Kategori: Genel

  • Metakognisyon Nedir?

    Metakognisyon (üstbiliş), dünyanın dört bir köşesinde hak ettiği yeri almak için akademinin gölgelerinden ortaya çıkan üst düzey bir düşünme becerisidir. Çevrimiçi sınıflar evlere yayıldıkça ebeveynler ve öğretmenler, üstbilişin ve üstbiliş stratejilerinin öğrenmeyi nasıl etkilediğini anlamaya başlamışlardır. Bu beceriler, çocukların daha iyi düşünürler ve karar vericiler olmalarını sağlar.

    Metakognisyon (üstbiliş) nedir?

    Metakognisyon, kişinin, kendi düşüncelerinin farkında olma pratiğidir. Bazı bilim adamları bunu “düşünme hakkında düşünme” olarak adlandırır. Fogarty ve Pete, üstbilişin, günlük harika bir örneğini şu şekilde veriyor: En son bir sayfanın sonuna geldiğinizi ve kendi kendinize, “Az önce ne okuduğumdan emin değilim.” diye düşündüğünüzü düşünün. Beyniniz henüz bilmediğiniz bir şeyin farkına vardı. Bu yüzden içgüdüsel olarak son cümleyi yeniden okuyabilir veya sayfanın paragraflarını yeniden tarayabilirsiniz. Belki sayfayı tekrar okuyacaksınız. Eksik bilgiyi yakalamaya hangi yolla karar verirseniz verin, neyi bilip bilmediğinizi bilmenin bu anlık farkındalığına metakognisyon (üstbiliş) denir.

    Düşünmemiz hakkında içsel bir diyalog yaşadığımızı fark ederiz. Bu bizi öğrenme ya da problem çözme süreçlerimizi değerlendirmeye sevk ettiğinde, biz metakognisyon (üstbiliş) yaşıyoruz demektir. Bu beceri, daha iyi düşünmemize, doğru kararlar almamıza ve sorunları daha etkili bir şekilde çözmemize yardımcı olur.

    Aslında araştırmalar, gençlerin üstbilişsel yetenekleri arttıkça, daha yüksek seviyelerde başarı sergilediklerini ileri sürüyor. Fogarty ve Pete, üstbilişin, çocukların öğrenmesi için hayati önem taşıyan üç yönünün ana hatlarını çiziyor. Bunlar:  planlama, izleme ve değerlendirme.

    Uzmanlar, metakognisyonun (üstbilişin) doğrudan öğretilmek yerine öğretim stratejilerine aşılanması durumunda en iyisi olduğunu ikna edici bir şekilde savunurlar. Önemli olan, öğrencileri kendiliğinden ve görünüşte bilinçsiz hale gelen yollarla, kendi üst bilişsel stratejilerini keşfetmeye ve sorgulamaya teşvik etmektir.

    Metabilişsel beceriler, çocukların kendilerini ve çevrelerindeki dünyayı nasıl daha derin bir şekilde anladıkları da dahil olmak üzere daha geniş, psikolojik öz farkındalık için bir temel oluşturur.

    Evde veya okulda kullanılacak üstbiliş stratejileri

    Fogarty ve Pete, üstbilişin gizemini çözüyor ve öğretmenler ile ebeveynlerin, çocukların bu üst düzey düşünme becerilerini kullanma yeteneklerini güçlendirmeleri için basit yollar sağlıyor. Bunları da az önce bahsettiğimiz üç aşama (planlama, izleme, değerlendirme) ile sağlıyorlar. Şimdi planlama, izleme ve değerlendirme alanından metakognisyon (üstbiliş) stratejilerini sizlere özetleyelim.

    • Planlama

    Öğrenciler plan yapmayı öğrendikçe, fikirlerinin güçlü ve zayıf yönlerini tahmin etmeyi öğrenirler. Üst bilişi güçlendirmek için kullanılan planlama stratejileri, öğrencilerin en kolay değiştirebilecekleri zamanda planları incelemelerine yardımcı olur. Kitapta ana hatları verilen on üstbilişsel stratejiden biri “Düşüncenizi Mürekkeplemek” olarak adlandırılıyor. Öğrencilerin başlamak üzere oldukları bir ders üzerinde düşünmelerini gerektiren basit bir yazma günlüğüdür. Örnek olarak şöyle başlanabilir: “Tahmin ediyorum …” “Sahip olduğum bir soru …” veya “Bunun elimde olan bir resmi …” Günlük yazmak, ödevlerin ortasında veya sonunda da yararlıdır. Örneğin, “Kafamı karıştıran ev ödevi sorunu …” “Bu sorunu çözmenin yolu …” veya “Bu stratejiyi seçiyorum çünkü …”

    • İzleme

    Metabilişi güçlendirmek için kullanılan izleme stratejileri, öğrencilerin ilerlemelerini kontrol etmelerine ve çeşitli aşamalarda düşüncelerini gözden geçirmelerine yardımcı olur. İncelemekten farklı olarak, bu strateji doğası gereği yansıtıcıdır. Ayrıca plan, aktivite veya hareket halindeyken ayarlanmak için müsaittir. İzleme stratejileri, yukarıda bahsedilen örnekte olduğu gibi, bir kitap okurken ve az önce okuduğumuz şeyi unuttuğumuzu fark ettiğimizde olduğu gibi, öğrenilenin hatırlanmasını teşvik eder. Tarayarak veya yeniden okuyarak hafızamızı kurtarabiliriz.

    Fogarty ve Pete tarafından paylaşılan, “Alarm Clock” adı verilen birçok üstbilişsel stratejiden biri, öğrenci bir şeyin yanlış olduğunu fark ettiğinde bir fikri kurtarmak veya yeniden düşünmek için kullanılır. Fikir, alarm veren dahili sinyaller geliştirmektir. Bu sinyal, öğrencinin bir düşünceyi kurtarmasını, bir matematik problemini yeniden işlemesini veya bir grafik veya resimdeki bir fikri yakalamasını ister. Üstbilişsel yansıma, “Ne yaptım” diye düşünmeyi ve ardından kişinin eyleminin artılarını ve eksilerini gözden geçirmesini içerir. Daha sonra ise “Başka ne gibi düşüncelerim var?” aşamasına girilir.    

    Öğretmenler, öğrenci ödevlerine kolayca izleme stratejilerini uygulayabilir. Ebeveynler de bu stratejileri güçlendirebilir. Unutmayın: fikir çocuklara neyi doğru ya da yanlış yaptıklarını söylemek değil. Burada amaç, çocukların kendi öğrenmelerini izlemelerine ve düşünmelerine yardımcı olmak. Bunlar bir ömür boyu süren biçimlendirici becerilerdir.

    • Değerlendirme

    Fogarty ve Pete’e göre, üstbilişin değerlendirme stratejileri “toz kompaktı (powder compactı) içindeki aynaya çok benzer. Her ikisi de görüntüyü büyütmeye, dikkatli incelemeye izin vermeye, yakından ve kişisel bir görünüm sağlamaya yarar. Bir kişi kompakt parçayı açıp aynaya baktığında, yüzün yalnızca küçük bir kısmı geri yansıtılır. Ancak bu belirli kısım, her nüans, her kusur ve her yumru bariz bir şekilde görünecek şekilde büyütülür.” Bu genişletilmiş görünüme sahip olmak, denetimi çok daha kolay hale getirir.

    Öğrenciler çalışmalarının bölümlerini incelerken, düşünme süreçlerinin nüanslarını öğrenirler. İşlerini geliştirmeyi öğrenirler. Öğrenmelerini yeni durumlara uygulama becerilerinde gelişirler. “Filleri Bağlamak“, öğrencilerin kendi öğrenmelerini değerlendirmelerine ve uygulamalarına yardımcı olan birçok üstbilişsel stratejiden biridir.

    Bu alıştırmada, üç hayali fil metaforu kullanılmıştır. Filler, başka bir filin gövdesi ve kuyruğu ile birbirine bağlı bir daire içinde birlikte yürür. Üç fil, üç hayati soruyu temsil eder: 1) Büyük fikir nedir? 2) Bu, diğer büyük fikirlerle nasıl bağlantılı? 3) Bu büyük fikri nasıl kullanabilirim?

    “Büyük fikir” imajını kullanmak, öğrencilerin öğrenmelerini büyütmelerine ve sentezlemelerine yardımcı olur. Onları, öğrenmelerinin yeni durumlara uygulanabileceği önemli yollar hakkında düşünmeye teşvik eder.

    Metakognisyon (üstbiliş) ve kendini yansıtma

    Yansıtıcı düşünme, metakognisyonun (üstbilişin) merkezidir. Günümüzün sürekli geveze dünyasında, teknoloji ve yansıtıcı düşünme anlaşmazlığa düşebilir. Aslında, mobil cihazlar, gençlerin gözlerinin önünde olanı görmelerini engelleyebilir. Ünlü bir psikolog ve eğitim reformcusu olan John Dewey, deneyimlerin tek başına yeterli olmadığını iddia etti. Ona göre kritik olan, deneyimlerimizden ders alma ve sonra anlam oluşturma becerisidir. Metakognisyon (üstbiliş) ve kendini yansıtmanın işlevi, anlam vermektir. Anlamın yaratılması, insan olmanın ne anlama geldiğinin merkezindedir.

    Kaynak

    Yazar: Marilyn Price-Mitchell Ph.D.

    Kaynak: https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-moment-youth/202010/what-is-metacognition-how-does-it-help-us-think

  • Tourette Sendromu Nedir?

    Günlük hayatımızda gıdıklandığında ağzından küfürlü sözler çıkan, bazı meyvelere ya da iç gıcıklayıcı olarak ifade edilen durumlara maruz kaldığında (örneğin duvara tırnaklarını sürtmek, karşısında birinin limon yediğini görmek gibi) yüzünü değişik şekillere sokan ya da ellerini kollarını rastgele savuran insanlarla her birimiz karşılaşmış ya da bu tür davranışlara bir şekilde şahit olmuş bulunabiliriz.

    Bahsedilen tikler belli bir dış etken sonucu harekete geçirilen, bu etken ortadan kalktığında da kişinin eski haline dönmesi ve tiklerin kaybolmasıyla devam eden bir süreci ifade eder. Oysa psikiyatrik bir tanı olarak ortaya çıkan, bir bozukluk derecesine ulaşmış tikler de mevcuttur. Bunların belirli başlatıcıları yoktur ve ne zaman ortaya çıkacakları belli değildir. En az 1 yıl devam eden, sürekli bir biçimde ortaya çıkan bu tikler kişinin sosyal hayatını oldukça kötü etkileyebilmektedir. Kişi her an bir tehlike ya da rahatsız edici bir durumla karşı karşıyaymışçasına tepki vermekte, sıçrayarak, ellerini kollarını savurarak, bağırıp küfür ederek bedenen yorgun düşmektedir. Herkes belli tiklere sahip olabilir ancak Tourette sendromundaki gibi karmaşık ve sürekli tekrar eden tikler nöropsikiyatrik bir tanı durumunu ifade eder.

    Tik nedir?

    Tik, istemdışı (kasıtsız ve plansız bir şekilde ortaya çıkan), hızlı, aralıklı, ritmik olmayan, tekrarlayıcı bir biçimde bir grup kasın kasılmasıdır. Tikler normal davranışı andıran, ani ve tekrarlayıcı hareket, jest ve sesleri ifade eder (1). Tikleri diğer motor (hareket) bozukluklarından ayırt etmeye yarayan en önemli özellikler değişik sürelerde baskılanabilmeleri, dikkat dağıtıcı etkinlikler sırasında kaybolabilmeleri (el işiyle uğraşma, kitap okuma, dans etme gibi) ve uyku sırasında bazı tik ifadelerinin devam etmesidir (2). Aynı zamanda tekrarlı motor hareketlerden tik öyküsü, tiklerin başlama yaşı, nörolojik bozulma ve sorunların olup olmamasıyla da ayrılmaktadır (1).

    Tikler motor tikler ve vokal tikler olmak üzere iki ana başlıkta incelenebilir:

    Motor Tikler: Basit motor tikler aniden ortaya çıkan, kaba ve kısa süreli, tek bir özellik taşıyan hareketlerdir (göz kırpma, omuz silkme, burun çekme gibi). Kompleks tikler ise daha farklı, daha koordineli işleyen art arda oluşan hareketlerdir. Kompleks motor tikler amaçlı (diğerlerine dokunma, burnuna elleme, sıçrama, küfür etme gibi) ya da amaçsız olabilir (baş sallama ile birlikte omuz silkme, tekrarlı bir şekilde tekme atma gibi) (2).

    Vokal Tikler: Burun, ağız veya boğazda meydana gelen istemsiz (kasıtsız ortaya çıkan) seslerdir. Boğaz temizleme, burun çekme gibi basit vokal tiklerden ya da küfür etme, tekrar tekrar aynı şeyleri söyleme gibi kompleks vokal tiklerden söz edilebilir (2).

    Tiklerin ortaya çıkışından önce hastalar çoğunlukla rahatsız edici bir duyusal algı deneyimlemekte, istemsiz bir şekilde ortaya çıkan tikler de bu algının ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktadır. Tikler her zaman olmasa da bazen kısmi ya da tam olarak baskılanabilmektedir (geçici olarak ertelenmektedir). Ancak tiklerin baskılanması hissedilen rahatsızlık hislerinin artmasına ve sonrasında ani tik patlamalarına neden olmaktadır (2). Bu yazıda ele alınan tik bozukluklarının özel bir türü olan Tourette sendromunda da bu çeşit rahatsızlık veren bir dürtünün varlığı ifade edilmektedir. Ortaya çıkan tik serisinden sonra hasta bu rahatsızlık hissinden kurtulduğunu ve rahatladığını bildirmektedir (1).

    Basit-geçici tikler yaygındır, tüm çocukların %6-20’sinde görülebilir (1). Ancak tik bozukluklarında bahsedilen tikler, çok daha uzun süreli, şiddetli ve bireyin yaşam kalitesini düşürecek niteliktedirler. Tik bozuklukları geniş bir yelpaze oluşturmaktadır ve bu bozukluğu taşıyan hastalarda eşlik eden disinhibe konuşma ve davranış, distraktibilite (dikkatin çelinebilirliği), dürtüsellik, motor hiperaktivite, huzursuzluk ve obsesif kompulsif bozukluk (OKB) belirtilerini içeren davranışsal sorunlar, hastaların yaşadığı güçlükleri artırmaktadır (1). DSM-IV tanı kitapçığına göre, tik bozuklukları Geçici tik bozuklukları, Kronik motor ve vokal tikler ve Tourette Sendromu olmak üzere üç tipte sınıflandırılmıştır (2). Yazının odak noktası Tourette sendromu olduğundan onun özellikleri ile devam edilecek, diğer tik bozukluklarına bu yazıda yer verilmeyecektir.

    Tourette sendromu nedir?

    Torette sendromunun belirlenen özelliklerine tarihte ilk kez 1432 yılında Sprenger ve Kraemer tarafından kaleme alınan “Cadıların Çekici” adlı bir kitapta rastlandığı belirtilmektedir. Kitabın başkarakteri motor ve vokal tikleri olan bir papazdır (3). Sendromun özelliklerinin yazıya geçirilmiş ilk örneklerinden bir başkası ise, 1825 yılında Fransız nörolog Jean Marc Itard’ın bir Fransız asilzadesinin 7 yaşlarında başlayan hareket ve vokal tikleri nedeniyle 85 yaşına kadar toplumdan dışlanmış bir şekilde yaşayışını ele almasıyla olmuştur. Itard’ın incelemesinden yaklaşık 50 yıl sonra, aralarında Itard’ın ele aldığı Fransız asilzadesinin de bulunduğu 9 hastayı gözden geçirerek, her birinde çocukluk çağında başlamış tikler, kontrol edilemeyen sesler ve sözler saptayan Gilles de la Tourette bu bozukluğu tanımlamış ve ona kendi asını vermiştir (1, 3).

    Tourette bozukluğu genetik, nörokimyasal, nöroanatomik ve immünolojik faktörlerin sebep olduğu bir kronik nöropsikiyatrik bozukluktur. Tourette bozukluğundaki tikler ani, kısa, aralıklı, istemsiz veya yarı-istemli hareket (motor tikler) ve seslerden (fonik ya da vokal tikler) oluşur. Tikler çoğu hastada karşı konulamaz, kontrol edilemez ve istemsiz bir şekilde ortaya çıkmasına rağmen, bazı bireylerde değişik sürelerde baskılanabilirler (ertelenebilir). Tourette bozukluğunun tanısı, kişinin hastalık öyküsü ve tiklerin gözlemlenmesine dayanır. DSM-IV tanı ölçütleri arasında eş zamanlı olarak ya da hastalık sırasında kimi zaman birden çok motor ve vokal tikin bir arada bulunması ve bu belirtilerin en az 1 yıldır devam ediyor olması bulunmaktadır. Eşlik eden davranış problemlerinin gözlenmesi [özellikle dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve obsesif kompulsif bozukluk (OKB)] ve ailede benzer belirtilerin bulunması tanıyı güçlendirir (3). Yazının ilerleyen paragraflarında sendroma eşlik eden davranış bozukluklarına ayrıntılarıyla değinilecektir.

    Ortaya çıkan tek bir tik nadiren bir saniyeden uzun sürer. Tiklerin sıklıkları ve belirginlikleri değişkendir. Alevlenme ve sönme periyodları ile gider, ertelenmeleri ve bastırılmaları geçici süreler için mümkündür. Tourette sendromu, tipik olarak erken çocuklukta göz kırpma ve kafa sallama gibi basit motor tiklerle başlar. Tikler başlangıç olarak gelip geçici nitelikte olabilmekte, fakat sonuçta sürekli hale gelip aile ve birey üzerinde olumsuz etkiler göstermeye başlamakta ve hastanın işlevselliğini, günlük hayata uyum sağlamasını bozmaktadır. Sendromun seyrinde çoğunlukla vokal tikler motor tiklerden birkaç yıl sonra ortaya çıkar (1).

    Tourette sendromu olan hastaların tiklerle beraber, aile yaşantılarında, mesleki ve akademik performanslarında, kişilerarası ilişkilerinde bozulmaya yol açan duygusal ve davranışsal sorunlar yaşadıklarını, düşük yaratıcı düşünme yetenekleri olduğunu bildirdikleri gözlenmiştir. Bu sendroma sahip bireyler aynı zamanda anksiyete (kaygı), depresyon, öfke patlamaları ve düşük psikososyal işlevsellikle ilişkili olarak, sıkça akran zorbalığına maruz kaldıklarını bildirmişlerdir.

    Tourette sendromuyla birlikte görülen (komordibite) psikolojik sorunlar arasında davranım bozukluğu, karşıt olma karşıt gelme bozukluğu, özgül öğrenme güçlüğü, konuşma bozuklukları, depresyon başta olmak üzere duygudurum bozuklukları, kaygı bozuklukları, madde kullanım bozuklukları ve yeme bozuklukları gösterilmiştir (1). Tourette sendromu özellikle DEHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu), OKB (obsesif kompulsif bozukluk), dürtü kontrolünde zayıflık ille çok sık birliktelik gösterir (3).

    Yapılan araştırmalar eşlik eden psikolojik bozukluk ya da davranış problemleri olmadan da bu sendroma sahip çocuk ve ergenlere karşı negatif bir sosyal algı olduğunu, sendromun ortaya çıkardığı motor ve vokal tikler sonucu hastanın yaşam kalitesinin açık bir biçimde azaldığını ve sosyal yaşamının kısıtlandığını göstermektedir (1).

    Yaygın özellikler (3)

    • Çocukluk çağı başlangıçlı stereotipik (kalıplaşmış) anormal davranışlar, basit ve karmaşık motor tikler (tekme atma, kollarını amaçsızca savurma, tokat atma vs)
    • Vokal tikler (bağırma, garip sesler çıkarma vs.)
    • Ekolali (söylediği şeyi tekrar etme) ve koprolali (istemsizce küfür etme)
    • Eşlik eden psikolojik bozukluklar (DEHB, OKB, davranım bozuklukları, duygudurum bozuklukları vs.)

    Tourette sendromunun belirtilen özelliklerine ek olarak “kötü gidişli Tourette bozukluğu” olarak tanımlanmış bir türü de mevcuttur. Tourette bozukluğu belirtileri nedeniyle iki seferden fazla hastanelerin acil sevişlerine başvurmuş ya da en az bir kez hastaneye yatış öyküsü bulunan hastaların durumu kötü gidişli Tourette bozukluğu olarak değerlendirilmektedir. Bahsedilen hastaların hastanelerin acil servisine başvuru nedenleri arasında tikler nedeniyle yaralanmış olma, kendini istemsizce yaralama, kontrol edilemeyen şiddet ve saldırganlık davranışları, intihar düşüncesi ya da girişimleri bulunmaktadır. Kötü gidişli Tourette bozukluğu bulunan hastalar ile diğer Tourette bozukluğu olan hastalar karşılaştırıldığında, kötü gidişli bozukluğu olanların OKB öyküsünün ve kompleks tiklerinin daha sık olduğu belirlenmiştir. Aynı zamanda kötü gidişli Tourette bozukluğu olanlarda duygudurum bozukluğu, intihar düşüncesi, istemsizce küfür etme (koprolali) ve garip bir şekilde durma (kopropraksi) biçimindeki davranışlar daha sık ortaya çıkmıştır. Bu hastaların ilaç tedavisine yanıtları da daha düşüktür (3).

    Etiyoloji

    Tourette sendromu en az 1 yıl süren motor ve vokal tiklerle karakterize, çocukluk çağında ortaya çıkan nörogelişimsel ve nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Bozukluğun görünümü basit motor tiklerden oldukça karmaşık tiklere ve psikolojik eş tanılara kadar uzanabilmektedir. Tikler çoğunlukla 4-6 yaşlarında başlayıp 10-12 yaşlarında en şiddetli düzeyine ulaşırlar (4).

    Tik bozukluklarında prognoz (hastalığın gidişatı) genellikle iyidir, tiklerin şiddeti zaman zaman artma ve azalmalar göstermekle beraber ergenlikle ve 19-20 yaşlarından sonrasında giderek hafifleme görülmektedir. Bu azalmayı açıklayan hipotezlerden birinde, ergenlikle beraber bireyin kendi kendini kontrol edebilme becerisinin (self-regulation) altında yatan sebebin beyindeki telafi edici yönde yeniden düzenlemeler yapılması olduğu öne sürülmüştür (1). Erişkinlik döneminde hastaların 1/3’ünde sendromun belirtilerinin kaybolduğu ya da oldukça azaldığı görülmektedir (4).

    Erişkinlik döneminde devam eden tik bozuklukları, kendine acı verecek biçimde zarar verme şeklinde ortaya çıkan motor tikler, müstehcen söz veya küfürler şeklinde söz söyleme (koprolali) ya da toplum tarafından damgalanmaya ve dışlanmaya yol açacak şekilde el-kol hareketleri yapma gibi daha ciddi belirtilerle ilerleyebilmektedir (1).

    Tourette sendromu tanısı konulabilmesi için hemen hemen her gün, gün içinde birçok defa ortaya çıkan tikler ya da 1 yıldan daha uzun süreden beri aralıklı olarak ortaya çıkan tikler söz konusu olmalıdır, ancak belirtilen aralık 3 aydan uzun olmamalıdır. Yine tanı konulabilmesi için belirtilerin 18 yaşından önce başlamış olması gerekmektedir (2)

    Dünya genelinde Tourette sendromunun yaygınlığı (prevalansı) 5-18 yaş aralığındaki çocuk ve ergenlerde %0.4 ile %3.8 arasında değişmektedir. Erkeklerde görülme olasılığı kızlarda görülme olasılığından 3 kat daha fazladır (3). Tourette sendromuna sahip bireylerin %30-%40’ı geç ergenlik döneminde tam iyileşme gösterirken, %30’luk diğer bir kısmında bu dönemde belirtilerde belirgin bir azalma olmaktadır. Geriye kalan %30’unda ise erişkinlikte de belirtilerin devam ettiği görülmektedir (1).

    Tourette sendromu sıklıkla diğer psikolojik bozukluklarla beraber görülür ve eşlik eden bu bozukluklar hastalığın gidişatını önemli ölçüde belirler (4). Gidişi kötüleştiren bozukluklar arasında daha önce de belirtildiği gibi DEHB(dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) ve OKB(obsesif kompulsif bozujluk) özellikle önemli bir rol oynamaktadır. Bunlara ek olarak tik şiddetinin yüksek olması, zayıf sosyal destek (aile, arkadaş ve yakın çevrenin desteğinin az olması, kişinin sosyal yaşamının kısıtlanmış olması ve kendini toplumdan izole etmesi), madde kullanımı ve kronik hastalıklar da gidişi kötü etkilemektedir (1).

