faydalı olacaktır. Yakınlarımız, arkadaşlarımız çoğunlukla bizi destekleyici, haklı olduğumuz konusunda ısrarcı davranabilirler. Ne yazık ki bu bakış açısı problemlerin çözümü için yeterli olmayacaktır.

    Ülkemiz genelindeki psikolog, psikiyatrist gibi ruh sağlığı alanındaki uzmanlara karşı olan genel bir önyargı nedeniyle bireyler çekimser davranabilir. Buna sebep olan durumlardan biri ne yazık ki toplum baskısıdır.

    Toplumdaki, akıl sağlığını yitirmiş ya da yitirmeye yakın insanların ruh sağlığı alanında hizmet alacağı düşüncesi nedeniyle dışarıdan baskı görmekten ya da yargılanmaktan korkan çiftler, terapiye gitme fikrini erteleyebilir hatta vazgeçebilirler. İnsan ruh ve bedenden oluşan bir varlık olduğundan dolayı nasıl zaman zaman bedende bazı rahatsızlıklar hissedilirse bu aynı şekilde ruh sağlığı olarak da ortaya çıkabilir. Unutmayın ki ruh ve beden bir bütündür.

    Çiftlerin terapiden beklentileri de zaman zaman çözüme kavuşmada engel teşkil etmektedir. Yapılan gözlemler sonucunda çiftlerin terapi esnasında haklı olan kişiyi arama eğiliminde oldukları görülmüştür. Terapideki amaç haklı olan tarafın bulunması değil, bireylerin durumlar karşısındaki hislerinin ve düşüncelerinin en yalın hali ile ortaya koyulmasıdır. Unutmayın ki seans odası, bir mahkeme salonu değil, aynı şekilde psikolog/ çift terapisti de bir yargıç değildir. Temel amaç haklı olan tarafın bulunması değil, ortak bir paydada hisleri paylaşmaktır.

  • Klostrofobi nedir, belirtileri nelerdir?

    Klostrofobi, sebepsiz bir şekilde, kendisini kapalı kalma veya çıkış bulamama korkusu olarak gösteren ve panik ataklara neden olabilen bir anksiyete çeşididir. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’na göre (DSM-5), bu rahatsızlık özel bir fobi çeşidi olarak değerlendirilmiştir.

    Klostrofobiyi tetikleyici unsurlar, bir asansörde kapalı kalma, küçük ve penceresiz bir odada bulunma veya bir uçakta seyahat etmek bile olabilir. Hatta bazı insanlar için, dar boğazlı elbiseler giymek bile, klostrofobik hisleri uyandırabiliyor.

    Makalede ele alınacak konular:

    • Klostrofobi nedir?
    • Bulgular ve semptomlar
    • Sebepleri
    • Teşhis-Tanı
    • Tedavi

    Klostrofobi ile ilgili bazı temel noktalar:

    • Klostrofobi, bazı insanları küçük-kapalı alanlarda iken etkiler.
    • Panik hissini tetikleyebilir.
    • Sebepleri arasında dış ve genetik faktörler (ayrı ayrı) yer alabilir.
    • Edinilen çeşitli bilgi ve tedavi seçenekleri ile insanlar bu korkunun üstesinden gelebilir.

    Klostrofobi nedir?

    Klostrofobi kelimesi Latince’den (claustrum) köken alır ve  “kapalı bir alanda zoraki kalma” anlamı taşır. Yunanca’dan gelen phobos kelimesinin anlamı ise “korku” ‘dur.

    Klostrofobi rahatsızlığı olan insanlar, panik ve anksiyete hallerinin tetiklenmemesi için, genelde geniş alanlarda yaşamayı tercih ederler. Metroya binmemeyi, çok katlı bir apartmanda bile asansörü kullanmaktansa merdivenlerden yürümeyi tercih edebilirler.

    Yaklaşık 5% Amerikan vatandaşında klostrofobi görülebilmektedir. Bulgular daha da şiddetli seyredebilmektedir; ancak birçok insan tedavi aramaktan kaçınmaktadır.

    Klostrofobi belirtileri nelerdir?

    Klostrofobi bir anksiyete çeşididir. Belirtiler genellikle çocuklukta veya ergenlikte görülmeye başlar. Kapalı bir alanda bulunmak veya bu durumun düşüncesi; düzgün nefes alamayacak olma, oksijensiz kalma veya sınırlı bir alanda kısılı kalma korkularını tetikleyebilir.

    Anksiyete seviyesi belirli bir seviyeye ulaştığı zaman, kişi şunları tecrübe edebilir:

    • Terleme ve ürperme
    • Hızlanan kalp atışları ve yüksek kan basıncı
    • Baş dönmesi, baygınlık, denge kaybı
    • Ağır kuruluğu
    • Hızlı veya normalden daha fazla soluk alıp, verme.
    • Sıcaklık-ateş basması
    • Karında kelebek uçuşması hissiyatı
    • Bulantı
    • Baş ağrısı
    • Uyuşukluk
    • Boğulma hissi
    • Göğüste darlık, göğüs ağrısı ve zor nefes alıp, verme
    • İdrar yollarında zorlantı
    • Hafıza karışıklığı ve düzensizliği
    • Zarar görme veya hastalık korkusu

    Önemli olan, herhangi bir küçük ve kapalı alanın kişide yarattığı “Bu alanda kısıtlı kalırsam ne olur?” sorusudur. Bundan dolayı kişi oksijensiz kalmaktan korkar.

    Bir anksiyeteyi başlatabilecek kapalı alanlar şöyle örneklendirilebilir.

    • Asansörler veya mağazalardaki soyunma kabinleri
    • Tüneller, apartmanların bodrum katları veya kilerler
    • Tren ve metrolar
    • Döner kapılar
    • Uçaklar
    • Umumi tuvaletler
    • Arabalar, özellikle merkezi kilit sistemine sahip olanlar
    • Kalabalık alanlar
    • Otomatik araba yıkama yerleri
    • Bazı tıbbi tesisler. Örneğin, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) cihazları
    • Küçük, kilitli kalınabilir ve penceresi açılmayan odalar.

    Klostrofobinin diğer belirtileri

    • Bir odaya girildiğinde sürekli çıkışı gözlemek ve çıkışa yakın olmak istemek
    • Bir yerde, bütün kapılar kapandığında tedirgin hissetmek
    • Eğlence alanlarında veya kalabalık buluşmalarda kapıya yakın durmak
    • Trafiğin yoğun olduğu zamanlarda araç kullanmaktan veya yolculuğa çıkmaktan kaçınmak
    • Bu her ne kadar zorlayıcı ve uzun da olsa, asansör yerine merdivenleri kullanmak.
    • Klostrofobi aynı zamanda hep aynı ve tek bir yerde kalma zorunluluğundan doğan korkuları da içermektedir.
    • Dolayısı ile bir sırada veya bir ödeme kuyruğunda bekleme zorunluluğu da bir tetikleyici unsur olabilir.

    Klostrofobinin nedenleri nelerdir?

    • Geçmiş yaşantılar (çocukluk deneyimleri vb.) kişinin küçük ve kapalı alanları, bir panik ve olası bir tehlike durumu ile ilişkilendirmesinde sık sık tetikleyici unsur olarak rol oynar.

    Bu etki sahip olan yaşantılar şöyle belirtilebilir:

    • Bir kaza sonucu veya kasıtlı olarak bir yerde kapalı veya kısılı kalmak
    • Çocuklukta yaşanılan taciz ve istismarlar
    • Kalabalık bir alanda aile bireylerinden veya arkadaşlardan ayrı düşmek
    • Bu rahatsızlığa sahip aile bireylerinin varlığı

    Bu anlatılan zamanlarda yaşanılan travmalar kişinin gelecekte yaşanılacak muhtemel ve benzer durumlarla baş etme güdüsünü de etkiler. Bu durum klasik şartlanma olarak bilinmektedir. Kişinin zihni, küçük veya kapalı bir alanı tehlikede hissetmek ile ilişkilendirmesi gerektiğine inanır. Vücut fonksiyonları ise buna bağlı olarak veya farklı bir biçimde tepkisini gösterir. Bu klasik şartlanma aynı zamanda aileden veya akrabalardan da miras olarak alınabilir. Mesela ebeveynlerden birisi kapalı alanda kalma korkusu var ise, çocuk bu davranışı gözlemleyip aynı davranışı geliştirebilir.

    • Muhtemel kalıtsal veya fiziksel faktörler

    Klostrofobiyi açıklayan diğer teoriler:

    • Küçük bir amigdalaya sahip olmak: Bu, beyinde yer alan bir bölümdür ve vücudun korkuyu nasıl işleyeceğini kontrol eder.

    Bir grup araştırmacı açıklamaktadır ki, klostrofobiye sahip insanlar, olası bazı tehlikeleri olduğundan daha yakın algılarlar ve bu onlardaki karşı koyma mekanizmasını tetikler.

    Klostrofobi nasıl teşhis edilir?

    Bir psikolog veya psikiyatr, hastada birtakım semptomlar arar. Bir klostrofobi belirtisi, hastada farklı bir anksiyete ile ilgili konuda görüşüldüğü esnada ortaya çıkabilir.

    Bir psikolojik yardım uzmanı;

    • Hastanın, yaşadığı sorunları tanımlamasını ve yaşadığı zor duyguları  nelerin tetiklediği sorar.
    • Söz konusu bulguların hangi şiddette yaşandığını saptamaya çalışır.
    • Uzman, diğer anksiyete bozukluklarının işaretlerini eleyerek incelemesine devam eder.

    Bazı detayları saptamak için, doktor aşağıdaki şeyleri kullanabilir:

    • Anksiyetenin sebebini anlamaya yardımcı olması için bir klostrofobi formu
    • Anksiyetenin seviyesini anlayabilmek için bir klostrofobi ölçeği

    Spesifik bir fobi türünün saptanabilmesi için bazı belirli kriterler gereklidir. Bunlar:

    • Bir durumun varlığı veya olma ihtimali altında kalıcı, aşırı ve sebepsiz bir korku.
    • Uyarıcıya maruz kalındığında anksiyete yaşanması; bu yetişkinlerde panik atak çocuklarda ise öfke nöbetleri, sıkıca sarılma, ağlama yada üşüme olarak kendini gösterebilir.
    • Yetişkin bir hastanın teşhisi, korkularının algılanan tehlike veya tehditten ayrı olabileceğini göstermiştir.
    • Korkulan obje veya durumdan kaçınabilmek için hesaplar yapma veya aşırı kaygılı bir durumda bu tecrübelerle yüzleşmeye eğilim.
    • Kişinin tepkisi, beklentileri veya gündelik yaşam ile ilişkilere temas etmekten kaçınma veya bu temastan fark edilebilir bir sıkıntı duyma
    • Fobinin 6 ay veya daha fazla devam etmesi
    • Bulgular başka bir zihinsel hastalığa dayandırılamaz, mesela obsesif kompulsif bozukluk (OKB) veya travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi.

    Klostrofobi tedavisi nasıl olur?

    Bulguların takibi ile uzman, aşağıda bahsedilen tedavi seçeneklerinden bir veya daha fazlasını önerebilir.

    Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Bilişsel Davranışçı Terapi ile hedef, hastanın zihnin tekrardan eğiterek korkulan mekânın artık bir tehlike teşkil etmediği bilgisini içselleştirmektir. Bu eğitim, belki hastayı dar alanlara maruz bırakarak bu esnada onlara korkularının ve anksiyetelerinin üstesinden gelmek için yardımcı olmak şeklinde olabilir. Korku oluşturan durumlarla yüzleşmek insanların korkularından kurtulmalarına yardımcı olabilir.

    Diğerlerini Gözlemek: Başkalarının korkularının kaynaklarını görerek onlarla etkileşmek, hastalara güven duygusu verebilir.

    İlaç Tedavisi: Antidepresanlar ve sakinleştiriciler belirtileri kontrol altına almada yardımcı olabilir; ancak problemin altında yatan sebebi çözmezler.

    Rahatlama ve Görselleştirme Pratikleri: Derin nefes almak, meditasyon ve kas esnetme hareketleri negatif düşünceler ve anksiyete karşısında yardımcı olabilir.

    Alternatif veya Destekleyici İlaçlar: Bazı destekleyici ve doğal ürünler, örneğin lavanta yağı veya bir “Acil Durum Kürü” hastaya panik ve kaygıyı kontrol altına almada yardımcı olabilir.

    Tedavi genellikle haftada iki seans şeklinde gerçekleşerek 10 hafta civarında son bulur. Uygun bir tedavi ile, klostrofobiyi tedavi etmek mümkündür.

    Klostrofobinin üstesinden gelmek için tüyolar

    Bazı stratejiler insanlara klostrofobinin üstesinden gelmeleri için yardımcı olabilir. Bunlar:

    • Eğer bir atak başlar ise yerinden kıpırdamadan durmak. Eğer taşıt kullanıyorsanız, kenara çekip semptomlar geçene kadar beklenebilir.
    • Kendine, korkutucu düşüncelerin ve diğer yaşanılan hislerin geçeceğini hatırlatmak
    • Tehdit oluşturmayan başka bir şeye odaklanmak, örneğin diğer insanlarla vakit geçirmek
    • Yavaşça ve derinden nefesler almak, her nefeste üçe kadar saymak
    • Kendine bunun gerçek olmadığını hatırlatarak korkuyla yüzleşmek
    • Güzel sonuçları ve görüntüleri hayalinde görselleştirmek
    • Stresin üstesinden gelmek için uzun dönemde uygulanacak stratejiler; yogaya başlamak, egzersiz yapmak veya bir aromaterapi masajına kaydolmak olabilir.
  • Aile danışmanlığı nedir?

    Bu metin, Beylikdüzü’nde aile danışmanı arayanlar için bir rehber niteliğindedir. Yazıda, “Aile danışmanlığı nedir?”, “Aile danışmanı kimdir, ne yapar?” sorularının cevaplarını bulabileceksiniz.

    Aile danışmanlığı, bazı kaynaklarda çift veya evlilik danışmanlığı olarak da kullanılmakla birlikte, aslında, çocuk ve anne-babayı içine alan bir psikolojik danışmanlık türüdür. Bu yazıda çocukların da dahil olduğu aile danışmanlığı ele alınacaktır.

    Aile danışmanlığı nedir?

    Aile danışmanlığı, aile danışmanlığı alanında eğitim almış uzman kişi tarafından verilen, aile bireyleri arasında yaşanan problemlere farklı bakış açıları sunan, sorunların çözümü için aile üyelerinin daha doyum verici ilişki kurabilmelerini sağlayan bir danışmanlık hizmetidir.

    Aile danışmanlığı sürecinde aile danışmanı, tüm aile üyeleriyle birlikte görüşür. Söz konusu görüşmelere, bazı durumlarda, anne-baba ve çocuklarla birlikte, büyükanne, büyükbaba, teyze, amca vb. de dahil edilebilir.

    Aile danışmanı, bireyin psikolojik dinamiklerinden ziyade, ailenin psikolojik dinamikleri üzerinde durur. Bireyin iç dünyasında olan bitenlerden ziyade, aile üyeleri arasında olan bitenlere odaklanır.

    Aile danışmanlığı için ben şu tanımı öneriyorum: Aile danışmanlığı, aile ilişkilerini, aile üyeleri için daha doyum verici hale getirmek amacıyla gerçekleştirilen profesyonel bir yardım sürecidir.

    Aile danışmanı kimdir?

    Aile danışmanı, öncelikle uygun lisans bölümünden -psikoloji, psikolojik danışmanlık, psikiyatri, çocuk gelişimi, sosyal hizmet- mezun olmalı ve bunun üzerine uygun eğitimi -aile danışmanlığı yüksek lisans veya sertifikasyon- almış olmalıdır.

    Aile danışmanı, çok genel bir ifade olarak, aile danışmanlığı yapabilecek yeterlilik ve yetkinliğe sahip meslek erbabıdır.

    Aile danışmanı hangi alanlarda destek sunabilir?

    • Eşler arasında görülen ilişki problemleri
    • Ebeveyn-çocuk arasında görülen ilişki problemleri
    • Çekirdek aile-kök aile (üst kuşak) arasında görülen ilişki problemleri
    • Aile içi çatışmalar
    • Aile içi iletişim problemleri
    • Aile içi şiddet
    • Boşanma süreci ve sonrasında yaşanan problemler
    • Ailede yaşanan önemli değişiklikler (Şehir değişikliği, iş kaybı, aileye yeni bir üyenin katılımı, aile üyelerinden birinin evden ayrılması, ciddi sağlık problemleri, ölüm gibi)
    • İkinci evlilikler (Eşlerden birinin veya ikisinin de ikinci evliliği yaptığı durumlar, üvey anne-baba-kardeş ile ilgili konular)
    • Ebeveynlerin eşleri veya çocukları ile daha kaliteli ilişki kurma isteği

    Aile nedir?

    Aile danışmanlığını ele almadan önce, bir kavram olarak aileyi tanımlamak gerekebilir.

    Geleneksel olarak, anne-baba ve çocuklardan oluşan birim olarak tanımlanan aile, her üyenin birbirine karşı belirli yükümlülükleri olduğu ve ortak bir alanı paylaştığı birincil sosyal kurumdur.

    Aile, kendini aile olarak tanımlayan ve birbirine karşı belirli sorumluluk ve görevleri üstlenen iki veya daha fazla kişiden oluşur. İnsan, bazı özel durumlar dışında bir aile üyesi olarak dünyaya gelip yaşamının büyük bir kısmını bir aile içinde geçirir. Bu nedenle, insanın yaşamı boyu karşılaştığı birçok sorun, bulunduğu aileden önemli ölçüde etkilenir.

    Aile, kan bağı, evlilik, evlat edinme veya yakın arkadaşlık yoluyla oluşan üyeleri kapsayabilir. Aile yapısı nasıl oluşursa oluşsun, aşağıda sayılan özellikler birçok aile için geçerli olabilir:

    Aile, çoğu zaman farklı kuşaklardaki bireylerden oluşur.

