Kategori: Genel

  • Değişmek istiyorum: Şema Terapinin değişim felsefesi nedir?

    Şema terapi bir psikoterapi modeli olarak, insan hayatında pozitif yönde bir değişimi, yani gelişimi hedef alır. Bu hedefin peşinden koşarken de bazı varsayımları kendisi için değişim felsefesi olarak kabul eder. Jeffrey E. Young ve Janet S. Klosko bu varsayımları Hayatı Yeniden Keşfedin kitabında ayrıntılı olarak ifade etmektedir. Ben de bu yazıda kısaca Şema Terapinin değişim felsefesini size sunmaya çalışacağım. Ayrıntılı bilgi için kitabı okumanızı öneririm.

    Şema terapinin değişimle ilgili felsefi bakışı

    1- Şema terapinin değişimle ilgili ilk varsayımı, hepimizin mutlu ve tatmin olmak isteyen bir yanı olduğu şeklindedir. Bazıları bu süreci kendini gerçekleştirme, bazıları gerçek kendiliği ortaya çıkarma şeklinde ifade edebilir. Bu varsayım, insanın gelişime dönük yönünü temsil eder. Bu yön herkes için son derece kişiseldir. Durumu anlamak için meşe palamudunu metafor olarak olarak kullanabiliriz. Her meşe palamudunun nihai hedefi meşe ağacı olmaktır. Her insanın içsel olarak nihai hedefi, hayatta kendi özgünlüğünü sergileyebilmektir.

    2- Şema terapinin ikinci varsayımı, herkesin bazı temel ihtiyaçlarla doğduğu şeklindedir. Bu ihtiyaçlarımız sağlıklı şekilde giderilirse kendimizi daha iyi hisseder ve içimizdeki potansiyelleri hayata daha rahat taşırız. Söz konusu ihtiyaçlar arasında, insanlarla iyi ilişkiler kurma, özerk olma, kabul edilme, onaylanma, eğlenebilme, kendimizi ifade edebilme vb. sayılabilir.

    3- Üçüncü varsayıma göre insanlar değişebilir. Bazılarına göre insan değişmez. Sahip olduğu özellikleri doğuştan getirir ve o özelliklerle ömrünü tamamlar. Onlara göre insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Etrafımıza baktığımızda bu yaklaşımın geçerli olduğunu gösteren çok sayıda kanıt bulabilmekteyiz. Ancak psikoterapi deneyimi ve daha pek çok örnek de bize değişimin mümkün olduğunu gösteriyor. Değişimin zor olması mümkün olmadığı anlamına gelmez.

    4- Dördüncü varsayım, hepimizde değişimi reddeden güçlü eğilimlerimiz olduğunu kabul eder. Bu üçüncü varsayımla çelişmez. Bir yanımız gelişimi arzu ederken başka yanlarımız buna direnç gösterir. Çünkü değişim zor bir süreçtir. Özellikle psikoterapi açısından değişim çok zor duygularla yüzleşmeyi, hayatımız için yeni adımlar atmayı gerektirir. Değişime direncin en önemli sebebi, alışık olduğumuzu tekrar etme eğilimimizdir. Çünkü değişim, yenilik ve bilinmezlik taşır içinde.

    5- Beşinci varsayıma göre hepimiz acıdan kaçmak için güçlü eğilimler taşırız. Bu bir açıdan iyi bir açıdan kötüdür. İyi olan tarafı, acıdan ve olumsuzluklardan kaçıp bizim için iyi olanı arayacağımızı varsaymasıdır. Kötü tarafı ise değişimin zorluklarından ve acılarından da kaçınacağımız anlamına gelmesidir.

    6- Şema Terapinin değişim felsefesindeki altıncı varsayıma göre, değişim için tek ve bütün insanlar için geçerli bir teknik yoktur. Değişim tek boyutlu bir süreç değildir. Bu açıdan şema terapi, bilişsel, davranışçı, kişiler arası ve yaşantısal teknikleri psikoterapi sürecinde kullanmaya çalışır.

    7- Şema terapinin yedinci ve son varsayımına göre, her insan kişisel bir amaç yaratma ihtiyacındadır. Şemaların iyileşmesi değişimin ilk ve çok önemli bir ayağıdır. Şemalar, hayattaki kişisel amaçlarımızı oluşturmamıza ve onlara ulaşmamıza engel oluşturur. Şemaların iyileşmesi bizi kişisel hedeflerimizle baş başa bırakır. Dolayısıyla değişim süreci stratejiktir gelişigüzel değil.

    Bu yazıda şema terapinin değişim felsefesini kısaca ela almaya çalıştım.

    Ayrıntılı okuma için, yazının başında da belirttiğim gibi Hayatı Yeniden Keşfedin kitabına davet ediyorum. Konu ile ilgili düşüncelerinizi yorum kısmından paylaşırsanız memnun olurum.

    “Değişmek istiyorum” diyenlerden iseniz görüşebiliriz.

  • Dissosiyatif Füg Nedir?

    Disosiyatif bozukluklar yani ayrışma bozuklukları hafızanın, anıların ve kişisel bilgilerin kaybolmasını içeren zihinsel bir sorundur. Disosiyatif füg, disosiyatif bozukluklar başlığı altında yer alan bozukluklardan biridir. Disosiyatif fügü olan kişiler, kişisel kimliklerini geçici olarak kaybederler ve dürtüsel bir şekilde evlerinden ya da iş yerlerinden uzaklaşıp seyahat ederler. Gittikleri yerlerde genellikle kim olduklarını unutur ve yeni bir kimlikle orada bulunurlar. Dışarıdan bakıldığında bu bozukluğa sahip olan insanlar, tuhaf bir görünüm ya da tuhaf bir davranış sergilemezler ve dışarıdan disosiyatif bir bozukluğa sahip olduklarını belli etmezler.

    Disosiyatif Fügün en temel özelliği “evden ya da günlük faaliyetlerin geçtiği yerlerden uzağa beklenmedik bir şekilde seyahat etmesi, geçmiş anıların bir kısmını ya da tamamını hatırlamama” ile ilişkilidir. Bu durumla ilgili seyahatlar birkaç saat ya da birkaç ay sürelebilir. Hatta bazı kişiler Disosiyatif Füg durumundayken binlerce kilometre uzağa gidebilirler. İlk başta kişiler gittikleri yerlerde tamamen normal görünebilirler. Ancak kişi için zamanla karışıklık ortaya çıkmaktadır. Kişi birdenbire kendisini bulunduğu yere ait olmadığını anlayabilir.

    Hafızanın kaybı, kişisel bilgilerin ve geçmiş yaşam deneyimlerinin bozulması gibi işlevlerden biri veya birkaçı bozulduğunda ortaya bazı belirtiler çıkabilir. Bu belirtiler sosyal, akademik veya iş yaşantısındaki ilişkiler dahil olmak üzere kişisel ilişkilerde genel anlamda bozulmalara neden olabilmektedir.

    Dissosiyatif fügün belirtileri nelerdir?

    Kişide var olan disosiyatif füg’ün belirtilerini çevredeki diğer insanların tanıması zordur ve dışarıdan bireyin davranışları normal olarak görülmektedir. Disosiyatif füg’ün ortak olan belirtileri aşağıdaki gibidir:

    • Ani ve plansız seyahatlar yaparak evden uzaklaşma
    • Kişinin geçmiş olayları veya hayatından önemli bilgileri hatırlayamama
    • Kimlik ile ilgili kafa karışıklığı ve hafıza kaybı
    • Var olan hafıza kaybını telafi etmek için ortaya yeni bir kimlik koyma
    • Aşırı sıkıntı hali ve günlük işleyişteki sorunlar

    Disosiyatif fügün ortaya çıkmasının nedenleri nelerdir?

    Disosiyatif füg, kişinin kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu savaş, tecavüz, kazalar, doğal afet, veya aşırı şiddet görme gibi travmatik olayların sonucu olabilecek aşırı stres durumlarında ortaya çıkabilmektedir. Bunun yanında alkol ve madde kötüye kullanımı sonucu disosiyatif füg benzeri durumlar ortaya çıkabilmektedir. Kısaca disosiyatif fügün ortaya çıkmasına aşağıdaki ortak nedenler söz sahibi olabilir:

    • Aşırı utanç duygusu
    • Savaşın neden olduğu travma
    • Kazaların veya doğal afetlerin neden olduğu travma
    • İşkence
    • Çocukluk çağında yaşanan uzun süreli duygusal ya da fiziksel istismar

    Kişinin bahsedilen bu travmaları mutlaka kendisinin yaşamasına gerek yoktur. Kişi bunlara tanıklık etmiş olabilir ve gördükleri tarafından ciddi derecede travma geçirmiş olabilir. Ayrıca aile geçmişinde yer alan disosiyatif bozukluklar da kişiyi genetik olarak bu bozukluğa yatkın hale getirme olasılığı vardır.

    Disosiyatif füg ne kadar yaygındır?

    Disosiyatif füg toplumun geneline bakıldığında nadir olarak görülmektedir. Bu bozukluğun görülme sıklığı savaş zamanı ya da doğal afet gibi stresli veya travmatik dönemlerde artış göstermektedir.

    Disosiyatif füg ile beraber seyreden ya da ilişkili durumlar

    Aşağıda sayılan komplikasyonlar disosiyatif füg ile ilişkilidir ve hafif ila şiddetli olmak üzere değişkenlik gösterebilir. Beraber seyreden bu durumlar uzman tarafından mutlaka izlenmelidir.

    • İntihar düşünceleri
    • Anksiyete (Bunaltı)
    • Depresyon
    • Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)
    • Kişilik bozuklukları
    • Yeme bozuklukları
    • İş veya ilişki sorunları
    • Uyku bozuklukları
    • Yoğun alkol veya madde kullanımı

    Disosiyatif füg nasıl teşhis edilmektedir?

    Eğer disosiyatif füg belirtileri mevcutsa, bir uzman tarafından tam bir yaşam öyküsü ve klinik gözlem çerçevesinde bir değerlendirme yapılacaktır. Özellikle disosiyatif bozuklukların tespitinde tıbbi testler uygulanmamasına rağmen, fiziksel hastalıkların ya da ilaç etkilerini göz ardı edebilmek amacıyla çeşitli testler de uygulanabilmektedir. Epilepsi, kafa travmaları, madde kullanımı, ve alkol zehirlenmesi gibi nedenlerin de disosiyatif bozukluklara benzer semptomların oluşmasına yol açabilmektedir. Bu tıbbi testlerin yapılmasındaki temel amaç da disosiyatif füg’ün nedeninin ne olduğunu tam anlamıyla bilmektir.

    Eğer kişide fiziksel bir sorundan bağımsız olarak disosiyatif füg varsa, kişi ruhsal hastalıkları teşhis ve tedavi etmek amacıyla alanında özel olarak eğitilmiş bir psikiyatriste ve psikoloğa yönlendirilebilmektedir. Psikiyatristler ve psikologlar, disosiyatif bozukluğu olan bir kişiyi değerlendirebilmek için özel olarak tasarlanmış testler ve değerlendirme araçları kullanmaktadır.

    Disosiyatif füg nasıl tedavi edilir?

    Disosiyatif Füg’ün temel amacı, kişide hafıza kaybını tetikleyen stresi veya travmasını çözmeye yardımcı olmaktır. Tedavi ayrıca, kişinin Disosiyatif Füg’e neden olan travmalar ve stresle başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine yardımcı olmayı hedeflemektedir. Tedavi yaklaşımı kişiye ve belirtilerin şiddeti ya da sıklığına göre farklılık göstermesine bağlı olarak aşağıdaki tedavi yöntemlerinin kombinasyonunu içermektedir:

    Bilişsel Davranışçı Terapi: İşlevsel olmayan düşünce kalıplarını değiştirmeye ve duygu, düşünce, davranış döngüsü çerçevesinde ortaya çıkan olumsuz otomatik düşüncelere odaklanan bir psikoterapi yöntemidir. Bu yöntem ile kişide disosiyatif füg’ün oluşmasına neden olan stres ve travmalar ile başa çıkma becerisi geliştirilir.

    İlaç Tedavisi: Disosiyatif Bozuklukları tedavi etmek için belirlenmiş spesifik bir ilaç bulunmamaktadır. Bununla birlikte disosiyatif füg’ü olan bir kişide depresyon ve anksiyeteye bağlı sorunlar varsa antidepresan ve anti – anksiyete ilaç tedavisi önerilebilmektedir.

    EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme): Disosiyatif fügde, travma kaynaklı hafıza kayıplarını gidermek için uygulanmaktadır. EMDR ile var olan travmalar çalışılarak, kişinin bu travmalar karşısında hissettiği olumsuz beden duyumlarını giderme amacını hedeflemektedir.

    Hipnoterapi: Bu, insanların bilinçli zihinlerinden saklayabilecekleri düşünce, duygu ve hatıraları keşfetmelerine olanak tanıyan, değiştirilmiş bir bilinçlilik durumu (farkındalık) elde etmek için yoğun gevşeme, konsantrasyon ve odaklanmış dikkat kullanan bir tedavi yöntemidir.

    Disosiyatif füg’ün süresi nedir?

    Disosiyatif füglerin çoğu kısa sürelidir ve bir günden birkaç aya kadar sürer. Genellikle, hastalık kendi kendine geçer. Bu nedenle görünüm oldukça iyidir. Bununla birlikte, altta yatan sorunu çözecek tedavi olmadan yeni disosiyatif füg atakları gerçekleşebilir. Bu nedenle tedavi kişinin yaşam kalitesi adına önem taşımaktadır.

    Disosiyatif füg önlenebilir mi?

    Disosiyatif füg’ü engellemek tam anlamıyla mümkün olmayabilir ancak yukarıda bahsettiğimiz belirtiler başlar başlamaz bir uzman yardımı almak ve tedaviye başlamak yararlı olacaktır. Ayrıca kişinin yaşadığı ve disosiyatif füg geliştirmesine neden olan travmatik ya da stres verici durumu terapi yöntemleriyle çalışmak, kişinin yeni bir disosiyatif füg geliştirme riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.

    Ne zaman uzman yardımı almalıyım?

    Sevilen bir kişinin ciddi veya uzun süreli travma ya da strese maruz kaldığı durumlarda, düşüncelerde herhangi bir karışıklık veya hafıza kaybı belirtileri gösterdiği zaman mutlaka bir uzman desteğine başvurmanız önerilebilir. Bu kişinin ayrıca stres ve travma durumlarından sonra ortadan kaybolduğunu başka yerlere gittiğini ve hafızasında kopukluklar olduğunu görüyorsanız bu ciddi durumu atlamadan psikiyatrist ve psikolog yardımı almanız gerektiği unutmamalısınız. Bunun yanı sıra yukarıda sayılan belirtilerin tıbbi kontrollerden sonra herhangi bir fiziksel durum olmadığı görülüyorsa psikolojik anlamda yardım alınması gerekmektedir. Disosiyatif füg ile erken çıktığı dönemde çalışmak semptomların kötüleşmesini ve kişinin yeni disosiyatif füg geliştirme olasılığını azaltmaktadır.

    Referanslar
  • WISC-R (Çocuklar İçin Zeka Testi) Nedir? WISC-R Kimlere Uygulanır?

    Wisc-r, temel olarak çocukların zeka düzeylerini ölçmeye ve zihinsel gelişimleri hakkında bilgi almaya yarayan bir zeka testidir.

    Ülkemizde kullanılan zeka ölçüm araçları içinde güvenilirliği ve geçerliliği yüksek bir test olması yönünden yaygın olarak tercih edilmektedir. Test yalnızca zeka düzeyini ölçmekle kalmayıp çocuğun zayıf ve güçlü yönleri hakkında da bilgi verici olmaktadır. Aynı zamanda çocukta zihinsel geriliği erkenden fark etmemizi sağlamakla birlikte üstün zeka gücüne sahip çocukları da ayırt etmemizi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca Wisc-r zeka testi çocukların hangi alanlarda daha becerikli ve hangi alanlarda daha az yetenekli olduklarını görmemize ışık tutmaktadır.

    Testin detaylarına girmeden önce ölçtüğü kavram olarak zekanın ne olduğuna ve farklı zeka türlerine bakmamız yararlı olacaktır.

    Zeka nedir?

    Zeka, soyut bir kavram olması nedeniyle birçok bilim insanını açıklamakta zorlayan bir kavram olmaktadır. Zekanın ne olduğu hakkında çeşitli görüşler olsa da genel anlamda zeka; kavrama, soyut düşünme, bellek, akıl yürütme, problem çözme, kazanılan bilgileri yeni durumlara uyarlama olarak tanımlanmaktadır.

    Psikolog Robert Sternberg testlerle zekanın ölçülebileceğini savunmuş ve akademik performansı belirlemek ve öngörmek amacıyla test ölçeklerinden yararlanılmasını yararlı bulmuştur.  Zekayı araştıran bilim insanları arasında bazıları zekanın tek yönlü olduğundan bahsederken psikolog  Howard Gardner ise çoklu zeka kavramından bahsetmektedir. Çoklu zeka kuramına göre bireyde sekiz farklı zeka türü olduğu kabul edilmektedir. Gardner’ın kabul ettiği zeka türleri olarak karşımıza sözel, mantıksal, görsel, bedensel, müziksel, kişisel sosyal ve doğasal zeka türleri çıkmaktadır. Bu kurama göre her birey kendine özgü farklı türde zeka gelişimi göstermektedir.

    Zeka kalıtımsal olduğu kadar çevrenin etkisiyle de geliştiği için bireysel farklılıklara dayandığı da bir gerçektir. Günümüzde yaygın olarak kabul gören yargı ise zekanın büyük oranda kalıtımsal olduğu ancak çevreden de etkilenerek olumlu ve olumsuz yönde değişim gösterdiğidir.

    Zeka testi nedir?

    Geçmişten günümüze zekanın ölçülmesi üzerinde bir dizi araştırma yapılmış ve çeşitli ölçme araçları geliştirilmiştir. Bu ölçme araçlarının başarısı testin geçerli ve güvenilir olmasına bağlıdır.

    Geçerlik, ölçme aracının ölçmeyi istediği şeyi başka bir şeyle karışmadan ölçebilmesidir. Örneğin zeka testi özel yetenekleri değil sadece zekayı ölçmelidir.

    Güvenirlik ise testin her tekrarında aynı sonucu vermesidir. Yani aynı test aynı bireye farklı zamanlarda uygulandığında aynı sonucu vermelidir.

    Bir diğer gereklilik ise testin kültüre göre uyarlanmış olmasıdır.

    Bu üç temel özelliğe sahip olan zeka testleri bize mümkün olduğunca hatadan uzak ve doğru bir sonuç vermektedir. Bu bakımdan Wisc-r zeka testi ülkemizdeki kültüre iyi uyum sağlamış ve güvenilir sonuçlar veren bir test olması bakımından eğitim hayatında sıklıkla kullanılmaktadır.

    Zeka testinin asıl amacı bireydeki zihinsel gelişim düzeyini tespit etmektedir. Yani bireyin yaşına göre beklenilen zihinsel becerileri yapabilmesi veya yapamaması ya da kendisinden beklenenden daha üst düzey bir performans göstermesi gibi durumların tespitinde oldukça fayda sağlamaktadır. Ancak zeka testleri genel olarak mantıksal ve sözel becerileri ölçmesi bakımından bazı durumlarda yetersiz kalabilmektedir.

    Zeka testine neden ihtiyaç duyulur?

    Zeka testlerinin net olarak zekayı ölçüp ölçmediği tartışma konusu olsa da genel anlamda belli başlı zeka testlerinin kullanımı kabul görmektedir. Zeka testinin gerçekten gerekli olup olmadığı veya her çocuğa mutlaka uygulanması gerekip gerekmediği noktasında aileler kararsız kalmaktadır.