    Tourette sendromu ve diğer tik bozukluklarının etiyolojisi ve patogenezi henüz tam olarak belirlenebilmiş değildir, bozukluğun neden ve ne şekilde ortaya çıktığı kesin bir biçimde ortaya konulamamıştır. Ancak bu konudaki araştırmalar hala devam etmektedir (2). Araştırma sonuçlarına göre elde edilen bulgular özetler halinde aşağıdaki başlıklarda sıralanmıştır:

    Etiyoloji: Genetik ve nörobiyolojik faktörler

    Yapılan araştırmalar Tourette sendromunun karmaşık genetik geçişe sahip ve yüksek oranda kalıtılabilen bir hastalık olduğunu ortaya koymuştur. Tourette sendromu olan bireylerin birinci derece akrabalarında bu sendromun ve diğer tik bozuklukların görülme sıklığı yüksek bulunmuştur. Ancak genetik geçişten sorumlu, baskın bir etkiye sahip tek bir gen tespit edilememiş, genetik geçişin karmaşık bir gen aktarımı ile olduğu düşünülmüştür (4). Bununla birlikte bozukluğun belirtilerinin ağırlığında genetik bir bağlantıdan çok doğum sonrası ve doğum öncesi birçok faktörün daha etkili olabileceği de öne sürülmüştür (3).

    Başlangıçta Tourette bozukluğunun gelişiminden yalnızca beyindeki bazal gangliyonlar sorumlu tutulmuştur. Ancak sonrasında yapılan çalışmalar beynin frontal korteks, talamus ve paralimbik bölgelerinin de bozukluğun gelişmesinde önemli bir rolü olduğunu göstermiştir. Tourette sendromu etiyolojisinde bazal gangliyonlar ve belirtilen beyin bölgelerinde meydana gelen anomalilerin bozukluğun ortaya çıkışında rol oynadığına yönelik güçlü kanıtlar mevcuttur (1).

    Etiyoloji: Çevresel ve psikososyal faktörler

    Tourette sendromunun gelişmesinde etkili olabilecek çevresel faktörlerden ilki hipotalamusta gelişen ısı düzenleme bozukluğunun, belirtilerin şiddetini artırdığına yönelik elde edilen bulgularla şekillenmiştir. Buna göre çevresel ısı değişiklikleri ve vücut ısısında meydana gelen değişimler tikleri geçici olarak artırabilmektedir (4).

    Tikler aynı zamanda psikososyal stres, kaygı, heyecan ve yorgunluk gibi faktörlerden de etkilenebilmektedir. Kişinin kendini gergin, kaygılı ve baskı altında hissettiği durumlarda tiklerin sıklığında bir artış gözlenmektedir. Yüksek sesle okuma yapmak, bir enstrüman çalmak, spor yapmak gibi odaklanmış dikkat ve motor kontrol sağlayan aktivitelerle beraber, gevşeme egzersizleri, el işi gibi oyalayıcı faaliyetler tikleri geçici olarak azaltabilmektedir (1). Olumsuz yaşam olayları tiklerin şiddetini erişkinlik döneminde artırsa da çocuklarda bir değişiklik yaratmamaktadır (4).

    Tourette sendromunun tedavisi

    Tik bozuklukların tanı ve tedavisinde tiklerin tanımlanması ve kontrol edilebilir hale getirilmesinin yanı sıra, eşlik eden bozuklukların belirlenmesi ve bunlarla ilgili psikolojik destek verilmesi de oldukça önemlidir (1). Tedavide ilaç tedavisi, cerrahi yöntem ve çeşitli davranışsal terapi teknikleri kullanılmaktadır.

    İlaç tedavisi

    İlaç tedavisinde tikler, tiklerin şiddeti ve eşlik eden psikolojik bozuklukların semptomları ayrı ayrı düşünülmeli, tedavileri buna göre planlanmalıdır. Şiddetli kompleks motor ve vokal tikler mevcutsa, kişi tikleri nedeniyle çevresindekiler tarafından alay konusu olmuşsa ve bunların sonucunda kendisini çevreden izole etmişse; DEHB ve OKB’nin belirtileri kişiyi yoğun bir kaygı durumuna sürüklemişse ilaç tedavisi uygun bir yöntem olmaktadır. Aynı zamanda kişi kendine zarar verme eğilimindeyse de ilaç tedavisi uygulanabilmektedir. Bunun yanında hafif ve orta şiddetli, geçici, kişinin sosyal yaşamını bozmayan tikler için ilaç tedavisi gerekmeyebilir (2). Tourette bozukluğunun farmakolojik tedavisinde en sık kullanılan ilaç grupları alfa iki reseptör agonistleri ve antipsikotik ilaçlardır (3).

    Cerrahi müdahale

    Hastanın kendine zarar vermesine neden olan, hayatını tehlikeye sokacak duruma getiren tiklerde veya ilaç tedavisine yanıt vermeyen bireylerde cerrahi tedavi seçeneği değerlendirilmektedir. Cerrahi girişimlerle tik şiddeti ve sıklığında yaklaşık %60 azalma; obsesyon, kompulsiyon, anksiyete, depresyon, sosyal çekiniklikte de azalma gözlendiği bildirilmektedir (2).

    Davranışçı terapi teknikleri

    Özellikle hafif tiklerde davranışçı terapi tek başına ya da ilaç tedavisine ek olarak önerilmektedir. Çoğunlukla kullanılan yöntemler negatif alıştırma (yorulana kadar istemli ya da zorla tikleri tekrar etme), koşullandırma tekniği (tiklerin olduğu dönemlerde ceza verme, azaldığı ya da olmadığı dönemlerde ödüllendirme), gevşeme teknikleri, duyarsızlaştırma, davranışı tersine çevirme (tiki oluşturan kasın zıt yönündeki kasları germe, ayna karşısında tiklere zıt yönde hareket etme gibi tiklerle çelişen davranışları tekrarlama) ve BDT (bilişsel davranışçı terapi) gibi tekniklerden oluşmaktadır (2).

    Tourette sendromunun ilk aşamalarında çocuk, aile ve çocuğun ilişkide bulunduğu okul ortamındaki öğretmenler bozukluğun ne olduğu, ne tür belirtiler gösterildiği konusunda bilgilendirilmelidir. Sendromun görünür belirtileri çocuğun ya da gencin okul başarısını, kişilerarası ilişkilerini ve yaşam kalitesini etkilemeye başladığında ilaç tedavisi ve ilaç tedavisine ek olarak terapi desteği öncelikli tedavi yaklaşımı olmaktadır. Tedavide temel hedef, tiklerin tamamıyla kaybolması değil çocuğun ya da gencin bu tiklerden dolayı duyduğu rahatsızlık hissi, utanç ve geri çekilmeyi en aza indirerek tiklerin kontrolünü sağlayabilir hale gelmesini sağlamaktır (3). Bunların yanında Tourette sendromlu bir çocuğu olan ebeveynlere de psikolojik destek vermek, karşılaştıkları sorunlar ve taşıdıkları duygusal yükü paylaşmalarını sağlamak da oldukça önemlidir.

    Görüldüğü üzere tik bozuklukları, özellikle de Tourette sendromu çok sık karşılaşmadığımız, belki de nasıl bir şey olduğunu zihnimizde canlandıramadığımız tuhaf bir durum olarak görülebilir. Ancak buna hiç de alışık olmayan belki de hiç anlamayan, anlamaya da çalışmayan insanların içinde bu sendromla yaşayan birçok kişi olabilir.

    Aşağıda Tourette sendromuna sahip genç bir kızın youtube kanalından günlük yaşamına dair hem eğlenceli, hem de Tourette’nin gerçek yüzün gösteren videolarını bulabileceğiniz kanalının linkini bırakıyorum (a).

    Aynı zamanda Türkiye’de bir farkındalık oluşturmak amacıyla kurulmuş, Tourette sendromuna sahip bireyleri bir araya getirmeyi hedefleyen Tourette sendromu gönüllüleri adlı bir topluluğun tanıtım videosuna (b) ve bu hareketin başlamasına öncülük eden sevgili Çağdaş İslim’in TEDx konuşmasına da (c) aşağıdaki linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz. Tourette’nin şiddetli tiklerinin ne olduğunu hala tam anlayamadıysanız bir örnek olması açısından yine youtube üzerinden izleyebileceğiniz bir başka videoya da (d) yine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz ki bu videoyu özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Çünkü Tourette’nin ne olduğunu anlatmanın yanında, Tourette sendromu olan bir çocuğa sahip olmanın ebeveynler için ne anlama geldiğini de bizlere gösteriyor. Tourette ile yaşamak uzun ve yıpratıcı bir süreçken, bahsedilen videolar oldukça kısa ve çarpıcı.

    (a) Kendi Tourette hikayesini anlatan gencin youtube kanalı https://www.youtube.com/channel/UCNOume_VesWl0SxPJ9vXLTw

     (b) Tourette sendorumu gönüllüleri https://www.youtube.com/watch?v=MQK6ZvGfNvI

    Tourette Sendromu Göünllülerinin resmi internet siteleri: http://ttsg.co.nf/

    (c) Tourette sondrom gönüllüleri hareketini başlatan Çağdaş İşlim’in TEDx konuşmasıhttps://www.youtube.com/watch?v=2D4NR3TKixE

     (d) Tourette’nin şiddetli yüzüne bir örnek: https://www.youtube.com/watch?v=-yy6UUncUI0

    Referanslar

    Kaynaklar

    (1) Hesapçıoğlu, S. (2012). Çocuk ve ergenlerde tik bozuklukları: Klinik ve Etiyolojik Bir Bakış. Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 25(4), 858-867.

    (2) Özbek, S. E., Çelebi, Ö. Ve Saka, E. (2015). Tik bozuklukları, tourette sondromu ve tedavi. Türkiye Klinikleri, 8(2). 51-56.

    (3) Taner, H. A., Güney, E. Ve Taner, Y. (2013). Tourette bozukluğunda ilaç tedavisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 5(2), 246-259.

    (4) Ünal, D. Ve Akdemir, D. (2016). Tourette sendromunun nörobiyolojisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 27, 1-12.

  • Aşk Çeşitleri Nelerdir?

    Pek çok insan, aşk denildiğinde, tek ve belirli bir deneyimden bahsedildiğini zannetmektedir. Psikoloji literatürü ise, “aşk çeşitleri” diye bir gerçekliği bize sunuyor. Bu yazıda, psikoloji literatüründeki en yaygın aşk çeşitleri sınıflandırmasını sizinle paylaşacağım.

    Bu yazı ile, aşka “çeşitlilik” açısından bakmanın önemini ve “aşk çeşitlerinin neler olduğunu” öğrenebileceksiniz.

    Hem duygusal ilişki sorunlarını konu edinen bireysel psikolojik danışmanlık uygulamalarımda, hem de ilişki (çift, evlilik) danışmanlığı uygulamalarımda gördüğüm şeylerden biri, pek çok insanın kendi aşk deneyimini, tek ve evrensel bir aşk deneyimi olarak algılamasıdır. Oysa, aşka dair tutumları birbirinden çok farklı pek çok insanla karşılaşmam, durumun hiç de öyle olmadığına dair inancımı pekiştiriyor.

    Muhtemelen herkes, aşka dair bir algıya sahiptir. Bu algı, kişisel deneyimlerimizden oluşabileceği gibi, etrafımızda gördüklerimizden, okuduklarımızdan ve duyduklarımızdan hareketle oluşmaktadır. Aşkın ne olduğu ile ilgili başlı başına bir içerik yazmayı planladığım için, bu yazıda aşkın ne olduğuna çok kısaca değinmek istiyorum.

    Aşk, kısaca nedir?

    Aşk, psikoloji literatüründe çok farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Ben burada, yazıya bir giriş mahiyetinde olması için bu tanımlardan sadece birini sizinle paylaşmak istiyorum: Aşk, yavaş gelişen, kısmen duygulara ve heyecanlara dayalı olan, insan hayatıyla birlikte başlayıp ömür boyu gelişerek yaşayan ve güçlü bir duygu olan; cinsel ilgi, çekicilik, arkadaşlık, dostluk, ihtimam ve bakımın sentezidir. Dediğim gibi, aşkın ne olduğuna dair ayrıntılı açıklamayı başka bir yazıya bırakıp, aşk çeşitleri odağımıza geri dönmek istiyorum.

    Psikoloji literatüründe, aşkın ne olduğuna ve aşk çeşitlerinin neler olduğuna dair çok farklı yaklaşımlardan bahsedilebilir. Yani, psikologlar, hem aşkın tanımına hem de aşkın çeşitlerinin neler olduğuna dair ortak bir düşünceye sahip değiller. Ben bu yazıda, aşk çeşitleri konusunda yaygın kabul gören bir sınıflandırmayı sizinle paylaşmak istiyorum.

    Aşkın çeşitlerini anlamamız konusunda bize yardımcı olacak olan, John A. Lee tarafından geliştirilen “Aşk Biçimleri” sınıflandırmasıdır. Lee, aşkın çok boyutlu bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini düşünmüş, ve araştırmalarını bu doğrultuda gerçekleştirmiştir.

    Aşk çeşitleri nelerdir?

    Aşk odaklı psikolojik araştırmalarda en çok kullanılan kuramlardan biri, Lee’nin Aşk Biçimleri Kuramıdır. Kanadalı bir sosoyolog John Alan Lee’nin kuramı yoğun bir alan yazın taramasına ve farklı yaş gruplarından ve cinsiyetten bireylerle yapılan görüşmelerin nitel analizine dayanır.

    Lee, “Seni seviyorum.” (I love you.”) sözüne herkesin farklı bir anlam yükleyebileceğini fark etmiş, bu yüzden de tek boyutlu aşk anlayışını reddetmiştir. Ona göre aşk, “doğal bir davranış olarak değil, öğrenilmiş bir yaşantı” olarak gerçekleşmektedir. Ben de, bu noktanın yazıyı okuyanların zihninde merkezi bir yer edinmesini umuyorum.

    John Alan Lee, teorisini geliştirme sürecinde aşk hakkındaki dört bin ifadeyi incelemiş, ve iki bin kişiyle de, aşk yaşantıları hakkında bireysel görüşmeler yapmıştır. Lee, çalışmaları sonucunda dokuz aşk biçimini tanımlamış; ancak ondan sonraki araştırmacılar, araştırmalarında bu aşk çeşitlerinin altı tanesini yoğun olarak kullanmışlardır. Zamanla Lee de, ihmal edilen üç aşk biçimiyle ilgili açıklamaların ve verilerin  belirsiz kaldığı yönünde görüş bildirmiş, ve araştırmacılara hak vermiştir.

    Lee, aşk kuramını açıklarken, renk analojisini kullanır. Nasıl ki doğada çok renklilik esastır, aşkta da çok boyutluluğu esas alabiliriz. Ona göre, üç temel renkten (kırmızı, sarı, mavi) bahsedilebildiği gibi, üç temel (birincil) aşk çeşidinden de bahsedilebilir. Söz konusu temel (birincil) aşk çeşitlerinden hiçbiri, bir diğerine indirgenemez. Bu birincil aşk biçimleri şunlardır:

    • Tutkulu aşk (eros),
    • Oyun gibi aşk (ludus)
    • Arkadaşça aşk (storge)

    Birincil aşk biçimlerinin ikili birleşimi sonucu ikincil aşk biçimleri oluşur. Arkadaşça aşk ve oyun gibi aşkın birleşimiyle mantıklı aşk (pragma), tutkulu aşk ve oyun gibi aşkın birleşimiyle sahiplenici aşk (mania), tutkulu aşk ve arkadaşça aşk birleşimiyle özgeci aşk (agape) oluşur.

    Temel renkler diğer renklerden üstün değildir; kırmızı turuncudan daha az ya da daha çok renkli ve/ya da daha az ya da daha çok değerli değildir. Aynı şekilde birincil aşk biçimleri de diğer aşk biçimlerinden daha iyi ya da kötü, daha az ya da çok değerli değildir.

    Lee’nin birincil ve ikincil olmak üzere sınıflayarak açıkladığı aşk biçimleri şunlardır:

    Birincil aşk çeşitleri nelerdir?

    Tutkulu aşk (Eros)

    Tutkulu (erotik) aşk, adını bir Yunan Tanrısı olan Eros’tan alıyor. Bu aşk biçimi ismini yunan aşk tanrısı Eros’tan alır. Aşkın fiziksel çekimle başlayan erotik yönünü vurgular. Lee’ye göre bu aşk biçiminin rengi kırmızıdır. Bu aşk, fiziksel çekiciliğe dayanan bir aşk türüdür. Genel olarak, çok güçlü bir fiziksel çekimle başlar, ve ilişkide kolayca cinsel yakınlaşma gerçekleşebilir.

    Tutkulu aşıklar, aşık olacakları kişilerin fiziksel özelliklerini bir kalıba koyup tasvir edebilirler. İlk görüşte aşka inanırlar. Onlar için aşık olmak, çok arzu edilen bir durumdur. Aşkları için, risk almaya hazırdırlar. Tutkulu bir aşığa, bir ilişkide kişilik özelliklerinin ya da entellektüel niteliklerin öneminden bahsetmek çok anlamlı olmayabilir.

    Tutkulu aşk çeşidini yaşayanlar, aşık olduklarında kendilerini çok daha genç hissedebilirler. Aşık olduklarında, deliksiz bir uyku uyur, tazelenmiş ve dinlenmiş olarak uyanırlar. Deliksiz uyku uyurlar ve tazelenmiş ve dinlenmiş olarak uyanırlar.

    Bu âşıklar genelde tek eşliliği tercih ederler, ve bir aşkı bitirmeden diğerine başlamazlar. Onlar için ilk çıkma, ilk öpücük gibi olayların bütün detaylarını hatırlamak önemlidir ve aynısını partnerlerinden de beklerler. Bu tür âşıklar
    partnerlerini memnun etmek için sürekli yeni yollar ararlar ve her zaman ellerinden gelenin en iyisini sergilerler. Aynı zamanda kendileriyle ilgili her şeyi ortaya koymak isterler ve aynısını partnerlerinden de beklerler.

    Aşkını tutkulu bir şekilde yaşayanlar, bir anda aşık olup ilişkilerini bir anda da bitirebilirler. Bu kişilerde yoğun bir heyecan vardır. Bir an önce karşılarındakinin ideal sevgili mi yoksa yanılsama mı olduğunu belirlemek isterler. Hemen duygusal ve cinsel yakınlık kurmak isterler.

    Tutkulu aşıklar için, tutkulu ve yoğun duyguların ifade edilmesi önemlidir. Partnerleriyle, yakın ve samimi bir ilişki yaşamak isterler. Partnerlerini her gün görmek ve onlarla konuşmak isterler. Aşkları bir anda bitebilse de, duygusal birlikteliklerinin bitmesinden çok fazla etkilenebilirler.

    Tutkulu âşıklar, ilişkilerinde çok fazla kaygılı değildirler ve aşkta karşılaşılabilecek risklere hazırdırlar. Oldukça sevecen ve iletişime açıktırlar. Duygusaldırlar ve ilişkilerine güvenli bir biçimde bağlanabilirler. Tutkulu bir biçimde âşık olsalar bile, birlikte oldukları kişilerin olumsuz yönlerini görebilirler ve duygularını onlara farklı yollardan açıklamaya çalışırlar. Böyle kişiler genellikle eşlerinin kusurlarının farkına varırlar. Ek olarak, tutkulu âşıklar ilişkilerinde saplantılı ve kıskanç değildirler, genellikle özel bir ilişki yaşamak isterler.

    Oyun gibi aşk (Ludus)

    Birlikte oldukları kiĢilere yaĢantılarında çok yer vermedikleri, geleceğe iliĢkin beklenti oluĢturmaksızın iliĢkilerini devam ettirmeye çalıĢtıkları için, diğer tipler, oyun gibi aĢkı bir aĢk çeĢidi olarak kabul etmeyebilirler. Örneğin tutkulu tipler oyun gibi aĢkta bağlılığın olmayıĢını küçümserler, daha geleneksel tipler haz odaklı ve rastgele cinsel iliĢkiyi içerdiğini düĢünüp eleĢtirirler. Bununla birlikte oyun gibi aĢk basit bir cinsel birliktelikten oluĢmaz. Gerçekte cinsel haz, oyun gibi aĢkta harcanan zaman ve çabanın çok küçük bir kısmını oluĢturur. Doyum sadece ödülü almaktan değil, oyun oynamanın kendisinden gelir.

    Ludus kelimesinin Eski Yunancadaki karşılığı “oynamak”tır.  Oyun gibi aşk (Ludus), eğlenceli, oyunu andıran aşkları anlatan, bağlayıcılığı düşük, eğlencesi ön planda, kısa süreli ve çok eşliliğe açık bir aşk biçimidir.

    Lee’ye göre, aşkı bir oyun gibi görenler, birlikte oldukları kişilerin hepsini eşit düzeyde sevdiklerine inanabilirler. Bu durum onlar için sorun değildir. Bunlar, birlikte oldukları kişinin aşırı kıskanç olmasını istemezler; çünkü böyle bir sevgilinin aşkın eğlencesini bozacağını düşünürler. Tutkulu aşıkların aksine, fiziksel olarak ideal bir tipleri yoktur. Sevgililerine bağlanmadıkları gibi kendilerine bağlanılmasını da istemezler. Çok fazla yakınlaşmaktan rahatsız olabilirler. Sevdikleri yanında değilse, yanındakileri sevebilirler.

    Aşkı bir oyun gibi görenler için, bağlanma olmaksızın cinsellik normal (ve belki de gerekli) bir deneyimdir. İlişkileriyle ilgili olarak geleceğe dair planlar yapmaktan kaçınırlar. Dahası, herhangi biriyle çok fazla zaman harcamaktan ve dolayısıyla bağlanmaktan kaçınırlar. İlişkilerinin nereye gittiği ya da duyguları konusunda konuşmazlar. Aşk, yaşamlarındaki en önemli etkinlik değildir.

    Bu aşk tutumuna sahip olanlar, karşılarındaki kişi bir oyunmuşçasına aşkla oynayan, benmerkezci oyunculardır. En az bedelle en büyük ödülleri kazanmaya çalışırlar. Stratejilerden hoşlanır ve aynı anda birden çok kişiyle çıkıyor olabilirler. Bağımlılıktan veya vaatte bulunmaktan kaçınırlar. Birlikte oldukları kişilerin zorluklarıyla baş etmek yerine, yeni bir partner bulmayı tercih edebilirler.

    Aşkı bir oyun gibi yaşayanlarla flört, eğlenceli olabilir. Ancak ilişki stabil bir hal almaya başlatınca, sorunlarla karşılaşılabilir. Çünkü bu aşıklar, sürekli bir ilişki için uygun değildirler. Bu âşıklar sahiplenici veya kıskanç değildirler. Derinlerde bulunan yanlarını ortaya koymazlar ve partnerlerinden de bunu beklemez veya istemezler. Kendi kendine yeten ve talepte bulunmayan partnerler ararlar. Ayrıca ilişkilerde kendilerini takıntılı hissetmezler ve birlikte oldukları kişileri çok sık görmek istemezler.

    Oyun gibi aşk biçiminde âşık olanlar genellikle sosyal, kendine güvenen, büyüleyici ve iyi bir dinleyici özelliklerine sahiptirler. Bu aşk biçimine sahip kişiler, aşkı oynanacak bir şey gibi görür ve oyun oynamayı derin duygularla bağlanmaya tercih ederler. Aşkın ciddiye alınacak bir şey olmadığını, sadece eğlence amaçlı olduğunu düşünürler.

    Oyun gibi aşk biçimine sahip kişiler, deyim yerindeyse tutkulu aşk biçiminde olduğu gibi aşkın ateşiyle yanmazlar ve hiçbir zaman aşık olduklarını dile getirmeyebilirler. Onlar için aşık olduğu kişiye bağlanmak bir amaç değildir. Çok ciddi ilişkilerini bitirmiş kişilerin de bir müddet oyun gibi aşk biçimine sahip kişiler gibi hareket ettiği görülmektedir; ancak bu geçici bir durumdur.

    Arkadaşça aşk (Storge)

    Eski Yunanca’da, aile bireylerinin birbirlerine duyduğu sevgiyi anlatmak için storge kelimesi kullanılırdı. Lee, bu kelimenin anlamından yola çıkarak, belirli bir aşk biçimini arkadaşça aşk olarak adlandırmıştır.

    Lee bu aşk biçimini, kargaşa, erotizm ve çılgınlığın olmadığı; dinginlik ve sakinlik üzerine kurulu bir aşk olarak niteler. Bu aşk biçiminde birbiriyle arkadaş olarak ilişkilerine başlayan iki kişi zamanla aşık olurlar; eğer aşkları biterse yeniden eski arkadaşlık günlerine geri dönebilirler.

    Arkadaşça aşk biçiminde amaç evliliktir. Arkadaşken anlaşabildiklerini, uyumlu olduklarını görüp ilişkiye başlayan âşıklar, bu ilişkinin evliliğe kadar gidebilecek olduğunu düşünürler. Cinsel ilişkiden çok arkadaşlığa ve birlikteliğe değer verirler. 

