Konuşma odaklı terapilerin hepsi Sigmund Freud ile başlamıştır.
Bir dizi psikoterapi arasından hangisinin sizin için en doğrusu olduğunu bilmek zordur. Psikanaliz mi? Psikodinamik Psikoterapi mi? Bilişsel-Davranışçı Terapi (BDT) mi? Diyalektik Davranış Terapisi (DDT) mi? Yoksa Gestalt Terapi mi?
Hepsi çok farklı, değil mi?
Aslında bu terapilerin hepsi “konuşma odaklı terapiler”dir. Ancak bunlar, birçok yönden birbirine benzemez. Üstelik bu terapilerin hepsinin kökü, Sigmund Freud’un çalışmalarına dayanmaktadır. Evet, bu doğru! “Konuşma odaklı terapileri” Freud bulmuştur; hatta BDT ve DDT gibi davranışçı terapiler bile Freud’un orijinal modeline dayanan “konuşma odaklı terapilerdir”.
“How Talking Cures” isimli kitabımda, tüm konuşma odaklı terapilerin en önemli altı unsurunu anlattım. Farklı tariflerde değişiklik gösteren malzemeler gibi, miktarları psikoterapinin türüne bağlı olan altı ana unsur bulunmaktadır:
- Doğrudan destek
- İçe atım
- Katarsis
- İçgörü
- Özdeşim
- Üzerinde Çalışma
Doğrudan destek (direct support), hastaya tavsiye vermektir. Örneğin, George kredi kartı tekliflerine olan hassasiyetinden dolayı sürekli borçlanıyordu. Başa çıkamadığı bu borçtan dolayı kaygılı ve depresif bir şekilde tedaviye geldi. Çektiği zorlukları değerlendirirken, George’un kredi kartı tekliflerinin gerçeklik boyutunu anlayamadığı ortaya çıktı. George, borç idaresine yönlendirildi. Harcamalarını kontrol altına almak üzere profesyonel ve devamlı destek alarak finansal istikrar kazandı.
İçe atım (introjection), hasta, terapistin sesini özümsemeye başladığında ortaya çıkar. Hastalar, zor bir durumla başa çıkmaya çalıştıkları anda terapistin söylediklerini “duyduklarında” bunun durumla daha etkili bir şekilde başa çıkmalarına yardımcı olduğunu bildireceklerdir. Örneğin, Alice’in başkalarıyla fikir ayrılığına düşme alışkanlığı vardı. Alice, onaylamak yerine farkında olmadan her şeye “Evet… Ama” şeklinde cevap vermeye eğilimliydi. Terapi sırasında bu davranış biçiminin üstünde durulduktan sonra Alice, terapistinin bu konuyla ilgili söylediklerini duymaya başladı ve böylece kendini durdurma kabiliyetini geliştirip başkalarına karşı daha onaylayıcı bir şekilde yaklaşmaya başladı. Sonuç olarak Alice, ilişkilerinde belirgin bir gelişme gözlemledi.
Katarsis (catharsis), duygularını ifade edemeyen bir kişinin ağlayarak, bağırarak veya başka yollarla “içini dökmesi”dir. Mary geçen sene ani bebek ölümü sendromundan dolayı bebeğini kaybetti ve o zamandan beri bebeğin odasındaki herhangi bir şeyi değiştirme fikrini reddediyordu. Bir daha çocuk yapma fikrini kabul etmiyordu. Konuşma odaklı terapi yoluyla Mary’nin acı verici duygularını ve yasını ifade etmesine yardım edildi. Şimdi, bir daha çocuk yapmayı ve hayatına devam etmeyi düşünüyor.
İçgörü (insight), bir hissi ve bu hissin nereden geldiğini anlama kabiliyetidir. Hastaya hislerini kontrol edebilmesinde yardımcı olur. Barbara, aslında gayet iyi annelik yapabilmesine rağmen; iyi bir anne olmadığı endişesiyle beni ziyarete geldi. İçgörü yoluyla, bu acı verici endişesinin hasta annesiyle hiç ilgilenmeyen kötü bir evlat olduğuna dair beslediği bilinç dışı suçluluk duygusunun bir sonucu olduğunun farkına vardı.