    Öncelikle bilinmesi gereken zeka testi her çocuğa mutlaka uygulanması gereken bir test değildir. İhtiyaç olmadığı halde çocuğun zekasını merak eden ebeveynler zeka testi uygulaması talep edebilmektedir. Ancak bu istek ve beklentiler çocuğa zarar verebilir.

    Çocuktan üstün zeka gösterisi bekleyen anne babalar çocukta farklı sorunların baş göstermesine sebep olabilir. Bu nedenle testin uygulanması için birtakım veriler olması gerekmektedir.

    Bu veriler arasında ilk olarak ailenin çocuğu hakkındaki izlenimleri yer almakla birlikte uzman kişinin kararı etkilidir. Örneğin çocukta yaşıtlarına göre üstün beceriler fark edilmesi ya da bunun aksine çocukta yaşıtlarına nazaran gelişimsel gerilikten şüphe edilmesi halinde zeka testi uygulanması belirleyici ve gerekli olacaktır. Uzman tarafından uygulanan bu testlerle üstün zekalı ve zihinsel engelli çocukları belirlemek mümkün olmaktadır. Bu nedenle zeka testleri farklı gelişim gösteren çocukların belirlenerek uygun eğitim almalarını sağlama noktasında önem taşımaktadır. Özellikle de özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların erkenden belirlenmesinde büyük yararı olmaktadır. Ayrıca zeka testi çocukların beceri ve yetenekleri hakkında fikir sahibi olmamızı sağladığı için uygun mesleğe yönelim sağlamak açısından yol gösterici olmaktadır.

    Dünya genelinde geçerliliği ve güvenilirliği en yüksek test olması ve birçok alt testten oluşması bakımından farklı yetenekleri ölçebildiği için Wisc-r zeka testi tercih edilen bir testtir.

    Wisc-r nedir?

    Wisc-r zeka testi ilk olarak 1939 yılında psikolog David Wecsler tarafından yetişkinler için tasarlanmış, sonrasında çocuklarda zeka düzeyini ölçme amacıyla geliştirilmiş bir testtir. Test içeriğinde zorluk derecesi çok kolay ve çok zor arasında değişen sözel ve sözel olmayan problemler yer alır.

    Çocuklar teste en basit soru düzeyinden başlayarak gittikçe zorlaşan ve çözemeyecekleri sorulara kadar teste devam ederler.

    Sözel ve sözel olmayan bölümlerin alt testleri ile birlikte toplam 12 farklı başlıkta soru kategorisi bulunan Wisc-r testi okullarda öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklar için geliştirilmiştir.

    Sözel olan test içerikleri sözcük dağarcığı ve genel bilgi düzeyini ölçmeye yararken sözel olmayan bölüm ise sayıları sıralama, tekrar etme, düzenleme, resimlerden hikaye oluşturma gibi muhakeme yeteneklerini ölçer.

    Her iki kategorinin değerlendirilmesi sonucunda IQ puanı hesaplanır. IQ puanın yüksek olması okul başarısının daha yüksek olmasına ve olacağına işaret ederken düşük olması ise okul başarısında yetersizlikler olarak kabul edilir. IQ puanları mevcut başarı durumunu ortaya koymakla birlikte gelecekteki başarıları yordamada da yardımcı olmaktadır. Ancak zeka gelişebilen bir kavram olduğundan dolayı çevresel koşullar, yaşam stili ve eğitimle birlikte zeka düzeyinde zamana bağlı değişimler olmaktadır.

    Wisc-r zeka testi hangi alanları ölçüyor?

    Wisc-r zeka testi, zekayı sözel ve performans olarak iki ayrı alanda ölçen ve  6-16 yaş arasındaki çocuklara uygulanarak zihinsel gelişimlerini değerlendirmeyi sağlayan bir zeka ölçeğidir.

    Testin sözel bölümü çocuğun anlama- kavrama yeteneğini, okul bilgisini, toplumsal yargılarını, kısa ve uzun süreli belleğini ölçerek yaşına göre zihinsel gelişim düzeyini belirlemektedir.

    Performans bölümünde ise çocuğun zaman sınırlaması içinde çalışabilmesi, psikomotor ve görsel becerileri, soyut düşünme yeteneği, yeni karşılaştığı uyarıcılarla baş etme yetisi, sıralama becerileri, şekillerin algılanması gibi bilişsel alanlarda değerlendirme yapılmaktadır.

    Yaş aralığına baktığımızda testin hem çocuklara hem de ergenlere uygulandığını görmekteyiz.

    Test, bireysel uygulanan bir test olmakla birlikte çocuğa uzman tarafından sorular sorulur ve cevaplanması beklenir.

    Testin uygulama süresi ortalama 1,5-2 saat sürmektedir. Bu süre, kişinin performansına göre değişiklik göstermektedir.

    Test sonucunda belirlenmiş olan puanlama yöntemi ile değerlendirme yapılmaktadır. Başta belirttiğimiz sözel ve performans bölümlerinin de kendi içinde alt testlerinin olması, Wisc-r’ın zekayı çok yönlü inceleyen bir test olduğu göstermektedir.

    Wisc-r zeka testi, sözel bölümde altı, performans bölümünde de altı alt test olması sonucunda, toplam on iki alt testten oluşmaktadır.

    Wisc-r testi, sözel bölüm alt testleri

    • Genel Bilgi: Çocuğun başta ailesinden sonrasında okuldan ve içinde bulunduğu kültürden elde etmiş olduğu bilgileri ölçen alt testtir.
    • Benzerlikler: Çocuğun iki şey arasındaki benzerlik bağlantısını kurarken genelleme ve soyutlama yapıp yapmadığını ölçer. Aynı zamanda bu benzerliği ifade ediş şekline bakılır.
    • Aritmetik: Bu alt testte süre sınırı bulunmaktadır. Çocuğun problem çözebilme ve dikkatini odaklama yeteneğini ölçmektedir. Kısacası çocuğun dört işlem yapabilme becerisini ve öğrendiklerini gösterdiği bir alt testtir.
    • Sözcük Dağarcığı: Çocuğun bildiği sözcük sayısını ve ifade becerisini ölçer.
    • Yargılama: Akıl yürütme, muhakeme yapabilme, mantıksal ve duygusal olgunluk düzeyini belirleyen alt testtir.
    • Sayı Dizisi: Çocuğun işitsel uyaranları anımsama gücünü ve kısa süreli belleği ölçen bir alt testtir.

    Wisc-r testi, performans bölümü alt testleri:

    • Resim Tamamlama: Zaman sınırlaması olan bir test olmakla birlikte dikkati görsel uyaranlara odaklayabilme becerisini ölçer. Örneğin çocuktan gösterilen resimde eksik olan detayları fark etmesi beklenir. Dikkat yoğunlaştırma becerisini ölçen bir alt test olduğu söylenebilir.
    • Resim Düzenleme: Neden sonuç ilişki kurabilme ve olaylar dizisini anlama yeteneğini ölçen alt test grubudur. Yine zaman sınırlaması olan bir testtir. Çocuğun parçalar arasında ilişki kurarak sentez yapabilme ve muhakeme becerisini gösterir.
    • Küplerle Desen: Görsel, mekansal ve hareketsel eşgüdümle birlikte parçalar arası ilişkiyle bütüne giderken tahmin etme becerisini ölçer.
    • Parça Birleştirme: Zaman sınırlaması olmakla beraber parça bütün arasındaki ilişkiyi kavrama becerisini ölçen alt testtir.
    • Şifre: Psikomotor becerileri, konsantrasyon yeteneğini, görsel uyaranlarını hatırlama gibi beceri alanlarını ölçen zaman sınırlaması bulunan alt testtir.
    • Labirentler: El- göz koordinasyonunu, mekan algısını ve yön bulma becerisini ölçen alt testtir. Bu test grubu yardımcı testler olarak bulunmaktadır. Yani gerekli görülmediğinde uygulanmayabilir.

    Wisc-r testine göre zeka bölümleri nelerdir?

    Çocuklar için zeka ölçeği olan Wisc-r testi çocuğun zeka düzeyini sayısal veri olarak sunmaktadır.

    Sözel ve performans bölümündeki sorulara verilen yanıtlara göre sözel alan puanı, performans alanı puanı ve genel zeka puanı dediğimiz puan türleri ortaya çıkmaktadır.

    Genel zeka puan aralıklarına göre çocuğun zihinsel gelişim düzeyi belirlenirken sözel ve performans alanındaki puanların farkı ise çocuğun zekasının hangi alana doğru yöneldiği hakkında bilgi vermektedir. Örneğin sözel zeka puanı yüksek olan çocukların dersi anlama yetisinin ve sözcük dağarcığının zengin olduğu söylenebilir.

    Testten alınan genel zeka puanı bir tablo içinde sınıflandırılarak çocuğun zeka seviyesinin hangi düzeye denk geldiği belirlenir. Teste göre zeka bölümleri şu şekildedir:

    • 140 ve üstü Dahi
    • 130 – 139 Çok üstün
    • 120 – 129 Üstün
    • 110 – 119 Parlak zeka
    • 90 – 109 Normal zeka
    • 80 – 89 Donuk normal
    • 70 – 79 Sınır zeka
    • 69 ve altı Zeka geriliği

    Wisc-r hangi durumlarda uygulanabilir?

    Çevremizde rastladığımızda veya anne baba olarak yakından takip etme şansımızın olduğu durumlarda çocukların her birinin farklı özelliklere sahip olduklarını kolaylıkla fark edebiliriz. Bazı çocuklar tipik çocuk profili çizse de bazısı çoğunluktan farklı olarak kendine özgü davranış ve tutumlar sergilemektedir. Çocuklarda görülen bu farklıklara örnek olarak çeşitli yetenekler, uyum sorunları, öğrenmede güçlük çekme, yaşının üzerinde beceriler gösterme, iletişim problemleri, derslerden çabuk sıkılma gibi durumları saymak mümkündür.

    Farklı olan çocukların incelenmesi ve farklılık nedenlerinin araştırılması gerekebilmektedir. Hem çocuğun daha iyi bir şekilde hayata adapte olması için hem de ailelerin çocuklarıyla daha sağlıklı bir iletişim kurabilmeleri adına farklı gelişim gösteren çocuğu tanımaları önemlidir. Bu anlamda bilişsel becerileri ölçen zeka testleri bize yardımcı olmaktadır.

    Çocuklar için kullanılan Wisc-r ölçeği zekayı ölçme amacının yanında çocuğun zihinsel süreçleri hakkında bilgi sahibi olmamızı da sağlamaktadır. Test, çocuğun zihinsel gelişimi hakkında bilgi vermesiyle olası problemlerin önüne geçilmesi imkanı tanımaktadır.

    Zeka puanı vermesinin yanında Wisc-r testi çocuğun anlama- kavrama yeteneklerini incelemesi, algısal mekanizmasına değinmesi ve dikkat ölçmesi açısından çocukla ilgili pek çok alanda bilgi içermektedir. Test sonuçları ile davranış problemleri, hiperaktivite, dikkat eksikliği gibi bulguları gözlemleme şansımız olmaktadır. Aynı zamanda testin uygulanırken uzman kişinin klinik gözlemleri de çocukla ilgili bilgi kaynağı oluşturmaktadır. Bu nedenle sadece test değil testin uygulandığı zaman dilimi her anlamda çocukla ilgili bilgi edinme sürecidir. Görüldüğü gibi Wisc-r testi çocuğun gelişim düzeyiyle ilgili genel bir tablo ortaya koymaktadır.

    Ortaya çıkan bilgiler doğrultusunda çocuğun iyi olduğu alanlar görülürken hangi metotla daha iyi öğrendiği de görülmüş olur. Ayrıca çocuğun geliştirilmesi gereken yönlerinin neler olduğunu ve hangi alanlarda destek alması gerektiği de test sonucunda belirlenebilir.

    Wisc-r zeka testi çok yönlü bilgi veren bir test olması bakımından pek çok davranış problemini görmemizi sağlayan bir testtir. Wisc-r testi çeşitli psikolojik durumların incelenemesinde kullanılabilir. Bu durumlar şunlardır:

    • Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
    • Öğrenme güçlüğü
    • Algılama güçlüğü
    • Okula uyum sorunları
    • Özgüven eksikliği
    • Ders başarısızlığı
    • İletişim güçlükleri
    • Sosyal kaygı
    • Okul fobisi
    • Enürezis/ Alt ıslatma – Enkoprezis/ Dışkı kaçırma
    • Saldırganlık
    • Dürtü kontrol bozuklukları

    Saymış olduğumuz bu problemlerin çocuğun zeka düzeyi ile ilgisi olup olmadığını anlamamızda Wisc-r ölçeği yordayıcı olmaktadır. Bunlara ek olarak çocuğun bellek ile ilgili olan sorunlarının tespit edilmesinde de test yardımcı sağlamaktadır.

    Wisc-r zeka testi gerçekten gerekli midir?

    Ailelerin çocuklarının başarısı ve zekasıyla fazlaca meşgul olması bazı durumlarda gerçekçi olmayan beklentilere kadar varmaktadır. Her aile çocuğunun üstün yetenekler göstermesi ve başarılı olmasını ister fakat çocuğun yaşına göre normal olan potansiyelini gözden kaçırmamak gereklidir.

    Çocuğunun normal olarak yaptıklarını bazı aileler olağan dışı olarak algılar ve çocuğunun normalin üstünde bir zekası olduğunu düşünebilir. Bu tarz durumlarda aileler çocuğun zeka düzeyini merak etmekte ve test yaptırmak için araştırmalara başlamaktadır. Ancak bu tutum doğru olmayıp çocuk üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. 

    Sadece çocuğun zekasını belgelemek amaçlı test yaptırmaya çalışmak oldukça zarar verici bir tutum olacaktır. Gereklilik olmadığı halde çocuğa test uygulanması ailelerin çocuğa karşı beklentilerinde abartıya veya eksikliğe yol açabilmektedir. Aynı zamanda bunu fark eden çocuğun başarısı ve kendine güveni de oldukça zedelenecektir. Bu nedenle çocukların yalnızca zeka puanını merak etme amacıyla test uygulaması yapılmamalıdır.

    Zeka ölçümü sonucunda belli bir puan veren bu test ile sonucunun sabit kalacağını söylemek de doğru olmayacaktır. Zeka zamanla gelişebilen bir şey olduğu için yaşam koşulları, öğrenme ve doğru eğitimle birlikte zeka puanı zaman içinde değişim gösterebilir.

    Zeka testinin gerçekten gerekli olup olmadığına ilk başta ailelerin ve öğretmenlerin fark etmesi ve sonrasında uzman kişinin görüşüyle birlikte karar verilmektedir. Genel olarak çocukta öğrenmede güçlük, derslerde başarısızlık, normal gelişim hızından yavaş gelişim gösterme, davranış problemleri, iletişim güçlükleri, algılamada güçlükler gibi durumlar gözlemlenirse gerekli incelemeler sonucunda uzman kararıyla test uygulanabilmektedir.

    Bunlarla birlikte eğer çocukta yaşıtlarının üstünde bilgi ve beceri yeteneği görülüyor; çocuk için sınıfın genel düzeyi yetersiz kalıyor ve derslerin onun için fazla basit olduğunu düşünerek sıkılıyorsa üstün zeka yeteneği için de test uygulaması yapılabilmektedir.

    Çocuk wisc-r testine hazırlanırken nelere dikkat edilmeli?

    Testin gerekli olduğuna emin olduktan sonra çocuğun teste hazırlanması testin başarıyla sonuçlanması için zorunludur. Wisc-r zeka testi uzun süren ve çok sayıda alt testi bulunan bir test olması sebebiyle bu süre zarfında çocuğun sıkılmaması ve farklı ihtiyaçlar nedeniyle testi yarım bırakmaması için her türlü önlem alınmalıdır.

    Öncelikle çocuk testten önce uykusunu iyi almış olmalıdır. Test sırasında uykunun bozucu etkisinin ortadan kaldırılması için uykusunu almış olması gereklidir.

    Bir diğeri ise çocuğun yorgun olmamasıdır. Okul çıkışında uygulanan testler bu nedenle pek sağlıklı olmayacak günün yorgunluğunu taşıyan çocuk için test süreci bunaltıcı olacaktır. Uykusuz ve yorgun çocuklar test sorularını baştan savma yanıtlayacak ve sonucun güvenilirliği düşük olacaktır.

    Yine aynı şekilde çocuğun testten önce aç olmaması gerekmektedir. Genel olarak test uygulaması öncesinde çocuğun temel biyolojik ihtiyaçlarının giderilmiş olması gerektiğini söylemek mümkündür.

    Ailelerin çocuğu teste hazırlarken ona bir zeka testi uygulamasına gireceğini söylememeleri de gerekmektedir. Zeka testine gireceğini duyan çocukta bu durum gerginlik, endişe ve kaygı gibi faktörleri artırmakla birlikte çocuğun gerçek performansını göstermesinde olumsuz etki yaratabilmektedir.

    Çocuğa uygulama hakkında gerekli olan açıklama ve bilgilendirme uzman tarafından yapılmalıdır.

    Çocuğun teste hazırlanması kadar önemli bir konu da test ortamıdır. Test yapılacak ortamın iyi aydınlatılmış, sessiz, dikkat dağıtıcı unsurlardan arındırılmış olması da oldukça önemlidir.

    Wisc-r test sonucu ne ifade eder?

    Ortalama olarak 1,5 – 2 saat süren test uygulaması yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir.

    Test bitiminde değerlendirme için puan hesaplaması yapılmaktadır. Puan sonucu tek başına yeterli olmamakla birlikte uzmanın uygulama esnasında çocuğa ilişkin gözlemleri de hesaba katılmalıdır.

    Alt testlerden oluşan Wisc-r testi değerlendirmesi yapılırken her alt test çocuk hakkında farklı bilgiler verdiği için ayrı ayrı değerlendirilmeli ve her alt testin birbiri ile ilişkisi raporda sunulmalıdır. Yani testin sonucu puanlar arası ilişkiler ve puan aralıklarına göre değerlendirilmektedir.

    Test sonucunda ortaya çıkan zeka puanı aile ile paylaşılmayıp, aileye, çocuğun gelişim düzeyi hakkında rapor sunularak, çocuğun güçlü tarafları veya geliştirilmesi gereken yönleri hakkında bilgiler verilir.

    Teste göre üç farklı puan türü bulunmaktadır. Bunlar: 1- Sözel Alan Puanı, 2- Performans Alan Puanı, 3- Genel Zeka Puanı

    Sözel test puanı ile performans test puanı arasındaki fark büyükse araştırılmalıdır. Eğer sözel alan puanı performans alanından düşükse bu sonuç çocukla ilgili öğrenme güçlüğü (disleksi) sorununu akla getirmektedir.

    Öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklarda okul bilgileri yetersiz olduğundan ve sözel bölüm bilgi, kavrama ve anlama yetilerini ölçtüğünden, bu durum akla gelmektedir.

    Performans alanındaki puan sözel alandan düşük çıkarsa sözel olmayan öğrenme güçlüğü sorunundan şüphe edilmektedir. Ciddi puan farkları olduğu durumlar ek gözlemler ve testlerle mutlaka araştırılmalıdır.

    Wisc-r testi üstün yetenekli çocukların ayırt edilmesinde de oldukça belirleyici olmaktadır. Test sonucuna göre üstün yetenekli çocuklar için becerilerini ortaya çıkartacak farklı bir eğitim planı geliştirilebilmektedir.