    Arkadaşça aşk biçimi ihtirasa değil benzerliğe, birbirini gözetmeye ve ilgileri paylaşmaya dayanan, arkadaşlığın ön planda olduğu, zamanla gelişen aşk biçimidir. Bu aşk biçimine sahip kişilere “Ne zaman aşık oldunuz?” diye sorarsanız net bir cevap alamayabilirsiniz. Çünkü, aşkları anlık değil, zamanla gelişen bir deneyimdir.

    Arkadaşça aşık olanlar, birlikte olacakları kişinin fiziksel özelliklerine öncelik vermezler. Onlar için, uyum ve birlikte oldukları kişi ile çeşitli etkinlikleri paylaşmak önemlidir. Onların aşkları, benzerlik ve birbirini gözetmeye dayanır ve zamanla gelişir. Onlar, ilişkiye başladıkları kişiyle ortak ilgileri, değerleri ve hayat görüşleri olmasını
    önemserler.

    Bu aşk biçimini yaşayanlar, aşklarını dürüstlük ve sadakat üzerine kurarak geliştirirler. Bunların, ilişki doyumları ve yakınlık duyguları yüksektir. Ayrıca bu kişilerin, özsaygıları, nevrotiklik, dışadönüklük ve dürtüsellikleri çok düşük olabilir.

    Arkadaşça âşıklar, ilişkilerinde rahatlık arayan, oldukça sevecen kişilerdir. Sevgililerinin yokluğunda, takıntılı ya da kaygılı değildirler.

    Arkadaşlık üzerine temellenen bir aşk biçimi oluşu, arkadaşça aşkı diğer aşk biçimlerinden ayırır. Bu aşk biçimi, tahmin edilebilir bir yaşama işaret eder. Tutkulu aşkta görülen yanlış anlamalar, ayrılıklarda yazılan mektuplar ve şiirler, ya da oyun gibi aşkta görülen çabuk sıkılma ve yeni heyecanlar arama arkadaşça aşkta görülmez. Coşku yoktur; fakat iniş çıkışlar ve üzüntü de yoktur. Bu tip âşıkların aynı görüşte olmamaları ya da kavgaları nadirdir. Sevgilinin uzun süreli yokluğu aşığı daha az strese sokar. BU aşka sahip olanlar, uzun ayrılıklara katlanabilirler. Ayrılsalar da iyi arkadaşlar olarak kalabilirler.

    Arkadaşça aşk, ilk etapta oyun gibi aşkı çağrıştırabilir. Çünkü, her ikisinde de büyük bir tutkudan bahsedemeyiz. Ancak, aşkı oyun gibi gören bir kişi yoğun hislerden kaçınır. Oysa, arkadaşça aşkı yaşayan birisi, yoğun duygulardan kaçınmak için özel bir çaba sarf etmez. Onun  için tutku, paylaşımla birlikte, zamanla gelişebilen bir şeydir.

    Tutkulu aşkta cinsellik ilişkinin en başında ortaya çıkarken arkadaşça aşkta çok sonraları ortaya çıkar. Tutkulu aşk ve arkadaşça aşk için şu benzetme anlamlı olacaktır: Tutkulu aşk âşıkları denizi gördükleri gibi suya atlarken arkadaşça aşk âşıkları önce ayaklarını sokup suya alışmaya çalışırlar.

    İkincil aşk çeşitleri nelerdir?

    Yazının giriş kısmında da belirttiğim gibi Lee, bu üç aşk biçiminin değişik bileşimleri ile ikincil aşk biçimlerinin
    ortaya çıkabileceğine işaret etmiştir. Mesela, mantıklı aşk (pragma), arkadaşça aşk ve oyun gibi aşkın bir bileşimidir. Sahiplenici aşk (mania) tutkulu aşk ve oyun gibi aşkın; özgeci aşk (agape) ise tutkulu aşkla arkadaşça aşkın bir bileşimidir. Şimdi bu, ikincil aşk çeşitlerine değinelim isterseniz.

    Mantıklı aşk (Pragma)

    Mantıklı aşk (pragma), ‘arkadaşça aşk’ ve ‘oyun gibi aşk’ türlerinin bir bileşiminden oluşur. Bu aşk türünde, birlikte olunacak kişinin eğitsel, mesleki, dini ve ailevi gibi özellikleri önemsenir. Söz konusu özelliklerin, uyumuna etki edeceğine inanılır.

    Mantıklı aşk ilişkisi yaşayan kişiler, bir ilişkiye başlamadan önce, ilişki yaşayacakları kişide olması gereken özelliklere dair bir düşünceye sahip olurlar. Birlikte olacakları kişide belirli özellikleri ararlar.  Bu tutum, onları ilişkinin getirebileceği bazı risklerden uzak tutmuş olur. Mantıklı aşıklar, ilişkilerini karşılıklı bağlılık ve düşünceli davranışlar çerçevesinde sürdürmeyi ve arkadaşça âşıklar gibi ilişki içinde arkadaşlıklarını geliştirmek isterler.

    Mantıklı aşk biçimine sahip kişiler, mantıklı ve gerçekçidir. Partnerinin varlığına ve konumuna göre ona değer biçer ve onun ekonomik olarak güvenilir olmasını ister.

    İlk bakışta mantıklı aşk, çok soğuk ve duygulardan yoksun görülebilir. Ancak, mantıklı aşk biçimine sahip kişiler, ölçütlerine uygun kişileri seçtikten sonra anlaşabileceklerini ve duygularına izin verebileceklerini düşünürler. Bu aşk biçimi, ailelerin ölçütlere göre çocuklarını tanıştırmalarına benzer. Bizim kültürümüzde de var olan, görücü usulü tanışmayı ve evlilikleri bu aşk biçimine örnek olarak gösterebiliriz.

    Mantıklı âşıklar, sosyal etkinlikleri ve programları, birileriyle tanışmak için araç olarak kullanabilirler. Aşkı arkadaşlık ilişkisi gibi görenler ise, hoşlandıkları için etkinliklere katılırlar ve orada ilgilerini paylaştıkları kişilerle tanışma fırsatı bulurlar. Bu açıdan baktığımızda, mantıklı aşıkların partner seçimi bilinçli olduğu halde, aşkı arkadaşça yaşayanların seçimi bilinçsizdir. Yani, mantıklı aşık, belirli özelliklere sahip bir partnerin peşinde olur, arkadaşça aşık ise böylesi bir arayışta olma; fakat insani olarak yakın olabileceği biriyle (kendiliğinden) aşk yaşayabilir.

    Mantıklı âşık, pek çok şeyi paylaşabileceği (arkadaşça aşk özelliği) ve bilinçli bir şekilde manipüle edebileceği (oyun gibi aşk özelliği) bir partner seçer. Yani mantıklı aşk daha çok üretilmiş bir arkadaşça aşktır. Şayet ilişki yürümezse, mantıklı âşık akılcı davranacak ve aşkı oyun gibi gören bir tarz takınarak, ölçütlerine uygun bir başkasını arayacaktır.

    Sahiplenici aşk (Mania)

    Mania, Eski Yunancada, “tanrılardan gelen delilik” anlamında olup çoğunlukla takıntı ve delilik gibi psikolojik bozuklukları anlatmada kullanılan bir kelimedir. Manik aşk, içinde kıskançlık, güvensizlik, takıntı, biraz da psikolojik hastalık barındıran bir aşk çeşididir.

    Sahiplenici âşıklar güçlü bir cinsel çekim ve yoğun duygular yaşarlar. Bu aşk biçiminin tutkulu aşktan farkı, âşık olan kişinin fazlasıyla kıskanç ve kaprisli olması ile ilgi ve düşkünlüğe ihtiyaç duymasıdır. Sahiplenici âşıklar çok mutlu olmak ve depresyon arasında gidip gelirler. Partnerlerinin en ufak bir yokluğunda kaygı ve dargınlık göstermeleri kaçınılmazdır. Lee’nin tanımladığı aşk biçimleri arasında sahiplenici aşk, bazılarına göre, en az görülmekle birlikte en kolay fark edilebilen aşk çeşidi olarak kabul edilir.

    Sahiplenici aşk biçimine sahipseniz, tipik olarak partnerinizin sizi sevip sevmediğinden emin olamaz ve onun bağlılığını test etmek için ona oyunlar oynayabilirsiniz. Sürekli olarak duygusal iniş çıkışlar yaşayabilir ve çok mutlu olmakla depresif olmak arasında gidip gelebilirsiniz.

    Sahiplenici bir aşıksanız, aşkınız için her şeyi göze alabilirsiniz. Partnerinizle ilgili çok çabuk gelecek hayalleri kurmaya başlar ve onu her gün görmek isteyebilirsiniz.  Partnerinize olan aşkınızı ve bağlılığınızı ona göstermek isteyebilirsiniz.

    Bu aşk biçimi tutkulu aşk ve oyun gibi aşk biçimlerinin birleşimi olarak görülmektedir. Bir kişinin aşkıyla meşgul olma yönüyle tutkulu aşka, fiziksel tutku yönüyle de oyun gibi aşka benzemektedir.

    Sahiplenici âşıklar ilişkilerinde yoğun bir biçimde duygusaldırlar ve aşık olmaya güçlü duygusal gereksinimleri vardır. İlişkilerine pek güvenmezler ve sürekli olarak birlikte oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşarlar. Ek olarak, sahipleniciler aşkın zor ve acılı olmasından da korkar, aşkın heyecanını yaşamaktan hoşlanırlar. Çok kıskançtırlar ve
    eşlerinin ilişkiye kendilerinden daha fazla bağlanım göstermesini isterler. İlişkileri sorunlu bile olsa, genelde onu bitiremezler, ilişkiyi bitiren genellikle eşleri olur. Ayrılığın olumsuz etkilerini uzun süre üzerlerinden atamaz, ilişkilerinde ve ilişki bittikten sonra acı çekmekten hoşlanırlar.

    Sahiplenici âşıklar, hislerinin yoğun oluşu ve ideal bir sevgili bulma konusundaki ısrarları noktasında tutkulu âşıklara benzerler. Ancak, tutkulu âşıklar hayal kırıklığı yaşadıklarında kendilerine olan güvenlerini kaybetmedikleri halde, sahiplenici âşıklar, ikilem yaşarlar ve kendilerine olan güvenlerini kaybederler. Tutkulu âşıklardan farklı olarak istediklerini tam olarak ifade edemez, kendilerini çaresiz ve duygularını kontrol edemeyen kişiler olarak görürler. “Bir yandan seviyorum onu, bir yandan da nefret ediyorum ondan.”, “Bu ilişkiyi, bana zarar verdiğini bildiğim halde bitiremiyorum.” gibi cümleler, sahiplenici aşıklar tarafından duyulabilir.

    Sahiplenici âşıkların,  oyun gibi aşkın kuralları ile tutkulu aşkın duygularını sürdürmeye çalıştıkları söylenebilir. Ancak genel olarak ikisinden de başarısız olurlar. Kendilerini aşklarına (partnerlerine) o kadar muhtaç hissederler ki, ilişkilerini akışına bırakamazlar; bu da ironik bir şekilde onları mutsuz bir sona sürükler.

    Özgeci aşk (Agape)

    Özgeci aşıklar, karşısındakini kusurlarına rağmen sever, onun iyiliğini kendi iyiliklerinin önünde tutarlar. Özgeci aşk, bazıları tarafından en ideal aşk biçimi olarak kabul edilir.

    Özgeci aşkta, aşkı sunmak esastır. Çünkü bu, herkesin hakkıdır. Bu aşk çeşidinde, aşkı hissetmek bir görev gibi algılanır. Ancak özgeci  aşık, bir beklenti içinde olmaz. Aşkın güzel olması gerektiğine inanmakla birlikte, birlikte oldukları kişinin kendi gereksinimlerini karşılamasını beklemezler. Ancak kendilerini kurban olarak da görmezler.

    Özgeci aşıkların, fiziksel görünüm açısından genellikle belirgin bir tercihleri yoktur. Genellikle bağışlayıcı ve destekleyicidirler.

    Özgeci aşıklar, ilişkilerinde dürüstlüğe çok önem verirler. Bununla birlikte, çok fazla duygusal değildirler.

    Özgeci aşk; arkadaşça aşk ve tutkulu aşk biçimlerinin karışımıyla meydana gelmiştir. Lee’ye göre bu aşk biçimi, sürekli bir sabır ve uysal bir ilgi ile mükemmel sevgili imajını barındırır.

    Özgeci aşk kendini düşünmeyip karşısındakini düşünen ve kendini feda eden yaklaşımıyla anlaşılabilir. Özgeci âşıklar partnerlerine karşı destekleyici, affedici ve kendini adamış âşıklardır. Lee’ye göre bulunması en zor olanlar özgeci aşıklardır. Özgeci aşıklar, partnerlerine karşı oldukça affedici, destekleyici ve bağlıdırlar. Kendi istek ve
    arzularını partnerleri için kolaylıkla ikinci plana atabilirler.  Özgeci âşıkların ilişki doyumları ve bağlılıkları oldukça yüksektir. Bir kişiye âşık olmuş ve sonrasında hiç evlenmemiş kişiler çoğunlukla bu aşk biçimine sahip kişilerdir.

    Özgeci aşıklar, tutkulu âşıklar gibi yoğun duygular hissederler, arkadaşça âşıklar gibi sabırlı ve kararlıdırlar. Özgeci âşıklar başlangıçta partnerlerine çekim hissederler; fakat bu çekim hissi tutkulu aşktan farklı olarak fiziksel heyecan belirtilerini içermez. Tutkulu âşıkların tersine özgeci âşıklar çok az kıskançtırlar ya da hiç kıskanç değildirler. Âşık oldukları kişinin diğer eylemlerinden yeterince doyum bulabildiklerinden, aşklarının karşılık bulup bulmaması onlar için önem taşımaz.

    Lee’ye göre, çiftlerin aşk biçimlerinin benzer (aynı değil) olması, ilişki doyumunu ve uyumu artıran bir faktördür. Mesela, çiftlerden birinin aşkı oyun olarak gördüğü, diğerinin de ilişkiye saplantılı bağlandığı yani sahiplenici aşk biçimi olduğu düşünülecek olursa bu koşullarda, oyun gibi aşk biçimi olan bireye, partneri çok fazla ilgi gösterecek, ısrarcı ve kıskanç olacaktır. Aşkı oyun gibi gören kişi ise, ilişkisinde özerk olmak isteyecek, karşı tarafın beklentilerini engellenme olarak algılayabilecektir. Bu da, ilişkiyi bir çıkmaza sokabilecektir.

    Uyumsuz ilişkiye bir başka örnek ise, arkadaşça ve sahiplenici aşk biçimlerine sahip çiftlerin ilişkileri olabilir. Bu çiftlerin ilişkilerinde karşılaştıkları sorunları ele alışları ve birbirlerinin davranışlarına ilişkin yüklemeleri farklılaşabilmektedir.

    Bu modelde aşk çok boyutlu incelenerek ilişkilerde hissedilebilecek duygular sınıflandırıldığı için ilişkilerdeki olumlu ve olumsuz yaşantıların açıklanabilmesi söz konusu olmaktadır. Lee’ye göre aynı aşk biçiminden âşıklar başlangıçta iyi geçinseler bile zaman içinde bu durumdan sıkılabilirler. Bu nedenle aşk biçimi benzer ama tam
    olarak aynı olmayan partnerlerle kurulan ilişkiler daha başarılı olabilir. Diğer taraftan gereksinim ve beklentiler doğrultusunda ciddi çatışmaların yaşandığı ilişkilerin, zorlu ve travmatik deneyimler barındırma olasılığı da oldukça yüksek görünmektedir.

    Lee’ye göre aşk biçimleri, dinamik dinamik bir özellik taşırlar ve zamanla değişebilirler. Ona göre kişilerin içselleştirdikleri belirli kültürel değerler ve idealler değiştikçe aşk ilişkileri de değişebilir. Bana göre, aşk ilişkisini değiştirebilecek önemli bir etken de psikolojik danışmanlık olarak düşünülebilir.

    Bu kadar uzun bir yazıyı okuduğunuz için sizi tebrik ederim 🙂 Umarım yazı, zihninizde aşk çeşitleri hakkında bir pencere açılmasına yardımcı olmuştur.

    Yazı ile ilgili yorumlarınızı, yazının yorum kısmından benimle paylaşabilirsiniz. Muhabbetle kalın.

  • Filofobi (Aşık Olma Korkusu): Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

    Dünyadaki çoğu insan hayalini bile kuramadıkları ölçüde büyük bir sevgiyle kuşatılmak isterler. Bu yüzden aşk, hemen herkes için güzel bir hediyedir. Aşkın güçlü çekim gücü bazıları için korkutucu olabilmektedir. İşte bu aşık olmaya karşı hissedilen, makul olmayan korku ve endişe durumuna filofobi adı verilir.

    Filofobinin kökeni, Yunancada “sevmek” ya da “sevgili” anlamına gelen “filos”tur. Filofobik biri, romantik ilişkinin yanı sıra her türlü bağlanma ve duygusal ilişkiden kaçınabilir. İçinde bazı duyguları hissetse bile, başkalarıyla herhangi bir duygusal bağ oluşturmayı önlemek için mümkün olan her yolu dener. Aşktan duyulan bu korku duygusal bir engel teşkil etmez; ancak fiziksel belirtilere sahip olabilir ve kişinin yaşamı boyunca anlamlı ilişkilerden kaçmasına neden olabilir.

    Filofobi nedenleri nelerdir?

    Diğer fobiler gibi, filofobinin de çeşitli birçok sebebi vardır. Travmatik, olumsuz bir deneyim bu korkunun kökeni olabilir. İnsanlar Kraliçe Elizabeth’in korkusunun sebebinin annesi Anne Boleyn’in babası Kral 8. Henry tarafından aşk uğruna öldürüldüğünü görmesinden kaynaklandığını düşündü. İstemediği “sorunlu” eşlerinden kurtulmak onun için sorun değildi. Ayrıca, çocukken ebeveynlerin boşanmasına, kavgalarına ya da aile içi şiddete tanık olunması yetişkinlikte filofobiye sebep olabilmektedir. Hatta aşk hayatında ve ilişkilerinde sorunlar yaşayan ve üzülen birine şahit olmak bile aşk düşüncesinden huzursuz olmaya yol açabilir.

    Filofobiye aynı zamanda kültürel veya dini nedenler de sebep olabilir. Bazı kültürler veya dinler, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkileri, eşcinsel çiftleri veya herhangi bir romantik bağı yasaklar. Bu inançlar bazen o kadar körü körüne olur ki uymayanları şiddetle tehdit edebilirler. Bu nedenle, sevgi veya evlilik düşüncesinin aileleri ve toplulukları tarafından bu normlara ve kurallara tabi olan kişiler arasında büyük bir endişe ve paniğe neden olması şaşırılacak bir şey değildir.

    Reddedilme ya da ayrılma korkusu da, filofobi hastalarının ilişki kurmalarını engelleyebilir. Bu durumlardan birinin getirdiği utanç, birinin bir bağ kurmasını ve sevgiye izin vermelerini önlemek için yeterli olabilir. Ayrıca, eğer bir kişi daha önce depresyon ya da anksiyete yaşamışsa, özgüven eksikliği ve olumsuz zihniyet nedeniyle bu fobiye daha fazla eğilimli olabilir.

    Filofobi, sevgi ve ilişkileri içeren daha önceki travmatik bir deneyimle yakından ilişkilidir. Eğer kişi, boşanma gibi geçmiş bir ilişki başarısızlığına sahip ise, bu filofobiye neden olabilir. Filofobi, aynı zamanda kişinin ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkisinde inişli çıkışlı bir yetişmenin de sonucu olabilir. Üstelik bir başkasının ilişkisindeki başarısızlığa ve problemlere tanıklık etmek, kişinin sevgi dolu bağ oluşturmak için aşırı endişe yaratmasına neden olabilir.

    Birçok kültür ve dinde, karşı cinsle evlilik öncesi sevgi dolu bir ilişki yaşamak günah olarak görülüyor. İnançlar, bu normlar ışığında gelişirse, insanların acımasızca cezalandırıldığı ölçüde ciddi olabilir. Bu, bir insanda aşık olmak için aşırı korku ve sinirlilik yaratabilir.

    Bir kişi, depresyon geçirmişse, insanlarla sevgi dolu ve güvenilir bir bağlantıya sahip olmak için kendine daha az güvenir ve gergin hissedebilir. Depresyon, zihni zayıflatır ve kişinin benlik saygısını olumsuz etkiler. Bir kişi depresyondaysa, insanlardan kendisini izole etmek ve sevgi dolu bağlardan kaçınmak eğilimindedir.

    Filofobi belirtileri nelerdir?

    Filofobi kendini çeşitli şekillerde gösterebilir. Bazıları filofobikler, kendilerini başkalarına açmaktan, birileriyle yakınlaşmaktan veya herhangi bir ilişki kurmaktan kaçınır. Diğerleriyse ilişki kurabilir; ancak endişeleri onları, ilk etaptaki reddedilme korkusu döngüsüne kapılıp, aşırı sahiplenici olmak veya insanları kendilerinden uzaklaştırmak zorunda bırakabilir. Çoğu kişi normal yaşama geri dönebilir ve başka bir ilişki aramayı başarabilir; ancak filofobik biri, kendisini bu döngüde sıkışmış gibi görür ve psikolojik durumu, onu, diğer insanlardan uzak tutabilir.

    Filofobide görülen yaygın belirtiler şunlardır:

    • Aşık olmak ve ilişki sahibi olmak konusunda aşırı endişe ve sinirlilik
    • İç hislerini mümkün olduğunca bastırmak
    • Parklar ve sinema salonları gibi çiftlerin bulunduğu yerlerden tamamen kaçınma
    • Evlilikten ve başkalarının düğünlerinden de kaçınmak
    • Aşık olabilirim endişesiyle dış dünyadan izolasyon
    • Çarpıntı, kalp atışlarının hızlanması, nefes darlığı, terleme, uyuşma, bulantı ve hatta aşk ve romantizm ile ilişkili herhangi bir şeyle karşı karşıya kalırken bayılma gibi fiziksel bulgular.

    Filofobinin fiziksel belirtileri

    • titreme
    • ağlama
    • düzensiz kalp atışı
    • bulantı
    • nefes darlığı
    • aşırı terleme
    • uyuşma
    • yerinde duramama
    • göğüs ağrısı
    • bayılma

    Aşırı kaçınma davranışı herhangi bir fobinin işaretidir, bu nedenle filofobiden muzdarip bir kişi, ilişki kurma, evlilik (diğer insanların evliliğinden bile) park ve sinema salonları gibi çiftlerin olması muhtemel yerlerden kaçınacaktır. Bu sıkıntı, filofobi olan bir kişinin kendisini izole hissetmesine ve diğer insanlardan kopmasına neden olabilir.

    Doktora ne zaman gitmelisiniz?

    Filofobi garip fobilerden biri olabilir; ancak aynı şekilde ciddidir. Filofobik bir insan, izole bir hayat sürdürebilir ve kendi içinde derin sıkıntılar yaşayabilir. Yukarıdaki belirtiler kayda değer bir zaman aralığına sahipse, örneğin altı aydan uzun sürmüş ve yaşamınızın rutin gidişatını kesintiye uğratıyorsa, bir doktordan yardım istemenin zamanı gelmiştir.

    Filofobi tedavisi nasıldır?

    Psikoterapiler ve ağır vakalarda ilaçlar filofobi tedavisinde faydalı olmaktadır.

    Filofobi tedavi seçenekleri nelerdir?

    Bilişsel-Davranışçı Terapi

    Bilişsel Davranışçı Terapi, muhtemelen filofobi yaşayan biri için en ideal tedavi yöntemidir. Genellikle, aşık olunduğunda gerçekleşebilecek temel düşünceleri ve imgeler kaygının ana nedeni olabilir. Bilişsel Davranışçı Terapi, insanın bu düşünceleri ve fobiyi nasıl yarattığını tanımaya yardım eder. Psikoterapist düzenli konuşma ve paylaşma oturumları düzenler ve kişinin bakış açısını sevgiye çevirir. Terapist, olumlu davranışlar inşa etmeye rehberlik eder ve endişe için hoşgörüyü artırır.

    Maruz Kalma Terapisi

    Bu, aynı zamanda filofobi için etkili bir tedavi terapisi olabilir. Terapist, kişinin önünde romantik tarihler veya biriyle etkileşim halinde olan romantik filmler gibi benzer bir sahne hazırlar ve kişinin ona tepki verme biçimini inceler. Sonunda, kişi normal maruz kalma oturumları yoluyla sevgi ihtimaline karşı endişe ve korku doğasını azaltabilir.