    Aile, çocuklar, anne-babalar, büyükanne-büyükbabalardan oluşur. Her bir kuşak bir sonraki kuşağa aile ile ilgili aktarımlarda bulunur ve birbirini etkiler. Farklı kuşaklardan her aile üyesinin katkısı ile aile zenginleşmektedir. Örneğin büyükanne-büyükbaba bilgelik adına önemli bir kaynak oluşturabilir veya anne-baba ailenin genç üyelerine model oluşturabilir. Aileyi oluşturan her bir üyenin kendi gelişimsel görev ve gereksinimleri karşılandığında, aile daha rahat ve uyumlu bir şekilde gelişir.

    Aile, üyesi olan yetişkinlerin her birinin kendi tarihini içinde barındırır.

    Ailedeki her bir bireyin farklı inanç, değer ve tutumları ile geçmişten getirdiği deneyimleri, her aile üyesini büyük ölçüde etkilemektedir. Bu inanç, değer, tutum ve deneyimler diğer aile üyeleri için farklılaşmakta veya ortaklaşmaktadır. Çocuk büyüdükçe aileden devraldığı değer, inanç ve tutumlardan bazılarından hoşlanmayabilir. Ancak çocuk bunu yok saymaya çalışsa da bu değerler bir şekilde onun parçası haline gelmiştir.

    Aile, üyesi olan yetişkinlerin her birinin kendi tarihinden etkilenir.

    Çocuğa fiziksel, duygusal ve entelektüel bir çevre sağlayan aile, bu çevre ile çocuğun gelecekteki yaşamında dünyaya bakış açısını etkilemektedir. Ailedeki yetişkinlerin kişisel hikayesi, çocuğun nasıl yetişeceğini, ailenin nasıl gelişeceğini ve ailenin bütün olarak nasıl bir işlev göreceğini etkiler. Ailenin sağlıklı işlev göstermesi, öncelikle, ailedeki yetişkinlere bağlıdır.

    Çocuk odaklı aile danışmanlığı

    Çocuklar, duygusal ya da sosyal sorun yaşadığı zaman aileleri ya da bakım veren kişiler tarafından terapiye getirilirler.

    Çocuğun kabul görmeyen davranışları, ailenin diğer üyelerini de etkiler. Ancak çocuğun bu kabul görmeyen davranışları zaten genellikle çocuğun en çok zaman geçirdiği çevre ile ilişkilidir.

    Ailenin, çocuğun yaşamını duygusal ve sosyal açıdan doğrudan etkilediği açıktır. Bu nedenle çocuğun davranışlarını anlamak için aile etkileşimlerine ilişkin bilgi edinme ve gözlem ile aile sistemine ilişkin veri toplanarak bunların ne ölçüde çocuğun duygusal ve davranışsal sorunlarına katkıda bulunduğu incelenmelidir.

    Çocukta sorunlu davranış olduğu durumlarda, çocuk ile bireysel görüşülmesi yeterli olmayabilir. Bazı durumlarda çocuk etiketlenmiş veya günah keçisi ilan edilmiş olabilir. Ailenin çocuğun yaşamını birincil olarak etkileyen kurum olması sebebi ile çocukla çalışırken sürece aileyi de dahil etmek ve bu süreci aile danışmanlığı çerçevesinde ilerletmek, daha etkili sonuçlar sağlayabilir.

    Bu süreçte ailedeki üyeler düşünce, inanç ve davranışlarında değişim yaratmak için kendi ihtiyaçlarını fark ettikçe çocukta da değişim başlayabilir.

    Aile danışmanlığında kullanılan temel kavramlar

    Aile danışmanlığı sürecinde dikkat edilmesi gereken bazı temel kavramlar vardır. Aile danışmanının bunlara dikkat etmesi ailenin dinamiğini anlamasını ve yönünü belirlemesini sağlar. Aşağıda bu kavramlardan önemli olarak görülenlerden bazıları açıklanmıştır:

    Kurallar: Kural, ailede kararlı bir sistem için üyelerin etkileşimini düzenleyen açık veya örtük sözleşmedir.

    Ailelerde hangi davranışların kabul edilip hangilerinin edilmeyeceğine yönelik gizli ya da belirgin kurallar vardır. Kuralların genellikle ailenin değerler sistemine göre düzenlendiği görülür.

    Aile içinde kurallar belirsiz, tutarsız, katı vb. olabileceği gibi hiç kural olmadığı durumlar da olabilir. Aile danışmanlığı sürecinde, ailede işlevsel olmayan kuralların fark edilip değiştirilmesi hedeflenir.

    Roller: Ailenin oluşturduğu normlar ve beklentiler ile pekiştirilmiş, kişinin bireysel olarak belirlediği davranış örüntüsüdür.

    Her aile üyesinin belirli rolleri vardır ve bu role uygun davranması beklenir. Aile danışmanlığı sürecinde aile üyelerinin hangi rollere sahip olduğu gözlemlenebilir. Bazı durumlarda roller birbiri içine geçmiş olabilir veya bir aile üyesi diğer bir aile üyesinin rolünü de üstleniyor olabilir. Bu gibi durumlara dikkat etmek gerekir.

    Sınırlar: Ailenin etkileşimlerini belirleyen yazılı olmayan kurallardır. Ayrıca etkileşimi düzenleyen kuralları da içeren, bireyi ve ailenin bütünlüğünü koruyan ve artıran duygusal bariyerler olarak da adlandırılabilir. Bazı aileler daha gevşek bazıları ise daha katı sınırlara sahip olabilir.

    Gevşek sınırlar, çok geçirgen olmaları nedeniyle aile üyelerinin birbiriyle fazla iç içe geçmesine yol açar. Bu tür ailelerde, bireyler birbirine aşırı yakın olup sınırları neredeyse yoktur.

    Katı sınırlar söz konusu olduğunda ise, alt sistemler arasındaki bilgi akışı en az seviyededir ve buna bağlı olarak aile üyeleri arasında kopukluk yaşanır. Üyeleri arasındaki iletişim az ve duygusal uzaklık fazladır. Özerklik düzeyi yüksektir ancak ait olma duygusu düşüktür.

    Uygun sınırlar ise, aile sisteminin güçlenmesini sağlar ve işlevsel olmayan davranış kalıplarını engeller.

    Süreç: Aileler genellikle süreç yerine içeriğe odaklanır.

    İçerik, oturumda tartışılan somut konular yani danışma sırasında konuşulanlardır. Süreç ise içerik olan konuların nasıl tasvir edildiği ve kişilerarası dinamik ve davranış örüntüleridir. Örneğin çocuğun okul performansı, arkadaş seçimi, eve giriş çıkış saatleri vb. ailedeki tartışmaların içerik konularıdır. Danışmanın herhangi bir anında hangi konu olduğuna bakılmaksızın bu konuların tartışma süreci aynıdır. Süreç, ailede temel olarak tekrarlanan işlevsel olmayan problem çözme örüntüsünün nasıl olduğunu gösterir.

    Aile danışmanına gelen aileler genellikle içeriğe odaklanırlar. Boşanma, çocuğun okul sorunları, aile üyelerinden birinin depresyonu gibi içerik sorunları ile gelirler. Aile danışmanı bu sorunların içeriği üzerine konuşur ancak bu sorunları çözmeye çalıştıkları süreci düşünür.

    Örneğin, çiftin çocuğun okulda yaşadığı bir sorun üzerine tartıştığı sırada danışman anne-babanın idareyi ellerinde nasıl tuttuklarına ve birbirlerini destekleyip desteklemediklerine bakar. Bunun yerine onlara sorunu nasıl çözeceklerini söylerse, danışman süreç yerine içerik üzerine çalışıyor demektir. Bu durumda sorun çözülmüş gibi görünse de anne babanın karar verme, problem çözme süreçlerinde ilerleme kaydedilmemiş olacaktır ve aileye daha iyi işleyen bir sistem olma yolunda yardımcı olamayacaktır. Bu yüzden aile danışmanının içeriğe (aile üyelerinin ne konuştuğuna) değil, iletişim sürecine (nasıl konuştuklarına) odaklanması ve aileye de bu yönde farkındalık kazandırması önemlidir.

    İletişim Örüntüleri: Aile içindeki iletişimin nasıl gerçekleştiğini ifade eder. Ailenin sözel ve sözel olmayan etkileşimleri aile örüntülerinin kalbi niteliğindedir.

    Aile içinde kimin kiminle konuştuğu, birbirleri ile konuşup konuşmadıkları, sen-ben dilinin nasıl kullanıldığı, tartışmalarda hakimiyetin kimde olduğu, tartışmalar sırasında ne tür kelimelerin kullanıldığı, tartışmalara nasıl bir tutumun hakim olduğu, aile üyelerinin birbirlerini dinleme becerileri vb. ailedeki sözel davranışların oluşturduğu iletişim örüntüleridir. Aile üyelerinin konuşurken kullandıkları göz teması, baş sallama, jest ve mimikler, birbirleriyle ilişkilerine göre oturma düzenleri, birbirlerinden kaçınma davranışları, aralarındaki fiziksel temas ve bu temasın niteliği (rahatlatıcı, zoraki vb.) ise sözel olmayan davranışların oluşturduğu iletişim örüntüleridir. İletişim örüntüleri aile danışmanına aile hakkında önemli bilgiler verir.

    Üçleme: İki kişi arasındaki bir çatışmaya birini daha dahil etmektir. Anne ve babanın bir çatışma sırasında çocuğu; çocuk ve ebeveynlerden biri arasındaki bir çatışmada ise diğer ebeveynin olaya dahil edilmesi ile üçleme oluşturulabilir.

    Ailede çocuğun üçlemeye dahil edilmesi sık görülen durumlardandır. Eşler birbirleri ile çocuk üzerinden tartışırlar. Bu gerçek problemlerin konuşulmadığı örtük bir evlilik çatışmasıdır. Aile çocuğun davranışı için birbirlerini suçlarken aslında ayrılık ile sonuçlanabilecek konular saklı kalır veya yanlış tarafa çevrilir. Eşler arasındaki çatışmayı karı-koca rolleri yerine anne-baba rolleri üzerinden tartışır. Aile danışmanı tarafından bu tür üçlemelere dikkat edilmesi önemlidir.

    Günah Keçisi: Ailede işlevsel olmayan üçlemelerin neden olduğu acının, aile üyelerinden yalnızca birinin üzerine yıkılması durumudur.

    Üçlemede genellikle çocuk buna dahil edildiği için ailede günah keçisi de genellikle çocuk seçilir. Aile, “Eğer o böyle davranmasaydı daha iyi olurduk.” diye düşünür. Bazı durumlarda da eşlerden biri diğerini suçlayarak aynı şeyi söyleyebilir. Tüm stres, hayal kırıklığı ve öfke günah keçisi olarak seçilen aile üyesine yöneltilir.

    Ailede günah keçisi olarak seçilen bu kişi, bazen bu durumu içselleştirir ve bir süre sonra gerçekten buna uygun olarak davranmaya başlayabilir.

    Güç: Diğerlerini etkileyebilme becerisidir. Aile içinde gücün hangi üyelerde olduğuna, bunu nasıl elde ettiklerine, nasıl koruduklarına ve diğer üyeler üzerindeki etkilerine bakılır. Örneğin otoriter bir baba diğerleri üzerinde baskı kurma yoluyla ailede gücü temsil ediyor olabilir. Bazı durumlarda ise bir ergen isyan edip diğerlerini özerkliğini elde edebilir. Olaylar karşısında bir şey yapmayıp sessiz kalan bir anne de değişime direnç gösterip mevcut durumu sürdürme gücüne sahip olabilir.

    Mahremiyet: Bu kavram aile içinde üyelerin bireysel sınırlarını korurken aynı zamanda diğer üyelere karşı ilgili olması ve onlarla bağ kurabilmesi ile ilgilidir.

    Her birey diğerine karşı yakınlığını farklı şekilde ifade edebilir. Örneğin biri dokunup sarılarak ifade ederken kimi sözlerle, bir diğeri davranışları ile ifade eder. Ailedeki bireylerin mahremiyet tarzını anlamak aile danışmanına müdahale sürecinde yardım eder.

    Aile danışmanlığı süreci

    Aile bireylerinin aileye ilişkin algılarını paylaşmak

    Ailedeki her bir birey olayları kendi objektifinden bakıyormuş gibi farklı açılardan görür. Çocuktaki sorun davranış nedeniyle yapılan bir aile danışmanlığı düşünelim. Ailenin çocuğun sorununu aile içinde nasıl bir yer tuttuğunu fark edebilmesi için aile üyelerinin aileyi nasıl bir objektiften gördüğünü anlamak gerekir. Bunun için başlangıçta öncelikle her bir aile üyesinden aileyi tanımlaması, ailenin işlevine ilişkin bakış açısını paylaşması istenerek aile üyeleri arasındaki farklılıklar görülebilir. Bu süreçte çocukta görülen sorun davranışın sürmesine veya katkısına yol açan aile içi etkileşim örüntüleri de görülebilir.

    Aile danışmanlığında her bir aile üyesinin bireysel bakış açılarını aktarmaları teşvik edildiğinde tüm aile, diğer aile üyelerinin aileyi nasıl gördüğünü öğrenir. Böylece olaylara sadece kendi objektifinden bakmaz, diğerlerinin bakış açılarından da bakmaya başlar. Bu süreçte aile üyeleri diğerlerine katılmayabilir ya da kendi açıklamalarını gözden geçirebilirler. Bazı durumlarda ise bu durum aile üyelerinin birbirine karşı daha empatik olmasını ve diğer aile üyesine ilişkin aklına gelmeyen bazı düşünce ve duygularını fark etmesini sağlayabilir. Bu süreçte her bir aile üyesinin aileye ilişkin bakış açısını belirtmesi ve anlattıklarının diğerleri tarafından kesilmeden dinlenmesi önemlidir. Aile danışmanı herkese eşit süre vererek her aile üyesini dinlemelidir.

    Geribildirim verilmesi

    Aile danışmanı aileye ilişkin algısına dair geribildirim vererek sürece yardımcı olur. Bu süreçte aile danışmanının yansız, önyargısız ve şeffaf olması önemlidir. Aile danışmanının geri bildirimi aileye, aile ile ilgili ek bir resim sunar ve farklı bir gözden nasıl göründüğünü görmelerini sağlar. Aile bunu kabul edebilir veya reddedebilir. Ancak reddetse bile aile, yeni bir bakış açısı kazanır ve bu aile üyelerinin kendi bakış açılarını gözden geçirmesine yardımcı olur, aile üyelerine farkındalık kazandırır. Aileye geribildirim verirken aile danışmanı ailenin kaynaklarını ve yeterliliklerini ön plana çıkarması, aile üyelerinin bireysel açıdan güçlü olan yönlerine vurgu yapması önemlidir. Ayrıca görüşmelerde fark edilen süreçlere ve etkileşim örüntülerine ilişkin yorum yapmak da oldukça önemlidir.

    Farkındalığın arttırılması

    Aile mevcut aile sistemine ilişkin etkileşim örüntülerini fark ettikçe yeni iletişim örüntüleri deneyerek değişim için fırsat yaratır. Aile üyeleri farkındalıkları arttıkça yanlış ve işlevsel olmayan duygu, düşünce ve davranışlarını yenileri ile değiştirmeye başlar. Bu yeni iletişim örüntüleri de aile üyelerinin sürece katılma ve süreçten hoşlanma olasılığını artırır. Ailenin farkındalığı sürecinde aile üyeleri diğer üyeleri nasıl gördüğünü, aile ilişkileri sırasında nasıl hissettiğini ve nasıl bir aile ilişkisi istediğini ifade etme fırsatı bulur. Ailenin farkındalığı ile başlayan değişimlerin süreç içinde mutlaka altı çizilip yeni değişimlere teşvik edilmelidir.

    Aile danışmanı hangi teknikleri kullanır?

    Bu başlık altında aile danışmanlığında kullanılan tekniklerinden bazıları açıklanmıştır. Ancak bunların dışında da aile danışmanlığında kullanılan farklı teknikler bulunmaktadır.

    Yaşam hikayesi alma

    Ailenin nasıl kurulduğunu, ne zaman kurulduğunu, nasıl bir araya geldiğini, nasıl tanıştığını, ne yaptığını, çocuklarının olup olmadığını, eğer varsa nasıl dünyaya geldiğini vb. sorarak aileyi yakından tanıma imkanı bulunur. Bu teknikte dikkat edilmesi gereken husus ailelerin hangi konuları anlatırken ne tür tepkiler verdiğine odaklanılmasıdır. Hangi konuyu anlatırken daha mutlu olduğu, hangi konuyu anlatırken daha gergin olduğu, hangi konuda aile üyelerinin birbirine daha yakın veya daha uzak durduğu vb. sözlü olmayan tepkilerine dikkat edilmelidir. Aile üyelerinin bu tepkileri bazen aile danışmanına anlattıklarından daha çok bilgi verebilir.

    Genogram (aile/soyağacı) tekniği

    Genogram, en az üç nesli gösteren bir çeşit aile ağacı çizimidir. Bir genogram oluşturmak için şu üç basamak yerine getirilmelidir:

    (1) aile yapısının bir haritasını çıkarmak (ayrıntılarını belirlemek),

    (2) aile bilgilerini kaydetmek ve

    (3) aile ilişkilerini tanımlamak.