    Bunun tersine zeka düzeyi düşük ve sınırın altında kalan zeka geriliği yaşayan çocukların da özel eğitim programlarına yönlendirilmesi ve becerilerini geliştirici uygun eğitim almaları sağlanabilir.

    Wisc-r zeka testi sonucunda çocuğun görsel muhakeme yeteneği, işitsel dikkati, dikkatini odaklama becerisi gibi durumlar da ölçülebilmektedir.

    Bunların yanı sıra kendine güvenmede sorun yaşayan çocuklar test sırasında ipuçları vermekte ve kendini ifade etmede zorluk yaşayan çocuklar gözlenebilmektedir. Özellikle de okullarda uyumsuz ve farklı gelişen çocukların neden sorun yaşadıkları test sonucunda ortaya çıkarak öğretmenlerle paylaşılmaktadır.

    Kısacası Wisc-r, zeka testi olarak kabul görse de bir zeka puanı ortaya koymakla birlikte çocuğun bilişsel yetilerindeki güçlü ve zayıf yönlerin tayin edilmesinde yarar sağlayan ve çocuğun genel kişiliği hakkında bilgi sunan bir ölçme aracıdır.

    Referanslar
    1. Özgüven, İbrahim Ethem, Psikolojik Testler. Nobel Akademik Yayıncılık, 15. Basım, Kasım 2017.
    2. Bee,Helen, Çocuk Gelişim Psikolojisi.  İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1. basım  2009.
    3. Budak, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları, 2017.
    4. Butcher, James N. Anormal Psikoloji. Kaknüs Yayınları, 1. basım 2013.
    5. Öztürk, Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2015.
    6. Aydın, A. (1999). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. Alfa Yayınları.
  • Aleksitimi olduğumu nasıl anlarım?

    “Aleksitimi nedir?” “ve “Aleksitimi tedavisi nasıl olur?” soruları, bu yazının cevaplamaya çalıştığı sorulardır. Yazı, Psikolog Gül Demet Kurt tarafından kalem alındı.

    Duygular insanoğlunun varlığından itibaren süregelen, ruhsal durumu hakkında bilgi veren ve kişiden kişiye göre değişim göstererek farklılaşıp tüm insanlar tarafından ortak hissedilen bir yaşantıdır. Farklı durumlarda nasıl tepki verileceği ile ilgili bilgi sağlayan duyguların, birey tarafından başarılı bir şekilde adlandırılması ve bu duygusal deneyimin farkında olarak hareket edilmesi karşılıklı ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır .

    Günlük yaşamda bireyler arasında anlamlı ve başarılı bir iletişimin kurulmasında önemli bir işleve sahip olan duygular, kişilerarası sosyal etkileşimin oluşmasında, yaşanılan bir olaya ilişkin duyguların konuşulup paylaşılmasında, bireyin hem kendisinin hem de çevresinde bulunan insanların duygusal tepkilerinin farkına varması ve buna karşılık duygusal ifadelerini kontrol etmesinde etkin bir rol oynamaktadır. Duyguların tanımlanması ve ifade edilmesi bu denli bir öneme sahip olmasına karşın, insanoğlunun varlığından itibaren bir problem oluşturduğu ve böylece duygusal problemlerle yakından ilişkili olan aleksitimi kavramını gündeme getirdiği söylenmektedir.

    Aleksitimi nedir?

    Bireylerin kendi duygularını tanıma, tanımlama ve ifade etmede zorluk çekmesi olarak bilinen aleksitimi kelime anlamı olarak Yunanca’da a = yok, lexis = söz, thymos = duygu kelimelerinden meydana gelmektedir. Bu kavram ilk kez Sifneos tarafından bireylerin duygularını tanıma ve tanımlamadaki zorluklarını ifade etme amacıyla kullanılmıştır.

    Bu doğrultuda aleksitimi bireyin yaşam kalitesini düşürmekte ve duyguları tanıma ve tanımlama sürecinde büyük bir eksiklik yaratmakta olup bireyin karşılıklı ilişkilerde depresyona girmesine, gerilim yaşamasına, yalnızlık çabası geliştirmesine ve dış uyaranlara karşı endişe duymasına da yol açabilmektedir.

    Ayrıca aleksitiminin depresyon, yeme bozukluğu, somatoform bozukluk, anksiyete bozuklukları, şizofreni, madde kötüye kullanım gibi birden fazla psikiyatrik bozuklukla görülebileceği söylenmektedir.

    Aleksitimi belirtileri nelerdir ?

    • Belirtinin ilk sırasında kişinin kendi duygularını anlaması/anlamlandırmasında güçlük çektiği ve kişinin kendi duygularını sözel olarak ifade edemediği
    • Kişinin başkasının duygularını anlama/anlamlandırmasında güçlük çektiği
    • Empati becerisinden yoksun olduğu
    • Vücudunun çeşitli bölgelerinde yaygın ağrıların olabildiği
    • Mide sorunları ile karşı karşıya kalabildiği
    • Sosyal ilişkilerde bulunamayıp yalnızlığa sürüklenebildiği
    • Sınırlı hayal gücüne sahip olduğu
    • Duygusal farkındalığının yetersiz olduğu (Torrado, Ouakinin ve Nicolau, 2013; Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).

    Aleksitimi nedenleri nelerdir?

    • Aleksitimi, beynin duyguları tanıma ve tanımlamadan sorumlu olan bölgenin yetersiz işleyişi nedeniyle ortaya çıkabilmektedir.
    • Aleksitimi genler yolu ile aktarılabilmektedir.
    • Çocukluk çağında koşulsuz sevgi ve ilgiden yoksun bir ortamda yetişen kişilerde ortaya çıkabilmektedir.
    • Sosyalleşme ortamının eksikliğinden kaynaklanabilmektedir.

    Aleksitimi tanısı nasıl konur?

    Aleksitimi hastalığına tanı koyabilmede özel psikolojik testler kullanılmaktadır. Bu testlerden en yaygın olan Toronto Aleksitimi Ölçeği kullanılmaktadır. Bir kendini değerlendirme ölçeği olan bu ölçek 20 sorudan meydana gelmekte ve duyguları tanımlamakta zorluk, duyguları ifade etmekte zorluk ve dışsal odaklı düşünce boyutlarından oluşmaktadır. (Bakınız: Toronto Aleksitimi Ölçeği)

    Aleksitimi tedavisi nasıl olur?

    Aleksitimik özelliklerin giderilmesinde konuşma odaklı terapiler, diğer bir ifadeyle psikoterapiler önemli bir rol oynamaktadır.

    Psikoterapi kişinin duyguları tanıma/tanımlama veya anlama/anlamlandırma becerisindeki yetersizliği ve yetersizliğin altındaki etkenleri kavrayabilmeye yardımcı olabilmektedir (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014). Diğer taraftan psikoterapinin kişinin kendi duygularını tanımlama ve başkalarının duygularını değerlendirmede duygusal olgunlaşmayı geliştirdiği de belirtilmektedir. Böylece duygusal olgunlaşma sayesinde kişi hem duygularının farkında olacak hem de yaşadığı olumlu veya olumsuz bir durum karşısında nasıl hareket edebileceği konusunda sıkıntı yaşamayacaktır.

    Kişinin, aleksitimik davranışlarını bilişsel yöntem ve tekniklerin yardımıyla yorumlayarak kavramsallaştırmasının tedavi sürecini olumlu yönde etkileyeceği belirtilmektedir. Böylece yorumlayıp kavramsallaştırma sayesinde kişi duygu ve düşüncelerini ayırt etmeyi ve doğru tanımlamayı öğrenmekte ve bu da kişide bedenselleştirmeyi azaltarak duygularını sözel gücüyle etkili bir şekilde aktarmasını sağlamaktadır.

    Duygular insanoğlunun varlığından itibaren süregelen, ruhsal durumu hakkında bilgi veren ve kişiden kişiye göre değişim göstererek farklılaşıp tüm insanlar tarafından ortak hissedilen bir yaşantıdır. Farklı durumlarda nasıl tepki verileceği ile ilgili bilgi sağlayan duyguların, birey tarafından başarılı bir şekilde adlandırılması ve bu duygusal deneyimin farkında olarak hareket edilmesi karşılıklı ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır .

    Günlük yaşamda bireyler arasında anlamlı ve başarılı bir iletişimin kurulmasında önemli bir işleve sahip olan duygular, kişilerarası sosyal etkileşimin oluşmasında, yaşanılan bir olaya ilişkin duyguların konuşulup paylaşılmasında, bireyin hem kendisinin hem de çevresinde bulunan insanların duygusal tepkilerinin farkına varması ve buna karşılık duygusal ifadelerini kontrol etmesinde etkin bir rol oynamaktadır. Duyguların tanımlanması ve ifade edilmesi bu denli bir öneme sahip olmasına karşın, insanoğlunun varlığından itibaren bir problem oluşturduğu ve böylece duygusal problemlerle yakından ilişkili olan aleksitimi kavramını gündeme getirdiği söylenmektedir.

    Referanslar
    1. Barchard, K. A., Bajgar, J., Leaf, D. E., & Lane, R. D. (2010). Computer Scoring of the Levels of Emotional Awareness Scale. Behavior Research Methods, 42(2), 586-595.
    2. Carton, S., Bayard, S., Paget, V., Jouanne, C., Varescon, I., Edel, Y., & Detilleux, M. (2010). Emotional Awareness in Substance-Dependent Patients. Journal of Clinical Psychology, 66(6), 599-610.
    3. Deniz, E. M., Özer, E., & Işık, E. (2013). Duygusal Zekâ Özelliği Ölçeği-Kısa Formu: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Eğitim ve Bilim Dergisi, 38(169), 407-419.
    4. Koçak, R. (2002). Aleksitimi: Kuramsal Çerçeve Tedavi Yaklaşımları ve İlgili Araştırmalar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 35(1-2), 183-212.
    5. Kuzucu, Y. (2006). Duyguları Fark Etmeye ve İfade Etmeye Yönelik Bir Psiko-Eğitim Programının, Üniversite Öğrencilerinin Duygusal Farkındalık Düzeylerine, Duyguları İfade Etme Eğilimlerine, Psikolojik ve Özen İyi Oluşlarına Etkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
    6. Şaşıoğlu, M., Gülol, Ç., & Tosun, A. (2014). Aleksitimi: Tedavi Girişimleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1), 22-31.
    7. Torrado, M. V., Ouakinin, S. S., & Nicolau, L. B. (2013). Alexithymia, Emotional Awareness and Perceived Dysfunctional Parental Behaviors in Heroin Dependents. Int J Ment Health Addiction, 11, 703-718.
  • Psikodinamik Yaklaşım Nedir?

    Psikodinamik yaklaşım, insan davranışını, kişiliği şekillendiren, tavırları etkileyen ve duygudurum bozukluklarını ortaya çıkaran bilinçdışı güdüler açısından inceleyen psikolojik ve psikiyatrik yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımda önemli olan, bozuklukların işaretleri ve belirtilerine odaklanan nozolojik yaklaşımın aksine davranış köklerinin izini sürmektir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Saul McLeod tarafından yazıldı, 2017 yılında güncellendi.

    • Psikodinamik yaklaşım, psikolojideki insan işleyişini kişinin bünyesindeki, özellikle bilinçdışı ve kişiliğin farklı yapıları arasındaki dürtü ve güçlere dayalı bir etkileşim olarak gören tüm teorileri içerir.
    • Orijinal psikodinamik teori Freud’un psikanalizidir. Ancak, psikodinamik yaklaşım bir bütün olarak Freud’un fikirlerine dayanan tüm teorileri içerir. Örn. Jung (1964), Adler (1927) and Erikson (1950).
    • Psikodinamik ve psikanalitik kelimeleri genellikle karıştırılır. Psikanalitik kavramı Freud’un teorileri için kullanılırken, ‘psikodinamik’ kavramının hem Freud’un hem de onun takipçilerinin teorileri için kullanıldığını unutmayın.
    • Freud’un psikanalizi hem teori hem de terapidir.

    Sigmund Freud, 1890’lar ve 1930’lar arasında psikolojiye yönelik psikodinamik yaklaşımın temellerini oluşturan toplu teoriler geliştirdi.

    Teorileri klinik verilerden elde edilmiştir -örn. hastalarının ona terapi sırasında söylediklerinden. Psikodinamik terapist genellikle depresyon veya anksiyete ile ilgili rahatsızlıkları olan hastaları tedavi eder.

    Temel varsayımlar

    Davranışlarımız ve hislerimiz büyük oranda bilinçdışı dürtülerden kaynaklanır:

    Bilinçdışı, bilinç tarafından ulaşılamayan fakat yargıları, hisleri ve davranışları etkileyen zihinsel süreçleri kapsar (Wilson, 2022).

    Freud’a göre (1915), bilinçdışı insan davranışının birincil kaynağıdır. Tıpkı bir buz dağı gibi, zihnin en önemli kısmı göremediğiniz kısmıdır.

    Hislerimiz, dürtülerimiz ve kararlarımız büyük oranda geçmiş tecrübelerimizden ve bilinçdışında depolananlardan etkilenir.

    Yetişkinlik dönemimizdeki psikolojik rahatsızlıklar da dâhil olmak üzere davranışlarımız ve hislerimizin kökleri çocukluk tecrübelerimize dayanır:

    Psikodinamik teori, çocukluğumuzda yaşadığımız olayların yetişkinlikteki yaşamımızda ve kişiliğimizi şekillendirmede büyük bir etkisinin olduğunu belirtir. Çocukluğumuzda meydana gelen olaylar bilinçdışında kalır ve yetişkinlik döneminde sorunlara neden olur.

    Kişilik, dürtülerin çocukluk döneminin farklı zamanlarında (psikoseksüel gelişim dönemi sırasında) farklı çatışmalarla değişmesiyle şekillenir.

    Her davranışın, dil sürçmesinin bile, genellikle bilinçdışı olmak üzere bir sebebi vardır. Bu nedenle, her davranışın bir sebebi vardır.

    Psikodinamik teori, davranışlarımızın sebebini üzerinde kontrolümüzün olmadığı bilinçdışı faktörler üzerinden değerlendirdiğinden oldukça belirlenimcidir.

    Bilinçdışı düşünceler ve hisler, yaygın bir şekilde Freudyen sürçmeler veya dil sürçmeleri olarak bilinen parafrakslar şeklinde bilinçli zihne aktarılabilir. Söylemek istemediğimiz bir şeyi söyleyerek aslında aklımızda olan şeyi ortaya çıkarabiliriz.

    Freud, dil sürçmelerinin bilinçdışına bir içgörü sağladığına, bir kaza olmadığına ve dil sürçmeleri dâhil olmak üzere her davranışın önemli olduğuna inanmıştır. (örn. her davranışın bir sebebi vardır.)

    Kişilik üç kısımdan oluşur: İd, ego ve süper-ego

    İd, kişiliğin ilkel ve içgüdüsel bileşenidir. İd, cinsel (yaşam) içgüdüsü olan ve libidoyu da içine alan Eros ve saldırganlık (ölüm) içgüdüsü Thanatos’u kapsayan ve doğumdan itibaren var olan tüm kalıtsal (biyolojik) kişilik bileşenlerini içerir.

    Ego, gerçek dışı id ve gerçek dış dünya arasında ara buluculuk yapmak üzere gelişir. Kişiliğin karar alan bileşenidir. Süper-ego, kişinin ebeveynlerinden veya başkalarından öğrendiği değerler ve toplumsal ahlak kurallarını kapsar.

    Bilinçdışının bölümleri (id ve süper-ego) zihnin bilinçli bölümüyle (ego) sürekli bir çatışma hâlindedir. Bu çatışma, egonun savunma mekanizmalarını kullanmasıyla başa çıkılabilecek bir kaygı durumu yaratır.

    Psikodinamik özet

    • Temel Özellikler:
      • Üç Kısımdan Oluşan Kişilik
      • Gelişimin Psikoseksüel Evreleri
      • Bilinçdışı
      • Dürtü / İçgüdü Teorisi (Eros, Thanatos)
      • Savunma Mekanizmaları (bastırma)
      • Oedipus / Elektra Kompleksi
    • Metodoloji:
      • Vaka Çalışmaları (Küçük Hans)
      • Rüya Analizi
      • Serbest Çağrışım
      • Projektif Testler (TAT, Mürekkep Testi)
      • Dil Sürçmeleri
      • Hipnoz
    • Varsayımlar:
      • Davranışın başlıca sebeplerinin kaynağı bilinçdışındadır.
      • Psişik determinizm: her davranışım bir sebebi/nedeni vardır. Örn. dil sürçmeleri (özgür irademiz yoktur.)
      • Davranışlar, Eros (Yaşam) ve Thanatos (Ölüm) adı verilen içgüdüsel dürtülerden kaynaklanır.
      • Bilinçdışının farklı bölümleri (id, ego ve süperego) sürekli bir çatışma içerisindedir.
      • Yetişkinlik dönemindeki psikolojik rahatsızlıklar da dâhil olmak üzere davranışlarımız ve hislerimizin kökleri çocukluk tecrübelerimize (psikoseksüel evrelere) dayanır.
    • Freud’un Katkıları:
      • Vaka Çalışmaları (Küçük Hans)
      • Bilinçdışı
      • İçgüdüler / Dürtüler
      • Projektif Testler (TAT, Mürekkep Testi)
      • Savunma Mekanizmaları (örn. Bastırma)
      • Çocukluk Döneminin Önemi
      • Kişilik (id, ego süper-ego)
    • Zayıf Noktalar
      • Vaka Çalışmaları – Öznel yorumlama
      • Bilimsel değil (ampirik bulgularda eksiklik)
      • Fazla belirlenimci (çok az özgür irade)
      • Temsil Etmeyen Örnekler (Viyana’dan)
      • Küçük Hans klasik bir kandırmaca

    Psikodinamik teorinin tarihi

    Freud’un aklı hocası ve arkadaşı Dr. Joseph Bruer’ın hastası Anna O, 1800 yılından 1882 yılına kadar histeriden muzdaripti.

    1895 yılında Breuer ve asistanı Sigmund Freud Histeri Üzerine Çalışmalar adlı bir kitap yazdı. İçeriğinde teorilerini açıkladılar: Her histeri, kişinin dünya anlayışı ile bütünleşemeyen travmatik bir tecrübenin sonucudur. Bu yayım, Sigmund Freud’u “psikanalizin babası” olarak kabul eder.

    Freud, 1896’dan itibaren kendi sisteminin kilit noktasını buldu ve bunu psikanaliz olarak adlandırdı.

    İçeriğinde hipnoz yerine “serbest çağrışım” kavramını kullandı.

    Freud, 1900 yılında psikanalitik hareketin önemini tesis eden ilk büyük işi olan Rüyaların Yorumu kitabını yayımladı.

    Freud, 1902 yılındaadı sonradan Viyana Psikanaliz Derneği olarak değişen Çarşamba Psikoloji Derneği’ni kurdu.

    Freud, kuruluş büyüdükçe “Komite” adı altında sadık takipçilerinden oluşan bir beyin takımı kurdu. Bu beyin takımına Sàndor Ferenczi, Hanns Sachs, Otto Rank, Karl Abraham, Max Eitingon ve Ernest Jones dâhildi.

    Birleşik Devletler’i ziyaretini takip eden yıllarda Uluslararası Psikanaliz Derneği kuruldu. Freud, Carl Jung’u Derneği yönetmek üzere varisi seçti. Avrupa ve diğer yerlerdeki büyük şehirlerde bölge kuruluşları oluşturuldu. Yeni disiplinin teorisini, terapisini ve kültürel uygulamalarını tartışmak üzere düzenli toplantılar ve kongreler düzenlendi.

    Şizofreni üzerine olan çalışması Erken Bunama Psikolojisi, Jung’u Sigmund Freud ile işbirliği yapmaya itti.