    İlaçlar

    Şiddetli durumlarda, ilaçlar bir kişide sıkıntıyı kontrol etmek için yararlı olabilir. Yaygın olarak kullanılan ilaçlar, kişinin üzücü ve umutsuz duygularını kontrol etmek için anti-depresan ilaçlardır. İlaç tedavisi ile ilgili şunu hatırlatmak isteriz ki, ilaç tedavisi sadece ve sadece hekim (psikiyatrist) tarafından gerçekleştirilir.

    Siz de aşkla ilgili korku ve deneyimlerinizi yazının yorum kısmından bizimle paylaşabilirsiniz.

    Kaynak

    Philophobia Fear of Falling in Love – Causes, Symptoms and Treatment

  • Evlilik Terapisi Nedir? Evlilik Terapisti Ne Yapar?

    Bu yazı, Beylikdüzü’nde evlilik terapisti arayanlar için, bir tanıtım yazısı olarak hazırlanmıştır. Siz de evlilik terapisti arayışındaysanız İletişim sayfasındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz. “Evlilik terapisti kimdir, ne yapar?” sorusu bu yazının ana eksenini oluşturacaktır.

    Literatüre baktığımızda, “Evlilik terapisi nedir?” sorusuna verilen ortak bir cevabın olmadığını görüyoruz. Bununla birlikte, pek çok kitapta, söz konusu soruya tanımlayıcı bir cevaptan ziyade, evlilik terapisinin işlevinden bahsedildiğini görebilirsiniz.

    Evlilik terapisi nedir?

    Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü’nde şu tanımı veriyor evlilik terapisi için:

    Evlilik Terapisi (Marital Therapy): Evli çiftlerin sorunlarını çözmeyi amaçlayan yönlendirici terapilerin ortak adı. Genellikle terapist çiftleri birlikte görür ve daha iyi iletişim kurmayı, birbirini anlamayı, kriz dönemlerinde birbirlerine destek olmayı öğrenmelerine yardımcı olur. (Psikoloji Sözlüğü, Selçuk Budak)

    Peki “Evlilik terapisi nedir?” sorusunu ben nasıl cevaplıyorum? Bence evlilik terapisi için şöyle bir tanım yapabiliriz:

    Evlilik terapisi, evli bir çiftin yaşadığı sorunların çözümü ve ilişkiyi, her iki taraf için de daha doyum verici hale getirmek için gerçekleştirilen bir psikoterapi sürecidir.

    İsterseniz “evlilik terapisi” tanımını maddeler halinde, biraz daha ayrıntılı ele alalım.

    • Evlilik terapisi, “evli” bir çiftle gerçekleştirilir: Evlilik terapisi, aralarında evlilik ilişkisi olan çiftin katıldığı terapi sürecidir. Evli olmayan (flört eden, sözlü, nişanlı, birlikte yaşayan) çiftlerin dahil olduğu terapiye “çift terapisi”, aile üyelerinin (anne-baba, çocuk) dahil olduğu terapiye “aile terapisi” demeyi uygun görüyorum.
    • Evlilik terapisi, “iki tarafın” ihtiyaçlarını gözetir: Evlilik terapisinde, kadının ve erkeğin ihtiyaçları aynı anda gözetilir. Terapi, taraflardan birinin şikayeti veya talebi üzerine başlayabilir; ancak, taraflardan sadece birinin ihtiyaç ve beklentileri üzerine şekillenmez.
    • Evlilik terapisi, tarafların “evlilik doyumunu” hedefler: Evlilik terapisinde öncelikli olarak, tarafların evlilik doyumu (Evlilik doyumu, tarafların, psikolojik ihtiyaç ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır.) için çaba sarf edilir. Bazı durumlarda, boşanma da evlilik terapisinde ele alınabilir.
    • Evlilik terapisi bir “psikoterapi” sürecidir: Evlilik terapisi, temelde psikoterapi yöntem ve tekniklerini kullanır. Evlilik terapisinin de nihai amacı, kişilerde bir değişim sağlamaktır. Söz konusu değişimin, tarafların duygu, düşünce ve davranışlarıyla birlikte, ilişkide gerçekleşmesi beklenir.

    Evlilik terapisi, var olan sorunların ortadan kaldırılması için gerçekleşebileceği gibi, görece iyi bir ilişkiyi, daha doyum verici hale getirmek için de gerçekleştirilebilir.

    Evlilik terapisi işe yarar mı?

    “Evlilik sorusu işe yarar mı?” sorusunun cevabı bence “evet” veya “hayır” değildir. Evlilik sorusunun işe yarayıp yaramayacağını bence en az şu üç faktör -sıralama önem sırasını belirtmez- belirler:

    1. Danışanların özellikleri: Evlilik terapisi, sadece terapistin değil, danışanların ve terapistin birlikte gerçekleştirdiği bir süreçtir. Dolayısıyla, danışanların -her iki tarafın da- gönüllülükleri, terapiden beklentileri, terapistle ilişki kurma biçimleri, sarf ettikleri çaba, beceri düzeyleri, katılım düzeyleri vb. terapinin işe yararlılığını etkiler.
    2. Evlilik terapistinin özellikleri: Evlilik terapistinin yetkinliği, becerisi, deneyimi, kişilik özellikleri vb. terapi sürecini etkiler.
    3. Terapi yönteminin özellikleri: Literatürde yüzlerce terapi modelinin varlığından bahsediliyor. Her terapi modelinin de her sorun/ durum için işlevsel olmayabileceği kabul ediliyor. Bu açıdan, terapi yöntemi de, terapist ve danışanlarla birlikte, belirleyici bir faktördür.

    Yukarıdakilerden hareketle şunu söyleyebilirim ki, yeterince uygun danışanlar, yeterince yetkin bir terapist ve yeterince işlevsel bir terapi yönteminin söz konusu olduğu evlilik terapisi, yeterince işe yarayabilir.

    Evlilik terapisi ücretleri ne kadardır?

    Terapi için standart bir ücretlendirmeden bahsedemeyiz. Evlilik terapisi ücretleri, serbest piyasa mantığına göre şekillenir. Uzmanın eğitim düzeyi, uzmanın beklentisi, hizmetin sunulduğu konum, ofisin kirası, hitap edilen danışanların ekonomik seviyesi gibi faktörler evlilik terapisi ücretlerini şekillendirebilir.

    Evlilik terapisinde terapi çerçevesi kavramı

    Psikoterapi çerçevesi, sağlıklı bir terapi sürecinin gerçekleşmesi için gerekli bir kontrattır. Söz konusu kontratta, danışan ve terapistin hakları, sorumlulukları, sınırlılıkları, sürecin işleyişiyle ilgili bilgiler gibi maddeler yer alır.

    Çerçeve, başta danışanın zihninde sürece dair bir yol haritası çizmekle beraber, danışanın, terapistin ve terapi sürecinin en önemli koruyucusudur. (Psikoterapist Mustafa Gödeş)

    Psikoterapide çerçevenin önemi hakkında ayrıntılı bir okuma için, Psikoterapist Mustafa Gödeş’in şu linkteki makalesine bakabilirsiniz.

    Benim terapilerimde, evlilik terapisi çerçevesi, aşağıdaki maddelerden oluşmaktadır:

    • Evlilik terapisi, evli çiftin her iki üyesinin de onayı ile başlar ve devam eder. Taraflardan birinin, terapi sürecine dahil olmak istememesi veya terapiyi sonlandırmayı istemesi durumunda, terapi başlamaz veya sonlandırılır.
    • Görüşmeler, belirli bir gün, belirli bir saat ve belirli bir mekanda gerçekleştirilir. Mesela: Pazartesi günleri, saat 12:00’da, Bakırköy’deki ofiste.
    • Seans ücreti (240 TL) ve ücretin ödenme şekli (nakit olarak, kredi kartıyla vb.) terapi başlamadan önce belirlenir.
    • Terapi sürecinde uygulanacak yöntem ve tekniklere uzman karar verir. Uzman, söz konusu yöntem ve teknikler hakkında danışanlara bilgi verebilir.
    • Her seans -yani terapi görüşmesi- 50 dakika sürer. Seanslar tam saatinde başlar. Evlilik terapistinden kaynaklanan gecikmede, seanslar 50 dakika olarak gerçekleştirilir. Danışanlardan kaynaklanan gecikmelerde, seans kalan süre kadar -20 dakika geç kalındığında 30 dakika gibi- kadar gerçekleştirilir; bununla birlikte, tam ücret ödenir.
    • Terapistin ve danışanların tatil zamanları, en az 30 gün önceden belirlenir.
    • Randevu gün ve saatleri, evlilik terapistinden veya danışanlardan kaynaklı sebeplerle değiştirilebilir. Bu değişikliklerde, görece keyfilik -arkadaşlarla buluşma, can sıkkınlığı, misafirliğe gitmek vb.- ve görece mecburiyet -hastalık, cenaze, trafik kazası vb.- önemlidir.
    • Danışanların, herhangi bir sebepten dolayı terapiye gelemeyeceklerini, en az 24 saat önceden terapiste haber vermeleri gerekir. 24 saat önceden haber verilmeden gerçekleştirilmeyen seansın ücreti tam olarak ödenir.
    • Danışanlar üst üste 2 kez, geçerli mazeretleri olmaksızın, haber vermeden randevularına riayet etmezlerse, terapist terapi sürecini sonlandırabilir. Bununla birlikte danışanlar, söz konusu seansların ücretlerini ödemekle yükümlüdürler.
    • Danışanlar uzmanı, hiçbir surette mahkemede tanık olarak gösteremez, ve danışanın bilgi vermesini ondan talep edemezler.
    • Danışanlar, herhangi bir kuruma verilmek üzere, uzmandan rapor, yazı vb. talep edemezler. Bununla birlikte uzman, danışanların talebi doğrultusunda, seansların ücretini ödeyecek kuruma, gerekli bilgileri, danışanlar aracılığıyla gönderebilir.
    • Terapist, danışanlara dair hiçbir bilgiyi, hiçbir surette, üçüncü kişi veya kurumlarla paylaşamaz.
    • Uzman, terapi sürecinde, taraflardan biriyle ötekinin haberi olmadan görüşemez.
    • Uzman terapi sürecinde, danışanların bilgisi dışında, danışanların yakınları ile görüşmez, onlara bilgi vermez, onları terapiye almaz.
    • Danışanlar, seans saatleri dışında terapisti aramaz, onunla dertleşmez, ondan bilgi almaz veya onunla konuşmazlar.
    • Danışanların terapi sürecinde, kendilerine, birbirlerine, başkalarına veye terapiste zarar verebilecek davranışlarda (intihar girişimi, partnerine şiddet uygulama, terapiste saldırma, seans ücretlerini ödememe vb.) bulunması durumunda uzman, terapiyi tek taraflı olarak sonlandırma hakkına sahiptir.
    • Uzman ve danışanlar, terapi ilişkisi dışında bir sosyal ilişki (birlikte yemek yemek, bir etkinlikte bulunmak vb.) kurmazlar.

    Yukarıdaki maddelerin yer aldığı terapi çerçevesi (protokolü) ilk görüşmede, uzman ve danışanlar tarafından karşılıklı değerlendirilir ve imzalanır.

  • Histrionik kişilik bozukluğu nedir?

    Toplumda diğer kişilik bozukluklarına nazaran adı daha az bilinen, bilinse de çoğu zaman yanlış anlamlarda kullanılan histrionik kişilik bozukluğu, halk arasında “ilgiye, gösterişe düşkün” denilen tiplerin sahip olabileceği bozukluktur.

    Bu bozukluğu tanımaya, histrionik kelimesinin anlamını tanımlamakla başlamak aklımızda genel bir fikir oluşturacaktır. Bu kelime daha önceleri “histerik kişilik” olarak adlandırılıyordu. Histerik kelimesinin pek çok farklı anlama gelmesi ve histrionik kelimesinin anlamını tam karşılayamamasından dolayı kullanımı bırakılmıştır.

    Histrionik kelimesinin kökeni olan “histrio” latincede aktör, oyuncu anlamına gelmektedir. Kelime kökeni aslında bu bozukluk hakkında bize güzel bir ipucu vermektedir. Histrionik kişilik bozukluğuna sahip kişiler tiyatro sahnesinde birileri onları izliyormuş gibi düşünerek sürekli rol yaparcasına yaşarlar. Bu durumu kısaca şöyle ifade edebiliriz: Değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı ilgi görme isteği ve aşırı duygusallık olarak.

    Histrionik kişilik bozukluğu nedir?

    Histrionik kişilik bozukluğuna sahip olanları genellikle kendini beğenmiş, göz önünde bulunmayı ve dikkat çekmeyi seven kişiler olarak toplumda sıkça görmekteyiz. En önemli özellikleri aşırı duygusallık ve aşırı ilgilenilme ihtiyacı içinde olmalarıdır. Duygularını abartma eğilimleri vardır ve duyguları sıkça değişiklik gösterir. Bir an kahkahalar atarken kısa bir süre sonra öfkeli olabilirler.

    Histrionik kişiler çok renkli, aşırı derecede süslü, göz alıcı, alımlı olmaya çalışırlar. Dikkatleri üzerlerine çekmeye yönelik ayartıcı ve baştan çıkarıcı tutumlar sergilerler. Duygusal açıdan derinlikleri yoktur, sığdırlar ve içten değillerdir. Sanki rol yapıyormuş gibi konuşular. Bu yüzeysellik, düşünsel baştan savmayı ve rahatsızlık verici düşüncelerden ve yüklü duygulardan kaçınıyor olmayı gösteriyor olabilir.

    Histrionik kişilerin belirli bir konu üzerinde odaklanamamaları, kendilerini bir karmaşa içine itebilecek düşünce ve dürtülerden uzak durmak istiyor olmalarından da kaynaklanabilir. Özellikle derinde yatan bağımlılık gereksinmelerinin bilince çıkmasından çekiniyor olabilirler. Bu ve bunun gibi nedenlerle kendilerinin daha fazla farkında olmaktan ve derinlemesine kişisel ilişkiler kurmaktan sakınırlar.

    Özetle, histrionikler yüzeysel davranma tutumlarını zorlayacak etkinliklerden, insanlardan ve düşüncelerden kendilerini uzak tutarlar. Duygu, düşünce ve bellekleriyle ilintili iç dünyalarını baskılamaya ve bunların bilince çıkmasına engel olmaya çalışırlar. Bunu değişik nedenlerle yaparlar.

    Bunlardan birincisi, kendilerine biçtikleri değerin başkalarının yargılarına bağlı olmasıdır. Kendi kendilerini incelemeleri için bir neden yoktur, çünkü kendi başlarına kişisel değerlerini takdir edemeyeceklerdir, ayrıca bunun da insanlar tarafından, kabul görmeleri için herhangi bir yararı olmayacaktır.   

    İkincisi, histrioniklerin ilgilerini kendi üzerlerine yöneltmesi, kendilerinin dış dünyaya katılmalarına engel olur. İlgilerinin böyle bölünmesi rahatsızlık verici olabilir, çünkü bir yandan da başkalarının isteklerine ve duygudurumlarına karşı her an tetikte olmaları gerektiğini hissederler.

    Üçüncüsü, histrionikler iç ruhsal dünyalarının eksikliklerini görmezden gelme arayışı içindedirler. Başkalarında bırakmak istedikleri izlenimlerle, gerçek kendileri arasında uçurum olması, kendileriyle ilgili birkaç eksikliği değil, ancak bütün kendi içselliklerini baskılamalarına yol açar.

    Çoğu insan,  teşvik edilme, ilgi görme ve kabullenilme arayışı içindedir, ancak histrionik kişilerin bu arayışları bir türlü doymak bilmez. İçlerindeki boşluk duygusunu, parçalanma ve dağılma korkusunu giderecek olan ancak başka insanlardır.   Dış uyaranlara karşı tetikte kalabilmeleri için de, özellikle rahatsızlık verici yanlarına karşı olmak üzere içsel ilgilerini azaltmaları gerekir. Dışardan bakıldığında hoşa giderler, albenileri vardır.

    Ayrıca histrionik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin yaşamlarını kendilerinin sürdürememesine yönelik inançları vardır. Kendilerine bakamayacak olduklarına inandıkları için de sürekli bir ilgi arayışı içinde olurlar ve başkalarının onayına gereksinim duyarlar. Başkalarının onlara bakmalarını ve onların gereksinmelerini karşılamalarını beklerler. Dolayısıyla sevilmek ve kabul görmek zorunda olduklarına inanmaları, dışlanmaya karşı aşırı duyarlı olmalarına yol açar.

    Sonuç olarak başkalarının ilgisini çekmek üzere başkaları için oynarlar. Bu yüzden, yalnızca karşısındakileri etkilemeye yönelik, sınırları belirsiz bir düşünce biçimleri vardır. “Ya hep ya da hiç” biçiminde düşünürler, aşırı genellemeler ve yaşadıkları duygulara göre çıkarımlar yaparlar. Bazı kişilerde sadece kişilik özelliği olarak kalmasıyla birlikte kişilik bozukluğu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle Histrionik kişilik biçimi ile histrionik kişilik bozukluğunun ayrımına bir bakalım.

    Histrionik kişilik biçimi İle histrionik kişilik bozukluğunun farkı nedir?

    Bazı kişilik bozukluklarının aynı adla normal kişilik özelliği olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Hangi durumlarda kişilik özelliğinden çıkıp bozukluk olduğunu anlayabilmemiz için benzer durumlarda kişilerin nasıl davrandıklarının ayrımını yapmak önemlidir. Bu ayrımı az çok görebilmek adına histrionik kişilik biçimi ve histrionik kişilik bozukluğunun farklarını inceleyelim.

    Biçim: Kendisine ilgi gösterilmesinden ve övülmekten hoşlanırlar.

    Bozukluk: Sürekli olarak bir güvence ya da kabul görme arayışında olurlar, övülmeyi beklerler.

    Biçim: Alımlı ve çekicidirler, görünüm ve davranışlarıyla uygun bir biçimde ayartıcıdırlar.

    Bozukluk: Görünüm ve davranışlarıyla uygun olmayan bir biçimde cinsel açıdan ayartıcı, baştan çıkartıcıdırlar.

    Biçim: Görünümlerine ve bakımlarına düşkündürler, giysilerine özen gösterirler, toplumun beğenisine uygun giyinmeye çalışırlar.

    Bozukluk: Dış görünümlerinin çok çekici olmasıyla aşırı ilgilenirler. Uzun süre bu konuda zaman harcarlar.

    Biçim: Yaşam doludurlar ve eğlenmeyi severler.  Çoğu zaman dürtüsel davranırlarsa da haz almayı geciktirebilirler.

    Bozukluk: Duygularını uygunsuz bir abartı ile sergilerler. Benmerkezcidirler ve haz odaklı yaşarlar.

    Biçim: İlgi odağı olmayı severler ve bütün gözler üzerlerindeyken bunu iyi değerlendirirler.

    Bozukluk: İlgi odağı olmadıkları durumlarda aşırı rahatsız olurlar. İlgi toplamak amacıyla çeşitli yollara başvururlar.

    Biçim: Duygu yönelimlidirler, duygularını sergilemeyi severler, sevgi gösterilerinde bulunurlar; tepkileri duygusaldır ancak duruma uygun düşer.

    Bozukluk: Duyguları birden değişkenlik gösterir ve sığdır. İçten, samimi bir sevgi gösteremezler.

    Biçim: Duruma göre uygun düşen genel ya da duruma özel bir konuşma biçimleri vardır.

    Bozukluk: Etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimleri vardır. Karşısındakini etkisi altına alma, büyüleme çabası içine girerler.

    Histrionik kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı nedir?

    Histrionik kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı % 2-3 arasındadır. Kadınlarda daha sık görüldüğü bildirilmesine karşın büyük olasılıkla erkeklere gereğinden daha az konan bir tanı olduğunu düşünülmektedir. Aslında her iki cinsinde bu bozuklukla karşılaşma riski aynıdır.

    Klinik olarak verilere bakıldığında daha sık kadınlara tanındığı saptanmakla birlikte erkeklere tanı koyulduğunda homoseksüellikle ilgili olduğu görülmektedir.

    Histrionik kişilik bozukluğunun genellikle aşırı erkeksiliği veya aşırı kadınsılığı içeren cinsiyet rollerinin yansıması olarak görüldüğü ileri sürülmektedir.

    Kadın histrionikler (aynı zamanda erkeklerin bazıları) erken yaşta sevimlilikleri, yeterlilikleri veya plan gerektiren becerileri yerine fiziksel çekicilikleri ve etkileyecekleri için ödüllendirilmiş gibi görünür.  

    Kadınların aksine erkek histrionikler aşırı bir erkeksi rol oynamayı öğrenmişlerdir ve kişiler arası ilişkilerinde başarılı olma, problem çözme, analitik düşünme yetenekleri yerine erkeklikleri, dayanıklılıkları ve güçlü olmaları için ödüllendirilmişlerdir. Bu kişiler daha sonra, ileriki yaşlarında beklendiği üzere kazandıkları cinsiyet rollerine göre toplumda yer edinirler.

    Erkek ve kadın histrionikler oynadıkları rollerle diğer kişilere performans sergilemeyi onlardan ilgi görmeye odaklanmayı öğrenirler. Ancak buna rağmen erkekler çoğunlukla tanı ölçütlerini sağlasalar dahi nadiren histrionik kişilik bozukluğu tanısı alırlar. Bu durumun gelişmesinde yine toplumsal cinsiyet rollerinden beklentiler ve bunun sonucunda kadınların psikolojik hastalıklara daha yatkın olduğu şeklindeki yanlış inançlar etkili olmaktadır. Toplumun bu inançları sonucunda rahatsızlığı olduğu halde bunu inkâr edip yok saymaya çalışan erkek tedavi için de bir çaba arayamayacaktır.

    Histrionik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin genel özellikleri nelerdir?

    • Histrionik kişiler, insanlarla ilk karşılaştıklarında duygu ve düşüncelerini kolaylıkla ifade edebiliyor olmalarıyla sanki tiyatroda rol yapıyormuş gibi davranabilmeleri ve dikkati kendi üzerlerine çekebilme yetenekleriyle çevresindekileri etkilerler.
    • Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergilerler. Duygusal dalgalanmalar yaşarlar. Gülerken ağlayabilir ya da ağlarken gülmeye başlayabilirler.
    • Bu kişiler kaprislidirler, kolay tahrik olurlar ve isteklerinin engellenmesine, geciktirilmesine tahammül edemezler.
    • Bu kişilerin kullandıkları dil yapmacıktır. İfade ettikleri duygular gerçek olmaktan uzak taklitmiş gibi görünür.
    • Histrionikler, ilişkilerinde dost tavırlı ve yardımsever görünümde olmakla isteklerine ulaşmaya çalışırlar. Övgüye çok meraklıdırlar ve çekiciliklerini pazarlarlar.
    • Bu kişiler eğlenceye çok düşkün olmakla birlikte cinsel yönden de kışkırtıcılardır. Kadınlar cezbedici ya da cilveli bir şekilde davranabilirler; erkekler başkalarını övmede çok cömert davranırlar ve fırsat oldukça baştan çıkartıcı olurlar. Hem kadınlar, hem de erkekler, bir yandan kaygısız ve çokbilmiş olmanın ilginç bir karışımını sergilerlerken, diğer yandan da ketlenmiş gibilerdir. Cinsellik söz konusu olduğunda oyunu oynamada çok rahat davranırlar ancak olay ciddiye binince şaşkın, olgun olmayan biri gibi ya da kuruntulu davranırlar.
    • Histrioniklerin çevresindekileri etkileme, dikkat çekme ve kendine hayran bırakma temel hedefleri olduğu için istedikleri sonuca ulaşmak amacıyla çok çeşitli uygunsuz yolları deneyebilirler.
    • Histrionikler, başkalarında bıraktıkları ilk izlenimleri sürdüremezler. Birçok tanıdıkları vardır, ancak yakın arkadaşları azdır.  Kişisel etkinliğin çoğu alanında iyi bir başlangıç yapsalar da ilişkilerde derinlik ve süreklilik gerektiğinde çoğu kez duraksarlar ve geri çekilirler.
    • Histrionik kişiler, kendilerini girişken, arkadaş canlısı ve uyuşulabilir insanlar olarak görürler. Çoğu içgörüden yoksundur. İçlerindeki kargaşayı, kusurlarını, depresyonlarını ya da düşmanca tutumlarını göremezler ya da görmek istemezler.
    • Kendilerini, kendi özellikleri içinde değil, ancak başkalarıyla olan ilişkilerine göre ve onlar üzerinde bıraktıkları ya da bırakmak istedikleri izlenimlere göre tanımlarlar.
    • Histrionikler sanki içi boş canlılar gibi kendi içlerinden gelen dürtülerden çok dış uyaranlara göre davranırlar. Kabullenilmeyi ve sevgi göstermeyi bekledikleri kişilerin görüşlerine ve duygudurumlarına karşı ileri derecede duyarlıdırlar. Dış uyaranlara karşı böyle bir yönelimlerinin olması ayrıntılara, çabuk gelip geçen, nasıl etkilendiklerine göre değişen ve dağınık bir ilgi göstermelerine yol açar; kararsız ve dönek davranışlarının bir nedeni de budur.
    • Histrionikler,  iç gözlem yapmaktan· ve sorumluluk alarak düşünmekten kaçınma davranışı içindedirler. Kendi içlerinde olan bitenlerden çok dış olaylara göre uyum sağlamakla kalmazlar, başkalarının ne düşündüğüne,  başkalarının ne hissettiğine göre yönelimlerini sağladıkları için kendi düşünce ve duygularıyla ilgilenmeyi de öğrenemezler.
    • Histrionikler, bilinçdışı duygularını ele almak için kaba mekanizmalara başvurmak zorunda kalırlar. Rahatsızlık yaratabilecek duygulardan ve bellek yükünden uzak durmayı ve bunları baskılamayı iyi öğrenmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak geçmişlerinin büyük bir kısmı boştur, deneyimlerinden kazanmış olmaları beklenen belirli bir tutumları ve duyguları yoktur.