    Aile ağacından ziyade bir genogram, birkaç nesil boyunca karmaşık aile yapılarının grafiksel olarak gösterilmesidir ve süreçte problemli davranışlar, daha geniş aile sistemlerinin içeriğine yerleştirilir. Bu teknik ile karmaşık aile ilişkilerinin kısa yoldan tanımlanmasının yanı sıra tüm aile pratik bir şekilde ele alanabilir. Böylece aile sistemi içerisinde var olan davranış örüntülerini, rolleri ve ilişkileri analiz etmeye imkan verir. Ayrıca genogram oluşturulurken, ailenin danışmanlığa gelmesine neden olan endişe verici konulardan farklı bir basamak olduğu için, aile üyelerinin kaygısı azalır ve genogram aileyi aile danışmanı ve diğer aile üyeleri ile iş birliği yapmaya teşvik eder.

    Derecelendirme tekniği

    Bu teknikte danışmaya gelen aile üyelerinden, danışmaya gelmelerine sebep olan problemi 10 üzerinden değerlendirmeleri istenir. 10’ a yaklaşıldıkça problemin şiddetli olduğu anlaşılırken, 1’e yaklaşıldığında ise problemin az olduğu anlaşılır. Bu yol ile aile üyelerinin problemi hangi boyutta gördüğünü anlama fırsatı elde edilir. Burada amaç yaşanan problemin öneminin somutlaştırılmasıdır. Bu teknik danışmanlığın ilerleyen dönemlerinde tekrar edilerek ailenin ilk günden bugüne geçirdiği değişimin de somut olarak görülmesini sağlar. Ayrıca bu aile üyeleri için motive edici olur. Aile üyelerinin  kendisindeki değişimi görmesi bu sürece olan inancını da etkiler.

    Ev ödevleri

    Aile danışmanı görüşmeler arasındaki süreyi aileye bırakmak yerine, süreci ev ortamında da sürdürmeyi destekleyebilir. Ev ödevleri, aile içerisinde beceri oluşturmaya ya da özel davranışlar göstermeye yönelik olmaktan çok, belirli isteklerle ilgili olabilir. Aslında ev ödevlerinde güçlü bir davranışsal yönlendirmede yer almaktadır. Ailenin problemine veya ihtiyacına yönelik olarak daha kolay yapabileceklerinden daha zor olana doğru izlenecek bir sırayla aileye ev ödevleri vermek aile danışmanlığı sürecinin daha verimli geçmesini sağlayacaktır. Örneğin aile içerisindeki rollerle ilgili sıkıntılar yaşan bir aile görüşmeye geldiğinde onlardan, diğer oturuma kadar aile üyelerinin yapmakla sorumlu oldukları ev işlerinin bir listesini yapmaları istenebilir. Bulaşık ve çamaşır yıkama,  alışverişe gitme, çocuğun kendi odasını toplaması gibi işler örnek verilebilir. Daha sonra aile üyelerinin bunları kendi aralarında konuşması ve bir iş bölümü yapması istenebilir.

    Başka bir örnek vermek gerekirse aile içi iletişim problemleri olan, birbirleri ile tartışma dışında konuşamayan bir aile düşünün. Bu aile ile hep birlikte keyif alarak yapabilecekleri ortak bir aktivite keşfedilip belirli zamanlarda bunu yapması istenebilir. Aileye verilen bu ev ödevleri ve neler yaptıkları konusu görüşmeler sırasında konuşulur.

    Yeniden tanımlama

    Ailede problem olarak görülen durumun ailede mantıklı veya mantıksız da olsa bir işlevi vardır. Örneğin, okul fobisi olan bir çocuğun durumunda, çocuğun davranışının sebebi dikkati kendi üzerinde toplayarak, ebeveynlerinin evliliğini bir arada tutma çabası olabilir. Buna ikincil kazanç da denilebilir. Aile danışmanı ailede görülen sorunu yeniden tanımlayarak bunu ortaya çıkarabilir.

    Döngüsel sorular

    Döngüsel soru, A’nın B’ye ilişkin duygu, düşünce ve aldılarını üçüncü bir kişi olan C’ye sorma yoluyla gerçekleşir. Aile danışmanın sorduğu döngüsel sorular aileyi doğrusal düşünmenin dışına çıkarır. Çünkü genellikle aile üyeleri ‘Benim bu davranışımın sebebi o çünkü böyle yaptı.’ diye düşünür. Yani diğerini suçlama eğiliminde olup soruna doğrusal bir nedensellik ile bakar. Ancak hayatta her şey neden-sonuç ilişkisine bağlı değildir. Her bir aile üyesinin davranışı diğerini karşılıklı olarak etkiler. Aile danışmanı döngüsel sorular sorarak aile üyelerinin tekrar eden düşünce şekline farklı bir bakış açısı ile bakmasını sağlar. Probleme yönelik nedenlerden çok iletişim biçimlerine odaklanılmasını sağlar.

    Aile heykeli

    Aile heykeli oluşturma, aile ilişkilerin nasıl olduğunu düşünüyor ve hissediyorsa ya da o anda ailenin nasıl olmasını istiyorsa aile üyelerinin ilişkilerini, sınırlarını ve diğer aile dinamiklerini göstermek amacıyla sahne üzerindeymiş gibi yapılan bir tekniktir. Bu teknik, var olan ilişkileri gösterme veya iletişim örüntülerini değiştirme ve aile ilişkilerini yeniden yapılandırma olarak kullanılabilir. Geçmiş, şimdi ve gelecek üzerine yorum yapma imkanı verir. Geçmişte ilişkilerin nasıl yaşandığı, aile üyelerinde şuan ne gibi değişikliklerin yaşandığı, gelecekte danışanla ne gibi değişiklikleri gerçekleştirmek istedikleri, bunlarla ilgili duyguları konuşabilme fırsatı verir.

    Yeniden çerçeveleme

    Bu teknik aile üyelerininn şikayet ettiği davranışlar hakkında alternatif düşünebilmek, mantıklı başka bir açıklama yapabilmek ya da aile üyeleri arasındaki ilişki örüntülerinde değişim oluşturabilecek daha çok olasılığı keşfedebilmek için kullanılır. Aile danışmanı aile üyelerine önce sorun olarak dile getirdikleri durumla ilgili başka mantıklı açıklamalar yapmasını isteyip soruna yeni bir bakış açısıyla bakma imkanı sağlayabilir. Bu süreçte aile bir duruma yeni bir anlam yükleyebilir ve bu sayede alternatif davranış şekilleri keşfedebilir. Yeniden çerçevelendirme mevcut durumu değiştirmez fakat duruma ilişkin algıyı değiştirerek değişime olanak sağlar.

    Aile danışmanlığı neden önemlidir?

    Aile danışmanlığı, çocuğun veya anne/babanın yaşadığı sorunların aile bağlamı içinde nasıl yer aldığını görebilmeyi sağlar. Ayrıca ailenin, çocuğun veya anne/babanın davranışlarını sürdürmesine nasıl katkıda bulunduğunu yani ailenin bu süreçteki işlevini görmemizi sağlar. Aile içindeki davranış ve etkileşimlerin aile üyelerini nasıl etkilediğini anlamak önemlidir. Aile danışmanlığı ile tüm bu süreçler aile üyeleri tarafından fark edilir.

    Aile danışmanlığı süreci aile üyelerinin her birini doğrudan veya dolaylı olarak kendi davranışlarını, düşüncelerini ve algılarını gözlemleyip tanımlamasına yardımcı olur. Böylece aile üyeleri kendine yardımcı olacak yeni davranış, düşünce ve algı geliştirmeye başlar.  Aile, sorunlarını çözebilmek için aile sistemine ilişkin kaynaklarını keşfeder. Her bir bireyin kendine ve ailesine ilişkin zihnindeki tablo değişir.

    Aile danışmanlığı sonrasında aile üyelerinin duygu, düşünce ve davranışlarında olumlu değişimler sağlanır, aile üyelerinin ve ailenin bir bütün olarak güven duygusu gelişir ve aile danışmanlığından sonraki süreçte sorunlarını kendileri çözebilecek düzeye gelirler. Bu yazıda aile danışmanlığının aile üzerindeki etkilerinin önemi görülmektedir.

    Her aile, yaşamı boyunca bazı zorluklarla karşılaşır. Bunlardan bazıları ile daha kolay baş edebilirken bazıları ile daha zor baş edebilir. Bazı durumlarda ise bu sorunla baş edemez ve ailede çatlaklar oluşur. Bu durum normal olup her ailenin başına gelebilir. Bu durumu kabul edip süreci daha kolay geçirmek ve aile ilişkilerinizin kalitesini artırmak için lütfen aile danışmanlığı hizmeti almaktan çekinmeyin.

    Referanslar

    Duyan, V. (2016). Sosyal Hizmet Temelleri, Yaklaşımları ve Müdahale Yöntemleri. Ankara: Sosyal Çalışma Yayınları.

    Geldard, K., ve Geldard, D. (2016). Çocuk Psikoterapisi (2. Baskı). Erden G. ve Kudiaki Ç. (Ed., Çev.). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

    Gladding, S. T. (2015). Aile Terapisi Tarihi, Kuram ve Uygulamaları (5. Baskı). Keklik İ. ve Yıldırım İ. (Ed., Çev.). Ankara: Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği.

    Nichols, M. P. (2013). Aile Terapisi, Kavramlar ve Yöntemler (1. Baskı). Gündüz O. (Ed., Çev.). İstanbul: Kaknüs Yayınları.

    Worden, M. (2013). Aile Terapisi Temelleri. (3. Baskı). Akbaş T. (Ed., Çev.). Adana: Nobel Kitabevi.

  • Öfke nasıl kontrol edilir?

    Öfke, tıpkı gülmek, sevinmek, mutlu hissetmek gibi günlük yaşamda hissedilen sıradan duygulardan biridir. Ancak öfkenizi kontrol edemediğiniz durumlarda bu sıradan duygu, farklı bir hal alır ve sizin için zararlı olmaya başlar. Kontrolünü sağlayamadığınız öfke, sizi kontrol etmeye başlar. Daha sonrasında bu durum ilişkinizi, iş hayatınızı ve sağlığınızı etkileyebilir. Şunu asla unutmayın, öfkenin kendisi bir problem değildir.

    Öfkenin yapısını anlayabilmemiz için ilk olarak öfkenin bizler için ne gibi yararları olduğuna değinmek gerekmektedir. Evet yanlış duymadınız. Öfke biz insanlar için yararlı bir duygudur. Öfkeyi problem haline getiren, onu kontrol edebilmeniz ya da kontrol edememenizdir.

    • Öfke tamamen, insanı insan yapan, temel bir duygudur.
    • Öfke sizi tehdit eden bir durumla karşılaştığınızda hayatta kalmanızı sağlayacak tepkiler oluşturur.
    • Öfke, daha verimli çalışmanız için bir motivasyon kaynağıdır.

    Aslında doğru bilinen bir yanlış olarak, öfkenin sadece kötü bir duygu olmadığını unutmamanız gerekmektedir. Bu nedenle öfkeyi , olumlu öfke ve olumsuz öfke olarak ikiye ayırmamız doğru olacaktır. Makalemizin ana konusunu oluşturan olumsuz öfke kavramına gelelim. Öncelikle Olumsuz öfkeyi anlayabilmemiz için o sırada neler yaşadığımızı bilmemiz gerekmektedir.

    Olumsuz öfke anında şunlar yaşanmaktadır:

    • Kaslarda gerginlik
    • Baş dönmesi
    • Hızlı nefes alıp verme
    • Kalp ritminde artış
    • Yoğun terleme
    • Yüzde kızarıklık ve yanma hissi
    • Mide bulantısı

    Gördüğünüz gibi kontrol edilemeyen bir öfke anında, kişi yoğun olarak fiziki semptomlar yaşamaktadır. Öfke anında çoğu kişi, düşüncelerini ve duygularını gözden kaçırmakta, hatta bu fiziki semptomların da farkında olmamaktadır. Çoğu kişi sinirlendiğinde o an hiçbir şey düşünemediğini söylemektedir. Bu durum da kişinin kontrol edemediği öfkesinin aslında kişiyi kontrol ettiğini göstermektedir.

    Bir kişinin öfke kontrol problemine sahip olduğunu gösteren detaylar şöyledir:

    • Öfke anında sakinleşmekte yaşanan zorluk
    • Yaşanan küçük bir olayın çok ciddiye alınması ve büyütülmesi(birinin yolda yanlışlıkla size çarpması, arkadaşınızın farkında olmadan verdiği bir yanıt, trafikte arkadaki arabanın size korna çalması)
    • Evdeki eşyaların(cep telefonu, vazo vs.) fırlatılması ve kırılması
    • Kişinin sakinleştikten sonra, yaptıkları için pişman duyması ve bu durumun bir döngü halinde devam etmesi.

    Tüm bu sayılan özellikleri aslında kişinin öfkesini kontrol etmekte yoğun bir güçlük yaşaması olarak özetleyebiliriz. Yazımızda size yansıtmak istediğimiz şey öfkenizi göz ardı etmeniz değildir. Sizi öfkelendiren konuları kesinlikle küçümsemiyoruz. Sizi öfkelendiren şeyler birer gerçektir. Ancak önemli olan sizi öfkelendiren konulara karşı bir bakış açısı kazanmanız ve onunla baş edebilmenizdir.

    Öfke nasıl kontrol edilir?

    • İlk olarak öfke üzerine bir sorununuz olduğunu kabul etmeniz, gelişiminiz adına önemli bir yarar sağlayacaktır.

    • Öfkeniz, öfke anındaki düşüncelerinizi yönetemediğiniz ya da farkında olmadığınız için ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle öfkelendiğiniz anda bir süre olsun sakinleşmeyi bekleyin. Bunun için o ortamdan beş dakikalığına uzaklaşmanız, daha sağlıklı düşünmenizi sağlayacaktır.

    • Makalenin başında öfke anında nefes alış verişinizin hızlandığını söylemiştik. Aslında nefes alış verişinizin artması biyolojik olarak daha çok sinirlenmenize neden olmaktadır. Bu nedenle nefes egzersizleri yapmanız ve öfkelendiğiniz anda derin sakin bir nefes almanız önem taşımaktadır.

    • Stresli olduğunuz anlarda o bölgeden uzaklaşıp bir takım egzersiz hareketleri yapmaya çalışın.

    • Öfke probleminizi çevrenizde paylaşmak ve bir yol haritası çizmek önem taşımaktadır.

    • Etkin ve destekleyici psikoterapi programlarıyla öfkenizle baş etme becerisini kazanabilirsiniz.

    “Öfke ile nasıl başa çıkabilirsiniz?” sorusunu kısaca özetlemek gerekirse tüm bu tavsiyelerin yanı sıra psikoterapi programlarının öfkeyle başa çıkabilmeniz konusunda oldukça yararlı olduğunu söyleyebiliriz. Öfke konusunda bugün etkin bir yöntem olarak kullanılan Bilişsel Davranışçı Terapi ile öfke anındaki davranışlarınızı yönetme becerisi kazanabilirsiniz.

    Öfke yaşam kalitenizi düşürmesin!

    Yaşamın içerisinde karşılaşılan zorluklar insanda farklı duyguların tetiklenmesine neden olabiliyor. Bu duygular zamanla kişiye kendi kontrolünü kaybettirerek, kişiyi bir çıkmaza sokabiliyor. Stresli bir yaşam olayları, aile içi sorunlar vb. kişilerde öfke sorunlarını doğurabiliyor. Öfkelenmek de bir duygu biçimi olarak görülebilir. Ancak bu duygu biçimi insana yarar yerine zarar verebiliyor. Öfkenin kontrol edilebilmesi yaşam kalitesini de arttır. Bunun için öfkenize yenik düşmemeli ve profesyonel adımlar atarak gerçekçi kararlar vermeniz gerekir. Durduk yere sinirlenmek veya tabiri caiz ise her tarafa sataşarak çözüme ulaşmak bir hastalık boyutuna da varabilir. Öfkenin kontrol edilebilmesi tamamen sizin elinizdedir. Bunun için sağlıklı düşünmeye ve olaylara gerçekçi yaklaşmaya çalışmalısınız.

    Öfkenin ortaya çıkmasının birçok nedeni olabilir. Kişi aşırı sinirli bir yapıda olabilir veya karakteri bu şekildedir. Tüm bunları öğrenebilmek için kişiye gerekli analizlerin yapılması gerekir.

    Öfke kontrolü konusunda yapmanız gerekenleri bilirseniz saha sağlıklı sonuçlar alabilirsiniz. Bunun için aşağıdaki yöntemleri deneyebilir ve uygulayarak yaşamınızı daha renkli bir hale getirebilirsiniz.

    Sakin karar almaya çalışın

    İnsanlar anlık olarak sinirlenerek bu sinirle başkalarına zarar verebiliyor. Bir anlık sinir birçok şeye neden olabiliyor. Bunun için sakin olmaya çalışın, her şeyin bir çözümünün olduğunu unutmayın. Öfkelendiğinizde, öfkeye davranmayıp, “Ben bu sorunu daha sakin nasıl çözebilirim?” diye düşünün. Bu sayede sağlıklı bir sonuca ulaşabilirsiniz.

    Olay yerinden uzaklaşın

    Herhangi bir olaya veya bir kişiye sinirlendiniz. Öfkenizi de kontrol edemeyeceksiniz. Bu durumda yapmanız gereken en güzel şey oradan uzaklaşmak olacaktır.

    Bir evlilik düşünün. Eşinize sinirlendiniz ve öfkeli bir yapınız var. Öfke ile devam ederseniz olumsuz sonuçlar oluşacaktır. Bunun yerine evi belirli bir süre terk etmeniz ve sakinleşince gelerek olumlu bir konuşma yapmanız her iki taraf için de yapıcı olacaktır. Bu sayede tam bir öfke kontrolü sağlanacaktır.

    Soğukkanlı olmaya özen gösterin

    Öfkelendiğinizde soğukkanlı olarak hareket etmeye özen gösterin. İnsanlar genelde, öfkeli birinin yanında durmak istemezler; bu da anlaşılabilir bir durumdur. Bunun için olaylar karşısında öfkenizi ön plana çıkarmak yerine sorun çözücü ve olaylar karşısında soğukkanlı tavrınızı öne çıkarın ve olaylara mantıklı bir yaklaşımda bulunun.