    Jung’un Freud ile yakın işbirliği 1913’e kadar sürdü. Jung, Freud’un libido ve ensest ilişki üzerine yaptığı tamamen cinsellikle ilgili tanımlara gittikçe daha eleştirel bakmaya başladı. Jung’un Wandlungen und Symbole der Libido yayımı, (İngilizce’de The Psychology of the Unconscious olarak bilinir) son noktanın konulmasına neden oldu.

    Bu kriz sürecinin oluşumunu takiben Jung, Analitik Psikoloji adı altında sistematik olarak kendi teorilerini geliştirdi. Jung’un kolektif bilinçdışı ve arketip kavramları, Doğu ve Batı’daki inancı, mitleri, simyayı ve uçan daireleri keşfetmesine yol açtı.

    Freud’un kızı Anna Freud, çocuklara psikanaliz uygulamada uzmanlaşarak İngiliz psikolojisinde büyük bir güç hâline geldi. Ben ve Savunma Mekanizmaları (1936) en bilinen eserleri arasındadır.

    Eleştirel değerlendirme

    Psikodinamik yaklaşım, günümüzde birçok psikolojik terapinin dayandığı ilk “konuşma tedavisi” olan psikanalizi ortaya çıkarmıştır.

    Psikodinamik yaklaşımın en büyük eleştirel yanı insan davranışını analiz edişinde bilimsellik barındırmamasıdır. Freud’un teorilerinin merkezindeki kavramlardan çoğu özneldir ve bu nedenle bilimsel olarak test edilmeleri zordur.

    Örneğin, bilinçdışı zihin veya kişiliğin üç bölümü gibi kavramlar üzerinde bilimsel çalışmalar yapmak ne kadar mümkün olabilir? Bu bakımdan, teorileri deneysel olarak araştırılamayacağından , psikodinamik bakış açısının yanlışlanabilirliği tartışmalıdır.

    Yine de bilişsel psikoloji, işlemsel bellek (Tulving, 1972), otomatik düşünce (Bargh ve Chartrabd, 1999; Stroop, 1935) gibi bilinçdışı süreçleri tanımlamıştır ve sosyal psikoloji örtük düşüncenin (Greenwald ve Banaji, 1995) önemini göstermiştir. Bu tür deneysel bulgular, bilinçdışı süreçlerin insan davranışındaki rolünü kanıtlamıştır.

    Kline (1989), psikodinamik teorinin hipotezler dizisinden oluştuğunu; bir kısmının diğerlerine göre daha kolay bir şekilde test edilebildiğini, diğerlerinin ise daha fazla destekleyici kanıta ihtiyacının olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, psikodinamik yaklaşımın teorileri kolayca test edilemeyebilir. Ancak bu durum, bu teorilerin açıklayıcı bir gücü olmadığı anlamına gelmez.

    Bununla birlikte, psikodinamik teorilerin birçok kanıtı Freud’un vaka çalışmalarından elde edilmiştir. (örn. Küçük Hans, Anna O). Buradaki temel problem, bu vaka çalışmalarının detaylı olarak sadece tek bir kişi üzerinde çalışılması ve Freud’a değinilerek söz konusu kişilerin (hastalarının) çoğunun genellikle Viyana’daki orta yaşlı kadınlardan oluşmasıdır. Bu durum, genellemelerin daha büyük bir nüfusa (tüm dünyaya) yapılmasını zor hâle getiriyor.

    Vaka çalışması yöntemi ile ilgili başka bir sorun ise araştırmacıların önyargısını çekmeye yatkın olmasıdır. Freud’un klinik çalışmalarının yeniden incelemesi yapıldığında, teorilerine ‘uyum’ sağlaması için bazı hastalarının vaka geçmişlerinde değişiklik yaptığı görülmüştür.

    Hümanistik/ insancıl yaklaşım, psikodinamik bakış açısının fazla belirlenimci olduğu eleştirisinde bulunur. Freud, tüm düşüncelerin, davranışların ve duyguların çocukluk tecrübelerimiz ve bilinçdışı zihinsel süreçlerimiz tarafından belirlendiğini öne sürer. Bu bir zayıflıktır çünkü bu durum davranışlarımız üzerinde özgür irademiz olmadığını gösterir ve kişisel iradeye (özgür irade) pek olanak sağlamaz.

    Son olarak, psikodinamik yaklaşım kadınlara yönelik cinsiyetçilik yapması ile eleştirilir. Örneğin, Freud kadınların penise imrendikleri için erkeklerden daha aşağı seviyede olduklarına inanırdı. Ayrıca, kadınların daha zayıf süper-egolar geliştirmeye daha yatkın ve erkeklere göre anksiyeteye daha meyilli olduklarını düşünürdü.

    Bazı kavramların tanımları

    Bu sayfada, psikodinamik psikoterapi ile ilgili bazı kavramların sözlük anlamlarını paylaşmak istiyorum. İlgilisi için işe yarayacağını umuyorum.

    Dinamik

    1. kuvvetle ilgili.
    2. sürekli değişen veya değişmekte olan.
    3. güdülenme, zihinsel süreçler ve güç ile etkileşimin karmaşıklıklarına önem veren psikoloji sistemleri. Dinamik psikoloji ve psikodinamiğe de göz atın. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Dinamik psikoloji

    1. güdü veya dürtüye önem veren herhangi bir psikoloji sistemi

    2. davranışla alakalı olarak nedensellik ve güdülenmeye, özellikle uyarıcı-tepki ilişkisinin davranış mekanizması olarak kabul edildiği ve dürtülerinin aracı değişken olduğu uyarıcı-organizma-tepki zincirine önem veren bir psikoloji teorisi. U-O-T (Uyarıcı-Organizma-Tepki) psikolojisine göz atın. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Dinamik model

    Psikanalitik teoride zihnin, kişiliği şekillendiren, davranışı güdüleyen ve duygudurum bozukluklarını ortaya çıkaran altta yatan bilinçdışı dürtüler ve iç güdüler ile açıklanabileceğini düşünen görüş. Ekonomik model ile topografik modeli karşılaştırın. Metapsikolojiye de göz atın. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Dinamik formülasyon

    Danışanın davranışları, kişisel özellikleri, tavırları ve belirtilerinden edinilen klinik materyalin, terapistin danışanı anlayabileceği ve tedavisini etkili bir şekilde planlayabileceği şekilde düzenlenmesi üzerine devam eden çaba. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik

    1. zihinsel ve duygusal süreçlerin, güdülerin ve dürtülerin gelişimi, değişimi ve etkileşimine önem veren herhangi bir sistem veya bakış açısı.
    2. tavır, eylem, belirti veya psikolojik rahatsızlık gibi belirli bir olay veya duruma sebep olan bilinçli veya bilinçsiz güdüsel güçler örüntüsü. Bu güçler, biyolojik ihtiyaçlar (örn. açlık, seks) gibi dürtüler, arzular, duygular ve savunma mekanizmalarını da içerir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik teori

    özellikle Sigmund Freud olmak üzere, Anna Freud, Carl Jung ve Melanie Klein gibi meslektaşları ve takipçileri tarafından geliştirilen ve kökleri onlara dayanan psikanalitik teorileri kapsayan, kişinin içinde bulunan dürtülerin ve diğer güçlerin etkileşimine dayanan insan işleyişine yönelik teorilerinin bir topluluğu. Daha sonra ortaya çıkan psikodinamik teoriler, dürtü ve güdülerin birlikte çalışması ile ilgili kavramları bir dereceye kadar korurken aynı zamanda değişim sürecini vurgular ve kişilik gelişimine yönelik kişiler arası ve etkileşimsel bakış açılarını birleştirir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik tanı kılavuzu (pdm)

    Psikolojik rahatsızlıkların tanı ve tedavisi için bireysel kişilik, duygusal, sosyal ve kişiler arası işlevselliğin hem sağlıklı hem de uyumsuz biçimleriyle geniş bir anlayış çerçevesinde incelendiği bir el kitabı. 2006 yılında Amerikan Psikanaliz Derneği, Uluslararası Psikanaliz Derneği, Amerikan Psikoloji Derneği Bölüm 39 (Psikanaliz), Amerikan Psikanaliz ve Dinamik Psikiyatri Akademisi ve Klinik Sosyal Hizmette Psikanaliz Ulusal Üyelik Komitesi tarafından yayımlanmıştır. Psikodinamik Tanı Kılavuzunun, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabının (bkz. DSM–IV–TR; DSM–5) ve Hastalıkların Ulusal Olarak Sınıflandırmasının tamamlayıcısı olarak hizmet etmesi amaçlanmıştır. Sınıflandırma, mevcut sinirbilim ve tedavi sonucu araştırmalarına dayansa da psikodinamik teorideki birçok kavrama uyar. Bu tanı çerçevesi, (a) sağlıklı ve düzensiz kişilik işleyişini; (b) duyguları ilişkilendirme, anlama ve ifade etme, stres ve kaygı ile başa çıkma, duygu ve davranışları gözlemleme ve ahlaki yargılar oluşturma gibi kalıplar dâhil olmak üzere zihinsel işleyişin bireysel profillerini; ve (c) her bireyin belirtileriyle ilgili deneyimlerindeki farklılıklar dâhil olmak üzere belirti kalıplarını tanımlar. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    Psikodinamik psikoterapi

    Psikanalitik gelenek içinde yer alan veya ondan türeyen, bireyleri güdü ve dürtü gibi bilinçdışı güçlere karşı tepki veren kişiler olarak gören, değişim ve gelişim süreçlerine odaklanan, kendini anlama ve bilinçdışının ne olduğuna anlam verme konularına büyük önem veren psikoterapi türleri. Birçok psikodinamik terapi, tedavide bilinç dışıyla başa çıkmaya önem verme ve aktarımı analiz etme gibi belirli ortak özellikleri paylaşır. Dinamik psikoterapi adı da verilir. [Kaynak: dictionary.apa.org]

    https://psikodinamikatolye.com/psikodinamik-psikoterapi/
    Referanslar

    Metnin orijinali: McLeod, S. A. (2017). The psychodynamic approach. www.simplypsychology.org/psychodynamic.htmlReferanslar

    Adler, A. (1927). Understanding human nature. New York: Greenburg.

    Bargh, J. A., & Chartrand, T. L. (1999). The unbearable automaticity of being. American psychologist, 54(7), 462.

    Erikson, E. H. (1950). Childhood and society. New York: Norton.

    Freud, A. (1936). Ego & the mechanisms of defense.

    Freud, S., & Breuer. J. (1895). Studies on hysteria. In Standard edition (Vol. 2, pp. 1–335).

    Freud, S. (1896). Heredity and the etiology of the neuroses. In Standard edition (Vol. 3, pp. 142–156).

    Freud, S. (1900). The interpretation of dreams. In Standard edition (Vols. 4 & 5, pp. 1–627).

    Freud, S. (1909). Notes upon a case of obsessional neurosis. In Standard edition (Vol. 10, pp. 153–249).

    Freud, S. (1909). Analysis of a phobia of a five year old boy. In The Pelican Freud Library (1977), Vol 8, Case Histories 1, pages 169-306.

    Freud, S. (1915). The unconscious. SE, 14: 159-204.

    Freud, A. (1936). The Ego and the Mechanisms off Defense. International Universities Press, Inc.

    Greenwald, A. G., & Banaji, M. R. (1995). Implicit social cognition: attitudes, self-esteem, and stereotypes. Psychological review, 102(1), 4.

    Jung, C. G. (1907). Ueber die Psychologie der Dementia praecox. Psychological Bulletin, 4(6), 196-197.

    Jung, C. G. (1912). Wandlungen und Symbole der Libido: Beiträge zur Entwicklungsgeschichte des Denkens. F. Deuticke.

    Jung, C. G., et al. (1964). Man and his Symbols, New York, N.Y.: Anchor Books, Doubleday.

    Kline, P. (1989). Objective tests of Freud’s theories. Psychology Survey, 7, 127-45.

    Stroop, J. R. (1935). Studies of interference in serial verbal reactions. Journal of experimental psychology, 18(6), 643.

    Sulloway, F. J. (1991). Reassessing Freud’s case histories: The social construction of psychoanalysis. Isis, 82(2), 245-275.

    Tulving, E. (1972). Episodic and semantic memory. In E. Tulving & W. Donaldson (Eds.), Organization of Memory, (pp. 381–403). New York: Academic Press.

    Wilson, T. D. (2004). Strangers to ourselves. Harvard University Press.

  • Anksiyete Nedir? Anksiyete Atağı Neden Olur?

    Anksiyete, her ne kadar son derece insani bir deneyim olsa da, yoğunluğu artıp, anksiyete atağı haline geldiğinde, korkunç, yoğun ve dehşet verici olabilir. Anksiyete atağı, çok güçlü bir deneyim olduğu için, kontrolümüz dışındaymış gibi gelebilir bize.

    Bir anksiyete atağı yaşamak kadar zorlayıcı olan şeylerden biri, aynı şeyi tekrar yaşama endişesi olabilir. Bu endişe zihninizi o kadar meşgul eder ki, hayatınızı felce uğratabilir. Bununla birlikte, anksiyete belirtileri, doğru bilgi ve destekle,  başarılı bir şekilde ele alınabilir. Hiç kimse gereksiz (üstesinden gelinebilecek)  bir acıyla ömür boyu mücadele etmek zorunda değildir.

    Bu yazıda cevabını bulabileceğiniz bazı sorular şunlardır:

    • Anksiyete nedir?
    • Anksiyete belirtileri nelerdir?
    • Anksiyete nedenleri nelerdir?
    • Anksiyete tedavisi nasıl olur?

    Anksiyete nedir?

    Anksiyete, gerçek ya da hayali bir olay, durum veya koşuldan kaynaklanan belirsizlik, endişe ve korku durumudur. Başka bir deyişle, herhangi bir şeyin bir şekilde bize zarar vereceği veya bizi tehlikeye atabileceği konusunda endişelenirsek (Gerçek bir tehlike olmasa bile, böyle bir algının olması yeterli olabilir.), bu korku halini yaratır.

    Endişeli olduğumuzda, yani bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımızı düşündüğümüzde, vücudumuz bir stres tepkisi üretir. Stres tepkisi, tehlike anında bize farkındalık ve enerji için ek bir güç sağlamak üzere tasarlanmıştır. Stres tepkisi, vücudun, algılanan bir tehditle başa çıkma yeteneğini arttıran fizyolojik, psikolojik ve duygusal değişiklikler yapmasına neden olur. Bu değişiklik de, tehlikeden kaçmamızı veya onunla mücadele etmemizi kolaylaştırır.

    Oluşan stres tepkisinin derecesi ve üzerimizdeki fizyolojik, psikolojik ve duygusal etkisi, anksiyete derecesiyle doğrudan orantılıdır. Mesela, yeni biriyle tanışma konusunda biraz endişe duyuyorsanız, vücut hafif bir stres tepkisi üretir. Bu tepki o kadar hafif olabilir ki, onu fark edemeyebilirsiniz bile. Bununla birlikte, evinizde bir hırsız olduğunu fark edip dehşete düşme derecesinde korktuğunuzda, vücudunuz yüksek dereceli bir stres tepkisi üretir. Genelde yüksek dereceli stres tepkileri anksiyete atakları olarak yaşanır.

    Düşük dereceli anksiyete, vücutta hafif düzeyde “savaş veya kaç” değişikliklerini tetiklerken, yüksek dereceli anksiyete , yüksek dereceli “savaş veya kaç” değişikliklerini tetikleyecektir. İşte, yüksek dereceli “savaş veya kaç” tepkilerine “anksiyete atağı” denir.

    Anksiyete belirtileri nelerdir?

    Bir anksiyete atağı, aşağıdaki belirtilerle varlığını hissettirebilir. Bu belirtilerin hepsini aynı anda yaşamak zorunda değilsiniz. Aynı zamanda anksiyete belirtileri, yoğunluk açısından da değişkenlik gösterebilir.

    • Kontrolden çıkmış korku (dehşet): Çok büyük bir tehlike karşısında hissedebileceğiniz duyguya benze bir duygudur bu.
    • Çıldırma ya da zihinsel kontrolü kaybetme endişesi: Bu endişe, “Çıldırıyor muyum?”, “Acaba kafayı mı yiyorum?”, gibi düşüncelerle kendini belli eder.
    • Ölüm korkusu
    • Sızdığınızı hissetme
    • Kasvetin artması
    • Bulunduğunuz yerden çıkıp gitme, kaçma ihtiyacı hissetme.
    • Baş dönmesi
    • Kalp atış hızınızın normalin çok üstünde olması.
    • Titreme
    • Terleme
    • Nefes darlığı
    • Göğüste basınç ve/veya ağrı hissetme.
    • Rengin sararması
    • Depersonalizasyon: Kendine yabancılaşma
      Derealizasyon: Gerçekdışılaşma, gerçeğe yabancılaşma, çevreye yabancılaşma ve içinde bulunulan gerçekle ilgisiz duygular hissetme.
    • Dizlerin bağının çözülmesi
    • Cildinizin yandığını hissetme
    • Anlayamadığınız bir şekilde sıcak ve/veya soğuk hissetme
    • Vücudunuzunfarklı bölgelerinde uyuşukluk ve karıncalanma hissi
    • Boğulma hissi, boğazınızın sıkılması veya kapanması gibi hisler. Boğazınıza bir şey sıkışmış gibi hissetmek. “Boğazıma yumru oturdu.” gibi cümlelerle kendini ifade eden bir deneyim.
    • Şaşkınlık
    • Duyarsızlık (gerçeklikten kopuk duygu, kendinden ayrı olma, normal duygulardan ayrı olma hissi)
    • Baş dönmesi
    • Endişe
    • Üzüntü
    • Kendinizi sakinleştirmede zorlanma
    • Midede düğüm, karında sıkılık hissetme
    • Mide bulantısı
    • Panik hissi
    • Dayak yemiş gibi hissetme, kalbin hızlı çarpması
    • Midede kelebekler uçuşması
    • Aniden tuvalete gitme isteği (idrara çıkma, dışkılama)
    • Kusma veya kusacakmış gibi hissetme (Kusma korkusu)
    • Ağlamaklı hissetme

    Fark ettiğiniz gibi, bir anksiyete atağı birçok fiziksel, psikolojik ve duygusal belirtilerle deneyimlenebilir. Anksiyete belirtileri, uzun bir liste oluşturuyor. Ancak her beden, kimyasal olarak kendine özgü olduğundan, anksiyete atakları her insanı farklı şekilde etkileyebilir. Sonuç olarak, anksiyete atağı belirtileri, kişiden kişiye göre, sayı, yoğunluk, süre ve sıklık açısından değişkenlik gösterebilir. Yaşadığınız belirtilerin bu listeyle tam olarak eşleşmemesi, anksiyete atağı geçirmediğiniz anlamına  gelmez. Bu, anksiyeteyi vücudunuzda daha farklı deneyimlediğiniz anlamına gelebilir. Bazılarımız, anksiyete belirtilerinin az bir kısmını düşük yoğunlukta yaşarken, bazılarımız ise tüm belirtileri yüksek yoğunlukta yaşayabilir.

    Anksiyetenizi tetikleyebilecek birçok tıbbi durum (veya hastalık) söz konusu olabilir. Bu yüzden, yaşadıklarınızın psikolojik olup olmadığını netleştirmek için bir hekimle (psikiyatrist) görüşmeniz doğru olabilir. Şayet doktorunuz yaşadığınız deneyimleri stres ve/veya anksiyete ile ilişkilendirmişse, doktorunuzun teşhisinin doğru olduğundan emin olabilirsiniz. Anksiyete belirtilerinin fark edilmesi oldukça kolaydır, ve bu belirtiler diğer tıbbi durumlarla kolayca karışmazlar.