    Geçmişte yaşadıklarından deneyim kazanamadıkları için kendi başlarına pek işlevsel olamazlar ve bu yüzden başkalarına olan bağımlılıklarını sürdürürler. Üstelik, ders alabilecekleri bir geçmişleri olmadığı ve geçmişte öğrendiklerinin sağlayacağı yol gösterici bir rahatlık olmadığı için yaşadıkları zaman dilimi içinde sıkışıp kalırlar.

    • İçinde bulundukları durum uygun olsun ya da olmasın, önemli ya da önemsiz herkesin ilgisini çekmek için sürekli olarak gelişigüzel bir arayış içindedirler. Histrioniklerin, tanınmak isteme ve kabul görme gereksinmeleri bir türlü doymak bilmez gibidir. Belirli birinin ilgisini çeker çekmez, kabul görme açlıklarını gidermek üzere bir başkasına yönelirler.
    • Histrioniklerin ilgi çekememeleri ve kabul görmemeleri, çoğunlukla kendilerinde anksiyete yol açar. Başkalarının olumlu ya da olumsuz bir tavır ortaya koymayan tutumları histrionikler tarafından çoğu kez bir reddedilme olarak yorumlanır, boşluk ve değersizlik duyguları yaratır.
    • Kabul görmek için yetenek ve çekiciliklerini kullanıp kendilerini pazarlarlar.  Bunları çekici bir görünüm, baştan çıkartıcı istekler, yüzeysel bir çokbilmişlik ve başkalarını etkilemek ve eğlendirmek için takındıkları tavırlar ve duruş biçimleri ile sağlarlar. Gösteriler ve sergiler, dramatik tavırlar, anlamsız birtakım yorumlar, zekice anlatılan öyküler, ilgi çekici saç şekilleri, çarpıcı giysiler gibi şeylerin hepsini kendilerini ifade etmek için değil, ilgi çekmek için yaparlar.
    • Kolaylıkla yalan söylerler; işlerine yaramayacak bile olsa, gereksiz yere yalana başvurduklarına sık rastlanır. Kısacası histrionikler, kendilerini çuval dolusu hilesi olan bir eşya gibi kullanırlar. İlişkiye geçtikleri herkesin tüm ilgisini çekmeye çalışan çarpıcı bir kişilikleri vardır.
    • Histrionikler genelde başkalarıyla anlamlı ve sürekli bir ilişkiyi sürdüremezler. Belli bir derecede de olsa, başkalarında bıraktıkları yüzeysel izlenimlerle, kendilerinin gerçekten ne olduğu arasındaki farkın ne olduğunu da iyi bilirler. Hilelerinin ortaya çıkabileceğine ilişkin korkularından ötürü de başkalarıyla uzun süreli bir ilişkiyi sürdüremezler.
    • İlgi odağı olmadıkları durumlarda rahatsız olurlar. Sürekli ilgiyi üzerlerine çekmek isterler. İlgisizliğe tahammül edemedikleri için, ilgiyi toplamak amacıyla her yolu kullanırlar. Tanıdıklarının olduğu ortamlarda, sürekli yüksek sesle konuşarak, bir şeyler anlatarak bunu yapmaya çalışırlar otobüs, durak, çarşı gibi yerlerde ise bu imkanı bulamadıkları zaman, bir şekilde gürültü çıkararak veya yanlarındaki kişiyle yüksek sesle konuşarak, kahkahalar atarak herkesin kendisine bakmasını sağlamaya çalışırlar. İlgisiz kalamadıklarından, tanımadıkları insanlarla tanışıp, onların kendisiyle ilgilenmesinin bir yolunu bulmayı dahi denerler.

    Histrionik kişilik bozukluğunun yerleşik düşünceleri nelerdir?

    Diğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi bu bozuklukta da gerçekçi olmayan beklentiler, istekler ve yerleşik inançlar vardır. Bunlar şöyledir:

    • İlgi uyandıran, dikkatleri üzerine çeken bir insanım.
    • Mutlu olabilmem için başkalarının bana ilgi göstermesi gerekir.
    • Yaşam benim sinirlerimi geriyor, bu yüzden özel bir ilgi görmem ve bana düşünceli davranılması gerekiyor.
    • İnsanları eğlendiremiyor ya da etkileyemiyorsam ben bir hiçim.
    • Başkalarının bana karşı olan ilgilerini sıcak tutamazsam beni sevmeyeceklerdir.
    • İstediğimi elde etmenin yolu insanların gözünü kamaştırmak ya da onları eğlendirmektir.
    • İnsanlar bana karşı çok olumlu davranmıyorlarsa bu onların kokuşmuşluğundan ileri gelmektedir.
    • İnsanların beni göz ardı edebilmelerine inanamıyorum. Ben daima ilgi odağı olmalıyım.
    • Her şeyi enine boyuna düşünmem gerekmez, sezgilerim her zaman doğruyu söyler.
    • İnsanları eğlendirebilirsem zayıf yanlarımı göremezler.
    • Sıkılmaya katlanamam.
    • Aşırılığa kaçmadıkça insanlar bana ilgi göstermiyorlar.
    • Bir şeyi yapacak gibi hissedersem, hiç durmam yaparım.
    • Ben yetersizim ve kendi yaşamımı kendi başıma çekip çeviremem.
    • Değerli olabilmek için herkes tarafından sevilmeliyim.

    Histrionik kişilik bozukluğunun nedenleri nelerdir?

    Toplumdaki cinsiyet rollerinin sebep olduğu düşünülen histrionik kişilik bozukluğunun üzerinde genetik etmenlerin rolü oldukça düşüktür. Bu kişilerin klinik öykülerine bakıldığı zaman ortak noktalara rastlanmaktadır. Bu da histrionik bireyin küçük bir çocukken edindiği anne-baba örüntüsüdür.

    Çocuğa karşı ilgisiz, mesafeli, sevgi göstermeyen, sert tutumlara sahip ve hoşgörüyle davranmayan bir anne-baba örüntüsü veya çocukken cinsel istismara maruz kalmış olmak bu rahatsızlığın oluşumunda oldukça etkilidir.

    Bir diğer bakış açısına göre babanın kız çocuğuna aşırı düşkünlüğü, onu el üstünde tutmasıyla öte yandan annenin kıza mesafeli davranışı sonucu küçük kız korunmanın ve sevilmenin güçlü bir erkekten sağlandığını hatta bu sevgiye ulaşmanın ancak sevimlilikle mümkün olduğunu öğrenir.

    Freudyen bakış açılarına göre baba kızına aşırı düşkün olmakla birlikte bir de anneyi hor görüp onunla dalga geçiyorsa kızların anneyle kendini yarış içinde hissettikleri bir ortam oluşacaktır. Babanın bu tutumu, küçük kızın kendisi dışındaki diğer kadınların küçük ve bayağı olduğu yönünde bir inanç geliştirmesine sebep olmaktadır. Babanın ilgisini korumak ve baba tarafından sevilme ihtiyacının tatmini için küçük kız sürekli kendini gösterme ve sevimli olma davranışı içinde olacaktır. Kız çocuk ileriki yaşlarda da insanlarla ilişkilerinde babayla öğrendiği kalıbı kullanarak flörtçü davranışlar gösterecek ve teşhirci davranacaktır. Erkeklerde de durum benzer örüntüler gösterir. Histrionik kişiliğin oluşumunu psikanalitik kuramlar bu temele oturtmaktadır.

    Görüldüğü gibi çocuk yetiştirme tutumları, çocukluk çağı deneyimleri ve cinsiyet rolleri kazanımıyla oluşan bir bozukluktur. Yani histrionik kişilik bozukluğu için kısaca toplumun bireyi şekillendirmesiyle ve bireyden beklentisiyle gelişir diyebiliriz.

    Histrionik kişilik bozukluğunun tanı ölçütleri nelerdir?

    Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı duygusallık ve aşırı ilgilenilme arayışı gösteren sürekli bir örüntü durumudur.

    • İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur.
    • Başkalarıyla olan etkileşimi çoğu zaman uygunsuz bir biçimde cinsel yönden ayartıcı ya da baştan çıkarıcı davranışlarla belirlidir.
    • Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergiler.
    • İlgiyi üzerine çekmek için sürekli olarak fiziksel görünümünü kullanır.
    • Aşırı bir düzeyde başkalarını etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimi vardır.
    • Gösteriş yapar, yapmacık davranır ve duygularını aşırı bir abartma ile gösterir.
    • Telkine yatkındır, yani başkalarından ya da olaylardan kolay etkilenir.
    •  İlişkilerin, olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür.

    Histrioniklerin kendilerine bakış açısı ve çevre ile ilişkileri nasıldır?

    Histrionikler kendilerinin büyüleyici, etkileyici, ilgi ve dikkati hak eden kişiler olduklarını düşünürler. Ancak istedikleri şefkati, ilgiyi, hoş görülmeyi elde ederlerse, diğer insanları olumlu karşılarlar. İçinde bulundukları grubun yıldızı olmak koşuluyla güçlü kişilerarası bağlar kurabilirler. Benlik saygıları sürekli onaylanmalarına ve takdir edilmelerine bağlıdır.

    Temel Şemaları: “Gerçekte hiç de çekici biri değilim.”, “Mutlu olabilmem için çevremdeki insanların bana hayran olmaları gerekir.”, Bunun yanında “Ben çok hoş biriyim.” ,“Hayran olunacak biriyim” gibi gerçekçi olmayan kendilerini telkin edici şemaları vardır. Bunun yanı sıra  “Dış görünüş benim için çok önemlidir. İnsanlara dış görünüşlerine göre değer biçerim.” “Hayatta hiçbir zaman engel tanımam. İstediğim her şeye istediğim zaman sahip olmalıyım.” “Duygularımı hemen ve doğrudan ifade etmeliyim.” gibi şemaları da vardır. Kızgınlık yaşayan bir histrionik bu duygusunu temel alarak karşısındakini cezalandırmak isteyebilir. Eğer şefkat duygusu içindeyse, bu duygusuna dayanarak şefkat saçarlar. (Ancak kısa süre içinde başka duygu edinebilirler).

    Temel Duyguları: Genel duyguları neşe, mutluluk, hafifliktir. İnsanları kendilerine bağlamak için dramatize edici ifade tarzlarını kullanırlar. Renkli bir iletişim içindedirler. İstediklerini elde edemezlerse, kendilerine haksızlık yapıldığına inanırlar. İkna etmek ya da intikam almak için sinir krizlerine girerler. Engellenmeye toleransları çok düşüktür ve ağlama, saldırma krizlerine girip intihar girişimlerinde bulunurlar. Bazen intihar girişimleri çok ciddi olabilir, hatta ölümle sonuçlanabilir.

    Histrioniklerin en çok sorun yaşadığı alanlardan birisi de karşı cinsle ilişkileridir. İlişkilerindeki yakınlık ve ilgiden hiçbir zaman tatmin olmazlar, hep daha çok ilgi ve yakınlık gereksinimi içinde açlık çekerler. Sürekli farkı kişilerle flört ederler. İlgi çekmek ve başkalarının kendisiyle ilgilenmesini sağlamanın en kolay yollarından biri olduğu için, seçici olmadan ya da beğenip beğenmediklerine aldırmaksızın, hemen herkesle flört ederler.

    Histrionik kişilik bozukluğu vakalarının tedavi başvuruları genellikle evlilik ya da ilişkilerindeki bu özelliklerinden kaynaklanan problemler sebebiyle olmaktadır. Mesela, kişi evli ya da ciddi bir ilişkisi olmasına rağmen, eşi ya da sevgilisi yanında olmadığı zaman birinin kendisiyle ilgilenmesini sağlamak üzere, kısa süreli ve rastgele ilişki kurarlar. Hatta rastgele cinsel ilişkide bulunurlar. Bu herkesle flört etme ve cinsel yakınlıkta bulunma davranışlarının, cinsel arzuları ile bir ilgisi yoktur. Çoğunda, uyarılma ve orgazm sorunları başta olmak üzere, cinsel işlev bozukluğu görülür.

    Cinsel yakınlık, onlar için sadece, ilgi ve şefkat görme ihtiyaçları için kullandıkları bir yol, ödedikleri bir bedeldir. Çevresindeki insanlardan gizledikleri bağımlılık gereksinmelerinin ayrımına varmaktan kaçınırlar. Dışlanmaya aşırı duyarlıdırlar ve bu korkuları sebebiyle insanlardan kabul görmek için başkalarına göre davranma eğilimi gösterirler. Böylece gerçek kendileri ile toplum önünde sergiledikleri kendilerini birbirinden ayrı tutarlar.

    Histrionik kişilik bozukluğunda ayırıcı tanı

    Başta saymış olduğumuz tanı ölçütleri temel alınarak ve hastanın detaylı klinik öyküsü araştırılarak tanı koyulması gerekmektedir. Ancak bazı bozukluklarla karıştırılması veya kişide eş zamanla birkaç bozukluğun aynı anda görülebilmesi tanı koymayı zorlaştırmaktadır.

    Çoğu kez borderline kişilik bozukluğu, narsisistik, antisosyal ve bağımlı kişilik bozuklukları ile birlikte görülür.

    Borderline kişiler ve histrionikler değişken ve dramatik duygular sergilerler, ancak borderline hastalar yıkıcı davranışlar sergilemeye daha çok meyillidir.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler güç ve kar etmek için manipülasyon yaparken histrionik kişiler fiziksel beğeni kazanmak ve duygusal açlıklarını doyurmak için manipülasyon yaparlar.

    Narsisistik kişilik bozukluğu ve histrionik kişilik bozukluğu ise ortak olarak ilgi çekmeye çalışırlar. Narsisistler çevresindekilere üstünlük sağlamak için ilgi çekmeye çalışırken histrionik kişilikteki bireyler kırılgan görünerek ilgiye muhtaç olduklarını hissettirmek istedikleri için ilgi çekme çabası gösterirler.

    Bağımlı kişilik bozukluğunda histrioniklerde görüldüğü gibi gösterişli ve abartılı duygusal özellikler görülmez. Bunlar dışında bir bireye histrionik kişilik bozukluğu tanısı koyulabilmesi için herhangi bir tıbbi duruma bağlı kişilik değişimi olmadan önce bulunması gerekmektedir.

    Yine histrionik kişilik bozukluğunun bireyde kronik madde bağımlılığı varsa bağımlılığın başlamasından önce bulunması gerekmektedir.

    Histrionik kişilik bozukluğunun tedavisi var mı?

    Histrionik kişilik bozukluğunun belirtileri yaşlandıkça azalma göstermektedir. Bunun temel sebebi olarak rahatsızlığın hareketli ve enerjik olmayı gerektirmesi gösterilebilir.

    Histrionik kişiler genellikle durumlarından şikâyetçi olup tedavi için başvuruda bulunmazlar. Ancak çevreleriyle ilişkilerinde yaşadıkları bazı sorunlar ve başka psikolojik bozukluklar, sinirlilik, gerginlik veya depresyon sebebiyle uzmana danışabilirler.

    Bu hastalar için hem bireysel hem de grup psikoterapisi oldukça etkili olmaktadır. Psikoterapi ile, hastanın histrionik davranışının altında yatan gerçek nedenlerin ve duyguların farkına varmasına yardım edilir.

    Terapi ile birlikte zamanla hastanın başkalarına ihtiyaç duymadan kendi yaşamını etkileyen kararları alabilmesi sağlanır. Başlangıçta tedavisi kolay olacakmış gibi gözükür çünkü bu hastalar işbirliği yapan, iyimser davranan kişilerdir.

    Tedaviye eksiksiz uymaya çalışırlar uzmanın talimatlarını dikkatle dinlerler. Ancak hastanın bir süre sonra uzmana ve tedavi sürecini bağımlılık geliştirdiği ve sorumluluk almaktan kaçındığı görülür bu durum aslında tedavinin güç olduğunu göstermektedir. Bu sebeple hastanın tedavi sürecinde daha aktif rol alması gerekir.

    Histrionik kişinin kendi ve çevresi hakkında oluşturduğu şemalar ve yerleşik düşünceler kolay değişmeyecektir. Tek başına bağımsız olma duygusu kişiyi korkutarak tedaviyi güçleştirecektir.

    Bir diğer sorun da bu hastaların bastırma savunma mekanizmasını çok sık kullanmalarıdır. Geçmişlerini kendileri için silik hale getirir üzerinde düşünmek istemezler. Bozukluğun düzeltilmesinde en önemli adım aslında hastanın farkında olmadığı ve yalan söyleyerek yok saymış olduğu asıl gerçek olan duygu ve düşüncelerin farkına varmasını sağlamaktır.

    Histrionikler içgörüden yoksun oldukları için bu da üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Bu eksiklik sebebiyle yaptıklarının doğru veya yanlış olduğunu belirlemeleri sağlıklı olmayacaktır.

    Psikoterapinin özel bir çeşidi olan Mod Terapisi ile de histrionik kişilik bozukluğunun üstesinden gelmek mümkün olabilmektedir.

    Referanslar
    • Budak S., Freud Cinsellik Üzerine Üç Deneme. 4. Baskı. Ankara: Öteki Yayınları; 2000.
    • Köroğlu E. Kişilik Bozuklukları. Ankara: HYB Yayıncılık; 2007.
    • YÜKSEL, Nevzat, Ruhsal Hastalıklar,  Nobel Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2006.
    • ÖZTÜRK, Orhan, Aylin ULUŞAHİN, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.
    • Şahin. M, Anormal Psikolojisi, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, 2017.
    • Butcher, James N.  Anormal Psikoloji, Kaknüs Yayınevi ; 2013
    • http://www.klinikgelisim.org.tr/eskisayi/kg_22_4/8.pdf
  • Depresyondaki Birine Nasıl Davranılır?

    Depresyon, sadece hastalığı yaşayanlar için değil hasta yakınları için de zor bir hastalıktır. Pek çok depresyon hastası yakını, depresyon hastasına karşı takınacağı tavır konusunda ne yapacağını bilememektedir. cevapsepeti.com’dan Şeyda Yavuzlu bu konuyla ilgili güzel bir yazı yazdı. Umarım faydalı olur.

    Sevdiğiniz birisi depresyona girdiğinde, destek ve teşvikleriniz iyileşmelerinde önemli bir rol oynar. Ancak, kendi ihtiyaçlarınızı göz ardı ederseniz, depresyon sizi de yıpratabilir. Buradaki öneriler kendi duygusal dengenizi korurken depresyondaki birine destek vermenize yardım edebilir.

    Depresyondaki arkadaşa veya aile bireyine yardım etmek

    Depresyon, gencinden yaşlısına kadar ve hayatın her aşamasındaki milyonlarca insanı etkileyen ciddi ama tedavi edilebilir bir hastalıktır. Depresyon günlük işleyişleri engeller ve çok büyük acılar verir. Bu sadece depresyondakileri değil, çevrelerindeki herkesi etkiler.

    Sevdiklerinizden biri depresyondaysa, çaresizlik, öfke, sinir, korku, suç ve üzüntü içeren sayısız zor duygu altında kalabilirsiniz. Bunları hissetmeniz normaldir. Arkadaşınızın veya aile bireyinizin depresyonuyla uğraşmak kolay değildir; ve eğer kendinize dikkat etmezseniz, kahredici olabilir.

    Söylendiği gibi, sevdiklerinize yardım etmenin yolları var. Depresyon hakkında ve arkadaşınızla ya da aile bireylerinizle nasıl konuşacağınızı öğrenmekle başlayın. Ama ona elinizi uzatırken, kendi duygusal sağlığınızla da ilgilenmeyi unutmayın. Kendi ihtiyaçlarınızı düşünmek bencillik değildir, gereklidir. Duygusal anlamda güçlü olmanız depresyondaki arkadaşınızın ya da aile bireyinizin ihtiyaç duymakta olduğu desteği sağlamanıza imkân verecektir.

    Arkadaşınızın ya da aile bireyinizin depresyonda olduğunu anlamak

    Depresyon ciddi bir durumdur. Depresyonun ciddiyetini hafife almayın. Depresyon, insanın enerjisini, iyimserliğini ve motivasyonunu alıp götürür. Depresyondaki yakınınız istekli olmanın vereceği güçle öyle “kendisini toparlayamaz”

    Depresyon belirtilerini kişisel algılamayın. Depresyon bir insanın herhangi kimseyle, hatta en çok sevdikleriyle derin duygusal seviyelerde bağlar kurmasını zor bir hale getirir. Ayrıca, depresif bireyler sık sık kırıcı sözler söyler ve öfkeli hareketlerde bulunurlar. Bunun yakınınızın değil, depresyonun konuşmaları olduğunu unutmayın, yani bunları üzerinize alınmayın.

    Sorun saklanarak çözülmez. Hallederizci olmayın. Mazeretler sunmanın, sorunun üstünü örtmenin ya da depresyondaki yakınınız için yalanlar söylemenin faydası yoktur. Aslında bu tavır, depresyondaki bireyi tedaviden uzak tutabilir.

    Bir başkasının depresyonunu siz düzeltemezsiniz. Yakınınızı depresyondan kurtarmaya çalışmayın. Problemi çözmek size bağlı değildir, çözemezsiniz de. Yakınınızın depresyonundan suçlanacak ya da mutsuzluğundan sorumlu tutulacak değilsiniz. Nihai olarak, iyileşmek depresyondaki bireyin elindedir.

    Arkadaşım ya da aile bireyim depresyonda mı?

    Depresyona karşı mücadelenin ilk hattında sıklıkla aile ve arkadaşlar bulunur. Depresyonun işaret ve belirtilerini anlamak bu nedenle önemlidir. Yakınınızın depresyonda olduğunu ondan önce siz fark edebilirsiniz ve sizin etkiniz ve ilginiz kişiyi yardım aramaya yönlendirebilir.

    Arkadaşınız ya da aile bireylerinizde depresyon belirtileri:

    • Artık hiçbir şey onu ilgilendirmiyormuş gibi görünür.
    • Karakterine uymayan bir şekilde üzgün, asabi, çabuk öfkelenen, hassas, karamsardır.
    • İşine, cinselliğine, hobilerine ve zevk veren diğer aktivitelere ilgisini kaybetmiştir.
    • Çaresiz ya da ümitsiz hissettiğinden bahseder.
    • Hayata karamsar ya da olumsuz bakış açısıyla bakar.
    • Sıkça baş ağrısı, mide rahatsızlıkları ya da sırt ağrısı gibi sıkıntılardan şikâyet eder.
    • Sürekli yorgun ve bütün enerjisi çekilmiş hissettiğinden yakınır.
    • Arkadaşlarından, ailesinden ve sosyal aktivitelerden kendisini çekmiştir.
    • Ya normalden az ya da aşırı uyuyordur.
    • Ya normalden az yiyordur ya da normalden fazla yiyecek tüketmeye başlamıştır ve bu sebeple, ya kilo vermiş ya da kilo almıştır.
    • Kararsız, unutkan, düzensiz olmuştur ve “köşesine çekilmiş”tir.
    • Daha fazla alkol tüketmeye ve uyku ilaçları ve ağrı kesiciler de dâhil olmak üzere, hap almaya başlamıştır.

    Yakınınızla depresyon hakkında nasıl konuşursunuz?

    Bazen, sevdiğiniz bir insanla depresyon ile ilgili konuşurken ne söyleyeceğini bilmek zor olur. Endişelerinizi belli ederseniz sinirlenebileceğinden, hakarete uğramış hissetmesinden ya da kaygılarınızı göz ardı etmesinden korkabilirsiniz. Ne soracağınızdan ya da nasıl destek olacağınızdan emin olmayabilirsiniz.

    Nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, aşağıdaki öneriler yardımcı olabilir. Ancak unutmayın ki, şefkatli bir dinleyici olmak tavsiyeler vermekten çok daha önemlidir. Depresyondaki kişiyi hissettikleri hakkında konuşması için cesaretlendirin ve yargılamadan dinlemeye istekli olun.