Özdeşim (identification), hastalar terapistin kişiliği doğrultusundaki bakış açısını özümsediği zaman gerçekleşir. Örneğin John, iş yerinde kendini göstermekte zorluk çekiyordu. Terapist, John’u bu sorunuyla karşı karşıya getirdiğinde daha girişimci olma kabiliyeti geliştirdi. John, terfi almadığı veya kayda değer katkılarının fark edilmediği bir işte başarılı olmakta zorlanıyordu. John, terapistinin ona nasıl davranıldığı konusundaki itirazlarını “özümseyerek”, iş yerinde daha girişimci davranmaya başladı ve makul şekilde ödüllendirildi. Özdeşim, içe atımla benzerlik gösterir. Ancak özdeşimde hasta terapistin sesini “duymaktan” öte; terapistin kişiliği doğrultusunda oluşturduğu bakış açısını kendi kişiliğine aktarır.
Üzerinde çalışma (working through), terapide edinilen başarıların seanslar dışında da uygulanmasıdır. Konuşma odaklı terapilerin kalıcı bir değişime dönüşmesi için gereklidir. Örneğin Bobby, okul fobisi için tedavi görüyordu. Ailesinden ayrılacağından ve eve dönemeyeceğinden korkuyordu. Tedavinin başarılı olması için, Bobby’nin gerçekçi olmayan korkuları hakkında bir içgörü geliştirmesi oldukça önemliydi; ayrıca okula dönmesi de gerekiyordu. Dolayısıyla, sadece terapistin ofisinde değil; hayatında da bu çatışmaların üstesinden gelmesi gerekiyordu.
Aslında bu fikirleri doğrudan olarak Sigmund Freud’un yazılarından edindiğimi söylemekten memnuniyet duyarım. Örneğin Freud, 1892 yılında Bilişsel Davranışçı Terapi’nin bir türünü oluşturmuştur. “Olumsuz düşünceler” yerine “karşıt fikirler” kavramını kullanmıştır. Yine de, esas olarak aynı fikre parmak basmıştır. Bir yıl sonra, Maruz Bırakma Terapisine çok benzer bir terapi türü geliştirmiştir. Önce tavsiye verme, sonrasında da hipnoz yöntemini kullanmış; duyguları açığa çıkararak semptomları azaltmıştır. Ancak, tedavi genellikle geçici olmuştur. 1900 yılında içgörü odaklı tedaviyi geliştirmiş; 1926 yılında üzerinde çalışma adımının öneminin farkına varmış ve 1938 yılında ise özdeşimin önemi hakkında yazmıştır.
Yukarıdaki psikoterapi yaklaşımlarının hiçbiri Freud’un döneminde bulunmasa da, o, her birinin eski bir türünü geliştirmiştir. Sonuç olarak, BDT, DDT ve Psikanalitik Psikoterapi üzerinde düşünürken, her birinin Sigmund Freud tarafından yaratılan konuşma odaklı terapiler olduğunu unutmayın.
***
Yazar Hakkında: Dr. Lee Jaffe, San Diego, California’da özel muayenehanesi bulunan yetişkin, ergen ve çocuk psikanalisti ve San Diego Psikanaliz Merkezi’nde (SDPC) yetişkin Denetleme ve Eğitim Psikanalistidir. Kaliforniya Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nde yer almaktadır. 2014 yılında How Talking Cures – Revealing Freud’s Contributions to All Psychotherapies adlı kitabını yayımlamıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği ve Kuzey Amerika Psikanaliz Konfederasyonunda başkan seçilmiştir.
Referanslar
https://www.psychologytoday.com/ie/blog/psychoanalysis-unplugged/201705/six-elements-all-talking-cures