Yazar: admin

  • Erken boşalma

    Denetimsizliği tanımlamada erken sözcüğü uygun olmadığından ‘erken boşalma’ yerine ‘denetimsiz boşalma’ ya da ‘istemsiz boşalma’ isimlerinin kullanılması daha uygun olacaktır. Çeşitli araştırmacılar tarafından vajinaya girişten ejekülasyona kadar geçen zaman veya penisin vajina içinde gidiş-geliş sayısı esas alınarak tanımlanmaya çalışıldı.

    Masters ve Johnson 1970’de prematüre ejekülasyonu; erkeğin, cinsel birleşmelerin en az %50 sinde, eşinin orgazma ulaşmasına yetecek kadar boşalmayı geciktirememesi olarak tanımladılar. Kadınların orgazma ulaşma sürelerinde ve orgazm olma oranlarında bireyler arası büyük farklılıklar gözlenmesi bu tanımın kullanılabilirliğini sınırladı.

    Erken boşalma (prematür ejakülasyon) nedir?

    Kaplan’ın belirttiği gibi erken boşalma, vajinaya girişle ejakülasyon arasındaki zaman veya giriş-çıkış sayısı ya da ejakülasyondan önce eşin orgazm olma oranı gibi niceliksel terimlerle tanımlanamaz.Önemli olan ejakulatuar refleks üzerinde istemli denetimin olmaması ve yüksek uyarılma düzeylerine, refleks olarak ejakulasyon ortaya çıkmadan dayanılamamasıdır.

    Kısaca denetimsiz boşalma ( prematüre ejekulasyon) sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, çok az uyarılmayla ve kişinin istemesinden önce, vajinaya girme öncesi, girer girmez ya da hemen ejakulasyonun olması şeklinde tanımlanır.

    Masters ve Johnson’un 1970 yılında yaptığı cinsel ilişkilerin %50’sinden fazlasında boşalmanın kontrol edilememesi ve partnerin orgazm olamaması tanımından sonra prematür ejakülasyonun birçok tanımı yapılmış olup en son 2009 yılında International Society of Sexual Medicine’nin (ISSM) yaptığı kanıta dayalı tanım kullanılmaktadır. Bu tanıma göre prematür ejakülasyon; boşalmanın hemen hemen tüm ilişkilerde vajinal girişten önce veya 1 dakika içinde olması, tüm ilişkilerde geciktirilememesi, kişide üzüntü, rahatsızlık, hayal kırıklığı veya cinsel birliktelikten kaçma gibi olumsuz sonuçlar doğurmasıdır .

    Erken Boşalma tanımlarında sabit eleman olarak

    a) Kısa boşalma süresi

    b) Ejakülasyonun kontrol edilememesi ve kişinin isteminden önce gerçekleşmesi

     c) Negatif etkiler olarak; Cinsel ilişkiden zevk almama, üzüntü, partner ve diğer kişilerle olan ilişkilerde sorun yaşanmasını sayabiliriz.

    Waldinger güncel öneriler doğrultusunda semptomatolojiye dayanarak 4 PE sendromu tanımlanmıştır. Bu sendromlar da güncel olarak kullanılmaktadır.

    a) Yaşam boyu süren PE (Primer PE); İlk seksüel ilişkiden itibaren vardır, ejakülasyon olguların çoğunda (%80) 30-60 saniyede veya 1 ve 2 dakika içinde (%20) olmaktadır, hayat boyu sürmekte (%70) veya yaşlanma ile daha kütüleşebilmektedir. PE’nin hemen hemen her vajinal ilişkide ve her kadınla olması, ilk ilişkiden itibaren olmasıdır. Yaşamboyu süren PE bir kronik ejakulasyon bozukluğudur. Biyolojik komponenti vardır ve muhtemelen santral sinir sisteminde serotonin veya serotonin reseptör anomalileri sonucudur .

     b) Kazanılmış PE; Prematür ejakülasyon erkeğin hayatının belirli dönemlerinde olmaktadır. Şikayetlerinden önce normal ejakülasyon vardır. Ani veya yavaş gelişmiştir. Ürolojik olaylara (sertleşme bozukluğu veya prostatit), tiroid disfonksiyonuna, psikolojik veya ailevi problemlere bağlı olabilir. Ömürboyu süren PE’den farklı olarak nedeni bulunduğunda tedavi edilebilmektedir.

     c) Doğal değişken PE; Değişkenlik gösteren prematür ejakülasyondur. PE şikayetleri bazen olmaktadır. Ortalama ejakülasyon süresi 1,5 dakikadır. Ejakülatuar performansın normal varyasyonu olarak kabul edilmektedir.

     d) Prematür Ejakülasyon benzeri boşalma disfonksiyonu; Ejakulasyon süresi 3-6 dakika arasında veya daha uzun olduğu halde kişi erken boşalmadan yakınmaktadır, erken boşaldığına inanmaktadır. Ejakulasyonu kontrol edebilmektedir.