    Ayrıca, tek bir konuşmayla her şeyin sona ermesini beklemeyin. Depresyondaki bireyler diğer insanlardan uzaklaşıp kendilerini soyutlamaya yatkın olurlar. Kaygınızı ve dinleme isteğinizi defalarca dile getirmeniz gerekebilir. Ancak ısrarcı değil, nazik olun.

    Sohbete başlama yolları:

    • Son zamanlarda senin için kaygılanıyorum.
    • Son zamanlarda sende bazı değişiklikler gördüm ve nasıl olduğunu merak ettim.
    • Son zamanlarda bayağı bezgin görünüyorsun, bu yüzden seninle görüşmek istedim.

    Sorabileceğiniz sorular:

    • Ne zaman böyle hissetmeye başladın?
    • Seni bu şekilde hissetmeye iten bir şey mi oldu?
    • Hemen şu anda sana en iyi desteği nasıl verebilirim?
    • Artık var olmak istemeyeceğin kadar mı kötü hissediyorsun?
    • Yardım almayı düşündün mü?

    Unutmayın, destek olmak cesaret ve umut aşılamayı barındırır. Bu çoğu zaman, bir kişiyle, depresif bir zihin çerçevesinde bulunduğu sırada anlayabileceği bir dille konuşma meselesidir.

    Yardımcı olacak neler söyleyebilirsiniz?

    • Bu konuda yalnız değilsin. Senin için buradayım.
    • Buna şu anda inanmıyor olabilirsin ama hislerin değişecek.
    • Nasıl hissediyor olduğunu tam olarak anlayamıyor olabilirim ama seni umursuyorum ve sana yardım etmek istiyorum.
    • Bırakmak istediğin zaman, kendine sadece bir gün, saat, dakika daha- elinden ne kadar geliyorsa- dayanacağını söyle.
    • Benim için önemlisin. Hayatın benim için önemli.
    • Sana yardım etmek için şu anda ne yapabileceğimi söyle.

    Şunları söylemekten kaçının:

    • Her şey senin kafanda bitiyor.
    • Hepimiz böyle zamanlardan geçiyoruz.
    • İyi tarafından bak.
    • Uğrunda yaşayacağın çok şey varken ölmek neden?
    • Durumun için hiçbir şey elimden gelmez.
    • Toparla kendini artık.
    • Senin neyin var?
    • Şimdiye kadar daha iyi olman gerekmez miydi?

    Depresyondaki bireye yardım ederken kendinize göz kulak olun

    Sevdiğimiz insanların sorunlarını çözmek isteyen doğal dürtülerimiz vardır ama yakınınızın depresyonunu siz kontrol edemezsiniz. Ancak kendinizle ne kadar ilgileneceğinizin kontrolünü yapabilirsiniz. Sağlıklı kalmanız, depresyondaki bireyin tedavisi kadar önemlidir, bu yüzden kendi sağlığınıza öncelik tanıyın.

    Uçuş görevlilerinin tavsiyesini hatırlayın: bir başkasına yardım etmeden önce kendi oksijen maskenizi takın. Başka bir deyişle, depresyondaki birine yardımcı olmaya çalışmadan önce kendi sağlığınızın ve mutluluğunuzun yerinde olduğundan emin olun. Yardımcı olmanın baskısı altında çökerseniz ne arkadaşınıza ne de aile bireyinize hiçbir yardımınız dokunmaz. Kendi ihtiyaçlarınızı gözettiğinizde, yardım elinizi uzatmak için gereksindiğiniz enerjiye sahip olacaksınız.

    Kendinizle ilgilenmeniz için öneriler:

    • Bu zorlayıcı zamanın bir maraton olduğunu varsayın; devam ettirebilmeniz için ek takviyelere ihtiyacınız var. Aşağıdaki fikirler yakınınızı depresyon tedavisi ve iyileşme sürecinde desteklerken gücünüzü ayakta tutmaya yarayacaktır.
    • Kendiniz için açıkça konuşun. Depresyondaki yakınınız sizi üzdüğünde ya da hayal kırıklığına uğrattığında açıkça konuşmakta tereddüt edebilirisiniz. Ancak, iletişim kurmak bir ilişkiye uzun vadede gerçek bir yardımı olacaktır. Sessizce acı çekiyor ve kırgınlıklarının oluşmasına izin veriyorsanız, yakınınız bu olumsuz hisleri hemen kavrayacak ve daha da kötü hissedecektir. Hapsedilmiş duygular duyarlılıkla iletişim kurmanızı güç hale getirmeden, nasıl hissettiğinizden kibarca bahsedin.
    • Sınırlar koyun. Elbette yardım etmek istiyorsunuz ama aşırı olabilirsiniz. Eğer hayatınızı yakınınızın depresyonunun yönetmesine izin verirseniz sağlık sıkıntılarınız olur. Psikolojik bir bedel ödemeden gece gündüz bakıcılık yapamazsınız. Tükeniş ve kırgınlıkları önlemek için, ne yapmak istediğinize ve ne kadarını yapabileceğinize bir sınır getirin. Yakınınızın terapisti değilsiniz, bu sebeple bu sorumluluğu üzerinize almayın.
    • Hayat akışınızı devam ettirin. Yakınınızla ya da arkadaşınızla ilgilenirken, günlük yaşantınızda kaçınılmaz değişikler olabilir ancak, arkadaşlarınızla randevulaşmak ve planlar yapmak için elinizden geleni yapın. Eğer depresyondaki yakınınız, planlamış olduğunuz bir geziye katılamıyor ya da dışarıya çıkamıyorsa, onun yerine başka bir arkadaşınızdan size eşlik etmesini isteyin.
    • Destek alın. Destek için başkalarına dönerek depresyondaki yakınınıza ya da arkadaşınıza ihanet etmiyorsunuz. Destek grubuna katılmak, bir danışmanla ya da din görevlisiyle konuşmak ya da güvenilir bir arkadaşınıza içinizi dökmek böyle çetin bir zamandan geçerken size yardımcı olacaktır. Yakınınızın depresyonuyla ilgili ayrıntılara girmenize ya da gizli şeyleri açığa çıkarmanıza gerek yok; bunun yerine kendi duygularınıza ve nasıl hissettiğinize odaklanın. Yöneldiğiniz kişinin tamamen dürüst olduğundan- duygularınızı yargılamadığından- emin olun.

    Depresyondaki bireyi yardım almaya teşvik etmek

    Bir başkasının depresyon tedavisini kontrol edemezsiniz ancak depresyondaki kişiyi yardım almak konusunda cesaretlendirmeye başlayarak yardım konusunda olumlu bir adım atabilirsiniz.

    Depresyondaki bireyi tedaviye yöneltmek zor olabilir. Depresyon enerji ve motivasyonu dağıtır, bu yüzden bir doktor bulmak ve randevu almak bile usandırıcı gelebilir. Depresyon aynı zamanda karamsar düşünme şekillerini içinde barındırır. Depresif kişi durumun çaresiz ve tedavinin anlamsız olduğuna inanabilir.

    Bu pürüzler sebebiyle, yakınınıza sorunu kabul ettirmek, ona yardım etmek ya da sorunun çözülebileceğini göstermek, depresyon tedavisinde temel bir basamaktır.

    Eğer arkadaşınız ya da aile bireyiniz depresyon konusunda yardım almaya karşı direnirse:

    • Bir cerrahın genel kontrolünden geçmesini önerin. Yakınınız zihinsel sağlık uzmanı yerine aile doktoruna görünmekte daha az endişelenebilir. Alışılmış bir doktor ziyareti gerçekten harika bir seçenek, çünkü doktor, depresyonun tıbbi sebeplerini göz ardı edebilir. Doktor depresyon teşhisinde bulunursa, yakınınızı psikiyatriste ya da psikoloğa yönlendirebilir. Bazen ?uzman? fikri bütün farkı yaratır.
    • Yakınınıza doktor veya terapist bulmasına yardım etmeyi ve ilk ziyarette yanlarında gitmeyi teklif edin. Doğru tedaviyi sağlayacak kişileri bulmak zor olabilir ve bu süreç sıklıkla, deneme-yanılma yöntemiyle işler. Enerjisi çoktan düşmüş depresif bir birey için, telefon görüşmelerinde ve seçenekleri değerlendirmede yardım etmek son derece büyük bir yardımdır.
    • Kişiyi doktorla görüşmesi, ayrıntılı bir belirti ve şikâyet listesi yapması için teşvik edin. Dışarıdan bir gözlemci olarak dikkatinizi çeken şeyleri, “Sabahları çok daha kötü hissediyor gibi görünüyorsun.”, ya da “İşten önce her zaman karnın ağrıyor.” gibi cümlelerle ortaya koyabilirsiniz.

    Depresyon tedavisi sürecinde destek olmak

    • Depresyonda bulunan arkadaşa ya da yakınınıza yardım etmek için yapabileceğiniz en önemli şeylerden biri, tedavi sürecinde koşulsuz sevgi ve desteğinizi sunmaktır. Bu, depresyon evresinde birbirinden ayrılmayan karamsarlık, düşmanlık ve asabiyetle baş ederken her zaman kolay olmasa da, şefkatli ve sabırlı olmayı da içerir.
    • Kişinin ihtiyaç duyduğu (ve kabullenmeyi istediği) şeylere elinizden gelen yarımı sağlayın. Yakınınıza randevular yapıp onlara gitmesinde, tedavi seçeneklerini araştırmasında ve tedavi şartlarını yerine getirmesinde yardımcı olun.
    • Beklentileriniz gerçekçi olsun. Depresyondaki arkadaşı veya aile bireyini, özellikle ilerleme yavaş gerçekleşiyor ya da kesintiye uğruyorsa, mücadele verirken görmek sinir bozucu olabilir. Sabırlı olmanız önemli. İdeal bir tedavide bile, depresyondan bir gecede iyileşilmez.
    • Model sunun. Arkadaşınızı ya da aile bireyinizi kendiniz de öyle yaparak, daha sağlıklı, canlılık veren bir hayat sürdürmesi için teşvik edin: olumlu bir duruşunuz olsun, iyi beslenin, alkol ve uyuşturucudan uzak durun, egzersiz yapın ve destek almak için diğerlerine güvenin.
    • Faaliyetler için teşvik edin. Yakınınızı eğlenceli bir filme gitmek ya da sevdiği bir restoranda akşam yemeğine gitmek gibi canlandırıcı faaliyetlere davet edin. Egzersiz de bilhassa verimli olacaktır, bu nedenle depresif yakınınızı hareketlendirmeye çalışın. Birlikte yürüyüşe çıkmak en kolay seçenektir. Nazik ve şefkatli bir şekilde üsteleyin- cesaretiniz kırılmasın ve sormaktan vazgeçmeyin.
    • Mümkün oldukça beraber çalışın. Görünürde kolay işler depresif bir birey için başarması güç işler olabilir. Ev işlerinde yardım etmeyi önerin, ancak kendinizi harap etmeden elinizden geleceği kadarını yapın!
    • Tanıdığınız ve sevdiğiniz insanın intihar gibi zorlayıcı bir şeyi aklından geçirebileceğine inanmak zor olabilir ama depresyondaki bir birey başka bir çıkış yolu görmeyebilir. Depresyon değerlendirme yapmayı engeller ve düşünme işleyişini bozar; gerçekten aklı başında bir insanı, hissettiği acıyı sona erdirmenin tek yolunun ölüm olduğuna inandırır.

    Birisi depresyona girdiğinde, intihar gerçek ve büyük bir tehlikedir. Uyarıcı belirtileri bilmek önemlidir:

    • İntihar, ölmek ya da birisine zarar vermek hakkında konuşma.
    • Zihni ölümle meşgul etme.
    • Çaresizlik ya da kendinden nefret etme gibi hisleri dile getirme.
    • Tehlikeli ya da kendine zarar veren davranışlarda bulunma.İşleri yoluna koyup vedalar etme.
    • Hap, silah ya da başka ölümcül nesneler arama.
    • Depresyon sonrası aniden sakin hissetme.

    Arkadaşınızın ya da aile bireyinizin aklından intiharı geçirdiğini düşünüyorsanız, onunla endişeleriniz hakkında mümkün olduğunca çabuk konuşun. Çoğu insan konuyu açmaktan tedirgin olur ama intihar etmeyi düşünen birisi için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri konuşmaktır. İntihara meyilli düşünceler ve hisler hakkında konuşmak bir insanın hayatını kurtarabilir, bu yüzden, endişeleniyorsanız düşüncelerinizi dile getirin ve hemen uzman yardımı alın!

    Kaynak

    http://www.cevapsepeti.com/yazilar/depresyondaki-birine-yardim-etmek

  • Antisosyal Kişilik Bozukluğu Nedir?

    Sinemada sıkça kullanılan seri katil temasıyla psikopatlar toplumda merak uyandırmaya ve ilgi çekmeye başladı. Önceleri günlük hayatta pek fazla kullanılmayan psikopat terimi günlük dilin bir parçası haline geldi. Halk arasında uyumsuz ve sapkınca davranışlar sergileyen kişiler psikopat olarak adlandırılırken çoğu zaman bunun tam olarak ne anlama geldiği bilinmemekte ve yanlış anlamlarda kullanıldığı görülmektedir.

    Toplumsal kurallara ters düşen, toplumdan sapan ve kültürel değerlere aykırı davranışlar gösteren kişiler psikoloji literatüründe “antisosyal”, “sosyopat” ya da “psikopat” olarak nitelendirilmektedir. Ancak topluma zıt her davranış bu tanıma girmemektedir. Bu yazıda, anlam karmaşasını gidermek amacıyla psikopat, sosyopat ve antisosyal kavramlarını açıklayarak ne gibi durumlarda bireylerin antisosyal kişilik bozukluğu sınıfında değerlendirildiğini ve bu kişilik bozukluğunun nasıl oluştuğunu, nelere yol açtığını konuşacağız. 

    Psikopat ve sosyopat aynı şey midir?

    Her iki rahatsızlık da aslında kişilik bozuklukları başlığı altında incelenir. Genellikle eş anlamlarda kullanılan psikopat ve sosyopat kavramları benzerliklerle birlikte temelde farklı noktalara işaret eder. Psikopat terimi genelde bütün kişilik bozuklukları için kullanılırken sosyopat terimi söz konusu kişilik bozukluğunun toplumsal uzantılarını karşılamak üzere kullanılmıştır. Her iki rahatsızlıkta da bireyler sosyal normları ya da kuralları ihmal ederler, başkalarının haklarını önemsemezler, şiddete eğilimleri vardır ve suçluluk hissetmezler.

    Psikopat ile sosyopat arasındaki en belirgin fark psikopatlığın doğuştan, yani genetik olarak geçtiği sosyopatların ise “sosyo” teriminden de anlaşılacağı üzere sosyal ortama, çevreye bağlı olarak bu özellikleri kazanmasıdır.

    Psikopatlar risk almaya her zaman meyilli olmuş, içinden geldiği gibi davranan, korkusuz ve insanlarla ilişkilerinde sorun yaşayan kişilerdir. Toplum kurallarının ve beklentilerinin farkındadırlar ve çevreleri tarafından onaylanmayacak düşünce ve davranışlarını ustalıkla gizleyebilirler.

    Psikopatlarda vicdan oldukça azdır. Bir şeyi çalmanın yanlış olduğunu bilseler dahi eğer canları istiyorsa yaparlar. Sosyopatlar ise aslında daha normal bir kişiliğe sahip olmalarına karşın sorunun kaynağı aileleri, yetiştirilme tarzı ve yaşadıkları çevredir.

    Sosyopatlar toplum içinde kendi gerçek kimliklerinin dışına çıkıp, olduklarından farklı bir görüntü vermekte pek başarılıdırlar. Bu sebeple pek çok insan yaşamı boyunca bir-iki sosyopat ile karşılaşmış ama bunun farkına varmamış olabilir. Her iki durumda da görüldüğü gibi bu rahatsızlığa sahip bireyler topluma uyum sağlamakta zorlanır ve toplumsal alana da yansıyan ciddi bozulmalar ortaya çıkar. Şimdi bu iki kavramı içinde barındıran antisosyal kişilik bozukluğunu inceleyelim.

    Antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB) nedir?

    Antisosyal kişilik bozukluğuna sahip kişiler hem ergenlikte davranış bozukluğu geçmişi olan hem de yetişkinlik döneminde sosyal açıdan tehlikeli ve sorumsuz davranışlara sahip olan kişilerdir.

    Antisosyal kişilik bozukluğu 15 yaşından başlayan ve erişkinlikte devam eden, yaygın olarak başkalarının haklarına tecavüz etme ve önemsememe ile kendini gösteren bir rahatsızlıktır. Antisosyal kişilik bozukluğu kişinin bilişsel becerilerinde, temel duygulanım ve düşünce yapısında belirgin bozulmaya yol açmayan, kendini özellikle davranış alanında göstererek insanlar arası ilişkilerde, aile ve iş yaşamında parçalanmaya neden olabilen, hastadan çok topluma huzursuzluk veren, kronik ve tedaviye dirençli bir ruhsal bozukluktur.

    Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan ve suç sayılan davranışlar sergilemek, dürtü kontrolünde zayıflık, empatiden yoksunluk, suçluluk duymama gibi alanlarda belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da diğer önemli alanlarda bozulmaya yol açmaktadır.

    Antisosyal bireylerin okul performansının düşük olduğu, aynı işte uzun süre çalışamama, evlilikleri sürdürememe ve dini inançlarının zayıf ya da hiç olmadığı gibi özelliklerinin sık olduğu bilinmektedir.

    Antisosyal kişilik bozukluğunun tanı ölçütleri nelerdir?

    Genellikle antisosyal denilince evden çıkmayan, insanlarla iletişim kuramayan, sosyalleşmeyi beceremeyen veya reddeden kişiler gözümüzde canlanabilir. Ancak topluma katılmayan sosyalleşmeyen her bireye antisosyal denilmesinin doğru olmadığını ve bu kişilerin asosyal olarak tanımlanmasının yerinde olacağını söylemekte yarar var.  Antisosyal olmak demek birtakım belirtileri ve ciddi sonuçları beraberinde getiren ancak klinik olarak tanımlanabilen davranış ve kişilik bozukluğuna işaret eder. Bu durumda belirli tanı kriterleri olacaktır. Bunlar şu şekildedir:

    • Tutuklanması için zemin hazırlayan eylemlerde tekrar tekrar bulunmakla belirli, yasalara uygun toplumsal davranış biçimine ayak uyduramama,
    • Sürekli yalan söyleme, takma isimler kullanma ya da kişisel çıkarı, zevk için başkalarını kullanma ile belirli dürüst olmayan tutum,
    • Dürtüsellik ya da gelecek için tasarılar yapamama,
    • Tekrarlayan kavga, dövüşler ya da saldırılarla belirli olmak üzere sinirlilik ve saldırganlık,
    • Kendisinin ve başkalarının güvenliği konusunda umursamazlık,
    • Sürekli işinin olmayışı ya da parasal sorumluluklarını yerine getirmeme ile belirli, sürekli bir sorumsuzluk.
    • Başkasına zarar verme, kötü davranma ya da başkasından bir şey çalmış olmasına rağmen ilgisiz olma veya yaptıklarından kendince mantıklı açıklamalar getirme ile belirli pişmanlık ve vicdan azabı duymama.

    Antisosyal kişilik bozukluğu tanısının konabilmesi için yukarıda sıralamış olduğumuz maddelerden üçünün (ya da daha fazlasının) olması ile kendini gösteren, 15 yaşından beri süregelen, başkalarının haklarını saymama, başkalarının haklarına saldırma örüntüsünün klinik olarak incelenmesi gerekmektedir. Buna ek olarak hastalıktan şüphe duyulan bireyin en az 18 yaşında olması, 15 yaş öncesinde davranım bozukluğunun başladığına ilişkin kanıtların olması ve şizofreninin ya da bipolar bozukluğun, gidişi sırasında ortaya çıkmamış olması gerekmektedir.

    Antisosyal kişilik bozukluğunun toplumda görülme sıklığı nedir?

    Antisosyal kişilik bozukluğunun görülme sıklığını etkileyen en önemli faktörler yaş, cinsiyet, kültürel etkenler ve sosyoekonomik durum gibi değişkenlerdir. Kentlerin fakir bölgeleri ve bu bölgelerin yer değiştiren sakinleri arasında daha yaygındır. ASKB en yüksek yaygınlıkta, şiddetli alkol kullanım bozukluğu olan erkekler (%70’den fazla) ve cezaevlerinde kalanlar (%75 kadar yüksek olabilir) arasında bulunur.

    Araştırmalara göre erkeklerde kadınlara oranlara daha çok görüldüğü bildirilmektedir. Erkeklerde bu oran %3-7 arasındayken kadınlarda %1 civarındadır. Erkek hastalar kadınlarla karşılaştırıldığında erkeklerin daha geniş ailelerden geldikleri görülür.

    Ailenin sahip olduğu erkek çocuk sayının fazlalığı antisosyal davranışın gelişimini desteklemekte, ailedeki kız çocukların fazlalığının ise koruyucu bir etkisi olmaktadır.

    Belirtiler 15 yaşından önce başlamaktadır. Kızlarda belirtiler ergenlik döneminde görülebilirken, erkeklerde daha erken yaşlarda bile görülebilmektedir. Antisosyal kişilik bozukluğu, bu bozukluğa sahip erkeklerin birinci derece akrabaları arasında kontrollere göre beş kat daha yaygındır.

    Antisosyal kişilik bozukluğunun nedenleri nelerdir?

    Çalışmalardan elde edilen sonuçlar, biyolojik (genetik, fizyolojik, nörobiyolojik) ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşiminin antisosyal kişilik bozukluğunun gelişiminde ve devamlılığında rol oynadığını göstermektedir. Bu faktörlerin tek tek neler olduğuna bir bakalım.

    Genetik Faktörler: Araştırmalar antisosyal kişilik bozukluğunun toplum içinde dağılımının yaklaşık yarısında genetik faktörlerin etkili olduğunu göstermektedir. Antisosyal bireylerin birinci dereceden akrabalarında alkolizm ve sosyopati arasındaki ilişki bulunmuştur. Antisosyal erişkinlerin olmayanlara göre daha fazla sayıda antisosyal akrabaları olduğu belirtilmektedir. Evlatlık çalışmaları, genetik ve çevresel faktörlerin bu bozukluk için risk faktörü olduklarını göstermektedir. ASKB olan ebeveynlerin evlatlık ve biyolojik çocuklarında ASKB riski artmıştır. Ayrıca genetik geçişi olan ödül bağımlılığı ve zarardan kaçınma gibi mizaç özelliklerinin antisosyal kişilik gelişiminde etkili olduğunu belirtmektedir.

    Biyolojik Faktörler: Nöro-psikolojik test çalışmaları, 3 yaş civarındaki çocuklarda beyin işlevselliğindeki bozulmaların ASKB gelişimine katkıda bulunduğunu göstermektedir. Bir takım beyin görüntüleme çalışmaları antisosyal gruplarda, belirli beyin bölgelerinin yapısal veya işlevsel olarak farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. En sık tekrarlanan bulgu, prefrontal korteksin(beynin ön kısmı)  hacimsel ve işlevsel açıdan azaldığıdır. Bunun yanı sıra doğum esnasında beyin hasarı, kafa travması ve ensefalit gibi durumlarda ikincil olarak gelişebilmektedir. ASKB olan bireylerdeki beyin yapısı ve işlevselliğindeki farklılıkların kaynağı, genetik ya da çevresel etmenlerden kaynaklanmaktadır. Yukarıda tanımlanan bazı beyin farklılıkları psiko-sosyal yoksunluktan (çocukluk çağı fiziksel ve cinsel istismar) kaynaklanmaktadır. Çevresel faktörlerle özellikle yaşamın erken dönemlerinde karşılaşıldığında beyin gelişimi anlamlı düzeyde etkilenebilir ve antisosyal davranış riskinde artışa yol açabilir.

    Nörokimyasal Faktörler: Çeşitli hormonların eksikliği veya fazlalığı ASKB’yi tetiklemektedir. Düşük serotonin seviyesinin saldırgan davranışlar ile ilişkili olduğu ölçülmüştür. Buna ek olarak stresin vücuttaki hormonları etkilemesine bağlı olarak ASKB’nin stres ile sıkı ilişkisinin olması hem klinik görünümün hem de risk faktörlerinin desteklediği bir durumdur. Stresle ASKB arasındaki ilişki iki farklı hipotezle açıklanmaya çalışılmaktadır. Birincisi ASKB hastalarının stresi daha az yaşadığı yönündeki hipotezdir. Buna göre daha az korku ve stres yaşamaları daha fazla risk almalarına neden olmaktadır. İkinci hipoteze göre ise ASKB hastalarının daha yüksek stres eşiği nedeniyle daha fazla stresörlere kendilerini maruz bırakmalarıdır.