    Kişisel iletişim kurmaya çalışın

    Öfke anında karşınızdakine saldırmak yerine onunla iletişim kurmayı deneyin. Öfke ile sorunun çözülmediğini ve karşı taraf ile sizin zarar göreceğinizi unutmayın. Konuşmak ve olayı tatlıya bağlamak sizin elinizdedir. Bu kendinizden taviz vereceğiniz anlamını taşımamalıdır. Konuşmanın kendiniz bir taviz olduğunuz düşünürseniz olaylar daha karmaşık bir hal alabilir.

    Alternatifler deneyin

    Sizi öfkelendiren noktalardan ve insanlardan uzak durun. Her gün aynı yolu kullandığınızda trafik oluşuyor ise ve bu sizi öfkelendiriyor ise başka yollar deneyin. Sizi öfkelendirecek ayrıntılardan uzak durmanız yaşam kalitenizin de artmasına yardımcı olacaktır.

    Uzman desteği alın

    Öfkenizi yenmek için tüm ayrıntıları denediniz; ancak başarılı olamadınız. O zaman izlemeniz gereken en önemli yol psikolojik yardım uzmanında destek almaktır. Bu sayede başarılı bir sonuç elde ederek hayatınızı daha güzel bir hale getirebilirsiniz. Öfke kontrolü konusu uzmanlık isteyen bir konudur. Bu konuda destek alacağınız bir uzman (psikolog, psikolojik danışman, psikiyatrist, psikoterapist vb.) uzman, öfkenizin kökeniniz anlamanıza ve onu daha sağlıklı yollarla ifade etmenizde size yardımcı olacaktır.

    Öfkeli bir insan olarak yaşamanızı sürdürürseniz çevrenizdeki insanlar da sizden uzaklaşacak ve hatta sizi sevmeyecektir. Bunun için kendinize bir şans vermeli ve uzman desteği alarak bu duygunuzu yenmelisiniz. Her şey sizin elinizde. Sağlıklı bir birey olarak toplumda yaşamak ve soğukkanlı olarak çevrenizdekilere yardım ederek yaşam kalitenizi arttırabilir, mutluluğa yelken açabilirsiniz.

    Yazar: Ahmet Can Alkan

  • Narsisistik kişilik bozukluğu tedavisi nasıl olur?

    Toplum içinde, kendini beğenen, kendine gereğinden fazla özen gösteren, kendiyle çok fazla meşgul olan, diğer insanlardan üstün olduğuna inanan ve bu doğrultuda beklentileri olan kişilerin kendini beğenmiş ya da narsisist bir kişi olarak adlandırıldığına şahit olmuşuzdur. Bu tip kişiler narsisist olarak adlandırılsa da bu özelliklere sahip herkesin ruhsal bir bozukluğa sahip olduğunu söylemek doğru olmayacaktır.

    İnsanın gelişimi için gerekli olan kendini değerli görme, kendini sevme ihtiyaçlarının abartıldığı yani aşırıya kaçtığı durumlarda, kişinin narsisistik kişilik bozukluğu sınırlarında dolaştığını söylemek mümkündür.

    Narsisist kişilik bozukluğunu yakından tanımadan önce bu bozukluğa adını veren mitolojik karakter narkisisostan kısaca bahsetmek istiyorum.

    “Yunan mitolojisinde kendine aşık olanları karşılıksız bırakan güzel peri kızı Ekho bir gün, Narkisisos adında çok yakışıklı bir avcı görür. Bu avcı olağanüstü yakışıklılığa sahip göz alıcı görünümdedir. Ekho, bu genç ve yakışıklı avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkisisos adındaki bu olağanüstü yakışıklı avcı Ekhonun aşkına karşılık vermez. Peri kızı Ekho, karşılıksız kalan aşkından günden güne kederlenir, hastalanır ve en son ölür. Olimpos dağındaki tanrılar Ekhonun acı ölümüne çok kızarlar ve buna sebep olan Narkisisosu cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av peşinde olan Narkisisos çok susamış ve bitkin bir halde bir nehir kıyısına gelir. Nehirden su içmek için eğildiğinde, suya yansımış olan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. Narkisisosun o ana kadar fark etmediği kendi güzelliği adeta onu büyüler ve Narkisisos kendine hayran kalır. Bu eşsiz güzellik karşısında kendisine aşık olur. O andan itibaren kendine aşık olan Narkisisos yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. Narkisisos, suya yansıyan görüntünün kendisi olduğunun da farkında değildir. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü. Kendine hayran olup nehir kenarında hareketsiz kalan Narkisisos ne yemek yiyebilir ne su içebilir. Tıpkı güzel peri Ekho gibi kendine aşkından günden güne eriyerek, orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Böylece kendine aşık olmak avcı Narkisisos’un en büyük cezası olur.”

    Bu mitolojik öyküde gördüğümüz gibi, kendini aşırı ölçüde sevme aslında kişiye zarar veren sonuçlar doğurmaktadır. Narsisistik kişilik bozukluğu tanısına sahip kişiler de Narkisisos kadar olmasa da hayatlarında birçok olumsuzluklar yaşar. Mitoljik öyküden adını alarak psikoloji alanına dahil olan Narsisistik kişilik bozukluğunu tanı ölçütleri ile yakından tanıyalım.

    Narsisistik kişilik bozukluğunun tanı ölçütleri nelerdir?

    Kendileri ruhsal ve fiziksel açıdan aşırı beğenen, kendini diğer insanlardan üstün gören, devamlı ilgi ve beğeni toplamaya çalışan, bulundukları sosyal ortamlarda özel bir ilgi göreceklerine inanan kişilere narsisistik kişiler diyoruz. Sosyal ortamlarda en gözde, en parlak, en dikkat çeken kişinin kendisi olacağına inanırlar.

    Bu kişiler, özel haklara sahip olduklarını düşünürek her koşulda kendilerine ayrıcalıklı davranılması beklentisinde olurlar. Kendilerini başkalarından daha iyi bulmakla kalmayıp bir de onları aşağı, hatta vasat oldukları için suçladıkları görülmektedir. Narsisistik kişiler adeta kendilerini yıldız ilan etmiş, çevresindeki insanların da onları hayran hayran izlemek düşmüş gibi davranırlar.

    Narsisistik kişilik bozukluğunun topluda görülme sıklıklığı %1 civarındadır. Bu bozukluğun tanı kriterlerine bakacak olursak şunlar karşımıza çıkmaktadır;

    • Narsisist kişi, kendisinin çok önemli olduğu duygusu taşır. Örneğin bu kişiler başarılarını gereğinden fazla abartır, yeterli bir başarı göstermese dahi olağanüstü bir başarı göstermiş olduğuna inanır.
    • Sosyal ortamlarda daima ilgi odağı olup beğenilmek, onaylanmak, pohpohlanmak ister.
    • Gerçekçi olmayan üstün başarı, güzellik, güç, zeka ve koşulsuz sevgi düşlemleri üzerinde kafa yorar.
    • Narsisit kişiler de en çarpıcı özelliklerden birisi de kendilerinin “özel”, “eşsiz” bireyler olduklarına inanmaları kendilerinin eşi benzeri bulunmayan özelliklere sahip olduğuna inandıkları için normal insanların onları anlamadıkları düşünürler. Onları ancak başka toplumdan veya özel kişilerin anlayacağını ya da ancak diğer özel kişilerle arkadaşlık etmeleri gerektiğini düşünürler.
    • Narsisist bireyin, empati duyguları gelişmemiştir. Çevrelerindeki insanların duygularını ve gereksinimlerini anlamakta bu gereksinimlere cevap vermekte oldukça isteksizdir.
    • İnsanlarla olan ilişkilerinde bencilce sadece kendi çıkarlarının peşine düşer. Başkalarını kendi çıkarları doğrultusunda hiç çekinmeden kullanır. Başkalarını kullanırken onların zayıf noktalarını tespit etmekte ustadır.
    • İç dünyalarında aşırı kıskanç kişilerdir. Sürekli olarak başkalarıyla kendilerini kıyaslayarak onlardan daha iyi olduklarına kendilerine ikna etmeye çalışırlar. Kendilerinde bulunan kıskançlık duygularını savunma mekanizmalarıyla başkalarına yansıtırak kıskanıldıklarına inanırlar.
    • Başkalarına karşı bencil, küstah, kendine beğenmiş, üstten bakma eğilimleri vardır.
    • Narsisist bireyde her olayda her durumda hak kazandığı duygusu vardır. Öncelik her zaman kendisinde olmalı her durumda öncelikli olmalı gibi bir beklenti içindedir.

    Narsisistik kişilik bozukluğunun nedenleri nelerdir?

    Narsisist bireylerin dışardan görünümleriyle iç dünyalarında kendilerini algılamaları arasında oldukça büyük bir uçurum bulunur. Yüzeyde narsisistik kişilik, dikkat çeken kendinin önemli olduğu duygusuna ve sınırsız başarı hayallerine sahip olsa da, aslında bu özellikler iç dünyalarındaki kırılganlıkları maskelemektedir. Sürekli ilgi odağı olup başarı ararken, bu duyguların altında narsisitik kişiler aslında eleştirilmeye aşırı duyarlıdırlar ve başarısızlıktan çok korkarlar.

    Narsisistlerin iç dünyaları boşluklarla doludur çünkü kendilerini yüceltmelerine karşın gerçekte kendilerinin çok küçük olduklarını düşünürler. Narsisistik kişilik bozukluğunu oluşumunda çocukluk dönemi yaşantılarının önemi büyüktür. Bu alanda açıklama yapan Psikodinamik yaklaşıma bakacak olursak:

    Psikodinamik yaklaşım

    Bu yaklaşım narsisistik kişiliğin oluşumunu açıklarken erken çocukluk dönemindeki yaşantılara ve kişinin anne baba ile olan ilişkilerinin önemine dayanır. Çocuk için kendi kişiliğini ortaya koymak, kabul görmek, kendi kendine bir şeyler başarmak sağlıklı kişilik gelişimi için koşuldur. Aile çocuğun, yetkinlik gösterilerine kabulle yanıt vermez ise çocukta sağlıklı bir kendilik değerinin gelişmesinde başarısızlık oluşur. Bu tür yaşantılarda çocuğun kendi olması, kendi olduğu için ona değer verilmesi gerektiği hissedilmez.

    Çocuk ailede ancak anne babasının sözünü dinler onların istedikleri gibi davranırsa kabul ve değer görür. Eğer anne baba çocuğa sadece kendi gibi olduğu gibi değer gösterir ona koşulsuz sevgi verirse ancak o zaman çocukta öz saygı gelişebilir. Bu iletişimin sağlıklı kurulamadığı zaman çocukta öz saygı duygusu gelişemez.

    Bahsettiğimiz gibi duygusal anlamda ihmal edilmiş çocuklarda sağlıklı bir öz saygı duygusu gelişemediği için kendi kusurlarını kabullenmekte başarısız olurlar. Sonunda kişide narsisistik kişilik için zemin oluşmuş olur. Kendilik duygularını devamlı olarak besleme ihtiyacı hisseden kişi sonu gelmez bir şekilde başkalarının onay ve sevgisinin peşine düşer. Yani narsisistik kişilerin bu kişilik yapısına dönüşmelerindeki altta yatan neden içlerindeki aşağılık, değersizlik duygularını telafi etmek için büyüklenmeci davranmaya gereksinim duymalarıdır.

    Bir diğer neden ise erken çocukluk döneminde anne babanın çocuğun özelliklerini aşırı yüceltmeleri, vurgulamaları ile devamlı beslenen ve gereksizce büyüklenmeci bir özbenlik duygusu da narsisistik kişilik bozukluğunun oluşumunda rol oynamaktadır.

    Tek bir cümle ile narsisistik kişilik bozukluğunun nedenini açıklamak gerekirse, bu tip hastaların vaka öykülerinde çocuklukta yaşadıkları duygusal ihmalin etkisi olduğunu söylemek uygun olacaktır.

    Biyolojik yaklaşım

    Geçmişten günümüze yapılan araştırmalarda narsisistik kişilik bozukluğunun oluşumunda biyolojik etmenlerin doğrudan bir etkisine ulaşılamamıştır. Bu alanda yapılan araştırmalar bu bozukluğun psikolojik etmenlerden kaynaklanabileceğini belirtmiştir.

    Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin genel özellikleri nelerdir?

    Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişi dışarıdan gözlemlenebilecek, toplumun genelinden ayrılan, taşkın ve abartlı davranışlar sergiler. Dışarıdan bir gözle bakıldığında narsisist bir kişinin hemen dikkat çekmesi, davranışlarında aşırıya kaçan yanların olması bu kişilerin ayırt edilmesinde kolaylık sağlamaktadır.

    Narsisistik kişilik bozukluğu diğer kişilik bozukluklarına göre kıyaslandığında fark edilmesi ve uzmanlar açısından da teşhis edilmesi nispeten daha kolay bir bozukluktur. Bu kolaylığa sebep olan en önemli özellik ise narsisistik kişilerin dışa dönük, abartılı tutum ve davranışlarıdır.

    Narsisistik bozukluğa sahip kişiler sosyal ortamlarda parıldayan bir yıldız gibi dikkat çekmeden ve göz önünde durmadan yapamazlar. En çok dikkat çeken özellikleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

    • Narsisistik kişiler kendilerini yüceltmek ve üstün göstermek için başkalarını kullanır hatta sömürürler. İnsanlarla kurdukları ilişkiler çıkarlarına hizmet etmek içindir.
    • İlişkilerinde ben-merkezci davranır empati kuramazlar.  Örneğin hasta birinin yanında sağlıklı olmaktan bahsedebilecek kadar düşüncesiz olabilirler. Başkalarının isteklerini veya yaşadıkları duyguları gördüklerinde bunları eleştirir bir şekilde küçümseme, aşağılama eğilimleri vardır.
    • Becerilerini, başarılarını gerçekçi olmayan şekilde abartırlar. Bilişsel açıdan taşkındırlar. Onlar için gerçek olmayan şeyleri bile gerçekten öyleymiş gibi anlatmak çok kolaydır. Güçlerini abartır, hiç çekinmeksizin başarısızlıklılarını başarıymış gibi gösterirler. Kendilerini, kendi gördükleri gibi ya da daha değerli olarak görmek istemeyenleri küçümserler.
    • Narsisist kişiler, hayal güçlerinin genişliğine bağlı olarak günlük yaşamda sürekli bir iyilik hali içindedirler. Yaşama bakışları iyimser olup umutsuzluğa kapıldıkları çok nadirdir.
    • Narsistler, anne babaları tarafından ne yaparlarsa yapsınlar hep sevilecek mükemmel insan oldukları inancına sahiptirler. Bu inançtan beslenerek diğer insanlarla ilişkilerinde gerçekçi olmayan beklentilere girerler.
    • Narsisitik kişilik bozukluğu olan kişilerin benlik saygıları kırılgandır, çok kolay incinebilir. Başkaları tarafından eleştirildiklerinde veya herhangi bir yenilgi karşısında yaralanmaya müsait kişilikleri vardır. Dışarıdan göstermeseler de eleştirilme onları derinden yaralayabilir. Eleştiri karşısında, kendilerini küçük düşmüş, alçalmış, rezil olmuş gibi hissederler. Bu tarz durumlar karşısında aşırı öfkeli, saldırgan tutum ve davranışlarda bulunabilirler.
    • Kişilerarası ilişkileri genelde bozuktur. Özel ayrıcalıkları olduğunu düşünmeleri, diğer insanların duygu ve düşüncelerini önemsememeleri bu duruma sebep olmaktadır.

    Narsisistik kişilik biçimi ve bozukluğu arasındaki ayrımlar nelerdir?

    Narsisistik kişilik yapısına sahip kişiler toplumda sıklıkla karşımıza çıkmakta olup bu kişileri kendini beğenmiş, kibirli, insanlara üstten bakan, egoist, şımarık, ukala, gereğinden fazla özgüvenli gibi kavramlarla tanımlayabiliriz. Burada dikkat edilmesi gereken husus bu özelliklere sahip her kişinin narsisist kişilik bozukluğuna sahip olmayacağıdır. Bu özelliklere sahip kişiler etrafımızda fazlasıyla bulunabilir ancak narsisist yapıya yatkın olabilen normal kişilik yapıları da bulunmaktadır.

    Narsisist kişilik yapısındaki kişiler öz saygısı ve öz güveni yüksek olan kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizim toplumumuzda genellikle özgüvenli görünmek şımarıklık ve kendini beğenmişlik olarak kabul görse de aslında sağlıklı bir kişilik yapısıdır.

    Özgüven sahibi olmak bizi sosyal ve kendinden emin olduğumuzu gösterir. Ancak aşırı bir özgüven bizi kibirli biri gibi gösterebilir. Bu nedenle özgüven denge içinde olmalıdır.

    Sağlıklı narsisistlerin, narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilerden ayrıldığı noktaları karşılaştırmalı şu şekilde görebiliriz:

    Biçim: Eleştirilmeye karşı hassas ve kırılgandır ancak bu duygularla baş edebilir bunları göğüsleyebilir.

    Bozukluk: Başkalarının eleştirilerine aşırı derecede duyarlıdır. Eleştirilere öfkeyle tepki verir, tepki veremez ise kendini rezil olmuş, küçülmüş hisseder.

    Biçim: Kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarınının güçlerini kullanır, başkalarıyla ilişkilerinde açıkgöz davranır. İş birliği yapabilir ortak amaçlar edinebilir.

    Bozukluk: Başkalarıyla ilişkileri tamamen ben-merkezcidir. Amaçlarına ulaşmak için her türlü yola başvurabilir, insanları sömürür.

    Biçim:  Kendilerini, sahip olduklarını çok iyi, pazarlar, kendi reklamını yapmakta ustadır.