    Anksiyete belirtileri ne kadar süre devam edebilir?

    Anksiyete atağı belirtilerinin süresi, birkaç dakika ile bir kaç saat aralığında değişkenlik gösterebilir. Atak süresi genellikle, kişinin ne kadar korktuğu ve/veya anksiyete ataklarına verdiği tepki ile belirlenir. Reaksiyon ne kadar büyük olursa atak da o kadar uzun sürebilir.

    Anksiyete belirtileri tehlikeli midir?

    Hayır. Anksiyete atağının belirtileri güçlü görünebilir ve hatta kontrolden çıkabilir; ancak zararlı değildir. Anksiyete atakları ve belirtileri, panik atak ve belirtileri ile aynıdır.

    Anksiyete ataklarını daha iyi anlayabilmek, için anksiyetenin ne olduğuna bir göz atalım isterseniz.

    Anksiyete atağı neden yaşanır?

    Anksiyete ataklarının (panik atakların) iki ana nedeni vardır:

    1. Felaketleştirici Yorumlamalar

    Anksiyete ataklarının en yaygın nedeni, ciddi bir tehlike altında olduğunuzu algılamaktır. Aşırı tehlikede olduğuna inanmak, vücudun yüksek dereceli stres tepkisi üretmesine neden olur. Yüksek dereceli bir stres tepkisi, vücutta fizyolojik, psikolojik ve duygusal olarak ciddi değişiklikler (kalp atışında hızlanma, midede ağrı gibi) yapabilir. Bu değişiklikler, “Şu anda bir tehlike ile karşı karşıyayım, bu yüzden vücudumda bunlar oluyor.” şeklinde yorumlanırsa, fazladan bir anksiyete yaşanmaz. Fakat, “Kalbim çok hızlı çarpıyor; acaba kalp krizi mi geçiriyorum?” dediğimizde ise, bir anksiyete atağını tetiklemiş oluyoruz. Aslına bakarsanız, anksiyete ataklarının en önemli sebebi, karşılaştığımız durumları felaketleştirici şekilde yorumlamaktır.

    Kişi gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kaldığında ortaya çıkan gerçekçi bir anksiyete için, anksiyete atağı düşünülmeyebilir. Anksiyete atağı, tehlike ile anksiyetemiz arasındaki orantısızlığı ifade eden bir kavram olarak da düşünülebilir.

    2. Kronik Olarak Yüksek Düzeyde Stres Yaşamak

    Stresi normal bir aralıkta yaşarsak, vücudumuz normal bir şekilde çalışır. Ancak, yaşadığımız stres kontrol dışı ve yüksek düzeyde ise, onunla başa çıkmakta zorlanabiliriz. Bu durumda yaşadığımız stresi bedenimiz üzerinden varlığını hissettirebilir. Eşi tarafından hayatı kısıtlanan bir kadını düşünelim. Sürekli “Nerdeydin? Kiminleydin? Ne yapıyordun?” gibi sorgulamalara maruz kalan, ve bu durumla başa çıkamayan kadın zamanla bunalmaya başlayacaktır. Yaşadığı bunaltının doğal sonucu olan bedensel huzursuzluğu, bir felaket işareti olarak yorumladığında ise, anksiyete atağı tetiklenecektir.

    Çoğu kişi kronik korku ya da stres yüzünden anksiyete atağı geçirir. Anksiyete ataklarının normal yaşam tarzınıza müdahale ettiği durumlarda panik bozukluğu tanısı alırsınız.

    Anksiyete belirtilerini anlamaya çalışın!

    Her şeye rağmen, anksiyete ataklarını bir işaret olarak değerlendirmek işinize yarayabilir. Anksiyete atakları, genellikle bir psikolojik ihtiyacımızın engellenmesi sonucunda tetiklenir. Söz konusu psikolojik ihtiyaçları, güven, özgürlük, güç, saygınlık, insani yakınlık vb. olarak düşünebilirsiniz.

    Anksiyete söz konusu olduğunda, onu alt etmek veya ondan kaçmak yerine, onu anlamaya odaklı bir tutum sergilemek işinize yarayabilir. Kendinizi kötü hissettiğinizde, “Acaba şu anda hangi ihtyiacım engellenmiş olabilir?” diye düşünmek size ışık olabilir.

    Anksiyete ataklarından nasıl kurtulabilirim?

    Herkes, anksiyete ataklarını nasıl durduracağını ve önleyebileceğini öğrenebilir. Bu, onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bunları nasıl kontrol altına alacağını ve önleyeceğini bilmek meselesidir. Çoğu insan, sorunlu anksiyete atakları ile uğraşır; çünkü bunları anlamaz ve bu nedenle onlardan korkar. Ne kadar çok bilirseniz o kadar iyi olur.

    • Şimdilik, anksiyete ataklarını ve belirtilerini durdurmaya ve önlemeye yardımcı olacak bazı basit ipuçları:
    • Diyafram nefesini rahatlatın (karnınızla solunum yapın). Bu, anksiyete atağına son vermeye yardımcı olacaktır.
    • Kendinizi sakinleştirin. Kendinizi yatıştırmak aynı zamanda anksiyete ataklarına da zaman içinde bir son verecektir.
    • Vücudunuzu olabildiğince rahatlatın. Rahatlama, vücudunuzun stres tepkisini kapatmasına neden olur; bu da zaman içinde bir anksiyete atağının sona ermesine neden olur.
    • Yürüyüşe çıkın. Boş zaman yürüyüşü stres tepkisini kapatabilir.
    • Anksiyete ataklarının zararlı olmadığını unutmayın. Bu ataklar endişe ve korku için sadece güçlü reaksiyonlardır.
    • Anksiyete ataklarının her zaman sona erdiğini unutmayın. Kendinizi sakinleştirirseniz, o kadar çabuk biter.
    • Stres seviyesini azaltın, istirahatınızı arttırın ve vücudunuzun sakinleşmesini sağlayın. Ne kadar rahat iseniz, anksiyete ataklarınız o kadar az olacaktır.
    • En önemlisi kendinizi endişeyle korkutmayı bırakmayı öğrenmektir. Endişe ataklarının bir numaralı nedeni üzülmektir.
    • Stresinizi sağlıklı bir aralıkta tutmak, istemsiz anksiyete ataklarını önleyebilir.
    • Stresin sağlıklı bir aralıkta tutulması aynı zamanda duyarlılığınızı ve tehlikeye karşı reaksiyon oranınızı azaltarak anksiyete ataklarını da önleyebilir.

    Anksiyete atağı istatistikleri

    Amerika Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü, anksiyete ataklarını Panik Atak başlığı altında kategorize etmektedir. Anksiyete atakları genellikle Panik Atak Bozukluğu veya Anksiyete Atak Bozukluğu olarak da adlandırılır. Anksiyete atak bozukluğu, Anksiyete Bozukluğu sınıflamasına dahil edilir.

    Anksiyete atak bozukluğu yaşayanlar yalnız değildir. Kuzey Amerikalı erişkin nüfusun (18-54 yaş) yüzde 19’unun anksiyete bozukluğu yaşadığı ve Kuzey Amerikalı yetişkin nüfusun yüzde 3’ünün anksiyete atağı bozukluğu yaşadığı tahmin edilmektedir. Birçok durumda tanı konulmadığı ve bildirilmediği için bu rakamın çok daha yüksek olduğuna inanıyoruz.

    Herkes zaman zaman yoğun bir endişe dönemi yaşar ve birçok insan yaşamları boyunca bir ya da iki anksiyete atağı geçirirken, anksiyete atak bozukluğu bu ataklar sıklaştıkça ya da kalıcı hale geldiğinde veya birey onlardan korktuğunda, normal yaşam tarzına müdahale etmeye ya da kısıtlamaya başlar. Yerleştikten sonra anksiyete atak bozukluğu çok zayıflatıcı olabilir.

    Anksiyete atak bozukluğu genellikle, bireyin endişelenmesine neden olan yoğun anksiyete atak belirtileri içerebilen ve açıklanamayan atakla başlar. Diğer ataklar ortaya çıktıkça anksiyete ataklarına sahip olma korkusu, ne anlama geldiği, ilişkili belirtilerin ne anlama geldiği ve ataklarla belirtilerin yol açabilecekleri hakkında korku artar. Korkunun bu şekilde tırmandırılması ve ataklara neden olan katalizör, bireyin görünüşte panik korkusu, giderek daha çok panik gibi bir döneme yakalanmasına neden olmaktadır.

    Bir anksiyete atağı, ani bir korku, terör ya da uyarı vermeden yaklaşmakta olan mahkumiyet duyguları olarak açıklanabilir. Bu kuvvetli sansasyon ya da his, kalp atışı, hızlı kalp atış hızı, terleme, baş dönmesi, mide bulantısı, sıcak veya soğuk hissetme, göğüs ağrısı, eller ve ayaklarda uyuşukluk hissi, karıncalanan cilt hissi, yanma gibi çeşitli diğer belirtiler anksiyete atağına eşlik edebilir.

    Anksiyete atakları, birkaç dakika ila 30 dakika veya daha fazla dakika sürebilir. Daha sonraki anksiyete ataklarının takip edilmesi, aynı zamanda bir bölüm daha bir başkası tarafından takip edildiğinde genel anksiyete atağı deneyiminin daha uzun sürmesine neden olur. Anksiyete atakları sonunda sonuçlansa bile, saldırı şiddetine ve vücudunuzun stres seviyesine bağlı olarak, anksiyete atağının belirtileri ve etkileri sonrasında saatler veya günler boyu sürmeye adaydır.

    Anksiyete atak bozukluğunun başlama sıklığı en yüksek 17-25 yaş aralığında görülür. Ancak tüm yaş gruplarından insanlar anksiyete atakları yaşayabilir. Çoğu kimse bunları çocukken gördüğünü hatırlar (çocukluğunda ortaya çıkan anksiyete atakları genellikle “hasta” hissi veya grip başlangıcı olarak yanlış anlaşılır).

    Kadınların erkeklerden daha fazla anksiyete saldırısı yaşadığı düşünülür ancak istatistikler yanıltıcı olabilir, çünkü erkekler profesyonel yardım almakta daha isteksiz davranıyorlar. Bu da erkek anksiyetesi hakkında istatistik tutmayı zorlaştırıyor.

    Anksiyete atakları genellikle yanlış anlaşılmıştır. Birçok kaynak, anksiyete ataklarının genetik ya da biyolojik olarak ya da her ikisinin birden ortaya çıkardığını iddia ederler çünkü genelde ailelerde görülürler. Fakat bağımsız araştırmalar ve pratik kanıtlar bu iddiaların kanıtını ortadan kaldırdı.

    Örneğin, anksiyete, anksiyete bozuklukları, anksiyete ataklarıyla ilgili kişisel ve mesleki deneyimlerimize dayanarak anksiyete bozukluklarına neden olan faktörlerin öğrenildiğini ve dolayısıyla davranışsal olduğunu ve genetik olarak kalıtsal veya biyolojik nedenlerden kaynaklanmadığını biliyoruz.

    Evet, anksiyete bozukluklarının biyolojik bir bileşeni var, ancak biyolojik bileşen, davranışlarımızın sonucudur ve atakların nedeni değildir.
    Ve evet, anksiyete bozukluklarının ailelerde görülmesi yaygın bir durum. Ancak bu, genetik faktörler (endişeli olan ebeveynlerle büyümekte olan çocukların çoğunlukla bunları görmek, öğrenmek ve anksiyete verici davranış tarzlarını benimsemek) nedeniyle değil, öğrenildiğinden ve davranıştan geçmesinden kaynaklanıyor.

    Anksiyete atakları yaşayan herkes anksiyete ataklarının korkutucu ve zayıflatıcı olabileceğini söyleyebilir. Ancak anksiyete atakları durdurulabilir ve engellenebilir. Herkes bunu doğru bilgi, yardım ve destek ile yapabilir.

    Anksiyete bozukluğuna benzer şekilde, Panik Atak Bozukluğu da erken tedavi edilir. Ataklar durumu, korkularınızı ve diğer hissettiklerinizi arttırsa da, yine de, herhangi bir aşamada Panik Atak Bozukluğu tamamen giderilebilir. Doğru bilgi, yardım, destek çaba ve uygulama ile birleştirildiğinde, herkes başarılı olabilir.

    Anksiyete ataklarının doğal yollarla üstesinden nasıl gelinir?

    Deneyimlerimiz, anksiyete atakları için en etkili tedavinin iyi kendi kendine yardım bilgisinin ve Kişisel Koçluk / Danışmanlık / Terapinin kombinasyonu olduğunu göstermiştir. Anksiyete ile ilgili sorunlara neden olan, altta yatan faktörler öğrenildiğinden, genelde profesyonel bir terapistin bunları açığa çıkarmasına, tanımlamasına ve başarıyla ele almasına yardımcı olması gerekir. Profesyonel bir terapistle çalışmak, bu temel faktörlere etkili bir şekilde muamele edilmesini sağlar.

    Anksiyete atakları da dahil olmak üzere anksiyete bozukluklarıyla ilişkili altta yatan faktörler öğrenildiğinden, “çabuk düzeltici ilaçlar veya tedaviler” yoktur. “Mucize veya gizli tedavileri” iddia eden tedaviler kasıtlı olarak yanıltıcıdır ve kaçınılmalıdır.

    Buna göre sizi teşvik etmek istiyoruz. Anksiyete atakları etkili bir şekilde tedavi edilebilir. Gereksiz yere acı çekmek için hiçbir neden yok.

    Anksiyeteyi aşmanın zorluklarını anlıyoruz. Ancak daha önceki hastalarımızın olduğu gibi sizin de başarılı olabileceğinizi biliyoruz. Doğru işi yaptığınızda doğru sonuçları elde edersiniz.

    Anksiyete atakları yaşıyorsanız, sağlığınızın kontrolünü doğal olarak tekrar kazanabilirsiniz Normal bir hayatı tekrar yaşayabilirsiniz.

    Gereksiz yere acı çekmeyin. Anksiyete ile ilgili sorunlarınızı etkili bir şekilde tedavi edebilirsiniz. Bunu yapmanıza yardımcı olmaya kararlıyız.

    Erkeklerde anksiyete atağı belirtileri

    Erkekler ve kadınlar farklı anksiyete atak belirtileri yaşıyormuş gibi görünse de, aslında öyle değil. Yaşanılanlar biraz kimyasal olduğu için anksiyete atağının belirtileri kişiden kişiye, hatta erkeklerden kadınlara kadar değişebilir.

    Gençlerde Anksiyete Atağı Belirtileri

    Her yaştan insanlar, çocuklar, gençler ve yaşlılar da dahil olmak üzere anksiyete ve panik atak yaşayabilir.

    Anksiyete atağı belirtileri ve kalp krizi

    Anksiyete atağı belirtileri ve kalp krizi belirtileri benzer görünebilir. Ancak birçok tıbbi uzman kalp kriziyle anksiyetedeki endişenin farklı olduğunu söyleyebilir. Atak belirtisinden hangisinin anksiyete, hangisinin kalp krizi semptomu olduğundan emin değilseniz derhal tıbbi yardım isteyin. Doktor semptomlarınızı anksiyete atağı belirtileri olarak teşhis ederse, doktorun teşhisinin doğru olduğundan emin olabilirsiniz. Bu nedenle, kalp krizi hakkında endişelenmeye gerek yoktur.

    Anksiyete atağı belirtileri gece yaşanabilir mi?

    Anksiyete atakları, gündüz-gece, her an ve herhangi bir yerde gerçekleşebilir.

    Evet, anksiyete atakları ve belirtileri korkunç, yoğun ve tehditkâr hissettirebilir. Ancak zararlı değildir. Anksiyete atağı ortadan kalktığında geçer. Doğru bilgi, yardım ve desteğin kazandırılması anksiyete ataklarını ve belirtilerini tedavi etmenin en iyi yoludur. Web sitemizin Tedavi alanında daha ayrıntılı bilgi veriyoruz.

    Deneyimli bir anksiyete bozukluğu koçu, danışman ya da terapistle birlikte çalışılması anksiyete bozukluğunu ve birçok semptomunu gidermenin en etkili yoludur. Anksiyetenin ana nedenlerine (endişeli davranışı pekiştiren nedenler) değinene kadar anksiyete atakları tekrar tekrar yaşanabilir. Anksiyetenin altında yatan faktörleri belirlemek ve bunlar üzerinde çalışmak, anksiyete problemini gidermenin en iyi yoludur.

    Kaynak

    Yazarlar: Jim Folk, Marilyn Folk, BScN. Last updated September 10, 2017, https://www.anxietycentre.com/

  • Aile Terapisi Nedir? Aile Terapisti Ne Yapar?

    Toplumun en temel yapısı olan aile içindeki bireylerin arasındaki çatışmaları gidermeye çalışan, aile içi iletişimin niteliğini arttırmaya yardımcı olan psikoterapi türüne aile terapisi adı verilmektedir.

    Ailedeki fertlerin her birinin kendine özgü kişiliği, düşüncesi, zevkleri ve hobileri vardır. Aynı çatı altında yaşayan ve birbirinden farklı olan üyelerin bazı konularda çatışması gayet doğaldır. Ancak bu çatışmalar aile üyelerinin arasındaki dayanışmayı bitiriyor ve iletişimi güçleştiriyor ise huzur kalmaz ve üyeler birbirinden uzaklaşmaya başlar. Bu istenilen bir durum değildir. Bu yüzden farklı karakterdeki aile üyelerinin bu konuda yardım almaları, ileriki süreçler ve daha ciddi krizler açısından çok önemlidir.

    Aile terapisi birbiriyle sorunlar yaşayan anne-baba ve çocuklar arasındaki iletişimi güçlendirir, olaylara karşı bakış açılarını değiştirerek çatışmaları çözme becerisi kazandırır. Böylece aile, gerçek birleştirici yapısına yeniden kavuşmuş olur.

    Aile terapisine hangi durumlarda başvurmak gerekir?

    Eşler arasındaki problemlerin çocukları ilgilendirdiği zamanlarda veya ebeveynlerden birinin çocuklarla yaşadığı sorunlarda devreye giren aile terapisi;

    • Aile içi kriz ve anlaşmazlık durumlarında
    • Çocukların eğitim yaşantısında, sosyal çevresinde ve aile içinde yaşadığı problemlerde
    • Aile üyelerinden birinin uyuşturucu madde bağımlılığı yaşadığı durumlarda
    • Aile fertlerinden birinde psikolojik bir rahatsızlık baş gösterdiğinde
    • Alkol bağımlılığında
    • Herhangi bir kalıcı fiziksel hastalıkta
    • Aileden birinin vefatında
    • Ebeveynlerin yaşlılık çağında
    • Göç sonucu oluşmuş kültürel uyum problemlerinde
    • Kaza veya diğer travmatik durumlarda
    • Boşanma sürecinde
    • Aile içi büyük değişimlerde (yeni çocuk, yeni evlilikler vb.)
    • Evlat edinme sürecinin öncesi ve sonrasında aile üyelerine büyük destek sağlamaktadır.

    Aile terapisinin amaçları nelerdir?

    Aile terapisindeki temel amaç aile üyelerinin arasındaki çatışmayı sonlandırmak, aralarındaki iletişimi kuvvetlendirmek ve birilikte problem çözme becerilerini geliştirmektir.

    Aile bağlarının ve aile içi iletişimin önemini kavramalarını sağlamak, hem iyi günde hem de kötü günde sevginin ve acının paylaşılmasını sağlamaktır. Aile bireylerinin sorunlar karşısında işbirliği yapmalarını sağlayarak, problemlerin tek kişiye yüklediği stres ve sorumluluğun paylaşılmasına yardımcı olarak bireyleri rahatlatmaktır.