    Nörobilişsel Faktörler: Sürekli antisosyal davranış gösteren ergenlerde uzaysal ve hafıza fonksiyonlarında bozulmalar tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalarda sosyopatik bireylerin üzüntü ve korku içeren yüz ifadelerini tanımlamakta zorluk çektikleri gösterilmiştir ve bu bulgular şiddet inhibisyon mekanizması ile açıklanmaktadır. Şiddet inhibisyon mekanizmasına göre, ahlaki sosyalleşmede empati çok önemli bir rol almaktadır. Bu teorinin temeli amigdaladır. Amigdala insanda duyguları tanıyıp, işleyen beyin alanıdır. Normalde insanlar üzgün bir surat ifadesi gibi sıkıntı, endişe işaretleri gördükleri zaman geri adım atarak teslim olurlar. Bu sıkıntı veren işaretler ortaya çıktığı zaman şiddet inhibisyon mekanizması aktive olur ve sonrasında mevcut davranışlar durdurulur. Bu fonksiyonlardaki bozulma empati eksikliğine ve dolayısıyla sosyopatiye yol açmaktadır.

    Çevresel Faktörler: Antisosyal kişilik bozukluğunun oluşumunda genetik faktörler kadar etkilidir. Çocukluktan itibaren ebeveynlerin çocuğa tutumları, çocuğu yetiştirme tarzları çocuğa karşı davranışlarıyla birlikte kendi ilişkilerindeki davranışları ASKB gelişiminde rol oynamaktadır. Çocuğa bebeklikten itibaren verilen bakım kalitesi yıllar sonra ASKB gelişimine sebep olabilmektedir. Annenin bebekle etkileşiminde sessiz kalması, kendisinin bebeği yatıştırması yerine oyuncakla sakinleştirmeyi tercih etmesinin, süreçte ASKB gelişiminde rolünün olduğu belirlenmiştir.

    Çocukluk döneminde şiddet ve istismara uğramanın, yetişkinlikte ASKB oluşumuyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Antisosyal davranışlarla ilişkili olarak televizyon seyretmenin etkilerinin araştırıldığı 26 yıl süren bir çalışmada, 1037 birey incelenmiş olup, çocukluk ergenlik döneminde daha uzun süre televizyon izlemenin genç erişkinlikte ASKB ve hüküm giyme ile ilişkili olduğu ortaya konulmuştur. Araştırmayı yürütenler, bu sonuca yol açan olası nedenler olarak; gözlemsel öğrenme ile antisosyal davranışın içselleştirilmesi, gencin şiddete veya acı çeken kişilere yönelik duyarsızlaşması, belli koşullarda öfkenin ve şiddetin kullanılabileceği ile inançlar geliştirmesi, aile ve akranlarla sosyal etkileşimin azalması, azalmış eğitim başarısı ve artmış işsizlik oranlarını göstermişlerdir.

    Antisosyal kişilik bozukluğuna sahip kişilerin genel özellikleri nelerdir?

    • Sert, kaba ve kavgacı tutumlar sergilerler ve çoğu insan bu tür kişiliği olanlardan çekinir. Soğuk, hissiz, başkalarının duygularına karşı duyarsız ve başkalarını küçük düşürmeye eğilimli kişilerdir.
    • Sürekli olarak tartışmaya hazır uzlaşmadan uzaktırlar. Hatasız olarak görülmek için kendi görüşlerinde her zaman ısrar ederler, tartışmanın geçerliliğini ortadan kaldıracak açık kanıtlar olsa bile herhangi bir konuda başkalarının dediğini kabul etmezler.
    • Sıcak yürekten duyguları ifade etmekten kaçınırlar; yumuşaklık, kibarlık ve sevecenlikten kuşku duyarlar ve bunların içten duygular olabileceğine inanmıyor gibi görünürler.
    • Ertelemekten hoşlanmazlar. Düşünmeden davranıyor gibi görülürler, hemen haz duyacaklarını bekledikleri şeyleri ertelemezler.
    • Kolaylıkla sıkılır ve huysuzlaşırlar, yinelenen sıradan olayların akışına katlanamazlar, evliliklerinin ya da yaptıkları işlerin günlük sorumluluklarını yerine getirmeyi sürdüremezler.
    • Bazıları tehlikeye alışıkmış gibi kendini riske sokar heyecan arayışında bulunur. Olası zarar verici sonuçları görmeksizin, heyecan verici ve bir an için doyum sağlayıcı bir serüvenden bir diğerine atlama eğilimleri vardır.
    • İşler istediği gibi yolunda giderse şirin, cana yakın ve sırnaşık davranırlar. Daha karakteristik olarak yüzsüz, küstah ve kızgın davranış özellikleri gösterme eğilimindedirler.
    • Engellenmeye tahammülleri yoktur. Engellendiklerinde aşırı tepki gösterirler, öfkelenirler, kinlenirler. İlk tepkileri karşılarındakini alçaltmaya çalışmak ve onlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışmak olur.
    • Empatiden, içgörüden ve davranışlarının nelere yol açabileceğine ilişkin öngörüden yoksundurlar.
    • ASKB olan bireyler çirkin davranışlarını başkalarının hoş görmesi için akla yatkın açıklamalar ve özürler bulma konusunda beceriklidirler. Bunun için genellikle kendilerinin “kötü yetiştirilmiş” olduklarını ve geçmişte başlarına birçok talihsizliğin gelmiş olduğunu ileri sürerler. Böylece kendilerini suçlanmaktan kurtarmaya, suçsuz kalmaya ve sorumsuzca davranışlarını sürdürmelerini haklı çıkarmaya çalışırlar.
    • Duygu ve düşüncelerini tartmadan, şekillendirmeden akıllarına geleni olduğu gibi söyleyiverirler. Böyle dobra dobra konuşmak bazıları için içtenliğin bir göstergesi sayılabilir ancak antisosyal bireyler bunu doğruluk ve dürüstlüğün dışavurumu olarak değil başkalarını sarsmak, onları yıldırmak için yaparlar.
    • Çevresindeki insanları hor görerek geçmişte yaşadıkları acı ve ıstırapların, küçük duruma düşürülmüş olmalarının öcünü almaya çalışırlar. Böylece çocuklukta içine itildiklerini düşündükleri aşağı toplumsal tabakanın olumsuz etkilerinden kurtulmaya çalışırlar. Bu sebeple güç elde etme istekleri iyi huylu değildir; öç almaya yönelik nefret duygusu içerir.
    • Kendi kişiliklerini tatmin edecek meslek grupları seçerek toplumda gizlenmeyi başarabilirler. Acımasız ve zekice dolaplar çeviren iş adamı, sürekli gözdağı veren ve zorbaca davranan başçavuş, kendini üstün gören ve cezalandırıcı okul müdiresi, emredici ve küstahça egemenlik kuran cerrahi ekip şefi gibi mesleki görevin ardından kendi dürtülerini doyurmaya çalışan tipleri buna örnek verebiliriz.

    Antisosyal bireyin yerleşik düşünceleri nelerdir?

    • Ben insanları ele geçirmezsem insanlar beni ele geçirir.
    • Kendime dikkat etmeliyim.
    • İstediğim işlerin olması için en iyi yol zorlamak ve kurnazlık yapmaktır.
    • Hepimiz bir ormanda yaşıyoruz ancak güçlü olanlar ayakta kalacaktır.
    • Verilen sözlerin tutulması ya da borçların ödenmesi önemli değildir.
    • Yakalanmadığın sürece yalan söyleyebilir, insanları aldatabilirsin.
    • Bana adaletsiz davranıldı, artık hangi yolla olursa olsun hak ettiğim değeri görmek istiyorum.
    • Başka insanların çok büyük zayıflıkları var ve kandırılmayı hak ediyorlar.
    • Bir şeyi istersem onu elde etmek için ne gerekirse yaparım.
    • Başkalarını ben sıkıştırmazsam onlar beni sıkıştıracaktır.
    • İnsanların benim hakkımda ne düşündüğü ne söylediği beni hiç ilgilendirmez.
    • Yakalanmadan yaptığım işlerde olası kötü sonuçlar beni hiç ilgilendirmez.

    Antisosyal kişilik bozukluğu belirtileri nelerdir?

    ASKB olan bireylerin toplumda kendilerini gizleme konusunda usta olduklarından bahsettik. Peki dışarıdan göründüğü kadarıyla bu tipleri ayırt etmenin yolları var mıdır? Antisosyal bireylerin ne düşündüklerini ve zihinlerinin nasıl çalıştığını tam anlayamasak da bazı davranışlarla bize bunu hissettirebilirler. Bu davranışlar şunlardır:

    • Sıklıkla kavgaya karışma, saldırgan olma, problemleri şiddet yoluyla çözmeye çalışmak.
    • Ceza hukuku alanında sıkça sorun yaşama, kural ihlalleri, hırsızlık gibi suçlar işlemek.
    • Sürekli yalan söyleme eğiliminde olma, dürüstlükten uzaklık.
    • Tüm uyarılara, şikayetlere rağmen başkalarının haklarını ihlal etme ve suçluluk duymamak.
    • Uyuşturucu ve alkol suiistimali.
    • Sürekli olarak endişeli olma, moral bozukluğu yaşama ve sinirli olmak.

    Antisosyal kişilerin çevreye ve kendilerine bakışları nasıldır?

    Antisosyal kişilik bozukluğunda uyum sorununa neden olan tepkileri en çok tetikleyen durum ya da olaylar toplumsal değerler ve kurallardır. Toplumsal beklentileri sağlama ve değerlere saygı gösterme konusunda umursamazdırlar. Toplum içinde bu sebeple kendilerini gergin, endişeli hissederler. Empatiden yoksun oldukları için insanların ne hissedeceğini anlayamazlar. Empatiden yoksunluk onları diledikleri kötülüğü yapma gücü de verir. Onlar için tek önemli olan şey kendileridir. Kendilerini üstün gördükleri için kural veya sınırlar onlar için önemsizdir. Toplumun ve kuralların ona karşı, onu amacından uzaklaştıran kötücül şeyler olarak görür sınır ihlali yapmayı hak sayarlar. İyi ve doğruyu ayırt edemedikleri için başkalarına duygusal, düşünsel, fiziksel zararlar verebilirler. Her zaman kendilerinin haklı olduğuna inandıklarından dolayı yaptıklarından utanç duymazlar. Bu denli nefret yüklü kişilerin nefreti kendilerinden uzaklaştırmak için diğer insanlara ve topluma yansıttığını söyleyebiliriz. Görüldüğü gibi antisosyal kişilik bozukluğu bireyden çok topluma yansıyan ve toplumda bozulmalara sebep olan ciddi bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığa sahip kişiler toplumda tehdit oluşturduğu için de bireyden çıkıp toplumun sorunu haline gelmektedir.

    Antisosyal kişilik biçimi ve bozukluğu arasındaki ayrımlar nelerdir?

    Topluma her uyumsuz davranan kişi ASKB’ye sahiptir diyemiyoruz. Çünkü antisosyal kişilik biçimi diye tanımlanan özelliklere sahip topluma pek zararı olmayan, kendi halinde insanlar da mevcuttur. Bu durumda kişilik biçimi ile kişilik bozukluğunu ayırt etmek önem taşır. Bunun için biçim ve bozukluğu kıyaslayarak sıralamamız anlamamızı kolaylaştıracaktır.

    Biçim: Bir yere bağlı olmadan çalışmayı yeğlerler, beceri ve yetenekleri ile iyi yaşarlar.

    Bozukluk:  Belirli bir işi sürdürmekte zorluk çekerler.

    Biçim: Kendi değer yargılarına göre yaşamayı tercih eder, toplumun değer yargılarından pek etkilenmezler.

    Bozukluk: Yasalara aykırı davranma eğilimi gösterirler tutuklanmalarını gerektirecek eylemlerde bulunabilirler.

    Biçim:  Ergenlik dönemlerinde yaramazlık yaptıkları çok olmuştur.

    Bozukluk: Kavga ve dövüşlere sıkça katılıp şiddet yanlısıdırlar.

    Biçim: Para konusunda cömerttirler.

    Bozukluk: Parasal yükümlülüklerini yerine getirmedikleri sık gözlenir.

    Biçim: Günübirlik yaşamaya eğilimlilerdir ancak kısa sürelide olsa birtakım tasarılar oluşturabilirler.

    Bozukluk: Geleceği düşünmez, tasarıda bulunmazlar, belirli bir amacı olmadan başka bir iş bulmadan işlerini bırakıp giderler.

    Biçim: Tatlı dillidirler arkadaş edinme konusunda beceriklidirler.

    Bozukluk: Yakın ilişki kuramaz sürekli yalan söyleyerek başkalarını kullanırlar. Kimi zamanlarda kimliklerini gizleyerek takma ad kullanabilirler.

    Biçim: Kendilerini kullanmak isteyenlere karşı dururlar, yüreklidirler.

    Bozukluk: Kendilerinin ve başkalarının güvenliğini hiçe sayarlar. Alkollüyken araba kullanır tehdit oluşturan hareketler yaparlar.

    Biçim: Başkaları için pek üzülmezler herkesin yaptıklarından sorumlu olduğunu düşünürler.

    Bozukluk: Başkalarının yaptıkları onları hiç ilgilendirmez ve insanların özünde kötü olduğunu inancı taşırlar.

    Biçim: Cinsel istekleri fazladır çok eşli olmayı tercih etseler de tek eşli de kalmayı başarabilirler.

    Bozukluk: Uzun süreli tek eşli ilişki sürdüremezler.

    Biçim: Başkalarına karşı kendilerini pek sorumlu hissetmezler.

    Bozukluk: Pişmanlık duymazlar, başkalarına karşı ne yapmış olursa olsunlar kendilerini hep haklı görme eğiliminde olurlar.

    Antisosyal kişilik bozukluğunda doğru tanıyı koyabilmek

    Antisosyal kişilik bozukluğunu saptamak pek kolay değildir. Birçok farklı durum, davranış ve hastalıkla karıştırılabilir niteliktedir. En önemli noktalardan biri yukarıda bahsetmiş olduğumuz antisosyal kişilik biçimi ve antisosyal bozukluk arasındaki farklardır. Bunun haricinde çocukluk ve ergenlik dönemlerinde uyumu iyi, yetişkinlik döneminde de olumlu ilişkiler geliştirmiş ancak daha sonra birdenbire antisosyal davranış gösteren bireylerle karıştırılabilir. İleri yaşta ortaya çıkan kumar oynama, zimmetine para geçirme, çok eşlilik gibi durumlar antisosyal bozukluğun değil sorunlarla baş etmek için antisosyal davranışları bir savunma aracı olarak kullanan insanların özelliğidir.

    Hiçbir şekilde hastalık tanısı almayan ancak yaşama uyum için antisosyal davranışı seçen bireyler de vardır. Bunlar yasaları açıkça ihlal etmemekle birlikte, fırsatçı, bilerek gerçekleri saptıran, menfaat peşinde koşan kişilerdir. Bunlara bazı politikacılar ve iş adamları örnek verilebilir. Bu sebeplerle kronik antisosyal davranış sosyopatik kişilik için tek başına tanı koydurucu bir bulgu değildir.

    Klinik tanıda, kronik antisosyal davranışın görülebileceği ruhsal bozuklukları ayırt etmek gerekir. ASKB özellikle narsisistik ve borderline (sınırda) kişilik bozukluklarından olduğu kadar, psikoz, doğuştan gelen mental bozukluklar, affektif bozukluklar ve madde kullanım bozukluğundan ayırt edilmelidir. Madde kullanım bozukluğuyla ASKB’yi ayırt etmek bazen bir arada olmaları sebebiyle zordur.

    Ayrım noktası antisosyal davranış, madde kullanımından sonra daha ileri yaşlarda ortaya çıkıyorsa bunlarda antisosyal kişilik bozukluğundan söz edilemez. Benzer hastalık belirtileri olan bozukluklarla karışmaması ve ASKB ile birlikte görülen rahatsızlıklardan ayırt edilebilmesi için kişiye kapsamlı klinik gözlem ve vaka analizi yapılması gerekmektedir.

    Antisosyal kişilik bozukluğu tedavisi nasıldır?

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilerin tedavileri oldukça zordur. Bunun sebebi bu kişilerin kendilerinden şikâyetlerinin olmaması ve kendileri hakkında farkındalıktan yoksun olmalarıdır.

    Bir ASKB hastası kendi iradesiyle tedavi olmak için uzmana gitmemektedir. Konumsal ya da maddi güç elde edebilen antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler güç ihtiyaçlarını ciddi ruhsal problemlerine rağmen sağlayabilmiş oldukları için zaten tedavi arayışına girmezler. Çoğu vakada hasta, ailesi veya eşi gibi yakın akranlar tarafından tedaviye zorlanmaktadır.

    Kişinin tedaviye zoraki, isteksizce başlaması hastalığın seyrini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu süreçte hastanın ve terapistin becerileri ve motivasyonu oldukça önemlidir. Tedavide zihinsel işleyişin zenginleştirilerek, sosyal ve ahlaki davranışın geliştirilmesine yönelik çalışılmalıdır. Hastaların ahlaki gelişimlerini dikkate alarak, psikolojik gelişim kuramından yola çıkıp, tedaviyi belirlemek gerekir.

    Tedavi planı hazırlanırken terapist, hastaya tedaviye katılımın gerekliliği konusunda bilgilendirmelidir. Çünkü bu tip hastalar diğer insanların onları kabul etmediğini ya da özgürlüklerini kısıtlamak istediğini düşünerek şüpheci davranırlar. Terapilerin süresi, kuralları, iptal ilkeleri gibi detaylar hastaya açıklanmalı ve belirlenen düzene uyulmalıdır.

    Hastalarda umutsuzluk ve iyileşmeye yönelik inançsızlık olsa da, terapistin bunun tedavi edilebilir olduğunu hastaya iletmesi sağaltım için oldukça önemlidir. Bu destek hastalarda motivasyonu sağlayarak, iyileşme sürecini kısaltacaktır. ASKB olan hastaların kişilik özellikleri iyileşmeye yönelik hayal kırıklıkları yaşatsa da belirli tedavi girişimleri (stres, öfke kontrolü, vb.)  vasıtasıyla şiddet davranışı da dâhil özel belirtilerle başa çıkılabilir.

    Antisosyal kişilerin gelecekleriyle ilgili umut vadeden psikoterapistlerle terapötik uyum sağlamaları dikkat çeken bir durumdur. ASKB olan bireyler insanlara güven duymayan kişiler oldukları için psikoterapist seçimi oldukça önemlidir. En faydalı tedaviler toplumda yüksek riskli suçluları hedefleyen beceri merkezli ve davranışçı terapilerdir. Erişkin suçlularda etkili tedavilerle ilgili yapılan çalışmalarda iyi tasarlanmış ve uygulanmış programların yeniden suç işleme eğilimlerini azalttığı bildirilmiştir. En fazla etkili olan programlar risk (yeniden suç işleme riski yüksek hastalar), gereklilik (aktif suç oluşturan faktörler) ve duyarlılık (suç işleyen kişinin bireysel özellikleri) üzerine odaklananlardır.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilerle yapılan psikoterapi çalışmalarında, bu kişilerin çocukluklarında çok ciddi ölçülerde ve sürekli olarak duygusal ve fiziksel şiddet görmüş oldukları ve beraberinde duygusal ihmale maruz kalmış oldukları görülmektedir. Babanın fiziksel yokluğu ya da baba var olsa da yoğun şiddet uygulaması ve duygusal bağ kurmaması en çok karşılaşılan travmalardır.

    Güç ihtiyacını babadan sağlayamamış, bununla birlikte şiddet görmüş bu çocuklar ileriki yaşlarında güç elde etme ile ilgili fırsatlar doğduğunda bunu her ne pahasına olursa olsun elde etme ihtiyacına giriyor gözükmektedirler. Bir diğer tedavi metodu da ilaçlarla olmaktadır. İlaç tedavisi ASKB’yi tam olarak ortadan kaldırmasa da bu bozukluğa eşlik eden depresif örüntüyü ve endişeyi hafifletici etki sağlamaktadır.

    Antisosyal kişilik bozukluğu tedavi edilmezse ne olur?

    Antisosyal kişilik bozukluğunun bazı toplumsal sonuçlarının ortaya çıkardığı maliyetler, bu bozukluğu olan kişiler tarafından işlenen suçların mağdurları tarafından çekilen acılar toplum düzenini bozmaktadır.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler, alkol ve diğer ilaçları kötüye kullanma ile art arda suç işleme riski yüksek olan bireylerdir. Hapis onlar için olası bir sonuçtur.

    Antisosyal kişilik bozukluğu olan insanlarda majör depresyon, kaygı ve bipolar bozukluk gibi ruh hali problemlerine karşı savunmasızdır; diğer kişilik bozukluklarına, özellikle borderline ve narsisistik kişilik bozukluklarına sahip olanlar; kendini incitme ve diğer zarar verme biçimlerinin yanı sıra cinayet, intihar veya kazayla ölme gibi sonuçları yaşayabilirler.

    Antisosyal kişilik bozukluğu, hemen hemen tüm diğer rahatsızlıkların seyrini daha sorunlu hale getirmeye yol açmaktadır. Antisosyal kişilik bozukluğu olması, madde kötüye kullanımı veya duygusal veya fiziksel madde bağımlılığı sorunlarının tedavisini zorlaştırır. Hem antisosyal kişilik bozukluğu hem de şizofreni hastalarının tedavi programlarına uymaları daha az olasıdır ve bir cezaevinde veya hastanede devam etme olasılığı daha yüksektir. Antisosyal kişilik bozukluğu tedavi edilmezse, bu riskler çoğalır.

    Ayrıntılar
    • ÖZTÜRK, Orhan, Aylin ULUŞAHİN, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.
    • YÜKSEL, Nevzat, Ruhsal Hastalıklar,  Nobel Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Ankara, 2006.
    • KARATAŞ, Fatma, Ayşe KARATAŞ GÜNER, Ruh Sağlığı ve Psikiyatri, Korza Yayıncılık, Ankara, 2012.
    • KÖROĞLU, Ertuğrul, DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2005.
    • ŞENER, Beria Bilge, Zafer ÇELİK, İbrahim UÇAK, Psikoloji Ders Kitabı, MEB Kitapları Ankara, 2007.
    • SAYIL, Işık, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Antıp AŞ Tıp Kitapları ve Bilimsel Yayınlar No: 20, Ankara, 2000.
    • Köroğlu, Ertuğrul, Kişilik Bozuklukları, Ankara: HYB Basım Yayın, 2014.
    • Şahin. M, Anormal Psikolojisi, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, 2017.
    • Butcher, James N.  Anormal Psikoloji, Kaknüs Yayınevi ; 2013
  • Enürezis Nedir? Enkoprezis Nedir?

    Çocuklar yaklaşık 2- 3 yaşına gelene kadar ve mesane kontrolü tamamlanıncaya kadar geceleri altlarını ıslatabilirler. Tuvalet kontrolü, gündüz 2 yaş civarında, gece ise 3,5- 4,5 yaşları civarında kazanılır.

    Enürezis (alt ıslatma) nedir?

    Genellikle 3 yaş sonlarında çişlerinin tutmayı öğrenirler ve 4- 5 yaşlarına gelinceye kadar nadiren gündüzleri, daha sık olarak geceleri altlarını ıslatırlar. 4 yaşından sonra görülen alt ıslatmalarına enürezis adı verilir.

    Enürezis adı verdiğimiz alt ıslatma problemi, çocuğun çişini tutamaması problemidir. Yaş ilerledikçe alt ıslatma sıklığının azalması ve hatta tamamen ortadan kalkması gerekir. Fakat sorun devam ediyor ise çocuğun mutlaka ruhsal ve fizyolojik olarak bir uzmandan yardım alması gerekir. Aksi taktirde bu durum ailelere sıkıntı verdiği gibi çocuğun da kendisine duyduğu güveni zedeler. Zamanında müdahale edilmezse hem çocuk hem de aile için ciddi bir kaygı nedeni olabilir ve bu kaygı durumu sorunun çözülmesini daha da zorlaştırır.

    Tuvalet alışkanlığının kazanılması için olgunlaşması gereken kaslar vardır. Kasların olgunlaşmaması da alt ıslatma problemlerine yol açar. Bu durumda öncelikle sorunun tıbbi bir nedenden kaynaklanıp kaynaklanmadığı bir uzman tarafından belirlenmelidir.

    Tanının konulabilmesi için çocuğun 5 yaş ve üstü olması gerekir. Ayrıca alt ıslatma durumunun sürekli olarak tekrarlanması gerekir. En az 3 ay ve haftada en az 2 kez yaşanıyor ise bu tanı koyulabilir. Okul öncesi dönemde, bağırsak ve mesane kontrolünün temelleri atılır. Okul öncesi dönemde bulunan çocukların tuvalet ile ilgili problemlerinin belirlenmesi ve önlenmesi için en uygun dönemdir.

    Enürezis çeşitleri nelerdir?

    Birincil (primer) enürezis nedir?