    KAPLAN:Denetimsiz boşalma, bir erkeğin gönüllü boşalmayı kontrol edemeyip istediğinden önce zirveye çıkıp boşalmasıdır.Normal bir erkek önce heyecanlanır, sonra bu heyecanın keyfini yaşar (plato) ve ardından boşalır. Denetimsiz boşalanlarda  bu plato fazı yoktur.Heyecanlanır ve boşalır.’

    Daha dar bir pencereden  bakıldığında buradaki sorun, orgazm refleksinin bir bileşeni olan boşalmanın kendisi ile ilgili bir sorun değildir, bu bir orgazm bozukluğudur.

    Normal koşullarda uyarıldıktan sonra yaşanması gereken ve çiftin bir süre ilişkiide kalması dönemi olan plato denetimsiz boşalanlarda mevcut değildir.Yani gönüllü uzatma veya erteleme noktası mevcut değildir.

    Erken boşalma tanısında dikkat edilmesi gerekenler

    Denetimsiz boşalma teşhisinde boşalmanın gerçekten erken mi meydana geldiğine yoksa bayan partnerin yavaş reaksiyonuna bağlı olarak erkenmiş gibi algılandığına dikkat edilmelidir.

    Denetimsiz boşalma tanısı, yalnızca boşalma süreci erkek tarafından yeterli derecede kontrol edilemez bulunduğunda veya erkeğin boşalma sürecini yeterince kontrol edemediği için partnerde orgazm yaşanmadığında konulmalıdır.

    Denetimsiz boşalma cinsel ilişkiye giren genç erkeklerde sık görülür.Çoğu erkek daha sonraları boşalma süresi üzerinde bir kontrol geliştirir.

    Erken boşalmanın nedenleri nelerdir?

    Erken boşalmanın nedenini ya da nedenlerini açıklamak için birçok girişim olmuştur. Çoğu erkek soluk soluğa bir telaşla cinsel zevkin peşinden koşarken boşalmanın kontrol edilmesi, durdurulması veya sabitlenmesini başaramaz. Bedenini partneriyle uyum içinde hareket ettiremeyen erkekte şimdiye yoğunlaşmak, o anı duyumsamak olanaksızlaşır ve cinsel birleşmenin ansızın son bulacağı kaygısı olur. Bu nedenle her cinsel sorun gibi erken boşalmada bu kaygıdan ya da bir rahatsızlıktan kaynaklanır. Ama asıl sorun erkeğin cinsel işlevlerinde değil, cinsel işlevlerini nasıl yerine getirmesi gerektiği konusundaki düşüncelerindedir. Çünkü aklını düşüncelerden arındıramayan, özgür ve doğal bir şekilde cinselliği yaşayamayan erkek, tedirginlik duygusundan uzaklaşamaz ve boşalma konusunda sorun yaşar. Kısaca erken boşalmanın başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

    • Gençlik çağlarında uygunsuz ortamlarda yakalanma korkusuyla, ayıp, yasak ve günah düşünceleriyle yapılan mastürbasyonlar,
    • “Mastürbasyon körlük yapar”, “kişi sağır olur” gibi cinsel mitler yani hurafeler,
    • Cinsel ilişki konusunda tecrübesizlik,
    • Cinsel fizyoloji hakkında yanlış anlamalar ve gerçek olmayan beklentiler,
    • Zayıf cinsel beceriler ve tecrübesizlik,
    • Anksiyete ve depresyon,
    • Stres, sıkıntı ve gerginlik,
    • Yorgunluk, sıkkınlık, kızgınlık ve tedirginlik,
    • Cinsellikle ilgili gerçekçi olmayan beklentiler,
    • Cinsel uyarım eksikliği,
    • Gerekli koşulların sağlanamaması,
    • Sertleşmiş penise verilen orantısız önem,
    • Cinsel açıdan baskı altında yetişme,
    • Aşırı cinsel isteğin verdiği gerginlik,
    • Günah işleme veya suçluluk duygusu,
    • Hastalık kapma korkusu,
    • Partnerin anlaşılamayan korkusu veya reddetmesi,
    • Gebe bırakma korkusu,
    • Hadım edilme korkusu,
    • Partnerin hayal kırıklığı korkusu,
    • Vajinanın aşılamama korkusu,
    • Kadına karşı isteksizlik,
    • Partnerle çatışma,
    • Başkaları tarafından mahrem yerlerinin keşfedilme korkusu,
    • Partnere aşırı ilgi, bağlılık ve sevgi,
    • Para karşılığı kurulan ilişkiler veya genelev alışkanlığı,
    • Cinsel uyumsuzluk,
    • Bilinçaltında yatan cinsel ilişki ile ilgili olumsuz düşünceler,
    • Prostatit, üretrit vb. hastalıklar,
    • Penis başının aşırı hassasiyeti (penil hipersensitivite),
    • T12-L1 düzeyindeki nörolojik yaralanmalar,
    • Narkotik veya antipsikotik tedavinin aniden kesilmesi vb.