    Bozukluk: Çok özel biri oldukları hayaline kapılır insanlardan ayrıcalık bekler.

    Biçim: Kendini, kendi alanında en başarılı ve en iyi gibi gösterebilir.

    Bozukluk: Sınırsız güç, sınırsız başarı, olağanüstü güzellik peşindedir.

    Biçim: Beğeniyi ve övgüyü olgunlukla, ölçülü olarak kabul eder.

    Bozukluk: Ölçüsüz bir şekilde sürekli beğenilme, ilgi görme arayışı içinde olur.

    Biçim: Kendi duygu ve düşüncelerinin farkında olduğu gibi başkalarınında duygu ve düşüncelerini önemser, empati kurabilir.

    Bozukluk: Empati yoksunudur, başkalarının duygu ve düşüncelerinin derinine inemez.

    Narsisistik kişilik bozukluğu tedavisi nasıl olur?

    Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisindeki ilk adım doğru tanıyı koyabilmektir. Tanı koyma yetkisi ancak uzman klinik psikologlar ve pkisiyatristler tarafından mümkündür. Genellikle diğer kişilik bozuklukları ile ortak özelliklere sahiptir. Örneğin obsesif kompülsif kişilik bozukluğunda görülen mükemmelliyetçilik narsisistik bozukluğa sahip kişilerde de görülmektedir.  Bu iki bozukluktaki temel fark; obsesif kompülsif bozukluğa sahip kişilerde görülen kendini eleştirme ve kendini suçlama eğilimi, narsisistik kişilik bozukluğunda görülmemektedir. Bunun aksine narsisitik kişilik bozukluğunda eleştiriye tahammülsüzlük vardır.

    Psikolojik hastalıkların tümünde olduğu gibi narsisistik kişilik bozukluğunda da kişinin tedaviye gönüllü olması, terapistine güven duyması oldukça önem taşımaktadır. Toplum içindeki birçok narsisit kişilik kabul görmüş olup insan ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşayana kadar çoğunlukla tedavi olmayı kabul etmez. Yani narsisistik kişilik bozukluğu belirtileri gösteren bir kişinin kendi rızasıyla gidip tedavi olmayı istemesi pek karşılaşılan bir durum değildir. Bu kişiler genellikle sosyal ilişkilerinde büyük yıkımlar yaşadıktan sonra uyum sorunları sebebiyle tedaviye toplum tarafından zorlanmaktadır. Burada toplumun, narsist kişiyi zorla kolundan tutup tedaviye götürmesini kastetmiyoruz, toplumsal yaşantıların kişide yarattığı yetersizlik duygusu sonucu narsist kişinin tedavi almayı kabullenmesini kastediyoruz.

    Narsisit kişinin tedaviyi kabullenmesindeki amaç eski gücüne ve büyüklenmeci haline kavuşmaktır. Terapistin amacı ise bundan tamamen farklıdır. Bu fark belirginleşir ve narsist kişi tarafından fark edilirse, kişi direnç gösterebilir ve tedavi süreci zorlaşabilir.

    Bu kişilerle oldukça sabırlı, mesleğini özveriyle yapan ve destekleyici terapistler daha iyi iletişim kurabilir. Terapide güven duygusu oluştukça narsisist kişi iç dünyasını daha çok açacak ve sorunların temeline inmek kolaylaşacaktır.

    Narsisistik kişilik bozukluğunun tedavisinde, biyolojik bir neden bulunmadığından, herhangi bir psikiyatrik ilaç kullanımı söz konusu değildir.

    Narsisistik kişilik bozukluğunun iyileşmesinde en etkili yöntem dinamik psikoterapi yöntemidir. Aynı zamanda bilişsel davranışçı terapi yöntemi de kişilik bozuklukları tedavisinde etkili olmaktadır.

    Bu bozukluğa sahip kişilerin tedavi süreci uzun ve zahmetli olmaktadır.

    Tedavi sürecindeki asıl amaç kişinin topluma uyum yeteneğini geliştirmek, kendini daha iyi tanımasını sağlamak ve insanlarla ilişkilerini düzenlemektir.

    Alanında deneyimli bir terapist için narsisistle iletişimde en önemli nokta narsisist kişinin sürekli ilgi ve onay bekleyen tavırlarına karşı sabırlı olmak ve kişinin yavaş yavaş güvenini kazanarak iç dünyasını anlamaya çalışmasında rehber olmaktır.

    Referanslar

    ÖZTÜRK, Orhan, Aylin ULUŞAHİN, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.

    Butcher, James N.  Anormal Psikoloji, Kaknüs Yayınevi ; 2013

    KÖROĞLU, Ertuğrul, DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2005.

    Köroğlu,Ertuğrul.  Kişilik Bozuklukları.Ankara:HYB Basım Yayın,2014.

    YÜKSEL, Nevzat, Ruhsal Hastalıklar,  Nobel Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2006.

    SAYIL, Işık, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Antıp AŞ Tıp Kitapları ve Bilimsel Yayınlar No: 20, Ankara,

    Twenge,Jean.  Asrın Vebası: Narsisizm İlleti. İstanbul: Kaknüs Yayınevi, 2010.

    MILLON, Theodore, Modern Yaşamda Kişilik Bozuklukları, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2019.

  • Bilişsel gelişim nedir?

    Bireyin, çevresindeki dünyayı algılamasını, anlamasını ve yorumlamasını sağlayan zihinsel faaliyetlerinin gelişimine ‘bilişsel gelişim’ denmektedir.

    Çocukların bedensel gelişimleriyle birlikte zihinsel gelişimi de oldukça önemlidir. Bilişsel gelişim, düşünme ve kavrama sürecinde oluşan ilerleme olarak da tanımlanabilir. Bu zihinsel faaliyetler içinde bireyin algılama, anlama, akılda tutma, dil gelişimi, dikkat etme, hatırlama,  düşünme, problem çözme, konuşma gibi becerileri vardır. Bu becerilerle çocuk dünyayı anlamlandırır ve bazı çıkarımlarda bulunur.

    Bilişsel gelişim, bebeklikten yetişkinliğe ve hatta yaşlılığa kadar devam eden bir süreçtir. Çünkü gelişim yalnızca  büyüme ve olgunlaşmayı değil bozulmayı da içinde barındırır.

    Bu yazıda bilişsel gelişimi, İsviçreli psikolog Jean Piaget’nin Bilişsel Gelişim Kuramı çerçevesinde ele alacağız.

    Jean Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı

    Piaget, bilginin yapısı, kökleri ve oluşumuna ilişkin sorularla yola çıkarak çocukta bilginin gelişimini incelemiş ve konuya dair en kapsamlı kuramlardan birini ortaya atmıştır.

    Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı hem bilgiye nasıl sahip olduğumuza dair süreçleri hem de bu edinilen bilgilerin gelişimi ve anlamlandırılmasına dair evreleri içerir. Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı günümüzde de eksiklikleri olsa da kabul gören bir kuramdır.

    Piaget, diğer kuramcılardan farklı olarak çocuk düşüncesinin yetişkin düşüncesinden farklı olabileceğini savunmuştur. Yani burada vurgulanmak istenen şey şudur: Çocuk, bilişsel açıdan, yetişkinin küçüğü değildir. Çocuk  yetişkinden farklı düşünür, anlar, hisseder ve kavrar. Bu fikir eğitim kuramlarına da uygulanmıştır.

    Piaget, düşünce gelişiminin evrensel ve hiyerarşik bir düzende seyrettiğini söylemiştir. Ona göre dünyaya gelen her çocuk aynı düşünme biçimine sahiptir ve çocukların geçireceği bilişsel gelişimin belirli bir sırası vardır. İşte bu evreci anlayış, gelişimsel süreçlerin aşama aşama olduğunu söyler ve dolayısıyla herkeste aynı süreçler gözlemleneceği için biyolojik arka planın önemini vurgular. 

    Piaget’e göre gelişim, fizyolojik-biyolojik süreçlerle açıklanabilir. Kısacası Piaget’ye göre evre, biyolojik bir olgunlaşma ve büyümeyi ifade eder.

    Evreci gelişim anlayışını daha da somutlaştırmak adına kelebeğin olgunlaşma süreci örnek verilebilir. Önceleri kozanın içinde olan kelebek daha sonra güçlenerek kozasından çıkar ve tırtıl haline gelir. Zamanla daha da olgunlaşan tırtıl, kelebeğe dönüşür ve yaşamını devam ettirir. Yani bir büyüme ve gelişme sürecinden geçer.

    Evreci anlayış aynı zamanda kümülatif (birikimsel) gelişimi içerir. Yani, her evre kendinden önceki evrenin kazanımlarını da içerir ve onların üzerine eklenerek inşa edilir.

    Evrelerden evrelere geçiş yapmayı sağlayan şeyin olgunlaşma olduğunu söyledik ancak bu olgunlaşma aynı zamanda içselleştirmeyle birlikte gerçekleşir. Yani olgunlaşmayla (biyolojik büyümeyle) ortaya çıkan bazı becerilerin çocuk tarafından algılanıp içselleştirilmesi gerekir.  Ancak buraya kadar oldukça mantıklı gözüken evreci yaklaşım, bireyler arası farklılıkları ve özellikleri, spesifik düşünme biçimlerini açıklayamamaktadır. Ama Piaget inceleyebileceğimiz ve eleştirebileceğimiz bir kuram ortaya koyduğu için ve diğer kuramlar da Piaget’nin kuramından esinlenilerek oluşturulduğu için oldukça önem taşımaktadır.  Şimdi Piaget’nin bilişsel gelişim kuramını daha yakından inceleyelim.

    Piaget’e göre bilginin edinilme süreci

    Piaget’ye göre insan zihni doğuştan getirdiği iki temel eğilime sahiptir : Örgütleme ve Uyum Sağlama.

    Örgütleme: Zihnin edindiği bilgileri tutarlı ve sistematik bilgiler haline getirme sürecini ifade eder. Yani zihin, etrafta karşılaştığı uyaranları benzerlik ve bütünlük ilkesiyle bir araya getirir ve gruplar. Elma, armut, çilek, kivi, üzüm bizim zihinsel olarak ‘meyve’ kategorimizde sınıflanır. Bu sayede bazı nesnelerin özellikleri hakkında çıkarımda bulunurken daha kısa yoldan kararlar veririz. Bu durum hızlı düşünebilme ve karar verebilme süreçleri açısından zihnimize bir avantaj sağlar.

    Uyum Sağlama: Çevre ile etkileşimde değişimlere uyum sağlamayı ifade eder. Yani tıpkı yemek yerken yediğimiz yemekleri bedenimize kattığımız gibi, öğrendiğimiz yeni bilgileri de anlamlandırarak zihnimize katmaya çalışırız.

    İşte bu temel eğilimleri nedeniyle zihin bir dengeleme ihtiyacı içindedir. Dengeleme, zihnin yeni karşılaştığı bir durum karşısından önceden var olan deneyimleri arasında tutarlı bir bütünlük oluşturması ve denge kurması sürecidir. Örneğin, daha önce televizyonda aslan görmüş bir çocuğun kafasında aslana ait bir şema oluşur. Sarı renkli tüylerinin olması, heybetli duruşu, yelelerinin olması… İşte bu şema ile birlikte hayvanat bahçesine giden çocuk bir kaplan ile karşılaştığında, ona da aslan diyebilir; çünkü kaplan, çocuğun kafasındaki aslan şeması ile oldukça benzer özellikler göstermektedir. Daha sonra çocuğa o hayvanın aslan değil de kaplan olduğu söylendiğinde çocuk kendi kafasında kaplana ait yeni bir şema açacaktır. İşte bu süreç çocuğun yeni deneyimleri karşısında geçmişteki tecrübeleri arasında bir bütünlük kurma sürecidir. Dolayısıyla zihin bir dengede durma eğilimi içindedir.

    Yeni uyaranlarla karşılaşan zihin, söz konusu dengeyi, özümleme ve uyma/ uyumsama ile gerçekleştirir. Özümleme, yeni karşılaşılan durum, nesne veya olayları önceden var olan bir zihinsel yapının içine yerleştirme sürecidir. Yani yeni bir kalem gören çocuğun o kalemi önceki kalem algılarının içine koyma. Uyma/uyumsama ise, yeni şemalar veya zihinsel yapılar oluşturmak veya var olan zihinsel yapıları düzenlemek anlamlarına gelir. Yani aslında o kalem algısına ait yeni bir zihinsel yapı oluşturma (tükenmez kalem, tahta kalemi, lazer kalem vb.). İşte bahsettiğimiz bilişsel gelişim tüm bu süreçler aracılığıyla meydana gelir.

    Zihin yeni bir uyaranla karşılaşır, onu algılar ve anlamdırır. Dolayısıyla nörolojik anlamda beyinde yeni sinapslar oluşur. İşte bu yeni durum, nesne ya da olaylarla karşılaşmak çocukta bir kafa karışıklığı yaratabilir. Ancak bu kafa karışıklığı bazen iyidir.

    Piaget’e göre bilişsel gelişimin evreleri

    • Duyusal
      – Motor Dönem  ( 0 – 2  Yaş)
    • İşlem
      Öncesi Dönem  ( 2 – 7 Yaş)
    • Somut
      İşlemler Dönemi  (7 – 11 Yaş)
    • Soyut
      İşlemler Dönemi  (11 – 15 Yaş)

    Şimdi bu evreleri daha yakından inceleyelim.

    1- Duyusal motor dönem (0-2 yaş):

    Bu evrede çocuğun temel bilgi edinme ve dünyayı keşfetme yolu duyuları (deri, göz, kulak, burun, dil) ile beraber hareketleri ve eylemleridir.  Çocuklar bu dönemde emme, yutma, aranma, kökünü arama gibi bazı içgüdüsel refleksler sergilerler. Örneğin, yeni doğan bir bebeğin yanağına biberon değdiğinde kökünü arama refleksi ile o dokunmanın nereden geldiğini bulmak amacıyla kafasını o yöne doğru çevirmesi, bebeğin ya da yeni doğanın refleksif davranış kalıbına bir örnek olabilir.

    Bebek, eylemleri ve istekleri arasında senkronize olarak eş zamanlı hareket etmeye çalışır. Elini ağzına götürmek  isteyen bir bebek önceleri daha hızlı ve rastlantısal olarak elini ağzına götürürken kaslarının gelişimi ve artan ince motor becerisi ile birlikte bu hareketini tek seferde ve hedefe yönelik, daha hatasız yapabilir. Başta söylediğimiz gibi bu evre bebeğin duyularıyla dünyayı keşfettiği evre olduğu için, bebek nesneleri ısırma, emme, çiğneme, ağzına götürme gibi davranışlarda bulunabilirler.

    Çocuk  için güvenli ortamı sağladıktan sonra ( steril ve yumuşak nesneler) buna izin verilmelidir.  Çünkü bu, çocuğun dünyasına ait uyaranları anlamlandırabilmesinin ve bir yorumda bulunabilmesi için büyük bir adımıdır.

    Duyusal Motor dönemin en önemli kazanımlardan biri de nesne sürekliliğidir. Yaklaşık olarak 6- 8 ayları civarında oluşur. Nesne sürekliliği, nesnelerin bebeklerin görüş alanı dışına çıktıklarında bile onların orada var olmaya devam ettiklerine ilişkin farkındalığı ifade eder. Yani, annesini göremediğinde bile annesinin yan odada olduğuna ilişkin farkındalığı olan bebekler nesne sürekliliği geliştirebilmiş bebeklerdir. Nesne devamlılığı oluşmuş bir bebek nesneler onun görüş alanı dışına çıksa bile onun peşine düşer ve onu bulmaya çalışır. Genelde bu dönemde çocukların taklit davranışı da gelişir. Örneğin, arabayı ileri geri süren ebeveynini gören çocuk da arabasını ileri geri sürebilir.

    2- İşlem öncesi dönem ( 2-7 yaş):

    Bu dönemde çocukların dilsel gelişimlerinin hız kazandığı görülür. Çocuklar dili kullanarak isteklerini ifade etmeye başlarlar. Bazen kullandıkları bazı kelimeler onlara özgü kelimeler olabilir.

    Bu dönemde genellikle gerçekliğe uygun hareket ederler. Zihinsel bazı temsilleri kullanırlar.  Bu dönemim en belirgin özelliklerinden birisi de ben merkezciliktir. Ben merkezcilik, çocuğun kendisini başkasının yerine koyamama durumu, olayları yalnızca kendi bakış açısından algılama ve değerlendirme durumu olarak açıklanabilir. Örneğin, çantanın arkasına sakladığı nesneyi kendisi göremediği için kimsenin göremeyeceği kanaatine varır. 

    Bir seferde problemin tek bir yönünü dikkate alırlar. Yani nesnelerin birden çok özelliğini aynı anda kullanamazlar. Örneğin, “Sarı, büyük, üçgeni getir.” dediğimiz 3 yaşındaki bir çocuk, nesnenin tüm özelliklerini aynı anda aklında tutamayacağı için tek bir özelliğini kullanarak hareket eder. Ya sarı nesneyi getirir, ya büyük olanı, ya da üçgeni. Kısacası tek yönlü düşünürler de diyebiliriz.

    Bu dönemde animistik düşünce dediğimiz düşünce tarzı da görülür. Animistik düşünce, canlı olmayan nesnelere canlılık özelliği atfetmek olarak tanımlanabilir. Mesela bir  çocuğun ayıcığının karnını doyurması, canı sıkılmasın diye onunla ilgilenmesi ya da uykusu gelmiştir diyerek yatağa yatırması animistik düşünce tarzına örnek verilebilir. İşlem öncesi dönem daha genel anlamda 2 başlık altında ele alınabilir: Sembolik Dönem ( 2-4 Yaş ) ve Sezgisel Dönem (5-6 Yaş).