    Aile terapisi nerelerde uygulanır?

    Aile terapisinin uygulanacağı ortam bireysel terapiden biraz farklıdır çünkü kalabalık bir ailenin ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde dizayn edilmektedir. Terapistin kendi ofisinde ailenin rahatlıkla oturabileceği büyüklükte olan bir salon veya oda olabileceği gibi çeşitli psikoterapi merkezlerinde bulunan ve grup terapileri için düzenlenmiş özel odalar da olabilir.

    Ülkemizde psikolojik danışmanlık merkezleri adı altında açılmış merkezlerde aile terapisi için uygun mekanlar bulunmaktadır. Yine hastanelerin psikiyatri servislerinde ailelere yönelik çalışmaların terapist gözetiminde yapılabileceği ortamlar bulunmaktadır.

    Kadınlara yönelik açılan sığınma evleri, göçmenlere yönelik açılmış olan sığınaklar ve uyuşturucu bıraktırma merkezlerinde de aile terapisinin uygulanabileceği ortamlar mevcuttur.
    Çocuk Koruma Kanunu kapsamında danışmanlık tedbiri kararı alınan çocukların aile terapileri, aile üyelerinin hep birlikte yaşadığı evde uygulanabilmektedir.

    Aile terapisinin süresi ne kadardır?

    Aile terapilerinde ailenin hangi amaçla ve sebeple terapiye başvurduğu, sürenin belirlenmesinde ana etkendir. Bir haftanın içinde bir kez uygulanabildiği gibi bazı yoğun durumlarda iki kez de uygulanabilmektedir.

    Aile terapilerinde söz hakkı alan kişi sayısı birden fazla olduğu için seanslar 90 dakika kadar sürmektedir.

    Terapilerin toplam sayısı ailenin başvurma sebebinin niteliğine göre birkaç seans bile sürebilir.
    Ancak normal şartlar altında aile terapisinin başarılı olabilmesi ve aile üyelerini istenen yeterliliklere kavuşabilmesi için toplam seans 8 ile 20 arasında değişebilmektedir.

    Bazı özel durumlar da söz konusu olabilmektedir. Kimi zamanlarda bazı sosyal kuruluşlar aile terapisinin sponsoru oldukları için, terapistten belirli bir zaman aralığında terapiyi sonlandırmasını isteyebilir. Yapılan etik anlaşmalara göre her iki taraf da anlaşmanın kurallarına riayet etmek durumunda kalabilir.

    Aile terapisti kimdir?

    Psikoterapi eğitimi alan tüm lisans sahibi terapistler aile terapisi uygulayabilmektedir. Ancak psikoterapistlerden aile terapisi alanında uzmanlaşıp sadece bu alana yoğunlaşan terapistler de vardır. bu terapistler aile terapisi alanında tüm yaklaşımların eğitimini alıp kendilerine göre bir yöntem seçip, alana özgü uygulamalar da yapabilmektedirler.

    Aile terapistleri yalnız çalışabildikleri gibi farklı meslektaşlarıyla birlikte de aile terapisi uygulayabilmektedirler. Ailenin tümüyle beraber çalışan terapistler gerek duydukları zamanlarda ailedeki bireylerle yalnız seanslar da gerçekleştirebilirler. Tabi bire bir seanslarda konu ailenin bütününü ilgilendiren gerçek konu olmaktadır.

    Aile terapisi genel uzmanlık alanı olmakla birlikte bazı terapistler sadece spesifik bir alanda da uzmanlaşabilirler. Bu özel konular aile içi şiddet, göçmen aileler, cinsellik veya mülteci konumundaki aileler olabilir.

    Kimler aile terapisine katılır?

    Tüm terapi türlerinde, danışanların gönüllü olması terapinin başarıya ulaşması için çok önemlidir. Aile üyelerinin bir kısmı ya da tamamı aile terapisine katılabilir. Terapinin ilk dönemlerinde kısmi bir katılım olsa da gidişata göre diğer aile üyeleri de sürece dahil edilebilir. Ailenin tamamının katıldığı durumlarda süreç bu şekilde tamamlanabildiği gibi bazen geniş ailenin diğer üyeleri de terapi süreciyle ilişkilendirilebilirler.
    Aile bireyleri ile terapist arasında terapinin başlangıcında gizlilik anlaşması yapması aile üyelerine güven verir. Bazen bire bir başlayan terapiler, danışanın aile üyelerini ilgilendirdiği takdirde, tabi gönüllülük olması koşuluyla, tüm ailenin katılımıyla aile terapisi şeklinde sürebilmektedir. Tüm bu sürecin ilerlemesi terapistin uzmanlığına bağlıdır.

    Aile terapisi nasıl uygulanır?

    Terapistin çeşitli yöntemler uyguladığı aile terapilerinde genel süreç hemen hemen aynıdır. Ancak terapistin dikkat etmesi gereken durumlar vardır.

    Aile üyelerinden birinin problemi için başvurulan terapide; terapist sadece sorun yaşayan bireyin problemine değil tüm aileye odaklanmalıdır. Okul başarısızlığı yaşayan çocuğun bu problemi ile ilgili çalışılırken aynı anda ebeveynlerin tutum ve davranışları konusunda da çalışılmalıdır.

    Aile terapisi tek bir üyenin baskın olduğu ve sadece bir kişinin konuştuğu terapi süreci değildir. Terapist ailenin tüm bireylerine konuşma, birbirlerini dinleme ve saygı konusunda eşit mesafeli davranmalıdır. Aile üyelerinden herhangi biri terapistin diğer bir üyeye fazla yoğunlaştığı fikrine kapılmamalıdır.

    Aile terapisi uygulanırken terapist bireylerin birbirlerini anlamalarına yardımcı olmalı ve bunun bir alışkanlığa dönüşmesini sağlamalıdır. Terapilerin hemen hepsinde aile üyeleri problem karşısında birbirlerinin suçlama eğiliminde olmaktadırlar. Bu yanlış davranış yerine çözüme odaklanma ve çözümü konuşma davranışı oturtulmalıdır.

    Bazı aile üyeleri çözüme ulaşma konusunda fazla aktif olmayabilirler. Terapist o üyeyi de aktif hale getirmelidir. Ailenin güçlü olduğu özellikleri vurgulanmalı ve çözüme bu özellik kullanılarak ulaşılmalıdır.

    Aile terapisinin faydaları nelerdir?

    Aile üyeleri arasındaki anlaşmazlıklarda çok yarar sağlayan aile terapisi, bireylerin madde bağımlılığı veya yeme bozuklukları gibi problemlerinde de faydalı olabilmektedir.

    Ailenin yaşadığı psikolojik travmalardan çıkışta, üyeler arasındaki iletişimi ve bağı güçlendirerek diğer tedavi çeşitlerine destek sağlamaktadır.

    Aile terapisinin avantajları nelerdir?

    Bireysel terapide kişinin problemine dönük çalışılırken aile terapisinde hem kişinin problemine yönelik hem de aile üyeleriyle birlikte yaşadığı probleme yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Tüm aile üyeleri çözüme dönük oldukları için herkes, problem çözmenin hazzına ulaşmaktadır.

    Çözüme yönelik atılan adımların birlikte atılması ve yapılan her şeyin bir takım havasında yapılması, aile üyelerinin birbirlerine olan bağlılıklarını arttırmaktadır.

    Bir veya birkaç aile üyesinin konuşmaya dahi çekindiği konu terapistin teşviki ile başka bir üye tarafından dile getirilebilmekte ve çözüm için kullanılabilmektedir.

    Bire bir terapiye katılmaya çekinen üyeler aile ile birlikte daha cesur davranabilmektedir. Aile üyeleri çekingen olan üyeyi cesaretlendirebilmektedir.

    Aile terapisinin dezavantajları nelerdir?

    Ebeveynler aile terapisinde bazı aile sırlarının saklı kalmasını isteyebilirler ancak ailenin diğer üyeleri bu gizlilik isteğine sadık kalmayabilir ve terapide konuyu açabilir.

    Bireysel terapide danışanın ve terapistin ortak zamanını ayarlamak daha kolay olmaktadır. Ancak aile terapisinde aile üyelerinin tamamının ortak boş zamanını düzenlemen ve randevulaşmak daha zordur.

    Aile terapisi daha zor bir uğraş olduğu için bireysel terapiden daha maliyetli olmaktadır.

    Birden fazla kişiyi aynı anda terapiye motive etmek zor olduğu için aile terapisine başlamak bireysel terapiden daha zordur. Hatta bazen terapi sürecinde üyeler arasında tartışmalar da yaşanabilmektedir. Bunun ardından bazı üyeler terapiden ayrılmayı isteyebilir. Bu durum terapinin amacına aykırı olduğu için terapistin zor anlar yaşamasına neden olabilir.

  • Borderline İlişki: Romantik İlişkilerde Borderline Kişilik Bozukluğu

    Kristalyn Salters-Pedneault, Ph.D tarafından yazılmıştır. 28 Kasım 2021’de güncellenmiştir. Dr. Steven Gans tarafından tıbbi olarak incelenmiştir

    Borderline kişilik bozukluğu (BKB) olan kişiler genellikle kaotik, yoğun ve çatışmalarla dolu ilişkiler yaşarlar. Bu durum, özellikle romantik ilişkiler için geçerlidir.

    Eğer BKB olan biriyle bir ilişkiye başlamayı düşünüyorsanız veya zaten BKB olan biriyle bir ilişki içerisindeyseniz, bu bozukluk hakkında ve ilişkiden beklentilerinizin ne olması gerektiği hakkında bilgi edinmelisiniz. Aynı şekilde eğer size BKB tanısı konulduysa, belirtilerinizin aşk hayatınızı ve romantik ilişkilerinizi nasıl etkileyeceği üzerinde düşünmek size yardımcı olabilir.

    Borderline kişilik bozukluğu nedir?

    BKB kişinin değişken ruh hâlleri ve duygular sergilediği, benlik algısıyla ilgili sorunlar yaşadığı, dürtüsel bir şekilde davrandığı ve ilişkilerinde zorluklar yaşadığı bir davranış bozukluğudur. Kendine zarar verme veya intihara yönelik davranışlar gibi riskli davranışlar da BKB belirtileri arasında yer alabilir.1

    BKB, tanı koyarken ruh sağlığı uzmanlarının kaynağı olan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 5. Baskısında (DSM-5) kişilik bozukluğu olarak kabul edilmiştir. DSM-5’e göre, BKB tanısı en çok kadınlara konuluyor. Bozukluğa neyin neden olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik ve çevre risk faktörleri arasında yer alıyor.2

    İlişkide BKB belirtileri

    DSM-5’te belirtilen BKB belirtileri arasında yoğun, değişken ve çatışmalı ilişkiler yer alıyor. Araştırmalar, BKB olan kişilerin çalkantılar ve işlevsizliklerle nitelenen fırtınalı romantik ilişkiler yaşamaya yatkın olduğunu saptadı.3

    Örneğin bir çalışma, BKB belirtileri gösteren kadınların ilişkilerinde daha fazla kronik stres ve daha sık çatışma yaşadığını gösterdi. Buna ek olarak BKB olan kişilerin partnerleri, BKB belirtileri ne kadar şiddetliyse ilişkinin o kadar az tatmin edici olduğunu belirtti.

    İlişkiyi sürdürmede güçlük çekme, borderline kişilik bozukluğunun bir özelliğidir.4 Buna ek olarak araştırmalar zamanla BKB belirtilerinin romantik ilişkilerle daha da bağlantılı hâle geldiğini göstermiştir.5

    Aşağıda, BKB belirtilerinin ilişkileri nasıl etkileyebileceğini inceledik.

    Değişkenlik

    BKB olan kişiler sıklıkla başkalarının onları terk edeceğinden korkar. Aynı zamanda, aniden bunalmış hissetmeye ve yakınlıktan korkmaya başlayabilirler. Bu durum, ilişkilerden kaçınmalarına neden olabilir. Sonuç olarak, sevgi ve ilgi isteme ile ani kaçınmalar gösterme ve kendini soyutlama arasında sürekli olarak gidip gelirler.

    Terk edilme korkusu

    İlişkileri ayrıca etkileyen bir diğer BKB belirtisi ise terk edilmeye karşı duyulan derin korkudur.6 Bu korku, BKB olan kişilerin sürekli olarak birilerinin onu terk edeceğine dair işaretler aramasına ve küçücük bir olayı bile yakında terk edileceğine yönelik yorumlamasına neden olur.

    Bu duygular yalvarma, toplum içerisinde bazı hareketler sergileme ve hatta partnerin gitmesini fiziksel olarak engelleme gibi aşırı çabalarla sonuçlanabilir.

    Yalan söyleme

    BKB olan kişilerle ilişki içerisinde olan insanların sık sık şikayet ettiği başka bir konu ise kişinin yalan söylemesidir. Yalan söyleme ve kandırma BKB için resmi bir tanı kriteri olmasa da, birçok partner yalanın en büyük sorunlardan biri olduğunu belirtti. Bu durum, BKB’nin kişinin bazı şeyleri diğer kişilerden tamamen farklı görmesine neden olmasından kaynaklanıyor olabilir.

    Dürtüsel cinsellik

    Dürtüsel cinsellik BKB’nin diğer bir klasik semptomudur ve BKB olan kişilerin birçoğu cinsellik ile ilgili konularda sorun yaşar. Ayrıca, BKB olan insanların büyük bir kısmı, çocukluklarında cinsel istismara uğramıştır.7 ve bu cinselliği çok daha karmaşık hâle getirir.

    2011 yılında Innovations in Clinical Neuroscience‘da yayımlanan bir yazı, BKB olan kişilerin cinsellik konusunda diğer kişilere göre nasıl farklılıklar gösterdiğini incelemiştir. Yazarlar, BKB olan kişilerin örneğin erken yaşta cinsel ilişki yaşama, rastgele cinsel ilişkilerde bulunma ve geçmişte daha fazla partnerlerinin olması gibi durumlar aracılığıyla dürtüsellik sergilediği sonucuna vardı.8

    Son olarak araştırma, BKB belirtilerinin kadınlarda planlanmamış gebeliklerle ilişkili olduğunu göstermiştir.9

    Dolaysız etkilere sahip belirtiler

    Dürtüsellik, kendine zarar verme6 ve dissosyatif belirtiler gibi diğer BKB belirtilerinin ilişkiler üzerinde dolaysız etkileri olabilir. Örneğin, BKB olan bir yakınınız devamlı aşırı alışveriş yapma gibi dürtüsel davranışlar sergiliyorsa bu durum aile içinde büyük oranda strese neden olabilir. Buna ek olarak, intihara yönelik davranışlar partnerler için korkutucu olabilir ve ilişki içerisinde fazlaca strese neden olabilir.

    Romantik bir ilişkiye başlama

    BKB olan insanların yakınlarının başa çıkması gerektiği yoğun ve yıkıcı belirtilerinin yanı sıra,1 onları bazı zamanlar çok iyi partnerler yapan olumlu özellikleri de vardır. Hatta BKB olan biri ile romantik ilişki içerisinde olan birçok insan partnerlerini eğlenceli, heyecan verici ve tutkulu kişiler olarak tanımlıyor.

    BKB olan kişiler yoğun duygulara ve güçlü bir yakınlık isteğine sahip oldukları için birçok insan BKB olan kişilere karşı çekim hisseder.

    İlişki sürecek mi?

    Birçok ilişki balayı döneminden geçer. BKB olan kişilerinin ilişkilerinde de durum farklı değildir. Hatta bu dönem daha yoğun yaşanabilir.

    BKB olan kişiler, genellikle yeni bir romantik ilişkinin başlangıcında yeni partnerlerini baş tacı ettiklerini belirtiyor. Mükemmel uyumu, onları duygusal acılarından kurtaracak ruh eşlerini bulduklarına inanıyorlar. Bu düşünce türüne idealleştirme denir.

    Balayı süreci, yeni partner için de çok heyecan verici olabiliyor. Sonuçta birinin size yoğun duygular beslemesi ve size ihtiyacının olduğunu hissettirmesi oldukça hoş bir durum.

    Ancak, gerçeklik devreye girdiğinde sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. BKB olan kişi yeni partnerinin kusursuz olmadığını fark ettiğinde, mükemmel ve ideal ruh eşi imajı yıkıma uğrar. BKB olan kişiler dikotomik düşüncelere sahip oldukları veya her şeyi sadece siyah ve beyaz olarak gördükleri için, insanların niyeti iyi olduğu hâlde hata yapabileceklerinin farkına varmakta güçlük çekebilirler.

    Sonuç olarak, BKB olan kişiler idealleştirmeden değersizleştirmeye hızlı bir geçiş yaparlar veya partnerlerinin berbat bir kişi olduğunu düşünürler.10

    BKB olan biriyle bir ilişki sürdürebilmenin anahtarı, bu döngülerle başa çıkabilmek için yollar bulmak ve partnerinizi yıkıcı belirtileri ve sorun teşkil eden düşüncelerini azaltması için profesyonel yardım alması için cesaretlendirmektir. Bireysel terapiye ek olarak, çift terapisi de ilişkide her iki partner için faydalı olabilir.

    Romantik ilişkiyi sürdürme

    Çift terapisinin yanı sıra, ilişkiler konusunda faydalı olan ve BKB olan kişilerde etki gösteren terapi türleri vardır:

    • Diyalektik Davranış Terapisi (DDT): DDT, kişinin düşüncelerini davranışlarıyla ilişkilendiren bir terapi türüdür. DDT’de biri kişiler arası becerileri yönetme olmak üzere dört temel beceri öğretilir.
    • Zihinselleştirmeye dayalı terapi: Zihinselleştirmeye dayalı terapi, kişinin kendi ve başkalarının aklında neler döndüğüne anlam verebilmesine yardımcı olur.
    • İlaçlar: Şu anda özellikle BKB’yi tedavi ettiği tasdik edilen bir ilaç bulunmasa da, doktorlar borderline kişilik bozukluğunun bazı belirtilerine yönelik ilaçlar reçete edebiliyor. Araştırmalar, bazı ilaçların kişiye öfkesini, dürtüselliğini ve depresyonunu kontrol altına almasında yardımcı olduğunu gösteriyor. 11Yine de bu bağlamda ilacın yan etkileri ile olası faydalarını dikkatli bir şekilde dengelemek önemlidir.

    İlişkiyi sonlandırma 

    Partnerlerden birinin BKB olduğu ilişkiler bittiğinde birçok sorun ortaya çıkabilir. BKB olan kişilerin yoğun bir terk edilme korkusu olduğu için, ayrılık onları çaresiz ve yıkılmış hissettirebilir.

    İlişki sağlıklı olmasa da, BKB olan kişi ilişkiyi bitirme konusunda sorun yaşar. Bu durum özellikle uzun ilişkilerde ve evliliklerde geçerlidir.12

    İşte bu yüzden, özellikle ayrılık söz konusu olduğunda kendiniz ve partneriniz için bir destek ağına başvurmak iyi bir fikir olacaktır. Bu ağa genellikle profesyonel ruh sağlığı uzmanları da dâhildir.

    Verywell’den bir söz

    Birçok zorluğa rağmen, BKB’nin önceden tahmin edilmesi iyi bir şeydir. Bu, BKB olan birçok insanın bir süreden ve tedaviden sonra bile bozukluktan kalan belirtiler gösterebileceği, ancak uzun vadede iyileşmenin ve sağlıklı ilişkiler sürdürebilmenin mümkün olduğu anlamına gelir.

    Referanslar

    1National Institute of Mental Health. Borderline personality disorder. Revised December 2017.