    Birincil enürezis sinir-kas kontrolündeki gecikmelerden kaynaklanır ve doğumdan başlayarak devam eder. Ailenin yetersiz veya düzensiz tuvalet eğitimi de bu gecikmelere sebep olabilir. Birincil enürezis yatak ıslatma probleminin %75-80’ini oluşturmaktadır.
    Çeşitli psikolojik etkenler de enürezisin oluşumunda başlıca neden olarak sayılabilir.

    İkincil (sekonder) enürezis

    Bu tür altını ıslatma durumunda tuvalet kontrolü oluştuktan sonra bir gerileme söz konusu olur. Sonradan başlayan alt ıslatmadır. Psikolojik etmenler de bu duruma sebep olabilir. Yeni bir kardeşin doğumu ya da yeni bir eve taşınma gibi bazı ruhsal gerginlik durumlarında ortaya çıkma ihtimali yüksektir.

    Enürezisin Nedenleri Nelerdir?

    Alt ıslatmanın psikolojik nedenleri

    • Alt ıslatma çoğunlukla stresle ilgilidir. Örneğin bir yakınının ölümü, okul veya ev ortamında meydana gelen bir değişiklik (okul değiştirme, taşınma, boşanma aileye yeni bir bebeğin katılması..) alt ıslatmaya neden olur. Özellikle kardeş kıskançlığı yaşayan çocuklarda görülebilir. Büyük çocuk, küçük çocuğa gösterilen ilgiyi kıskanır ve ilgiyi üzerine çekmek ister.Ve bu durumda küçük kardeşi gibi davranmaya başlar. Altına yapma, biberon kullanma, konuşabildiği halde bebekçe konuşma gibi, davranışlarında geriye dönüşler olabilir.
    • Sorunlar duygusal kökenli de olabilir. Çocuğun yaşadığı şoklar, kazalar, ilgisizlik, sevgisizlik ya da aşırı sevgi alt ıslatmanın nedenlerindendir.
    • Bazen de çocuklar tuvaletten korktukları için altlarını ıslatabilirler ama bu çok sık görülmemektedir.
    • Tuvalet eğitimi konusunda baskı görmüş çocuklarda altlarını ıslatmaktadırlar.

    Alt ıslatmanın fizyolojik nedenleri

    • Kalıtımsal olabilir. Anne-babanın geçmişinde geç tuvalet alışkanlığı var ise, çocukta da aynı rahatsızlık görülebilir.
    • Çocuğun gelişimsel sorunlardan dolayı bazı kasları olgunlaşmamışta olabilir.
    • Böbrek ve idrar yolu rahatsızlıkları, belkemiği, merkezi sinir sistemi bozukluklarında da alt ıslatma görülmektedir.
    • Çocuklar aşırı yorgunlarsa veya yatmadan önce çok sıvı tüketip, tuvalet ihtiyaçlarını gidermemişlerse altlarını ıslatabilirler.

    Aileler enürezisli çocuklarının uykularının çok ağır olduğunu ve zor uyandıklarını belirtirler. Tüm zor uyanan çocuklar enürezislidir denilemez. Enürezisli çocuklarda uykuda yürüme, gece terörü gibi uyku bozuklukları daha sıktır. uyanma eşikleri daha yüksektir.

    Ayrıca tuvalet eğitiminin verilme biçimi de çok etkilidir. Bazen anneler yaşadıkları kaygı nedeni ile çocuklarına katı bir eğitim verebiliyor. Bu durum çocukta kaygı, korku ve endişe yaratır. Ayrıca enürezis sosyo-ekonomik düzeyi düşük, aile içinde yeterli duygusal etkileşim göremeyen ve uyumsuz çocuklarda daha sık görülür. Yapılan araştırmalara göre alt ıslatma sorunu ile çocuğun duygusal dünyası arasında yakın bir ilişki vardır.

    Enürezis hem çocuk hem ebeveynler için çok zor bir durum olması açısından tüm davranış bozuklukları arasında en önemlisidir. Her yaş için enürezis erkeklerde kızlara oranla iki kat daha fazla görülür. Anne ve babalar, çocukları 1-2 yaşına geldiğinde tuvalet ihtiyaçlarını kendilerinin gidermesini bekler. Ama bu yanlıştır. Çocukların duygusal dengesini bozduğu gibi, yeterli olgunluğa ulaşmadan verilen tuvalet eğitiminin de çocuk için herhangi bir yararı olmayacaktır. Tuvalet eğitimi yeterli kas kontrolü oluşmadan 2- 3 yaşından önce gerçekleşemez.

    Enürezis zamanla idrar kesesindeki olgunluğun gelişmesi, tuvalet kontrolünün artış göstermesi ve ruhsal zorlamaların ortadan kalkması sonucu kendiliğinden kaybolur.

    Alt ıslatma sorunu ilkokul yıllarına kadar devam etmesi halinde önce sorunun kaynağını belirlenmeli bu duruma sebep olan çeşitli etkenler araştırılmalı, varsa ortadan kaldırmak üzere fizyolojik ya da psikolojik tedavi yoluna gidilmelidir. Bu nedenle alt ıslatmanın tedavisinde fizyolojik nedenlerin araştırılması, varsa uyku ağırlığının giderilmesi ve ruhsal çatışmaların önlenmesi gereklidir. Aile ve çocuk arasındaki ilişkiyi destekleyici psikolojik destek bu aşamada yarar sağlar.

    Bu durum okul öncesi aileler tarafından çoğunlukla önemsenmezken, çocuğun okula başlaması ile birlikte yaratmış olduğu olumsuz psikososyal etkiler nedeniyle önemli bir sağlık sorunu durumuna gelmektedir. Bu nedenle, aileler genellikle çocuğun okula başlaması ile birlikte bir tedavi ya da çözüm arayışına girerler.

    Enkoprezis (dışkı kaçırma) nedir?

    Dışkı kaçırma her 100 çocuktan birinde özellikle erkek çocuklarında görülen fizyolojik ve de psikolojik bir rahatsızlıktır.4 yaşından sonra ve ilkokul yaşlarında görülmesi önemli ruhsal bozuklukların varlığının göstergesidir. Tanı konulabilmesi için en az 3 ay boyunca ve en az ayda bir sıklıkta olması gerekir.

    Enkoprezis çeşitleri nelerdir?

    Birincil (primer ) enkoprezis nedir?

    Kaka tutma becerisinin başından itibaren kazanılmamış olması durumudur.

    İkincil (seconder) enkoprezis nedir?

    Kaka kaçırma sorununun sonradan başlamasıdır. Psikolojik faktörler oldukça önemlidir.

    Dışkı iç çamaşıra bulaşmış, belirli köşelere saklanmış, duvarlara sürülmüş ya da uygunsuz yerlere yapılmış olabilir. Fizyolojik rahatsızlık, bağırsak kontrolünün sağlanamaması sonucunda büyük tuvaletin altına kaçırılmasıdır.

    Bazı çocuklar ileri düzeyde kabızlık çekerler. Bu durum çocuğun tuvaletini yaparken acı çekmesine, tuvalete gitmekten korkmasına ve kaçınmasına yol açabilir. Bu yüzden büyük tuvaleti bağırsaklarda birikir ve daha büyük bir tıkanmaya neden olur. Tıbbi bir nedenden olma olasılığı çok sık rastlanan bir durum olmasada bu olasılığında göz önünde bulundurulması gerekir.

    Bazı çocuklarda bağırsaklarını kontrol etmeyi öğrenmemiş olabilirler. Bunun nedeni öğrenme güçlüğü ya da yetersiz tuvalet eğitimi nedeniyle baştan tuvaletini tutma alışkanlığını kazanmamış olmalarıdır.

    Dışkılarını tutamayan çocuklarda birçok uyumsuzluk belirtisi gözlenir. Bu çocuklar genelde yaşlarından küçükmüş gibi davranırlar. Bağımlılık, inatçılık, bozuk arkadaş ilişkileri, çevre ve okula karşı uyumsuzluk, dolaylı yoldan tepki gösterme gözlenen en belirgin belirtilerdir.

    Çocuğun duygusal yönden bir sıkıntısı varsa, bağırsak hareketlerini kontrol etmekte zorlanabilir. Bu durum alt ıslatmada olduğu gibi yeni bir kardeşin doğumu, anneden ayrılık, travmatik ya da korkutucu olaylar, anaokuluna başlama gibi ruhsal etkenlere bağlı olarak görülür.

    Bu rahatsızlık, evde annenin temizliğe ve titizliğe önem vermesi, cezalandırıcı ve baskıcı bir tutumla tuvalet eğitimi uygulaması söz konusu olduğunda daha da belirginleşir.

    Dışkılama sadece evde görülüyorsa çocuğun annesiyle arasındaki sorunlu bir ilişkinin göstergesidir. Çocuk bu davranışıyla, annesine hem başkaldırmak hem de annesinin ilgisini çekmek ister. Anne ve çocuk arasındaki çekişmeler çoğu zaman cezalar, korkutmalar ve dayak ile sonuçlanır.

    Enkoprezisi olan çocuklarda inatçılık, içe kapanma, okul korkusu, beslenme sorunları daha sık görülür. Bu durum karşı gelme bozukluğu ya da davranış bozukluğu ile ilişkili olabilir.

    Enkoprezisi olan sosyal etkinliklerden kaçınma, özgüvende azalma gibi sorunların yanı sıra, bulaştırdıkları çamaşırlarını saklama gibi davranışlar da görülebilir.

    Enkoprezis için risk faktörleri nelerdir?

    • İhmal ve istismar
    • Yağ ve şekerden zengin diyet
    • Yetersiz sıvı alımı
    • Çocuğun hayatında kaos, gerginlik olması
    • Fiziksel egzersiz eksikliği
    • Ev dışında tuvaleti kullanmak istememe
    • Nörolojik sorunlar
    • Kabızlık
    • Otizm ve mental retardasyon
    • Obsesif kompulsif bozukluk
    • Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu

    Enkoprezisin nedenleri nelerdir?

    Enkoprezisin fizyolojik nedenleri

    Fizyolojik nedenler: kabızlık, rektal ve anal bölgede darlık, düz kas hastalığı, anal çatlaklar, ishal, omurların doğumsal olarak birbirinden ayrık olması, hormonal sorunlar..

    Enkoprezisin psikolojik nedenleri

    Tuvalet eğitiminde eksiklik ya da yanlış eğitim, ebeveyn-çocuk ilişkisinde aşırı katı ya da aşırı gevşek tutum, çevresel veya aile içi stres yaratan durumlardır.

    Enürezis ve enkoprezis tedavisi nasıl olur?

    Çocukların %78‘i eğitimsel, davranışsal ve fizyolojik tedavilere yanıt verirler. Tedavi nedene yöneliktir. Fizyolojik bir neden varsa bu sorunu gidermeye yönelik bir tedavi uygulanmalıdır. Neden genellikle psikolojik sorunlar olduğundan, bu sorunların nedenleri araştırılarak buna yönelik yaklaşımlar belirlenir.

    Ailedeki sorunların ya da gerginliklerin giderilmesi ile belirtilerde azalma olur. Her iki sorunda da takvim tutulması önerilebilir. Bunlara ek olarak gerekliyse ilaç tedavisi de eklenir. Fizyolojik nedenlerin olmadığı anlaşıldığında, ruh sağlığı alanında hizmet veren uzmanlara başvurulmalıdır.

    Alt ıslatma ve/veya dışkı kaçırma sorunu olan bir çocuk için neler yapılabilir?

    • Bazı çocuklar için tuvaletini yapmak kaygı verici olabilir. Kendi vücudundan çıkan giden kopan bir parça gibi görebilirler. Böyle durumlarda çocukla konuşmalı, neyi nasıl algıladığını anlamalı, ona daha uygun bir şekilde yol gösterici olunmalıdır. Belirli ritüeller, yaptığı ve başardığı bir iş ile ilgili ona geri bildirimlerde bulunmak gerekir.
    • Bazı durumlarda ulaştığı gelişimsel basamaklardan gerileme söz konusu olabilir. Yani; “Hiç böyle bir sorunumuz yoktu nereden çıktı başa döndük.” gibi yakınmalar ile karşılaşabiliriz. Panik olmamak gerekir. Çocuğun ne yaşadığı, nelerden nasıl etkilendiği gözlemlenmelidir. Örneğin, yeni okula başlayan bir çocuk evden, aileden ayrılma-ayrılık kaygısı yaşayabilir.
    • Çocuklarda travmatik yaşantılara tepki, gelişimsel basamaktan gerileme biçiminde olabilir. Örneğin “Ben de kardeşim gibi bez bağlamak / biberon kullanmak istiyorum.” gibi.
    • Çocuklar, anne babaları inatlaşma sorunları yaşayabilir. Çocuklar bir yandan inatlaşırken bir yandan utanç ve suçluluk duygularını bir arada yaşarlar. Alay etme ve eleştirme, aşırı titizlik, otoriterlik, cezalandırma gibi tutumlardan kaçınmak gerekir, bunlar utanç duygularını ve inatlaşmaları besler, enürezis ve enkopresis sorununun artmasına neden olur.
    • Alt ıslatma genelde uykunun ilk saatlerinde gerçekleşir. Özellikle çocuğun 7 yaşından önce gecede 1-2 kez tuvalete kaldırılması gereklidir. Anne ve baba tarafından çoğunlukla hangi saatlerde altını ıslattığı tespit edilmeli ve o saatlerde tuvalete götürülmelidir.
    • Akşam yemeklerinde ve gece yatmadan önce çocuğa çok fazla sıvı gıdalar verilmemelidir. Her gece uyumadan önce tuvalete gitmesi sağlanmalıdır.
    • Akşam yemekleri fazla ağır olmamalı,dır, sindirimi zor olan yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Çünkü bu yiyecekler uyku düzenini bozabilir ve düzensiz uyku içerisinde çocuğun altını ıslatma ihtimali daha yüksektir. Enkopreziste liften zengin diyet ve laksatifler kullanılabilir.
    • Altını ıslatan çocuğun yatağı mutlaka her zaman temiz olmalıdır, her defasında değiştirilmeli, yatağı ve çarşafı korumak için altına muşamba gibi belirgin şeyler konulmamalıdır.
    • Çocuk her gece yatağına sevgi ile götürülmeli, yatağının temiz olduğu çocuğa belirtilmelidir.
    • Altını ıslatmadığı günler sayılarak ödüllendirilebilir, takvim tutma yöntemi ile kuru kalkmaya teşvik edilebilir.
    • Çocuk alınan tüm önlemlere rağmen hala altını ıslatmaya devam ederse, durum ne olursa olsun çocuğun temizliği çocuğu yargılamadan ve şiddet göstermeden yapılmalıdır.
    • Altını ıslatmanın cezalarla, korkutmalarla giderilmesinin mümkün değildir. Bu tür davranışlar çocukta oldukça olumsuz sonuçlar yaratır.
    • Çocuğun stresleri ve endişeleri ile ilgilenilmelidir. Duygusal sorunlar çözüme kavuşturulamıyorsa bir çocuk psikologuna yönlendirilmelidir. Umutsuzluğa kapılmamalıdır.
    • Bu problemi önleme ve tedavisinde, anne-babalar ne kadar sinirlenirlerse sinirlensinler çocuğu eleştirmemelidirler, sabırlı olmalıdırlar. Onun bir suçu yoktur. Bu tür alışkanlığa sahip çocukların üzerinden baskılar kaldırılmalı ve aşırı titiz tutumlardan vazgeçilmelidir. Çocukla olumlu bir ilişkiye girildikten sonra dışkılamasını düzene koymak daha kolaylaşacaktır.
    • Yemeklerden sonra bağırsak daha hızlı çalışır, bu zaman diliminde tuvalete oturtulması daha uygun olur.
    • Zorla yaptırılan bir durum olmadığını aksine tuvaletin keyifli eğlenceli bir yer olduğu yansıtılmalıdır. Birlikte oyalanılacak oyuncaklar bulundurulabilir. Çocukların tuvalet seçimleri yine kendilerine bırakılmalıdır. Örneğin onun seçtiği bir lazımlık olabilir, karar verdiği uygun bir plastik kap bile olabilir. Seçim kendi kararı olduğunda uygulamak çocuk açısından daha kabul edilebilir.
    Referanslar
    1. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye nüfus ve sağlık araştırması. Ankara: 2008.
    2. Yavuzer H. Alt Islatma. İçinde: Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocukluk Psikolojisi. 20. Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi; 2001.
    3. Aras, Ş., Ünlü, G., & Taş, F. V. (2007). Çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran hastalarda belirtiler, tanılar ve tanıya yönelik incelemeler. Klinik Psikiyatri Dergisi, 10(1), 28-37.
    4. Adams MM, Bruce CF, Shulman BH et al. Pregnancy planning and preconception counseling. Obstetrics &Gynecology 1993; 82(6): 955-9
    5. Çarman KB, Nuhoğlu Ç, Ceran Ö. İstanbul ili Ümraniye ilçesinde bir grup okul çocuğunda enürezis noktürna prevalansı. Türk Pediatri Arşivi 2003;38: 153–9.
    6. Görür S, İnandı T, Turhan E, Helli A, Kiper AN. Hatay’da 6–18 yaş arası çocuklarda enürezis sıklığı ve risk etkenleri. Türk Üroloji Dergisi 2008; 34(1): 42–50.
  • Alkol Bağımlılığı Nedir?

    Alkol, sosyal açıdan rahatlamak ve sosyalleşmek amacıyla sıklıkla kullanılmaktadır. Alkolün makul miktarlarda tüketimi çoğu zaman toplum tarafından bir sorun olarak görülmez. Ancak kişi, aşırı miktarlarda alkol tüketiyorsa ve sorunlarından kaçmak için alkolü bir yol olarak görüyorsa burada bir sorun olduğundan söz edebiliriz. Bu durum bağımlılık başta olmak üzere duygusal, psikolojik ve fiziksel problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

    Sonuç olarak kişide alkol sorununun var olduğunun söylenebilmesi için, kişinin yaşantısındaki işlevselliğinin bozulması gerekmekte ve alkol almadan günlük hayatındaki rutinleri yapamaz hale gelmesi gerekmektedir. Bu noktada alkol bağımlılığının işaretlerini üzerinizde hissediyorsanız, sorunun anlaşılması ve alkol kullanımında geri adım atmak önem taşımaktadır.

    Alkol bağımlılığının belirtileri nelerdir?

    Alkol almaya dair güçlü bir istek duymak ve bu isteğe karşı koyamamak.

    Alkol kullanımı nedeniyle iş, aile veya okul yaşantısında sorunlar yaşamak.

    Kişinin içmeye başladığı andan itibaren kendini durduramaması ve bilincini kaybedene dek içmeye devam etmek istemesi.

    Fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan birçok sorun yaşanmasına rağmen, alkol kullanımına devam edilmesi.

    Daha önce yapmaktan hoşlanılan aktivitelerden vazgeçerek sadece alkole yönelmek ve alkol almanın birincil öncelik haline gelmesi.

    Alkole karşı tolerans geliştirmek ve istenilen etkiye ulaşabilmek için alınan alkol miktarını sürekli olarak arttırmak.

    Alkol alma davranışı bırakıldığında çekilme belirtileri göstermek.( huzursuzluk, kaygı, mide bulantısı, titreme kalp hızında artış.)

    İş, okul veya sosyal hayattaki sorumluluklardan kaçarak sadece alkol içme davranışını göstermek.

    12 aydan daha uzun bir süre boyunca, yukarıda sayılan maddelerden en az ikisi yaşanıyorsa, kişide alkol kullanım bozukluğunun varlığından söz edilmektedir.

    Bunun dışında, alkol kullanım bozukluğu; alkol zehirlenmesi ve yoksunluk yani çekilme semptomların yaşanmasına neden olmaktadır. Kandaki alkol miktarının yükselmesiyle beraber kişide alkol zehirlenmesi oluşabilmektedir. Bu durum kişide çeşitli davranış problemlerinin oluşmasına, uygunsuz davranışlar sergilenmesine ve konuşma, dikkat, hafıza gibi problemlerinin yaşanmasına neden olmaktadır. Kandaki yüksek miktarda alkol kişiyi ölüme kadar götürecek durumlar oluşturabilmektedir.

    Yüksek düzeyde ve sürekli olarak alkol kullanımı olan kişilerin, alkol almayı bıraktıkları dönemde çekilme semptomlarının yaşandığı görülmektedir. Çekilme belirtileri birkaç saat içinde ortaya çıkmakta ve kişiye yüksek oranda rahatsızlık veren fiziksel semptomların oluşmasına neden olmaktadır. Çekilme belirtileri; titreme, terleme, kalp atışının hızlanması, kusma, mide krampları, yüksek derecede kaygı, uykuya dalmada güçlük, halüsinasyonlar ve nöbetleri olarak görülmektedir. Semptomlar kişinin günlük hayatındaki işlevselliğini ciddi derecede bozacak kadar kuvvetlidir.

    Alkol bağımlılığının kimlerde görülme olasılığı daha fazladır?

    Düzenli olarak alkol kullanımı kişinin alkol bağımlılığına daha yatkın olmasına yol açmaktadır.

    Erken yaşlarda başlayan alkol kullanımı bir risk faktörü olarak yer almaktadır.

    Aile geçmişinde veya birincil derecedeki ebeveynlerde alkol bağımlılığının ya da depresyon, anksiyete, bipolar bozukluk gibi ruh sağlığı sorunlarının olması, alkole bağımlılık konusunda bir risk faktörü oluşturmaktadır.

    Kişinin sosyal hayatında düzenli olarak alkol alabileceği kişilerin olması, alkole ulaşma konusunda büyük oranda kolaylık sağlamakta ve kişinin bağımlı hale gelmesinde bir risk faktörü olarak yer almaktadır.

    Alkole karşı bağımlılığınızın olduğunu düşünüyorsanız, kendinize şunları sorabilirsiniz:

    Artık içmeyi kesmeniz gerektiğini düşündüğünüz oldu mu?

    Alkol yüzünden insanlar sizi eleştirdi mi?

    Alkol aldıktan sonraki gün kendinizi suçlu hissettiniz mi? Bu suçluluğu bastırmak için çareyi tekrar alkol almakta buldunuz mu?

    İçme davranışınız yüzünden yalnızlığınız arttı mı? Dışarıya çıktığınızda sadece alkol alan arkadaşlardan oluşan bir çevreye mi sahipsiniz?

    Bu tür soruları sıklıkla kendinize soruyorsanız alkol ile ilgili bir sorununuz olduğunuzdan şüphelenebilirsiniz.

    Alkol bağımlılığı olan bir kişi ne tür sorunlar yaşayabilir?

    Alkolün etkisiyle kişi normalin dışına çıkarak cesaret kazanabilir. Bu durum da kendisini tehlikeli durumlara sokmasına yol açabilir.

    Alkollü araç kullanımıyla beraber ölümcül kazalar gerçekleşebilir.

    Akademik yaşantıda ya da iş hayatında olumsuz ve başarısız performanslar görülebilir.

    Kişi tüm yatırımını alkole yönlendirdiğinden dolayı mali problemler yaşayabilir.

    Sosyal ilişkilerde problemlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

    Şiddet suçlarını işlemenin ya da bir şiddet suçu mağduru olmanın ihtimalini arttırır.

    Alkolün ortadan kaldırdığı sınırlar nedeniyle, intihar riski barındıran bir kişinin intihar etme ihtimalini arttırabilir.

    Uzun süreli ve fazla alkol kullanımı kişide karaciğer, kanser, sindirim problemleri ve diyabet gibi sağlık sorunlarının oluşmasına yol açmaktadır.

    Alkol bağımlılığına sahip olan bir kişide tedavi süreci nasıl işler?

    Alkol bağımlılığının tedavisi kişiye göre değişiklik göstermektedir. Tedavi, kısa süreli, bireysel ya da grup danışmanlığı, ayakta veya yatılı olmak üzere değişkenlik göstermektedir.

    Psikoterapi, kişinin alkol ile ilgili olan problemini daha rahat anlamasına yardımcı olmakta ve alkol kullanımına neden olacak psikolojik sorunlarının farkındalığına ulaşmasında anahtar bir rol üstlenecektir. Psikolojik danışmanlığın yanı sıra, alkol kullanım bozukluğuna sahip bir kişi için ilaç tedavisi de oldukça yararlı olmaktadır. İlaç kullanımı ile beraber uygulanan bireysel ya da grup terapileri süreci hızlandırmaktadır. Bunun yanında tedaviye devam eden kişinin ailesinin de bir eğitim programından geçmesi yararlı olmaktadır. Bu durum tedavinin başarı şansını arttırmaktadır.

    Referanslar
    1. Mayoclinic, (t.y). Alcohol use disorder. www.mayoclinic.org
    2. Helpguide, (t.y) Alcoholism and Alcohol Abuse. www.helpguide.org
    3. Psychologytoday, (t.y). Alcohol use disorder. www.psychologytoday.com