    Sembolik dönemde çocuk üst paragrafta bahsettiğimiz tek boyutlu sınıflamaları yapabilir, nesnelere kendine özgü kavramlar atayabilir. Sezgisel dönemde ise sezgiye dayalı olarak akıl yürütmeler yapabilir. Daha önce hiç karşılaşmadığı bir durumla karşı karşıya kaldığında, sonucuna yönelik bazı çıkarımlar yapabilir ve hareketlerini ona göre düzenleyebilir. Sezgisel dönemin en önemli ve bilişsel gelişime oldukça yardımcı kazanımlardan birisi de -mış gibi oyundur. Bu oyun türünde çocuk nesnelere sahip olduğu özelliklerinin dışında başka bazı özellikler yükler. Örneğin, sopayı cadı süpürgesi olarak kullanmak, tarağı mikrofon olarak kullanmak, kalemi ruj olarak kullanmak gibi.

    3- Somut işlemler dönemi ( 7-12 yaş):

    Bu dönem çocukların ilkokul çağlarına denk geldiği, fiziksel gelişimin hızlı olmasıyla beraber bilişsel gelişimin de hız kazandığı bir dönemdir. Bu dönemde, zihinsel işlemler daha karmaşık bir hal almaya başlar, çocukların düşünme yeteneklerinin geliştiği görülür. Hemen hemen tüm dünyada çocuklar bu yaş döneminin başlangıcında eğitim ve öğretime başlarlar; çünkü bu dönem bazı somut gerçekliklerin anlamlandırılabileceği bir dönemdir.

    Daha çok görünür gerçeklikle ilgilenirler. Göremedikleri, dokunamadıkları bazı şeyleri anlamakta güçlük çekebilirler. Örneğin, din, kurallar vb.

    Bu dönemin en önemli kazanımı ise korunum becerisidir. Korunum, bir nesnenin görüntüsü ya da konumu değişse bile onun bazı özelliklerinin aynı kalacağı yargısıdır. Örneğin, bir elmanın 5 parçaya bölünmüş olması ile 2 parçaya bölünmüş olması onun aynı elma olma özelliğini değiştirmeyecektir ya da 10 tane madeni paranın üst sırada daha geniş aralıklara sıraya dizilmiş olması, alt sırada ise daha dar aralıklarla sıraya dizilmiş olması o paranın miktarı üzerinde bir değişiklik yaratmayacaktır. İşte bu gibi bazı düşüncelerin farkına varabilen çocuk korunum becerisini edinmiş demektir. Korunum duyulardan gelen bilgiye çok boyutlu anlam verebilmekle ilgilidir. Duyusal- motor dönemde kazanılan nesne devamlılığı becerisi ile oldukça paraleldir.

    İşlem öncesi dönemde bir nesnenin tek bir boyutu ile sınıflandırma yapan çocuk, bu dönemde bir nesnenin birden çok özelliğini sınıflayabilir. Bu dönemde çocukların zihinsel faaliyetleri gerçek, gözlenebilir olaylar üzerindedir. Somut işlemler dönemindeki bir çocuk için atasözleri, deyimler, gerçek anlamının dışında kullanılmış kelimeler çok da bir anlam ifade etmeyecektir.

    4- Formel/ soyut işlemler dönemi ( 11-15 yaş):

    Adından da anlaşılacağı üzere bu dönemde çocukta artık soyut düşünme becerileri gelişmeye başlar. Nesneler dünyasını iyice öğrenmiş olan çocuk artık farklı arayışlara yönelir. Daha görünmeyen, soyut şeylerle uğraşmaya başlar.

    Bu dönem çocukların ergenlik dediğimiz fizyolojik hızlı bir değişimin görüldüğü dönem olmasının yanı sıra kişisel değer ve yargılarının geliştiği, ait olunan kültürden izler edinildiği, bazı şeyler hakkında bir fikre ve tutuma sahip olunan dönem olması açısından da oldukça önem arz etmektedir.

    Bu dönemde bireyin çevresinde bulunan figürler ve onların davranışları, söylemleri oldukça değerlidir. Çocuk, yaşadığı durumlar karşısında neden-sonuç ilişkileri kurar, soyut kavramlarla düşünebilir. Atasözü, deyim, mecaz anlamlı cümleler gibi metaforları anlamaya başlar. Genelleme yapabilecek düzeye gelir. Ergenlik dönemi ve bu dönemde alınması gereken bazı önemli kararların varlığı (okul seçimleri, meslek yönelimleri vb.) kişide bir kafa karışıklığına, kararsızlığa ve karmaşık düşünmeye yol açabilir. Birey aslında tam da bu dönemde farklı bakış açılarından olaylara bakabilmeyi öğrenir.

    Çocuklarda bilişsel gelişimi desteklemek için neler yapılabilir ?

    Bilişsel gelişim, çocuğun doğumdan itibaren yeni uyaranlara ve deneyimlere maruz kalmasıyla başlar. Uyaranlarla karşılaşan çocuk nörolojik olarak beyinde bir ağ sistemi kurar. Kurulan bu ağlara sinaps, sinaptik bağlantı adı verilir. Sinaptik bağlantıların sayısı arttıkça beyin gelişimi hızla sürer.

    Çocuğunuzun yaşına ve becerilerine uygun olarak seçilen oyun ve oyuncaklar onun bilişsel gelişimini destekler nitelikte olmalıdır.  Çocuğa uyaran yönüyle zengin bir ortam yaratmak onun gelişimini olumlu yönde etkiler.

    Çocuğunuzla oyun oynarken oyunların içinde kurduğunuz cümleler ve kullandığınız kelimeler bile bu süreçte oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Örneğin, aşağı-yukarı, altında- üstünde, içinde-dışında gibi yer-yön kelimelerinin bebeklikten itibaren kullanımı bebeklerin bilişsel gelişimi üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir.

    Yönergeler, çocuğunuzun gelişimini etkiler. Oyun esnasında “Bana pembe parçayı uzatır mısın?”, “Kamyonun altındaki arabayı bana verir misin?” gibi sorular onun kıyaslama yapma, muhakeme etme ve çıkarımda bulunma becerilerini geliştirir.

    Oynadığınız oyunlarda çocuğunuza model olabilirsiniz. Bireyler model alma yoluyla birçok şey öğrenmektedirler. Özellikle de bebekler bazı davranışlarını ve tutumlarını ebeveynlerinden model alma yoluyla kazanırlar. Küp bloklar ile oynayan çocuğunuza bir kule yapımını gösterebilir daha sonra ondan da bir kule yapmasını bekleyebilirsiniz. Tabi bu süreçte sizin onu destekleyici olmanız, onu cesaretlendirmeniz ve bazı durumlarda yardımda bulunmanız da önemlidir.

    Bazı kavramları oyunlar aracılığı ile öğretebilirsiniz. Küçük-büyük, sıcak-soğuk gibi zıt kavramları sarı, mavi, pembe gibi renk kavramlarını, yer-yön kavramlarını oyunlar aracılığı ile daha eğlenceli hale getirebilirsiniz. Örneğin, iki kaba biri sıcak biri soğuk olmak üzere biraz su doldurup içine oyuncak araba bırakabilirsiniz. Çocuğunuzdan soğuk suyun ya da sıcak suyun içindeki arabayı size vermesini isteyebilirsiniz. Bu sayede çocuğunuzun dokunsal uyarılma ile bilişsel gelişimi desteklenecek, hangi suyun soğuk ya da hangi suyun sıcak olduğunu aklında tutması gerekecek gibi.

    Çocuğunuzun yaşına uygun olarak seçtiğiniz kitaplarla vakit geçirebilirsiniz. Eğer çocuk okul öncesi dönemdeyse renkli, farklı dokulara sahip (tırtıklı, yumuşak, kaygan) resimli kitaplar seçebilirsiniz. Bu kitaplardaki çizimler üzerinden kendiniz bir hikaye oluşturmayı deneyebilirsiniz. Bu sayede onun yaratıcı düşünme becerisi ile bilişsel gelişimine olumlu yönde bir katkı sağlamış olursunuz.

    Çocuğunuzun merak duygusunu besleyin ve sorduğu sorulara mutlaka onun anlayabileceği, onu tatmin edebilecek düzeyde cevaplar verin.

    Onunla birlikte farklı ortamlarda bulunun. Beraber müze gezmek, sinemaya gitmek, tiyatroya gitmek de onun gelişimini destekleyecektir. Bu ve bunun gibi bazı öneriler hem sizin ve çocuğunuz arasındaki bağlanma duygusunu güçlendirecek hem de çocuğunuzun bilişsel gelişimini destekleyecektir. 

    Referanslar

    Gelişim Psikolojisi Dersi Notları

    https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/48252/mod_resource/content/0/Bili%C5%9Fsel%20geli%C5%9Fim.pdf

    Santrock, Yaşam Boyu Gelişim. Nobel Yayınları.

  • Bağımlı kişilik bozukluğu nedir?

    Bağımlı kişilik bozukluğu DSM-V’e göre sosyal, cinsel ve mesleki işlev bozukluğu oluşturan, uzun süreli, esnek olmayan bağımlı kişilik örüntüsü varlığında teşhis edilir.

    Bağımlı kişilik bozukluğunun başlıca özelliği; erken yetişkinlik döneminde başlayan ayrılık korkuları, bağımlı davranışa yol açabilecek şekilde bakılma gereksiniminin aşırı ve yaygın olmasıdır.

    Bağımlı kişilik bozukluğu olan bireyler; başka insanların bakımına muhtaç, başka insanlara bağlı ve kendine güvenleri olmayan, en önemsiz kararları dahi başkalarından yardım almadan veremeyen bireylerdir.

    Bağımlı kişilik bozukluğu olan bireyler diğer bozukluklara göre sağaltıma uyumludurlar, sağaltım ekibini memnun etmeye isteklidirler ama sağaltım sürecini tamamlamada zorluk yaşayabilirler.

    Ruh sağlığı kliniklerinde en sık karşılaşılan kişilik bozukluğu bağımlı kişilik bozukluğudur. Ancak çoğunlukla, bağımlı kişilik bozukluğu nedeniyle değil, başka birinci eksen sorunları için başvururlar.

    Bağımlı kişilik bozukluğunda temel noktalar

    Temel Çatışmaları: Bağımlı kişilik bozukluğu sergileyen kişiler, plan yapma, herhangi bir projeye başlama konusunda yetersizdirler. Özgürlüklerinden ve girişimciliklerinden tamamen vazgeçerler.

    Diğerlerine Bakışları: Diğerlerini verici, destekleyici ve yeterli olarak görürler. Bağımlı kişilikler, yakınlarında ulaşabilecekleri güçlü bir insan olduğu sürece günlük işleyişlerini sürdürürler.

    Temel Şemaları: ‘Tümüyle çaresizim.’

    Fonksiyonel Olmayan İnançları: ‘Yeterli biri yanımda olursa hayatımı sürdürebilirim. Eğer terk edilirsem ölürüm. Var olabilmem için diğer insanlara, özellikle güçlü insanlara, ihtiyacım var. Mutluluğum böyle bir insana ulaşabilmeme bağlıdır.’

    Stratejileri: ‘Seni koruyanı, yardım edeni kızdırma. Onun yakınında ol. Mümkün olduğu kadar yakın bir ilişki kur. Onu kendine bağlamak için boyun eğici ol.’

    Temel Korkuları: Reddedilme ya da terk edilme ile ilgili.

    Tipik Davranışları: Karşıdaki insanı mutlu ederek yakın ilişkiyi sürdürme.

    Duyguları: Anksiyete ve depresyon. Gergin ilişkilerde anksiyete (bunaltı); ‘o insan’ yakınlarında olmayınca depresyon; bağımlılık ihtiyaçları yerine getirilince öfori.

    İlişkileri kolaylaştırmak için bağımlı kişiler tarafından kullanılan kendini tanıtma-gösterme yöntemleri Amaç Tipik Davranışlar
    Yalvarış, rica Çaresiz ve incinebilir olarak görünme Kendini küçük düşürme
    Kendini sevdirme Minnettarlık oluşturma Ego desteği, iyilikler-yardımlar sergileme
    Örneklerle gösterme Başkalarının suçlarını kullanmak Yardım sağlama, çaba sarf etme ve fedakarlıklar
    Kendini yükseltme Kişisel değeri vurgulamak Başarıların abartılması
    Gözdağı, tehdit Diğerlerini korkutma ve kontrol etme Kızgınlık göstergeleri, çöküş tehditleri

    Bağımlı kişilik bozukluğundaki ‘bağımlılığın’ normal bağımlılıktan farkı nedir?

    Her insanda farklı oranlarda bağımlılık eğilimi vardır. Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler;

    • Olağan günlük kararlarını bile başkalarının tavsiyesi ve desteği olmadan veremez.
    • Başkalarının görünüşlerine katılmadığı durumlarda kendi görünüşünü açıklamaz ve onların
      düşüncelerine katılır.
    • Sürekli terk edilme korkusunu yaşar ve eleştirildiğinde kolayca yıkılır.

    Bağımlı kişilik bozukluğunun görülme sıklığı nedir?

    Standart tanı ölçütleri ve yapılandırılmış görüşme çizelgeleri kullanılarak yapılan bir çalışma, psikiyatrik hastaların %20’sinde bağımlı kişilik bozukluğu olduğunu ortaya koymuştur. Tüm kişilik bozuklukları içinde ise %2,5 oranında görülür. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Çocukluğunda kronik hastalığı olan kişiler daha yatkındır.

    Bağımlı kişilik bozukluğunun DSM-5 kriterleri nelerdir?

    DSM-V’te Bağımlı kişilik bozukluğu için daha özgül hale getirilen tanı ölçütleri şunlardır:

    A. Aşağıdakilerden en az dördünün olması ile belirli, genç erişkinlik dönemimde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, uysal ve yapışkan davranışa ve ayrılma korkusuna yol açacak biçimde kendisine bakılma gereksiniminin aşırı olmasıyla giden sürekli bir örüntü.

    1. Başkalarından bol miktarda öğüt ve destek almazsa gündelik kararlarını vermekte güçlük çeker.

    2. Yaşamının çoğu alanında sorumluluk almak için başkalarına gereksinim duyar.

    3. Desteğini yitireceği ya da kabul görmeyeceği korkusuyla başkaları ile aynı görüşü paylaşmadığını söylemekte zorluk çeker.

    4. Tasarıları başlatma, kendi başına iş yapma zorluğu vardır.

    5. Başkalarının bakım ve desteğini sağlamak için hoş olmayan şeyleri yapmayı isteyecek kadar aşırıya gider.

    6. Kendine bakamayacağına ilişkin aşırı korku nedeniyle tek başına kaldığında kendisini rahatsız veya çaresiz hisseder.

    7. Yakın bir ilişki sonlandığında bir bakım ve destek kaynağı olarak derhal başka bir ilişki arayışı içine girer.

    8. Kendi kendine bakma durumunda bırakılacağı üzerine gerçekçi olmayan bir biçimde kafa yorar.

    Bağımlı kişilik bozukluğunun özellikleri nelerdir?

    • Bağımlı kişilik bozukluğu sergileyen kişiler, plan yapma, herhangi bir projeye başlama konusunda yetersizdirler.
    • Özgürlüklerinden ve girişimciliklerinden tamamen vazgeçerler.
    • Diğerlerini verici, destekleyici ve yeterli olarak görürler.
    • Bağımlı kişilikler, yakınlarında ulaşabilecekleri güçlü bir insan olduğu sürece günlük işleyişlerini sürdürürler.
    • Bu kişilerin “Yeterli biri yanımda olursa hayatımı sürdürebilirim. Eğer terk edilirsem ölürüm. Var olabilmem için diğer insanlara, özellikle güçlü insanlara ihtiyacım var. Mutluluğum böyle bir insana ulaşabilmeme bağlıdır.” Gibi fonksiyonel olmayan inançları vardır.
    • Reddedilme ya da terk edilme ile ilgili ciddi korkuları vardır.
    • Karşıdaki insanı mutlu ederek yakın ilişkiyi sürdürmeye çalışmaları genel olarak gösterdikleri davranışlar arasındadır.
    • Genellikle anksiyete (kaygı) ve depresyon yaşamaktadırlar. Gergin ilişkilerde anksiyete; “o insan” yakınlarında olmayınca depresyon.
    • Güvensizdirler, kendisinin çok aptal ve beceriksiz bir kişi olduğunu söyleyebilir. Sorumluluk gerektiren işlerden kaçınırlar. Yalnızken kendilerini aciz hissederler.
    • Başkalarının öğüt ve destekleriyle karar verirler.
    • Yaşamlarında sorumluluk almak için başkalarına ihtiyaç duyarlar.
    • Kabul görmeyeceği korkusuyla, başkalarıyla aynı görüşü paylaşmakta zorluk çekerler.
    • Kendi başına iş yapma zorluğu vardır.
    • Kendine güven çok azdır ya da yoktur.
    • Başkalarının bakım ve desteği için hoş olmayan şeyleri bile yaparlar.
    • Tek başına kaldığında kendini rahatsız ve çaresiz hissederler.
    • Yakın bir ilişki sonlandığında, başka bir ilişki arayışı içine girerler.
    • Kendi kendine bakma durumunda bırakılacağı korkuları üzerine gerçekçi olmayan bir biçimde kafa yorarlar.

    Bağımlı kişilik bozukluğunun sebepleri nelerdir?

    • Aşırı koruyucu, mükemmeliyetçi ve baskıcı ebeveynlerin çocuğun özgüvenli ve insiyatif sahibi insanlar haline gelmesini engellediği ileri sürülmüştür.
    • Türk kültüründe kadına atfedilen geleneksel sosyal rolün kadınları daha bağımlı insanlar haline getiriyor olması mümkündür. Bu bağımlı kişilik bozukluğunun kadınlarda daha fazla görülmesini açıklayabilir.
    • Çocukluk çağındaki kronik fizik hastalık ya da ayrılma anksiyetesi bozukluğu da bağımlı kişilik bozukluğuna zemin hazırlayabilir.