    2MedlinePlus.gov. Borderline personality disorder. Updated November 23, 2021.

    3Miano A, Dziobek I, Roepke S. Characterizing couple dysfunction in borderline personality disorder. J Pers Disord. 2018:1-18. doi:10.1521/pedi_2018_32_388

    4Cleveland Clinic. Borderline personality disorder. Reviewed October 14, 2020.

    5Navarro-Gómez S, Frías Á, Palma C. Romantic relationships of people with borderline personality: A narrative review. PSP. 2017;50(3):175-187. doi:10.1159/000474950

    6Stoffers JM, Völlm BA, Rücker G, Timmer A, Huband N, Lieb K. Psychological therapies for people with borderline personality disorder. Cochrane Database Syst Rev. 2012;(8):CD005652. doi:10.1002/14651858.CD005652.pub2

    7Menon P, Chaudhari B, Saldanha D, Devabhaktuni S, Bhattacharya L. Childhood sexual abuse in adult patients with borderline personality disorder. Ind Psychiatry J. 2016;25(1):101-106. doi:10.4103/0972-6748.196046

    8Sansone RA, Sansone LA. Sexual behavior in borderline personality: A review. Innov Clin Neurosci. 2011;8(2):14-8.

    9de Genna NM, Feske U, Larkby C, Angiolieri T, Gold MA. Pregnancies, abortions, and births among women with and without borderline personality disorder. Women’s Health Issues. 2012;22(4):e371-7. doi:10.1016/j.whi.2012.05.002

    10Yeomans F, Levy K. Borderline Personality Disorder, An Issue of Psychiatric Clinics of North America. Elsevier Health Sciences. 2018.

    11Parker JD, Naeem A. Pharmacologic treatment of borderline personality disorder. AFP. 2019;99(5).

    12Lavner JA, Lamkin J, Miller JD. Borderline personality disorder symptoms and newlyweds’ observed communication, partner characteristics, and longitudinal marital outcomes. J Abnorm Psychol. 2015;124(4):975-81. doi:10.1037/abn0000095

  • Transaksiyonel Analiz Nedir?

    Transaksiyonel Analiz (TA), psikolojide bir iletişim kuramı olarak bilinse de hem bir kişilik kuramı, hem bir gelişim kuramı, hem de bir psikopatoloji kuramıdır ve transaksiyonel analiz tüm bunların gelişimiyle ilgilenir. İnsanı olumlu olarak ele alır, kişiliğin işleyişini kuramlaştırmıştır ve insan davranışlarını, kişiliği ‘egoların işleyişi’yle açıklamaktadır. Uyumsuz davranışları ve bunların nedenlerini açıklamayı; davranışı analiz etmeyi hedeflemiştir. Değişime ve gelişime açık bir kuramdır.

    Transaksiyonel Analiz kuramı Kanadalı tıp doktoru Eric Berne tarafından ortaya atılmıştır. Berne, önceleri 1936 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Yale Üniversitesi’nde psikiyatri kliniğinde çalışırken Eric Ericson’dan psikanalize dair eğitimler almış ve psikanaliz üyesi herkesin katıldığı meşhur ‘salı toplantıları’na eşlik etmiştir. İyi bir psikanaliz eğitimi aldıktan sonra psikanalist olarak çalışmaya başlamıştır. Ancak sonraları psikanalizin oldukça uzun olması ve somut iyileşme belirtilerini göremediği gerekçeleriyle psikanalizden şüphe duymaya başlamıştır. Sonraları kendi çalışmalarını yapmaya başlayan Berne, aslında yeni bir kuram ortaya atmak amacında değildi, o yalnızca psikanalizi geliştirmek istiyordu. Ancak Psikanaliz Enstitüsü’nden üç defa ret alınca artık kendi kuramını oluşturmaya karar vermiş ve 1957’de ‘Transaksiyonel Analiz’, ‘Ego Durumları’ gibi terimleri kullanarak yazdığı ilk makalesini yayınlamıştır. 1964’te de ‘Transaksiyonel Analiz Derneği’ni kurmuştur.

    Transaksiyonel analize göre insan davranışının nedenleri nelerdir ?

    Transaksiyonel Analiz birtakım temel sayıltıları da beraberinde getirir. Transaksiyonel Analiz’e göre ;

    • İnsanlar doğuştan OK’dir: Bu madde bizlere insanların doğdukları andan itibaren ayrıştırılmadan ve ötekileştirilmeden sadece ‘insan’ oldukları için değerli olduklarını vurgular. Yani insan ve o insanın davranışları arasında ayrım yapmalıyızı söyler. Bir insan kötü davranışlar sergileyebilir ancak onun davranış kısmından önce ‘insan’ kısmını sevmeliyiz.
    • Herkesin düşünebilme kapasitesi vardır: Freud’un Psikanalitik Kuramı’na zıt olarak Berne burada insanın pasif olmadığını tam aksine herkesin kendisi için düşünebilmekapasitesinin var olduğunu vurgular ve transaksiyonel terapide bireyin bu kısmını ortaya çıkarnaya çalışır. Yaşamında neler olacağına herkesin kendisinin karar verebileceğine inanır.   

    Berne’e göre insan davranışını etkileyen bir çok etmen olabilir ancak en kritik şey bizim kendi kararımızdır. Eğer bazıları kendi hedefinde ilerleyebiliyorsa  burada önemli olan çevresel etmenlerin onu etkileyip etkilemeyeceğine kişinin kendisinin karar veriyor olmasıdır.

    Transaksiyonel Analiz’e göre insanlar varlığını onaylatmak amacıyla diğerleriyle ‘temas’ kurar ve ‘zamanı yapılandırır.

    • Temas: Transaksiyonel Analiz’e göre insan davranışının temelinde temas edilme ihtiyacı yatar ve temas ‘kişinin varlığının onanması’ anlamına gelir. Yani bir kişinin var olduğunu göstermeye yarayan herhangi bir mesaj bir temastır. Bu temas sözlü ya da sözsüz ; olumlu ya da olumsuz ; koşullu ya da koşulsuz olabilir. Örneğin ; ‘’ne kadar güzelsin.’’ (olumlu ve sözlü temas), ‘’aşağılayarak bakmak’’ (olumsuz ve sözsüz temas).

    Bebeklik ve çocuklukta temas daha çok fiziksel uyarılma açlığını karşılamaya yöneliktir. (bebekler dokunulma ve sevgi ile temas kurar). Daha ileriki yaşlarda ise temas tanınma açlığını karşılamaya yönelir. (kişinin varlığını kabul etme, onu takdir etme). Ve bazen olumsuz da olsa temas almak hiç temas olmamasına tercih edilir. Örneğin; çocuklar ilgisiz bir ortamda büyüyorlarsa kendilerinin de orada olduğunu gösterebilmek, varlıklarını kabul ettirmek amacıyla olumsuz bazı davranışlar sergileyebilirler. (vazo kırmak, bağırarak konuşmak…)

    • Zamanı Yapılandırma: Temas alabilmek için yaşamın sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalır, zamanı yapılandırma ihtiyacı duyarız. Berne burada 6 basamaklı bir zamanı yapılandırma piramidinden bahseder. Bu piramit yukarıdan aşağıya doğru; geri çekilme (kişinin kendisiyle baş başa kalması), ritüeller (‘selam, nasılsın ?’gibi gündelik hayat diyalogları), vakit geçirme (moda, gündem, siyaset konuşmak), aktiviteler (daha yakın arkadaşlarımızla gerçekleştirdiğimiz planlar), psikolojik oyun ve raket, yakınlık (samimiyet) adını verdiği kavramlardan oluşur. Basamaklarda yukarıdan aşağıya doğru inildikçe diğer insanlarla olan temasımızın artacağını söyler.

    Transaksiyonel analiz ve ego durumları

    Transaksiyonel Analiz’in getirdiği yenilikçi yaklaşımlardan biri de ego durumlarıdır. Ego durumları doğumdan, hatta doğum öncesinden başlayarak öznel yaşantıların her biri bir ego durumuna dönüşür. Berne’e göre ego durumları 3 bölümde sınıflandırılır:

    1- Ebeveyn Ego Durumu: Bireyin yaşamında beraber olduğu büyüklerinin duygu, düşünce ve davranış örüntülerini içselleştirmesi ile oluşur. Hangi davranışları içselleştirip kabul ettiğimiz tamamen bilinçli bir durum değildir, bazen ebeveynlerimize ait istemediğimiz davranış kalıplarına kendimizde de rastlayabiliriz. Bu ego durumunda büyüklerimizin bize söyledikleri her şey bizim için çok önemlidir.

    2- Yetişkin Ego Durumu: Bu ego durumu ise bizim daha çok sorgulayan, eleştiren, anlamaya çalışan, sorunlara çözüm getiren, disiplinli ve planlı tarafımızdır. Burada büyüklerimizin bize söylediklerinden ziyade bizim o söylenenlerden neler çıkardığımız olgusu vardır. Dolayısıyla bu ego durumu bireyin yaşam deneyimlerinden etkilenir. Bu ego durumu daha çok filtre edilmiş, mantıklı yargıları ön planda tutar.

    3- Çocuk Ego Durumu: Bu ego durumu da bir çocukta rastlayabileceğimiz tüm duygu, düşünce ve davranış örüntülerini içerir. Genelde plansız ve o an canımız nasıl isterse hareket ettiğimiz, sonunu ve sonucunu pek düşünmediğimiz tarafımızdır. Bireyin daha çocuksu, sorumsuz tarafı da olabilir.

    Örneğin, kendisine verilen işleri zamanında yerine getirmeyen bir çalışana, patronunun farklı ego durumunda verdiği tepkiler şu şekilde olabilir:

    Ebeveyn ego durumunda: Bu ne sorumsuzluk, asla kabul edilemez.

    Yetişkin ego durumunda: Böyle devam ederse işine son vermek zorunda kalacağım.

    Çocuk ego durumunda: Keşke ben de onun gibi çalışmasaydım.

    Siz böyle bir durumda patron olsaydınız verdiğiniz tepkilere göre hangi ego durumuna daha yakın konumda olurdunuz ?

    Ego durumlarının analizi

    Ego durumlarını analiz etmek için yapısal analiz ve fonksiyonel analiz kullanılır. Yapısal analizde ego durumunun içeriği nedir, nasıl gelişir gibi sorulara cevap aranırken ; fonksiyonel analizde ise ego durumunda gözlenen davranış ne, işlevi ne gibi sorulara cevap aranır. Bu yazıda sizlerle ego durumlarının fonksiyonel analizi üzerinde konuşacağız.

    Ego durumlarının fonksiyonel analizinde ebeveyn ego durumu ‘eleştiren ebeveyn’ ve ‘koruyucu-kollayıcı ebeveyn’ olarak ikiye ayrılırken; çocuk ego durumu ise ‘uyumlu çocuk’ ve ‘doğal çocuk’ olarak ikiye ayrılır. Ego durumlarını analiz ederken yetişkin ego durumunu parçalara ayırmayız çünkü bu ego durumu bireyin kendi,öznel, mantıklı yanı olduğu için başkalarından aldığımız bir parça bulunmaz.

    Ebeveyn Ego Durumunda Eleştiren Ebeveyn Tepkisi ; bu ebeveyn tipi kolay beğenmeyen,, hükmedici, otoriter ve dominant karakterdedir. Aslında bazen hepimiz birilerine karşı bu tavıra bürünmüyor muyuz ?

    Ebeveyn  Ego Durumunda Koruyucu-Kollayıcı Ebeveyn Tepkisi ; bu tip ise daha bağışlayıcı, merhametli, şefkatli, izin verici ve koruyucu bir yapıya sahiptir. Hatalarımızı bağışlar ve bize yol gösterir.

    Çocuk Ego Durumunda Doğal Çocuk Tepkisi ; kendisini kontrol etmeye çalışan otoriter figürlere karşı kendini daha kolay ifade edebilen, istediğinde ağlayabilen, istediğinde gülebilen, duygularını diğerlerinden gizlemeyen, hislerini aktarabilen, baskıya maruz kalmadan davranan spontan tepkileri verebilen tiptir.

    Çocuk Ego Durumunda Uymaya Zorlanan Çocuk Tepkisi ; ise doğal çocuktan farklı olarak kendini daha sindiren, hep bir kontrollü davranmaya çalışan, davranışları başkalarına uymaya yönelik olan ve kendini rahat ifade edemeyen tepkidir. Buna bağlı olarak farklı davranış problemleri de ortaya çıkarabilir.

    Ego durumları nasıl tanımlanır? Siz hangi ego durumundasınız ?

    Ego durumlarını tanımlarken 3 metod kullanılır ;

    1- Davranışsal Tanılama: bireyin hareketleri, kelimeleri, jest ve mimikleri, ses tonu gibi davranışsal ipuçlarından yola çıkılarak bir tanılama yapılabilir.

    2- Sosyal Tanılama: “Bireyin diğer insanlarla olan etkileşiminden aldığı mesajlar neler?”, “Bireyin aldığı bu mesajlara verdiği tepkiler neler?” gibi soruların cevaplarıyla bir tanılama yapılabilir.

    3-Tarihsel Tanılama: Bireyin bu ego durumundaki yapısı onun geçmişinden (babası, annesi) mi geliyor?

    • Egogram: Ego durumlarını tanımlamada kullanılan bir diğer yöntem ise egogramdır. Egogram ise bir kişinin başkalarıyla ilişki kurarken harcadığı enerjinin grafiğidir. Genel olarak farklı ego durumlarının bireyde hangi oranda aktif olduğunu gösterir. Egogramın bir diğer önemli kuralı ise ego durumlarındaki toplam enerji miktarının sabit olduğudur. Yani ebeveyn ego durumundaki enerji artarsa yetişkin ego durumunun ve çocuk ego durumunun enerjisi azalır gibi. Peki siz diğer insanlarla iletişim kurarken hangi ego durumunuzda daha fazla enerji hissediyorsunuz ?

    Örneğin, yetişkin ego durumu çocuk ve ebeveyn ego durumlarına göre daha baskın olan bir birey hayat boyu karşılaştığı olaylara daha mantıklı ve akılcı tepkiler vermeye meyilli olurken, ebeveyn ego durumu daha baskın olan bir birey ise daha nasihat veren ve olaylara daha geleneksel yaklaşmaya eğilimli olabilir.

    Siz günlük hayatınızda karşılaştığınız olaylara verdiğiniz tepkileri gözden geçirdiğinizde ve çevrenizde bulunan diğer insanlarla olan ilişkilerinize baktığınız zaman kendinizi hangi ego durumunda tanımlarsınız ? Ya da şu an bulunduğunuz ego durumundan memnun musunuz? Farklı ego durumundan tepkiler vermek ister miydiniz?

    Transaksiyonlar ve iletişim

    Transaksiyon denilen şey aslında kişilerarası ilişkilerde bir uyarıcı ve bunun karşılığında verilen bir tepkiyi ifade eder. Yani aslında bireyin üç kısımdan oluşan ego durumları (ebeveyn, çocuk, yetişkin), diğer bireyin ego durumları ile iletişime geçer. Ve bu ego durumlarının etkileşimi doğrultusunda üç tür transaksiyon türü tanımlanır ;

    – Paralel (tamamlayıcı) Transaksiyonlar

    -Çapraz (kapalı) Transaksiyonlar

    -Gizil (çift anlamlı) Transaksiyonlar

    Paralel transaksiyonda iletişime geçmiş bireyler yalnızca bir ego durumundan hareket ederler ve uyarıcıyı gönderen kişi karşıdaki kişide hedeflediği ego durumundan tepki alır. İşte bu şekilde transaksiyon okları birbirine paralel olacağı için iletişim sağlıklı bir şekilde devam eder. Paralel transaksiyon diyaloglarına örnek vermek gerekirse:

    +Saat kaç ? (yetişkin ego durumundan yetişkin ego durumuna)

    -12.30 (yetişkin ego durumundan yetişkin ego durumuna)

    Çapraz transaksiyonda iletişimde bulunan kişiler yine yalnızca bir ego durumundan hareket ederler ancak uyarıcıyı gönderen kişi karşıdaki kişide hedeflediği ego durumundan tepki alamaz. Böylece transaksiyon okları birbirine çapraz gideceğinden kişiler arası iletişim devam edemez, kopar. Okların birbirini çaprazladığı bir diyalog örneği vermek gerekirse ;

    +Hadi eğlenelim biraz! (çocuk ego durumundan çocuk ego durumuna)

    -Sen hiç ciddi olamaz mısın ? (ebeveyn ego durumundan çocuk ego durumuna)

    Gizil transaksiyonda ise iletişimde bulunan iki kişiden birinin ya da her ikisinin de iki ego durumundan tepki verdiği ve aynı anda hem psikolojik hem de sosyal mesajın birlikte yer aldığı transaksiyonlardır. Açıkça ifade edilen, söylenen (sosyal mesaj) ile açıkça söylenmeyen ama sözsüz olarak iletilen (psikolojik mesaj) birbiriyle uyuşmamaktadır. Ve dolayısıyla kişi üstteki mesajı pek dikkate almadan alttaki mesaja takılır.  Bir satış danışmanı ile müşteri arasında geçen şu diyalog gizil transaksiyona bir örnek olabilir ;

    +Bu en iyi ürünümüz ve bu belki de sizin için biraz pahalı olabilir.

    -Tamamdır o halde, alıyorum.

    Transaksiyon oklarının birbirine gidiş yönü baz alınarak iletişimde 3 kuralın var olduğu söylenir ;

    -Transaksiyonlar paralel olduğunda iletişim sonsuza kadar devam edebilir. Birinci kişi beklediği ego durumundan yanıt almaya devam eder. (Paralel Transaksiyonlar)

    -Transaksiyon okları birbirini çaprazladığında taraflardan birisi ya da her ikisi birlikte ego durumlarını değiştirerek yeniden iletişim kurmadıkça iletişim kopar. Beklenen ego durumlarından tepki alınamadığı için iletişim son bulur. (Çapraz Transaksiyon)

    -Ve bir gizil transaksiyonun davranışsal sonucunu sosyal düzey değil psikolojik düzey belirler. Mesele altta yatan mesajdadır. (Gizil Transaksiyon)

    Transaksiyonel analizde yaşam pozisyonları

    Bireyin kendisine ve başkalarına ilişkin algılarını dayandırdığı temel duruma yaşam pozisyonu denir. Çocuk ego durumundan kaynaklanan ve genelde çocukken yaşamla ilgili olarak alınan kararlarla ilgilidir. Bireyin karşılaştığı durumlarda, özellikle bir stres durumuyla karşı karşıya kaldığında favori işlemini gösterir. Ve dört farklı yaşam pozisyonu vardır ;

    -Ben OK’im sen OK’sin. (sağlıklı pozisyon)

    -Ben OK değilim, sen OK’sin. (depresif pozisyon)

    -Ben OK’im, sen OK değilsin. (paranoid pozisyon)

    -Ben OK değilim, sen OK değilsin. (yararsız pozisyon)

    Yaşam pozisyonlarına günlük hayattan bir örnek vererek derinlemesine inceleyelim. (bir yönetici asistanına tamamlaması gereken işler veriyor ve asistan işleri eksik teslim ediyor, yönetici asistana sinirleniyor)

    Ben OK’im, sen OK’sin, sağlıklı pozisyonda olan bireyin tepkisi ; haklısınız özür dilerim, işleri tamamlayıp tekrar size getireceğim.

    Ben OK değilim, sen OK’sin, depresif pozisyonda olan bireyin tepkisi;  haklısınız ben hiçbir işi beceremiyorum, aptalın tekiyim.