    Psikodinamik Bakış Açısı: Bu görüş hastalıklı bağımlılığı, bağımlılık çelişkileri açısından kavramsallaştırır, (‘bakım yapılması için arzu ile hükmetme’ arasındaki çelişki gibi) bu çelişkilerle başa çıkmak için kullanılan ego savunmaları inkar ve yansıtmadır.

    Bilişsel Bakış Açısı: Bu görüştekiler sorunlu bağımlılığın öz yenilgi düşünce kalıplarından oluştuğunu göz önünde bulundururlar. Bu düşünce kalıpları:

    • Çaresizlik: Kişinin özgüven eksiliğini yansıtan düşünceler
    • Olumsuz söylemler: Bağımlı kişilerin yetenek ve beceri eksikliklerini doğrulayan küçük düşürücü içsel söylemler

    Davranışsal Bakış Açısı: Bağımlı kişilik bozukluğu üzerindeki davranışsal görüş şu ki; insanlar öz yenilgi olsa bile bağımlı davranışlar sergilerler çünkü bu davranışlar ödüllendirilir. Aralıklı pekiştirme bağımlı davranışın sosyal ortamlarda yayılmasına yardımcı olur.

    Bağımlı kişilik bozukluğunda ayırıcı tanı

    • Borderline kişilik bozukluğunda da yalnız kalmaktan korku ve başkalarına yapışma görülebilir. Fakat bu bireyler terk edilmeye, genellikle öfke ve manipülatif davranışlarla tepki verirler. Bağımlı kişilik bozukluğundan farklı olarak kişilerarası ilişkileri kararsız ve
      değişkendir.
    •  Majör depresyon ve anksiyete bozuklukları bağımlı davranışa neden olabilir. Ancak bu davranış sonradan ortaya çıkmıştır. Bağımlı kişilik bozukluğunda ise öteden beri vardır.
    • Bağımlı kişilik bozukluğunda bağımlı olduğu kişiye karşı uzun süreli ilişki vardır. Bağımlılık davranışı agorafobi durumlarında da olabilir ama bu bireylerde panik ve anksiyete durumu da vardır.
    • Ergen ve çocuklarda bağımlı davranış bu dönem için genellikle normal olduğundan bu yaş grubundaki danışanlara bağımlı kişilik bozukluğu tanısı koyarken dikkatli olmak gerekir.

    Bağımlı kişilik bozukluğu ve öz kıyım

    Bazı çalışmalar bağımlı danışanların öz kıyım girişimi riskinin yüksek olduğunu gösterdiğinden, bağımlı kişilik bozukluğu olan bireyler devamlı olarak olumsuz işaretler açısından izlenir.

    5 tehlike işareti bağımlı danışanlarda yüksek oranda kendine zarar verici davranış olasılığını gösterir.

    Bağımlı danışanlarda kendini yıkıcı davranışın 5 uyarıcı işareti:

    • Son ilişki çelişkisi ve içsel kayıp
    • Aşırı veya gerçek olmayan kıskançlık
    • Zayıf dürtü kontrolü
    • Olumsuz duyguları ayarlamada zorluk
    • Bir önceki öz kıyım girişimleri

    Ne zaman yardım alınmalı?

    Yaşanılan sıkıntılar kişiyi rahatsız edecek boyuta gelmişse, kişinin olmak istediği benliği ile gerçek benliği arasında fark varsa (örneğin; kişi, birilerine bağımlı olmak istemiyor, daha özgürce hareket edebilen ve kendine güvenen biri olmak istiyor fakat tam tersi durumları yaşıyor ve ya yaşamak zorunda kalıyor), kişinin bu durumu ve yaşadıkları genel toplum normundan belirgin derece sapma gösteriyorsa ve kendi içerisinde yaşadığı bu çatışmayı çözemiyorsa mutlaka bir tıp hekimine, sonrasında ise bir psikoterapiste giderek yardım almalıdır.

    Bağımlı kişilik bozukluğunda teşhis ve değerlendirme

    Bağımlılık her zaman pasiflik ile karakterize edilmez. Bağımlı bireyler kendilerini terk edilmekten kurtarmak için kendilerini dramatik olarak tanıtma-çöküş tehditleri veya öz kıyım gibi yöntemler kullanabilirler.

    Kendini tanıtma her zaman gerçek tablolar sunmaz. Çünkü bağımlılık ‘zayıflığın ve olgunlaşmamışlığın’ bir işareti olarak görülebilir; çoğu yetişkin –özellikle erkekler- bağımlı düşünce ve duygularını itiraf etmekten kaçınır.

    Bağımlılığın ciddiyeti zamana ve durumlara göre çeşitlidir. Depresif dönemler bağımlılığın geçici artışı ile ilişkilidir. Basit ruhsal durum değişiklikleri bile bağımlılığı artırabilir.

    Bağımlı kişilik bozukluğu tedavisi

    • Bağımlı kişilik bozukluğu olan birey, kendi kişilik özelliklerini beğenmediği ve tabloya sıklıkla anksiyete (kaygı) ya da depresyon eklendiği için tedavi olmak ister.
    • Diğer kişilik bozukluklarına göre bağımlı kişilik bozukluğunun tedavisinin daha kısa sürdüğü ve daha sorunsuz geçtiği belirtilmektedir.
    • Davranışçı bir teknik olan girişkenlik eğitiminin yararlı olduğu ileri sürülmüştür.
    • Psikodinamik yönelimli bireysel ya da grup psikoterapisi de yararlıdır.
    • Psikoterapide, terapistin desteği ile daha az bağımlı ve aktif olabilirler.
    • Farmakoterapide aksiyolitikler, benzodiazepinler, serotonerjik ajanlar, antidepresanlar, seperasyon anksiyetesi için tofranil kullanılabilir. (Aksiyolitikler, anksiyete tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Benzodiazepinler, kasları gevşetmeye ve düşünceleri azaltmaya yardımcı olan sakinleştiricilerdir. Panik bozukluk yaygın anksiyete bozukluğu ve sosyal anksiyete bozukluğu gibi birçok anksiyete bozukluğu çeşidini tedavi etmeye yardımcı olur. Serotonerjik ajanlar bir çeşit antidepresandır).

    Bağımlı kişilik bozukluğu için şema terapi

    Kişilik bozukluklarının tedavisinde pratik ve etkili bir yöntem olarak bilinen bilişsel davranışçı tedavi yaklaşımı, bağımlı kişilik özelliklerinin tedavisinde makul ölçüde ilerleme sağlamakta ve farklı belirti gruplarına yönelik bütünleşik tedavi paketleri sunmaktadır. Bunların arasında şema terapi, kişilik bozukluklarında görülen katı özelliklerden kaynaklı uzun süreli sorunların tedavisine yönelik alternatif sunmaktadır ve uzun süreli sorunlar için daha kapsamlı bir kavramsallaştırma ve tedavi planı oluşturabilmek amacıyla erken dönem olumsuz şemalarla çalışmayı önermektedir.

    Son dönemde, kişilik problemleriyle çalışan terapistler şemalar yerine şema modlarıyla çalışmanın daha etkili olduğunu belirtmektedirler.

    Kişinin hayatı boyunca görece daha istikrarlı olan şemaların aksine, modlar belirli bir zaman içerisinde ağır basan duygusal durum, şema ve başa çıkma tepkilerinin bütününü ifade etmektedir. Bağımlı kişilik ekseninde şema terapi süreci, çoğunlukla söz dinleyen teslimci mod üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu mod kişinin çaresizlik hislerinden kaynaklı olarak kendisinden güçlü algıladığı bireylere karşı itaatkar davranışlarını içermektedir. Bu modda, mevcut ilişkiyi korumak ve terk edilmekten kaçınmak amacıyla, birey otorite figürlerinin talep ettiği her şeye uyum göstermekte ve tam bir teslim sergilemektedir. Çocuk modlarından, bağımlı çocuk modu aktif olduğunda, kişi kendisine hayatın getirdiği sorularla ilişkili pratik çözümler sunacak güçlü bir yardımcının yokluğunda paniklemektedir. Benzer şekilde, terk edilmiş/ istismar edilmiş çocuk modu da genellikle duygusal istismar yaşantılarından kaynaklı reddedilme ve terk edilme korkularıyla ilişkilendirilmektedir. Son olarak, hataları için kişileri sürekli rahatsız eden içselleştirilmiş cezalandırıcı ve eleştirel ebeveyn modlarının varlığı gözlenmiştir. Sağlıklı yetişkin modunun ise zayıf olması beklenmektedir. Şema terapi uygulanırken şemaların varlığı ve modların isimlendirilmesi kişinin şema ölçeklerinden aldığı puanlamalara göre yapılmaktadır.

    Bağımlı kişilik bozukluğu için davranışçı terapiler

    Davranış tedavileri kişilik bozukluklarının C kümesi (çekingen kişilik bozukluğu, obsesif kompulsif kişilik bozukluğu ve bağımlı kişilik bozukluğu) tedavisinde etkin terapiler olabilir. Bunlar arasında bilişsel-davranış terapisi, mantıksal-heyecan terapisi, sistematik duyarsızlaştrma, toplumsal becerileri geliştirme ile birlikte yüzleştirme teknikleri sayılabilir.

    Tedavinin yararları terapiden hemen sonra hissedilmeyebilir. İzleme çalışmaları birçok danışanın tedavi programını tamamladıktan aylar ya da yıllar sonra bunun yararını gördüklerini göstermektedir. Bununla birlikte daha ağır danışanlarda kısa bir tedavi programından sonra başka tedavilerin de gerekli olduğu görülmüştür.

    • Sistematik Duyarsızlaştırma: Aşamalı maruz bırakma tekniğidir. Danışandan kaygı hissettiği durumun ya da durumların en az kaygı hissedilen düzeyden en çok kaygı hissedilen düzeye kadar listelenmesi istenir. En az kaygı hissedilen düzeyden başlanıp aşamalı olarak en çok kaygı hissedilen düzeye kadar zihinde canlandırma ve gevşeme ile çalışılır.
    • Toplumsal Becerileri Geliştirme: Sosyal ortamlarda nasıl davranılması gerektiği ile ilgili bilgilendirme ve çalışmaların yapılması.
    • Yüzleştirme: Terapi ortamında, terapistin danışana saygısını kaybetmeden, empati kurarak zamanlamanın iyi olduğu, kendisi olmadan danışanın ideal benliğiyle gerçek benliği ve/veya sözel anlatımıyla davranışı arasındaki çatışmalarını, tutarsızlıklarını, çelişkilerini ortaya koyma süreci yüzleştirme olarak tanımlanır.
    Referanslar

    Arntz, A.(2012). Schema therapy for cluster C personality disorders. The Wiley-Blackwell

    Davinson, G. C. ve Neale, J. M. (2011) Anormal Psikolojisi, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık.

    Konduz, N. (2015). Dsm-5’e göre kişilik bozukluğu tanısı alan hastaların kişiler arası işlevsellikte yetersizlik düzeyleri. Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Aydın.

    Rafaeli , E. , Bernstein , D. and Young , J. ( 2011 ) Schema Therapy: Distinctive Features . London :Routledge.

  • YGS stresine ne iyi gelir?

    Üniversite hayalinize ulaşmak için önünüzdeki ilk basamak olan YGS geldi çattı. Zaman su gibi aktı ve beklenen gün oldukça yaklaştı. LYS sınavı için iyi bir avantaj yakalamak isteyen öğrencilerin birçok taktik uygulayacağı YGS sınavında büyük handikap yaratan durumlardan biri de genellikle stres oluyor. Gecesini gündüzüne koyup emek vererek hazırlanan öğrencilerin sınav için endişelenmeleri de oldukça normal aslında. Ancak bu endişeyi kendilerine zarar verecek boyuta taşımaları ve aslında yenebilecekleri bir düşüncenin altında ezilmeleri normal değil.

    Peki bu düşünceden, baskıdan veya popüler adıyla stresten kurtulmak mümkün mü?

    Tabi ki mümkün. Bu yazımızda sınav anında stresinizi kontrol edebileceğiniz yöntemleri anlatıyoruz.

    Sınavda anı düşünün

    YGS veya diğer sınavlar fark etmez, sınav anında sadece sınava odaklanın. Sınav sonucunu veya sonrasını düşünmek krizi atlatmanıza yardımcı olmaz. Sınav anına yoğunlaşıp, başka hiçbir şey düşünmemeniz başarınızı arttıracaktır. Tabi bu sınavın geleceğinizi etkilediği gerçeğini değiştirmez. YGS ve LYS geleceğinizi şekillendirmeniz için önemli aşamalar; ancak her yıl kazanan onca öğrenci arasında olmak zor değil. Sınavda sorulara odaklanın, bilgilerinizi soruları çözmek için kullanın ve daha önce uyduğunuz soru çözme sırasına bağlı kalın. Örneğin tüm deneme sınavlarında önce Türkçe dersinden başlayıp sonra Matematiğe ve daha sonra Sosyal Bilimlere geçtiyseniz, YGS’de de aynı sıralamaya uymanız, size geçmiş deneyimlerinizi hatırlatacağı için, tanıdık bir an yaşatır. Bu da stresinizi yenmek için oldukça kullanışlı bir taktiktir.

    Sınavdan önce “kazanacak mıyım, kazanamayacak mıyım, üniversiteye yerleşecek miyim açıkta mı kalacağım” düşünceleri sağlıklı değildir. Bu düşüncelerin yerine “şu ana kadar yapılabilecek her şeyi yaptım, bu yüzden sonuç ne olursa olsun pişman olmayacağım” şeklindeki düşünce kaygıyı azaltıcı ve rahatlatıcı olacaktır.

    Ailelerin kaygıya etkisi var mı?

    Hem sınav öncesinde hem de sınav günü ailelerin en çok yaptığı yanlışlardan biri, çocuklarını rahatlatmak amaçlı söyledikleri yanlış cümlelerdir. Sınavın önemli olmadığı, sonucun başarılı da olsa, başarısız da olsa sen bizim çocuğumuzsun, tarzındaki yaklaşımlar, öğrencinin zihninde “demek ki ailem benim için sınavın kötü geçebileceğini de düşünüyor” düşüncesini uyandıracağı için uzak durulması gereken düşüncelerdir. Bazen masum sözcükler amaçlanandan farklı duygulara neden olabilmektedir.

    Zaman yönetimini iyi uygulamak gerekiyor

    Öğrencilerin daha önceki sınav deneyimlerinden akıllarında kalan olumsuz düşüncelerinden biri de soruları yetiştirebilecek miyim kaygısı. Aslında YGS’de her öğrenciye fazlasıyla yetecek kadar zaman tanınıyor. Sayısal öğrencilerin soru çözme hızları genelde iyi olduğu için sözel derslere bile vakit ayırabildikleri, eşit ağırlıktan hazırlanan öğrencilerin Fen Bilimleri sorularına hiç bakmadan 120 sorudan oluşan diğer üç testi 160 dakikada cevaplayacak olmaları ve sözel öğrencilerin Fen ve Matematik testlerine bakmadan yaklaşık 80 soruyu 160 dakikada çözecek olmaları zaman yönetimi konusunda durumun öğrenci lehine oldukça olumlu olduğunu göstermektedir.

    Öğrencinin vakit gerektiren soruları ikinci tura bırakmaları, ilk etapta kolay ve hızlı çözülebilen soruları çözmeleri gerekir. Tüm sorular bittiğinde çelişkide kaldıkları ve hiç bakamadıkları sorulara dönmeleri en iyi taktiktir. Böylece tüm sorulara bakabilmek mümkün olacaktır.

    Sınav yeri ile ilgili yapılması gerekenler

    Öğrencilerin sınava girecekleri yerleri daha önceden görmeleri, hatta mümkünse sınava girecekleri salonu görmeleri, sıralarına oturmaları kaygıyı azaltmanın en etkili yollarından biridir. Böylelikle öğrenci sınav günü yabancı bir turist gibi değil, ortamı tanıyan, binayı daha önceden incelemiş biri olarak, tabiri caizse ev sahibi olarak sınav salonuna girecektir.

    Sınav salonuna ilk girenlerden biri olmak da, daha sonra gelenlere oranla daha rahatlatıcı olmaktadır. En azından salona son giren olmamak çok önemlidir.

    Sınav anında bunalan öğrenci ne yapmalı?

    YGS gibi çoktan seçmeli sınavlarda öğrenciler zaman zaman yorulduklarını hissedebilmektedir. Böyle bunaldığını düşündüğü durumlarda öğrencilerin 3-4 saniye kadar kitapçıktan uzak kalmaları ve gözlerini kapatıp derin nefes almaları işe yarayacaktır.

    Sınava nasıl gidilmeli?

    Öğrencilerden daha çok aileler çocuklarının iyi bir gün geçirmesi için farklı içeriklerde kahvaltılar hazırladıkları, uğur getirsin diye öğrencinin stresini arttıracak etkinliklerde bulundukları görülmektedir. Bu durumda ailelerin kendilerini öğrencinin yerine koymaları ve empati kurarak düşünmeleri önemlidir. Öğrenci her zamankinden farklı davranan ailesinin, bunları sınav için yaptığını bilecek ve sınava yönelik kaygısını arttıracaktır. Oysa ki her günkü gibi uyanmak, her zamanki gibi bir kahvaltı yapmak ve mümkünse düğüne gider gibi tüm aile fertleriyle değil, ideal olarak bir kişinin refakatinde sınava gidilmesi en uygunu olacaktır.

    Sına başlamadan bir saat önce sınav merkezinde bulunmak, geç kalmanın yaratacağı endişeyi önlemek için önemlidir.

    Neden sonucu düşünmemeliyiz?

    İnsan yaratılışı gereği geleceği önceden bilemez. Önceden bilemeyeceği bir gelecek için kaygılanması normal ve aşılması zor bir durum gibi görünse de aslında sonuç odaklı düşünmek yerine süreç odaklı düşünmeyi becerebilse, her insan belirli bir zaman aralığında bu kaygısını yenmeyi başarabilir.