    Ben OK’im, sen OK değilsin, paranoid pozisyonda olan birey ise aslında ben işleri çok iyi hazırlamıştım ancak siz hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz şeklinde bir tepki verebilecekken;

    Ben OK değilim, sen OK değilsin, yani yararsız pozisyonda olan bir birey ise evet ben beceremedim ancak siz de pek bir şey  öğretemiyorsunuz şeklinde bir tepki verebilir.

    Peki ya siz hayatınızın hangi anında, hangi olay karşısında hangi yaşam pozisyonunda olabiliyorsunuz?

    Transaksiyonel analizde raket duygular ve taontik duygular

    Raket Duygular: Çocuklukta öğrenilmiş ve desteklenen duygulardır. Genelde bireyde bir uyumsuzluk yaratır. Bu duygular genelde ebeveynlerden ve çocuğun etrafında bulunan diğer otorite figürleri tarafından öğrenilmiş duygulardır. Fonksiyonel analizde bahsettiğimiz uyumlu çocuk tepkisidir. Stres durumlarında kendini gösterebilir. Raket duygular genelde üç şekilde öğrenilir :

    Model alma: Ebeveynlerden ya da diğer figürlerden model alarak çocuk bu duyguları öğrenir. Örneğin ; canı acıyınca ağlamayan babasını gören çocuk da canının acıdığını gizlemeye çalışabilir.

    Pekiştirme: Ebeveynlerin çocukları üzerinde pekiştirdiği duygu ve davranış örüntüleridir. Örneğin: Cici kızlar sinirlenmez, erkekler ağlamaz…

    Ebeveynlerin çocuğa neler hissedeceğini söylemesi, dikte etmesi: Olayısıyla çocuk kendi duygularından kopar ve başkalarının duygularını kabul etmeye başlar. Örneğin ; misafirlikte yemek yemek isteyen çocuğa hayır teyzesi onun karnı tok, yemez deyip susturmak gibi.

    İşte yukarıda anlatılan duygular, raket duygular, çocuğun kendi duygularını ve hislerini içinden geldiği gibi yaşamasının önünde çok büyük bir engeldir. Çocukların büyüdüklerinde kendilerini rahatça ifade edebilen ve olaylar karşısında yaşadığı duyguları aktarabilen bireyler olmalarını istiyorsak onlara kendi duygularını yaşayabilme ve anlatabilme imkanını tanımalıyız.

    Otantik Duygular: Fonksiyonel analizde irdelediğimiz doğal çocuk tepkisidir. Sağlıklı duygular otantik duygulardır. Problemlerimizi çözebilen duygulardır ve her duygunun bireyin hayatında bir işlevi vardır.

    Transaksiyonel analizde oyunlar ve senaryolar

    Aslında hayatımızda hepimiz bazen bazı şeyleri elde edebilmek için oyunlar oynamıyor muyuz ?

    Bu oyunları oynamamızın nedeni transaksiyonel analize göre kendimizin ya da başkalarının OK olmadığı yani sağlıksız yaşam pozisyonlarını onaylamak olabilir. Çünkü transaksiyonel analize göre sağlıklı pozisyonda olan bireyler oyun oynamazlar. Bir diğer neden ise insanlarla olan temas ihtiyacımızı gidermek için onlarla bu şekilde bir iletişime geçme yöntemi bulmak olabilir. Ve son neden ise etrafımızdaki insanların davranışlarını daha tahmin edilebilir bir hale getirmek olabilir. Transaksiyonel Analize göre bu oyunların 3 düzeyi vardır:

    1.Düzey : Hepimizin bulunduğu çevrede, yetiştiği toplumda daha kabul edilebilen düzeyde oynanan oyunlardır.

    Örn ; yalnız başına bir masada kahve içen bir kadının karşısına bir erkeğin oturması ve kadınla sohbet etmeye başlaması, kadının buna tepki göstermemesi ve sohbeti sürdürdükten sonra erkeğin kadının omzuna elini atması gibi…

    2.Düzey : Yukarıda anlatıldığı kadar kısa süreli ve hızlı gelişmeyen daha uzun vadeli yaşanan ve çevreden gizlenerek oynanan oyunlardır.

    Örn; bir adam ve kadının çok uzun süren ilişkisinden sonra adamın kadını aldatması ve ayrılmak istemesi…

    3.Düzey : Bu düzeyde oyunların sonuçları çok daha ağırdır. Oyunlar morg, hastane, mahkeme salonu gibi yerlerde sonuçlanabilir.

    Eric Berne kuramında daha spesifik oyunlardan da bahsetmiştir. (tekmele beni, tahta bacak, frijit kadın…)

    Senaryolar ise daha çok çocukluk döneminde alınan kararlardan oluşur ve bir yaşam senaryosu haline gelebilir. Çocuklar yetiştikleri çevrede bulunan kişilerden bazı mesajlar alırlar. Bu mesajlar sözlü (emirler, atıflar)-sözsüz (fiziksel istismar) ya da her ikisinin kombinasyonu şeklinde de olabilir. Mesajlar çevredeki kişiler tarafından çocuğa bilerek ya da bilmeyerek verilir. Çocuk bu mesajlardan yola çıkarak bir karar alır ve kendince bir senaryo oluşturur, hayatını buna göre yönlendirir. Ve burada asıl önemli olan yetişkinlerin hangi mesajları verdikleri değildir ; asıl önemli olan yetişkinler tarafından verilen mesajların çocuk tarafından nasıl anlaşıldığı ve yorumlandığıdır. Mesela daha somut bir örnek vermek gerekirse ; siz çocuğunuzun doğum gününde onu mutlu etmek için konfeti patlatmış olabilirsiniz ama çocuğunuz sizin eğlence aracı olarak gördüğünüz konfetiden ürkmüş ve ağlamaya başlamış olabilir…

    Eric Berne kuramında daha somut ve net senaryolara ve açıklamalarına da yer vermiştir. (yok ol, doğal olma, ait olma, düşünme, hissetme…)

    Transaksiyonel naliz temelli terapiler

    Transaksiyonel analiz doğrultusunda yapılan terapilerde terapist ve danışan eşit düzeyde tutulur. Aralarında bir hiyerarşi  yoktur. Terapist, danışanın gelişmesini ve iyileşme yönünde değişmaesini sağlamalıdır. Daha hümanist teknikler kullanılır. Eric Berne’in klasik transaksiyonel analiz yaklaşımında 4 temel analiz gerçekleştirilir :

    • Yapısal Analiz: Bu aşamada danışanın ego durumları (ebeveyn, çocuk, yetişkin) tanımlanır ve danışanın kişilik çözümlenmesi yapılır.
    • Transaksiyonel Analiz: Bu aşamada ise danışanın çevresindeki diğer insanlarla olan iletişimi çözümlenir.
    • Oyun Analizi: Bu aşamada da danışanın farkındalığı arttırılarak çevresinde oynanan oyunların farkına varması ve aleyhine olan bir durumda bunu kontrol altına alma becerileri kazandırılır.
    • Senaryo (yazgı) Analizi: Son olarak senaryo analizi aşamasında ise danışanın arttırılan farkındalığı ile özerklik kazanması sağlanır ve çocukluk anılarının hatırlanması istenir. Terapist danışanın çocukluk anılarını ele alarak danışanın oluşturduğu senaryoları özgür bırakmasını sağlar ve danışanın kendi hayatında yeni kararlar alabilmesi için onu destekler.
    Referanslar
    • Transaksiyonel Analiz Derneği. ‘’Transaksiyonel Analiz Nedir?’’. Erişim : 12 Eylül 2019. http://ta.org.tr/transaksiyonel-analiz-nedir/
    • medium.com ‘’TA ve Ego Durumları.’’ Erişim : 14 Eylül 2019. https://medium.com/@belkibirazflu_57104/transaksiyonel-analiz-kuram%C4%B1-ve-ego-durumlar%C4%B1-69579ae5be1c
    • Özerk, H. Ada, S. Özerk, H. ‘’Öğretmenlerin ve Okul Yöneticilerinin Birbirlerinde Algıladıkları ve Bekledikleri Ego Durumlarının İlişkisi’’, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 17/66 (Bahar-2018), 779-800.
  • Akrofobi (Yükseklik Korkusu) Nedir? Tedavisi Nasıldır?

    Akrofobi. Yüksekten korkuyor musunuz? Bir dağın tepesine çıkıp manzaraya bakamayacağınızı mı düşünüyorsunuz?

    Merdivenler sizi korkutuyor mu? Akrofobi veya yükseklik korkusu, kendisinden muzdarip olanların, tamamen normal bir hayat sürmesini zorlaştıran bir anksiyete bozukluğudur. İnsanlara, balkondan bakmak ya da pencereden bakmak gibi günlük eylemler gerçekleştirirken bile güçlük çıkartabilir. Burada akrofobinin belirtileri, nedenleri ve sonuçlarını öğreneceksiniz. Ayrıca, size üstesinden nasıl gelineceğini de anlatacağız.

    Yükseklik korkusu (akrofobi) nedir?

    Akrofobi, yüksekten aşırı korkma olarak tanımlanabilir. Bu anksiyete bozukluğuna sahip insanlar yüksekte olduklarında ( asansör, merdiven vs.) ve hatta yüksekte olduklarını hayal ettiklerinde bile panik olurlar. Nüfusun %2’si ila %5’i bu problemle karşı karşıyadır, etkilenenlerin çoğunluğunu da kadınlar oluşturmaktadır.

    Fobi nedir?

    Fobinin tam olarak ne olduğunu açıklamadan akrofobiyi anlatamayız. Bu terim gündelik dilde sıkça kullanılır, bazen de bu terimi yanlış kullanırız. “Depresyon” ya da “stres” gibi diğer kelimeler de gündelik dildeki bozulmaya uğrar. Bu yanlış kullanım, sorunlar hakkında doğru bir biçimde konuşmayı daha karmaşık hale getirir.

    Fobi, bir insanın korktuğu nesne tarafından tehdit altında hissettiğinde verdiği korku reaksiyonudur. Bu tepkiler genelde belli bir uyarana verilir ve genelde aşırıdırlar. Şöyle ki, devasa bir zehirli yılan bizi kovaladığında yoğun bir korku hissetmemiz fobimiz olduğu anlamına gelmez. Bu oldukça doğal bir his ve tepkidir. Aslında, bu tip durumlarda hissettiğimiz anksiyete belirtileri adaptiftir; çünkü hayatımızı devam ettirmemizi sağlar. Bununla beraber, kandan her bahsedilişinde bayılıyorsa, ko zaman fobi terimini kullanabiliriz, çünkü bu tepki normal değildir.

    Fobiler nedensiz tepkilerdir. Fobisi olan insanlar bile bunun mantıksız olduğunun farkındadırlar. Bu korkular, onlardan muzdarip olankimseleri çin tam anlamıyla bir kabusa dönüşebilir. Bu yazıda, size akrofobi veya yükseklik korkusu hakkında bilmeniz gereken her şeyi ve bunun üstesinden nasılgelineceğini anlatacağız.

    Yükseklik korkusu belirtileri nelerdir?

    Akrofobiden muzdarip insanlar yalnızca bir gökdelenin çatısındayken gergin hissetmekle veya yerden büyük bir miktar yükselme gerektiren sporları yapmaktan kaçınmakla kalmazlar. Birinci katın penceresinden bakmak ya da alçak bir köprüden geçmek gibi günlük aktivitelerde de ekstrem zorluklar ve korku yaşarlar. Akrofobiye sahip insanlar da aşırı korku yaratan farklı uyaranlar vardır, herkes aynı uyaranlardan korkmaz. Ayrıca, yükseklik korkusunun farklı yoğunluk dereceleri vardır. En yaygın psikolojik ve fizyolojik belirtileri şunlardır:

    1. Anksiyete

    2. Panik atağı

    3. Kontrol kaybı

    4. Baş ağrısı

    5. Baş dönmesi

    6. Gerilme ve kaslarda gerginlik

    7. Şiddetli kalp çarpıntısı

    Akrofobinin nedenleri nelerdir?

    Çocukluğumuzdan beri hepimizin yüksekten korktuğu göz önüne alınmalıdır ancak korkunun yoğunluğu kişiden kişiye değişir. Bu korku hayvanlarda da vardır ve adaptiftir, onları tehlikeli yüksekliklerden korur. Yükseklik korkusu olan insanların korkularının sebepleri tamamen farklı olabilir. Başlıca sebeplerden bazıları şöyledir:

    1- Travmatik olaylardan kaynaklanan akrofobi

    Genellikle bunun nedeni çocukluğa dayanır. Hastanın ciddi şekilde etkilendiği büyük kazalar veya düşme gibi olaylar en yaygın sebeplerdendir. Bu, yükseklikle ilgili başına kötü olaylar gelen herkesin akrofobiye sahip olacağı anlamına gelmez. Öte yandan, bu bozukluğu, zarar görmese de da gözlem yoluyla edinen insanlar da vardır. Buna“temsili öğrenme” denir. Örneğin, ağabeyimizi bir eşek arısı soktuğunda onun korku reaksiyonuna tanıklık edersek, benzer bir böcek bize yaklaştığında korkmamız oldukça mümkündür.

    2- Doğuştan gelen yükseklik korkusu

    Şu anda araştırmacılar, bu fobinin doğuştan gelen faktörlerinin kalıtsallığını araştırıyor. Akrofobiye sahip ailelerde çocuklar doğduklarından beri buna tanık olduklarına ve sonunda bu fobiyi geliştirdiklerine inanılıyor.

    3- Akrofobide bilişsel ön yargı

    Bilişsel sürecimizdeki sapmalara aynı zamanda bazı fobilerin oluşumunda da önemli rol oynar. Yükseklik üzerine yanlış bilgiler de aşırı endişe ve stres tepkisini artırabilir ve fobiye neden olabilir. Kazaların oluşumunu veya kazaların şiddetini abartma eğilimi bu durumlarda sık görülür.

    Yükseklik korkusunun sonuçları nelerdir?

    Binanın pencerelerini temizlemeyi veya skydiving fikrini son derece rahatsız edici bulan birçok kişi var. Bu onların bir problemi olduğu anlamına gelmez. Potansiyel olarak tehlikeli olan durumlara itiraz etmek yaygın bir durumdur. Ancak akrofobiden muzdarip insanlar sıklıkla yükseklikle ilgili rahatsızlığa maruz kalırlar. Tüm fobiler klinik değildir. Örneğin, zamanının çoğunu büyük bir şehirde geçiren bir kişi için, tarantula korkusu yaşamak büyük bir endişe oluşturmaz. Bununla birlikte, yükseklik her yerdedir. Dik yamaçlar ya da yüksek binalarla dolu şehirler akrofobiklere cehennem gibi gelir. Öte yandan, yamaç bulunmayan düz vadilerdeki şehirler, yükseklikten korkan bir kişiye cennet gibi hissettirebilir.

    1. Akrofobiklerin kaçınma davranışları: Bu anksiyete semptomları akrofobiklerde ciddi kaçınma davranışlarını tetikler. Korkuyu tetikleyen uyarandan kaçmak bu bozukluğun devam etmesine sebep olur.

    2. Akrofobikler günlük aktivitelerden ellerini çekiyorlar: Akrofobikler sıklıkla manzaranın tadını çıkarmak, roller coaster’a binmek ya da teleferiğe binmek gibi eğlenceli aktiviteler yapmayı reddederler.

    3. Akrofobi – İş problemleri: Meslek, yükseklik ile ilgilenmeyi gerektiriyorsa işte zorluk çekebilirler. Çoğu insan için bir binanın onuncu katına taşınmak bir sorun değildir; ancak, bu durum akrofobikler için ciddi bir sorun oluşturabilir. Korku, onları son derece etkisiz hale getirebilir ve performanslarında düşüş hatta işten ayrılmak zorunda kalmaya kadar gidebilir.

    4. Yaşam kalitesindeki düşüş Aynı şekilde, herhangi bir fobi, çeşitli alanlarda kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde kötüleştirebilir. Duygusal olarak çok sinir bozucu olabilirler ve bundan muzdarip kişi tarafından göz ardı edilemezler. Buna ek olarak, insanların kendi iradeleri üzerinde olumsuz etkileri vardır. Bu rahatsızlıklar nispeten yaygındır ve aşırı endişe yaşayan insanlara yardım yolları arayan psikoloji uzmanlarının dikkatini çeker.

    Vertigo yükseklik korkusuyla aynı şey midir?

    Genelde bu iki terimi ilişkilendiririz, çünkü ikisi de yükseklikle ilgili bir rahatsızlıkla ilgilidirler, ancak bunlar eş anlamlı değildir. Vertigo dönme hissi ve denge kaybıdır. Çevremizdeki unsurlar hareket ediyormuş veya biz dönüyormuşuz gibi gelir. Öte yandan, yükseklik korkusu çeken insanlar herhangi bir zamanda vertigo yaşayabilirler. Bununla birlikte, baş dönmesi, bu bozukluğun belirtilerinden yalnızca biridir. Kısacası, bu zorluklar eşdeğer olmamalarına rağmen birbiriyle ilişkilidir.

    Akrofobi tedavisi: Akrofobi nasıl yenilir?

    Yükseklik korkunuz patolojik değilse sizi bu korkudan uzak ve sakin tutmanın yolları vardır. Kaygı durumlarında gevşemek mümkündür, ancak, gerçekten fark edilir derecede size zarar veren bir fobiniz varsa, profesyonel yardım almak en iyisidir. Nedensiz bir korkuya kapılıp kapılmadığımızı anlamak için anketler gibi bazı psikolojik değerlendirme araçları vardır. Akrofobi için büyük bir yardımcı olduğu kanıtlanmış birçok terapi vardır. Buna rağmen, hangisinin en iyi yöntem olduğu bilinmemektedir. Ancak, uygun bir tedavi aramak, bu rahatsızlıktan etkilenenlerin yaşam kalitesini yükseltmek için şarttır.

    Bilişsel-Davranışçı Terapi: Bu, fobileri tedavi etmek için en sık kullanılan terapidir. Maruz bırakma teknikleri gibi prosedürler, araştırma ve klinik uygulamalarda uzun ve başarılı bir geleneğe sahiptir. Bu yöntemler, yavaş yavaş akrofobikleri korkularının nesnesine yaklaştırır. Kademeli olarak daha güvenli hale gelirler ve kaygı reaksiyonlarını azaltırlar.

    Hastalar profesyoneller (psikolojik yardım uzmanları) tarafından korku uyaranlarına yönlendirilebilir veya doğrudan temas kurabilecekleri, korkularına kendilerini maruz bırakma tekniklerine başvurabilirler. Öte yandan canlandırma sembolik ya da canlı olabilir. Bir grupta ya da bireysel olarak da yapılabilir. Belirtiler her zaman tamamen kaybolmaz, ancak asansöre binmek veya bir pencereden dışarı bakmak gibi günlük aktiviteleri korkudan felç olmadan gerçekleştirebilmelerini sağlar.

    Psikolojik müdahale, refah düzeyini büyük oranda artıracaktır. Buna ek olarak, bu tedaviler sürekli gözden geçirme aşamasındadır. Aslında, sanal gerçeklik gibi yeni teknolojilerin ortaya çıkması, insanların korkularıyla daha kontrollü bir ortamda karşılaşmasına yardımcı olmaktadır. Akrofobik kişi daha önce hayal edemediği zorlukların üstesinden gelebilir.

    Bu yazıyı okuduğunuz için çok teşekkürler. Peki ya siz, yüksek bir binanın penceresinden bakarken veya helikopterle yolculuk yaparken rahat hissediyor musunuz? Herhangi bir sorunuz varsa veya katkıda bulunmak istiyorsanız lütfen aşağıya yorum yapın.

    Kaynak

    blog.cognifit.com/acrophobia/