    Sonuç gelecek ile ilgili bir kavram olduğundan bu an’ın konusu olmamalıdır. Bu an’ın konusu bu an yaşananlardır. Sınavlar için düşünürsek bu an’ın konusu soru çözmektir, tüm sorulara bakabilmektir, bilgileri sorular üzerinde kullanabilmektir. O yüzden an’ı yaşayın ve sorulara odaklanın.

    Bu şekilde düşünürseniz, sonradan öğrenilen kaygının sınavlarınızı etkilemesine asla izin vermezsiniz. Nasıl şu an burada okuduklarınıza odaklanıyorsanız, sınavda da yapacağınız şey aynısı. Bakın öğrendiniz bile.

    Hepinize mutluluk dolu yarınlar diliyorum.

    Yazar: Psikolojik Danışman Memet KAYMAZ

  • Postpartum depresyon nedir?

    Ne kadar çok isteseniz de, ne kadar çok sevseniz de bir bebeğe sahip olmak stres oluşturan bir durumdur. Uykusuz kalmak, yeni sorumluluklar, kendinize zaman ayıramamak durumları ortaya çıktığı için, birçok yeni annenin duygusal gerginlik yaşamaları hiç de şaşırtıcı değil. Bebek sahibi olduktan sonra kısa bir depresif hal normaldir ancak semptomlarınız birkaç hafta sonra kaybolmazsa veya daha da kötüleşirse doğum sonrası depresyon olarak bilinen postpartum depresyon yaşıyor olabilirsiniz. Kendinizi daha iyi hissetmek ve anneliğin keyfini sürmek için yapabileceğiniz çok şey var.

    Yaşadığınız geçici bir değişim mi yoksa doğum sonrası depresyon mu?

    Daha yeni bebeğiniz oldu. Mutlu olmayı umuyordunuz. Bunu arkadaşlarınız ve ailenizle birlikte kutlamayı düşünüyordunuz. Ama kutlamak yerine ağlamak istiyorsunuz. Oysa yorgunluk, endişe ve ağlamak değil; sevinç ve heyecana hazırlanmıştınız. Bunu beklemiyordunuz.

    Hafif depresyon, anksiyete ve ruh halinizdeki değişiklikler yeni annelerde yaygındır. Kadınların çoğu doğumdan sonra bunu yaşar. Bu tam olarak doğumdan sonraki stres, izolasyon, uyku yoksunluğu ve yorgunluk sonrasında hormonların ani değişimiyle duygusal çöküş anlamına geliyor. Kendinizi sürekli ağlamaklı, bunalmış ve duygusal açıdan kırılgan hissedebilirsiniz. Genellikle doğumdan sonraki ilk birkaç gün içinde başlayacak ve bir haftada zirveye ulaşacak, doğumdan sonraki ikinci haftanın sonuna doğru iyileşecektir.

    Postpartum depresyon belirtileri nelerdir?

    Doğumdan sonraki hafif depresif halden farklı olarak postpartum depresyon daha ciddi bir sorundur ve bunu göz ardı etmemelisiniz. Başlangıçta bunun ciddi olup olmadığını fark edemeyebilirsiniz. Postpartum depresyon normal bir durummuş gibi gelebilir.

    Postpartum depresyon belirtileri intihar veya yeni doğanın bakımını yapamama gibi daha şiddetli ve daha uzun sürelidir Eşinizden uzaklaşmayı ve bebeğinizi dışlamayı isteyebilirsiniz. Hatta endişeniz kontrolden çıkarsa, bebeğiniz uyurken bile uyumamak veya sağlıklı beslenmemek durumunu tercih edebilirsiniz. Suçluluk ve değersizlik duyguları baskın olabilir, ölüm düşüncesi yoğunlaşabilir ve günlük öz bakım becerilerinizi ihmal edebilirsiniz. Bunların hepsi postpartum depresyon için ciddi belirtilerdir.

    Postpartum nepresyon nedenleri ve risk faktörleri nelerdir?

    Bazı yeni annelerin doğum sonrası depresyon yaşamasına neden olan tek bir sebep yoktur; fakat bir takım birbiriyle ilişkili nedenler ve risk faktörlerinin soruna katkıda bulunduğu düşünülmektedir.

    Hormonal değişiklikler: Doğumdan sonra kadınlar östrojen ve progesteron hormonu seviyelerinde büyük bir düşüş yaşarlar. Tiroid seviyeleri de düşebilir, bu da yorgunluğa ve depresyona neden olur. Bu hızlı hormonal değişiklikler -kan basıncındaki değişiklikler, bağışıklık sisteminin işleyişi ve yeni annelerin yaşadığı metabolizma- postpartum depresyonu (doğum sonrası depresyonu) tetikleyebilir.

    Fiziksel değişiklikler: Doğurmak sayısız fiziksel ve duygusal değişiklik getirir. Fiziksel ve cinsel cazibenizi güvensiz kılarak bebek ağırlığını kaybetme zorunluluğundan kaynaklanan fiziksel ağrı ile uğraşıyor olabilirsiniz.

    Stres: Bir yeni doğan bakımı kesinlikle stres oluşturur. Yeni anneler genellikle uykudan yoksundur. Buna ek olarak, bebeğinize düzgün bakım yapmanız konusunda bunalmış ve endişeli hissedebilirsiniz. İlk kez anne oluyorsanız bu değişiklikler sizi fazlasıyla zorlar.

    Postpartum depresyon için risk faktörleri

    Birçok faktör doğum sonrası depresyona yatkınlığınıza neden olabilir: En önemlisi, doğum öncesi depresyon öyküsüdür, çünkü doğum öncesi süreç postpartum depresyon ihtimalinizi % 30-50’ye çıkarabilir. Hamilelik dışı depresyon öyküsü veya ailenin duygu durum bozukluğu öyküsü de bir risk faktörüdür. Diğerleri, duygusal destek eksikliği, kötü muamele ilişkisi ve mali belirsizlik gibi sosyal stres kaynaklarını içerir. Risk, gebelik amacıyla diğer ilaçları kesilen kadınlarda aniden artmaktadır.

    Postpartum psikoz belirtileri

    Postpartum psikoz, doğumdan sonra ortaya çıkabilen, gerçeklikle olan temasın kaybolması ile karakterize, nadir ancak son derece ciddi bir bozukluktur. İntihar veya bebek bakımına ilişkin yüksek risk nedeniyle, hastaneye kaldırma genellikle anneyi ve bebeği güvende tutmak için gereklidir.

    Postpartum psikoz, genellikle doğumdan sonraki ilk iki hafta içinde ve bazen de 48 saat içinde aniden ortaya çıkar. Semptomlar şunları içerir:

    • Halüsinasyonlar (gerçek olmayan şeyleri görmek veya sesleri duymak)
    • Delüzyonlar (paranoyak ve irrasyonel inançlar)
    • Aşırı ajitasyon ve endişe
    • İntihar düşünceleri veya eylemleri
    • Karışıklık ve yönelim bozukluğu
    • Hızlı ruh hali değişimleri
    • Tuhaf davranış
    • Yemeyi veya uyumayı reddetme
    • Bebeğinize zarar verme veya öldürme düşünceleri

    Postpartum psikoz acil tıbbi yardım gerektiren bir durum olarak düşünülmelidir.

    Postpartum depresyon ile baş etme 1: Bebeğinizle güvenli bir bağ oluşturun

    Anne-çocuk arasındaki duygusal bağlanma süreci bebeklik çağındaki en önemli görevdir. Sözsüz ilişkinin başarısı, bir çocuğun kendisini tam olarak geliştirecek kadar güvende hissetmesini sağlar ve nasıl etkileşeceğini, iletişim kurmasını ve yaşam boyunca ilişkileri nasıl şekillendireceğini etkiler.

    Anne bebeğin fiziksel ve duygusal gereksinimlerine karşı sıcak ve tutarlı bir şekilde karşılık verdiğinde, güvenli bir bağ oluşturulur. Bebeğiniz ağlarken, hızlı bir şekilde onu rahatlatırsınız. Bebeğinize gülümseyerek yanıt verirsiniz. Birbirinizin duygusal sinyallerini tanıyorsunuz ve buna karşılık veriyorsunuz.

    Postpartum depresyon bu bağlanmayı kesebilir. Depresif anneler zaman zaman sevecen ve dikkatli olabilir, ancak diğer zamanlarda olumsuz tepki verebilir veya hiç yanıt vermeyebilir. Postpartum depresyonu olan anneler bebekleri ile daha az etkileşime girme eğilimindedirler ve emzirmek, çocukla oynamak ve bir masal okumak daha az olasıdır. Ayrıca yeni doğanlarına bakma biçiminde tutarsız olabilirler.

    Bununla birlikte, bebeğinizle bağ kurmayı öğrenmek sadece çocuğunuza fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bir anne olarak sizi daha mutlu ve daha emin hissettiren endorfinleri bırakarak size yarar sağlar.

    Postpartum depresyon ile baş etme 2: Başkalarından destek ve yardım alın

    İnsanlar sosyaldir: Olumlu sosyal temas, stresin azaltılmasında diğer herhangi bir araçtan daha hızlı ve daha etkili bir şekilde etkili olur. Tarihsel olarak ve evrimsel bir bakış açısına göre, yeni anneler doğumdan sonra kendileri ve bebekleriyle ilgilenirken çevresindekilerden yardım alırlar. Günümüz dünyasında, yeni anneler sıklıkla kendilerini yetişkinlerle temas kurma noktasında yalnız ve yorgun hissederler. Başkalarına bağlanmak ve onlardan destek almak için bazı fikirler şunlardır:

    • İlişkilerinizi öncelik haline getirin: Depresif ve savunmasız hissettiğinizde, yalnız kalmayı tercih etseniz bile, ailenize ve arkadaşlarınıza bağlı kalmak her zamankinden daha önemlidir. Kendinizi izole etmek durumunuzun daha da tedbirsiz olmasını sağlayacaktır, bu nedenle yetişkin ilişkilerinizi öncelik haline getirin. Sevdiklerinize neye ihtiyacınız olduğunu ve nasıl desteklenmek istediğinizi söyleyin.
    • Duygularınızı kendinize saklamayın: Arkadaşlarınızın ve ailenizin sağlayabileceği pratik yardıma ek olarak, ihtiyaç duyulan duygusal bir çıkış noktası olarak da hizmet edebilirler. Yaşadığınız şeyleri (iyi, kötü ve çirkin) en az bir başkasıyla, tercihen yüz yüze paylaşın. O kişi karar almadan dinlemeye, güvence ve destek sunmaya istekli olduğu sürece kiminle konuştuğunuz önemli değil.
    • Katılımcı olun: Destekleyici arkadaşlarınız olsa bile, anneliğin aynı döneminde olan diğer kadınları aramayı düşünebilirsiniz. Diğer annelerin de sizinle aynı endişeleri, güvensizlik ve hisleri paylaştıklarını duymak çok güven verici.

    Postpartum depresyon ile baş etme 3: Kendinize iyi bakın

    Postpartum depresyonu hafifletmek veya önlemek için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri kendinize iyi bakmaktır. Zihinsel ve fiziksel refahınız için ne kadar çok bakım yaparsanız, o kadar iyi hissedeceksiniz. Basit yaşam tarzı değişiklikleri, kendiniz gibi hissetmenize yardımcı olur.

    • Ev işini ikinci plana atın: Kendinize ve bebeğinize öncelik verin. Kendinize ve bebeğinize konsantre olmanız için kendinize izin verin.
    • Egzersiz yapın: Çalışmalar depresyon tedavisinde egzersizin ilaç kadar etkili olabileceğini gösteriyor, bu nedenle ne kadar hareket ederseniz o kadar iyi olur. Aşırıya gerek yok: her gün 30 dakikalık bir yürüyüş harikalar yaratacak. Yoga’da bulunan streching egzersizleri özellikle etkilidir.
    • Dikkat meditasyonu uygulayın: Sizi daha sakin ve daha enerjik hale getirmek için dikkat meditasyonu işe yarar. İhtiyacınız olan şeyin ve ne hissettiğinizin farkında olmada size yardımcı olabilir.
    • Uyumayı ihmal etmeyin: Yeni doğanla uğraşırken tam sekiz saat uyku ulaşılamaz bir lüks gibi görünebilir, ancak zayıf uyku depresyonu daha da kötüleştirir. Kocanızın veya ailenizin üyelerini mümkün olduğunca uyumanıza yardımcı olmak için ve bol miktarda dinlenmek için ikna edin.
    • Dinlenmeniz ve annelik görevlerine ara vermeniz için kaliteli zaman ayırın: Sıcak bir banyo yapmak, sıcak bir fincan çay içmek veya kokulu mumlar yakmak gibi kendinizi şımartmanız için küçük yollar bulun. Masaj yaptırın.
    • Yemekleri öncelik haline getirin: Depresyondayken, beslenme sekteye uğrar. Yediğiniz şeylerin anne sütünün kalitesi üzerinde etkisi vardır, bu nedenle sağlıklı beslenme alışkanlıklarınızı oluşturmak için elinizden geleni yapın.
    • Günı şığına çıkın: Güneş ışığı iyidir, bu nedenle günde en az 10-15 dakika güneş ışığı almaya çalışın.

    Postpartum depresyon ile baş etme 3: Eşinizle olan ilişkiniz içim zaman ayırın

    Boşanmaların yarısından fazlası bir çocuğun doğumundan sonra gerçekleşir. Birçok erkek ve kadın için, eşleri ile olan ilişki duygusal ifade ve sosyal bağlantının birincil kaynağıdır. Yeni bir bebeğin talepleri ve ihtiyaçları, çiftlerin bir süre, enerji ve düşünce bağlarını korumak için koymadığı sürece bu ilişkiyi bozabilir ve kırabilir.

    • Günah keçisi aramayın: Uykusuz gecelerin stres ve sorumlulukları sizi rahatsız edebilir ve bitkin hissetmenize neden olabilir. Ve bu konuda bebeği suçlayamayacağınız için, eşiniz üzerinde hayal kırıklıklarınızı gidermek çok kolaydır. Parmakla işaret etmek yerine, birlikte olduğunuzu unutmayın. Ebeveynlik zorluklarını bir takım olarak ele alırsanız, daha da güçlü bir birim haline geleceksiniz.
    • İletişim hatlarını açık tutun: Bir bebeğin doğumunu izleyen roller ve beklentiler de dahil olmak üzere birçok şey değişir. Birçok çift için önemli bir gerginlik kaynağı, çocuk bakım ve ev sorumluluklarının bebek sonrası bölünmesidir. Bu konular hakkında konuşmak önemlidir. Eşinizin, nasıl hissettiğinizi veya neye ihtiyacınız olduğunu bilmediğini düşünmeyin. Romantik veya maceraperest olmak için kendinize baskı yapmayın (ikiniz de buna uygun değilseniz). Birlikte 15-20 dakika harcamak bile yakınlık duygularınızda büyük bir fark yaratabilir.

    Postpartum depresyonlu yeni bir anneye yardım etmek

    Sevdikleriniz pospartum depresyon geçiriyorsa, yapabileceğiniz en iyi şey destek vermektir. Onun çocuk bakımı görevlerinde mola vermesini sağlayın, ona kulak verin, sabırlı olun ve anlayış gösterin. Kendinize de dikkat etmeniz gerekiyor. Yeni bir bebeğin ihtiyaçlarını gidermek, hem anne hem de baba için zor.

    Eşinize nasıl yardım edebilirsiniz?

    • Onu duygularından bahsetmeye teşvik edin: Onu yargılamadan veya çözümler önermeden dinleyin. Her şeyi düzeltmeye çalışmak yerine, orada olmaya çaba gösterin.
    • Evde yardım teklif edin: Ev işleri ve çocuk bakım sorumluluklarını yerine getirin. En önemlisi de yardım istemesini veya sormasını beklemeyin
    • Onun kendine vakit ayırdığından emin olun: Dinlenme ve gevşeme önemlidir. Onu mola vermek, bir bebek bakıcısı kiralamak veya bazı gece randevuları zamanlamak için teşvik edin.
    • Seks yapmaya hazır değilse sabırlı olun: Depresyon cinsel performansı etkiler, bu yüzden onun moda girmesini bekleyin. Ona fiziksel sevginizi sunun, fakat seks için zorlamayın.
    • Onunla yürüyüşe çıkın: Egzersiz yapmak depresyonda büyük bir düşüşe neden olabilir., İkiniz için günlük bir ritüelle yürümeye gayret edin.

    Postpartum depresyon tedavisi

    Kendi kendine yardım ve ailenizin desteğine rağmen, doğum sonrası depresyon ile hala uğraşıyorsanız, profesyonel bir tedavi isteyebilirsiniz.

    • Bireysel terapi ya da evlilik danışmanlığı: İyi bir psikoterapist, annelik davranışlarınızı başarıyla sergilemenize yardımcı olabilir. Eğer evde desteklenmiyor gibi hissediyorsanız, evlilik terapisi çok yararlı olabilir.
    • Antidepresanlar: Kendiniz veya bebeğiniz için yeterli derecede işlev gösteremiyorsanız postpartum depresyon vakaları için, antidepresanlar bir seçenek olabilir. Bununla birlikte, ilaç bir doktor tarafından yakından izlenmelidir. Diğer taraftan ilaç kullanımı psikoterapi eşliğinde daha etkili olmaktadır.
    • Hormon tedavisi: Östrojen replasman tedavisi bazen doğum sonrası depresyona yardımcı olabilir. Östrojen genellikle bir antidepresanla birlikte kullanılır. Hormon tedavisi ile birlikte gelen riskler vardır, bu yüzden doktorunuzla sizin için en iyi ve en güvenli olan hakkında konuşmaya dikkat edin.

    Yazar: Memet Ali Kaymaz