    Erken boşalmanın temel belirtileri nelerdir?

    Boşalmanın küçük cinsel uyarılarla ve neredeyse kontrolsüz bir şekilde meydana gelmesi, cinsel tatminde azalma, suçluluk, utanç ve hayal kırıklığı hissi erken boşalmanın en temel belirtileridir. Bu belirtileri gösteren erkeğin yalnız olmadığını bilmesinde fayda vardır. Suçluluk, utanç ve ayıp gereksizdir ve erken boşalmanın üstesinden gelme konusunda erkeğin motivasyonunu bozabilir ve çiftin cinsellikten zevk almasını engeller. Kısaca erken boşalmanın temel belirtilerini özetleyecek olursak;

    • Kontrolsüz bir şekilde boşalma,
    • Cinsel tatminde azalma,
    • Suçluluk,
    • Cinsel ilişkiye aşırı önem verme,
    • Cinsel ilişki öncesi, ilişki sırasında ve sonrasında gerginlik yaşanması,
    • Performansın çok önemli olarak algılanması,
    • Utanç duyma,
    • Hayal kırıklığı hissi,
    • İçinde bulunulan ana yoğunlaşamama,
    • Cinsel birleşmenin ansızın son bulacağı kaygısı,
    • Zamanla meydana gelen cinsel isteksizlik,
    • İlk boşalmadan sonra ikinci cinsel birleşme için ısrarcı olma vb. erken boşalmanın temel belirtileridir.

    Erken boşalmanın evreleri nelerdir?

    Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği’nin istatistikler ve ortalamalar alınarak çıkardığı derecelendirmeye göre;

    Normal Boşalma – Boşalma refleksi üzerinde istemli bir denetim vardır. Yüksek yarılma düzeylerinde refleks olarak boşalma ortaya çıkmaz.

    Evre 1 – Penis vajinada iken 5-7 dakika arasında boşalma olur. Erkek ya da partnerine göre sorun yoktur. Cinsel doyum sorunları yaşanmaz. Boşalma refleksi üzerinde istemli bir denetim yoktur.

    Evre 2 – Penis vajinada iken 5-7 dakika arasında boşalma olur. Erkek ya da partnerine göre sorun vardır.Cinsel doyum sorunları yaşanır. Boşalma refleksi üzerinde istemli bir denetim yoktur.

    Evre 3 –  Penis vajinada iken 3-4 dakika arasında boşalma olur. İyi derece erken boşalma vardır.

    Evre 4 – Penis vajinadayken 1-2 dakika arasında boşalma olur. Orta derecede erken boşalma vardır.

    Evre 5 – Penis vajinaya girmeden önce boşalma olur. İleri derecede erken boşalma vardır.

    Durumsal – Bazı durumlarda veya bazı partnerlerle erken boşalma yaşanır.

    Erken boşalmanın görülme sıklığı nedir?

    Toplumda en sık görülen cinsel işlev bozukluğu olmasına karşın, cinsel işlev bozuklukları tedavi merkezlerine başvurular arasında erektil işlev bozukluklarından sonra ikinci sıradadır.

    Cinsel ilişkilere yönelik tutum ve davranışlarla ilgili kapsamlı bir araştırmada, 27.000 kişiden toplanan verilere göre EB’nin dünyada en azından % 21,4 düzeyinde seyrettiği aktarılmaktadır. Görülme sıklığının Doğu Asya ülkelerinde % 29,1, Orta ve Güney Amerika’da % 28,3, Avrupa’da % 21,1 olduğu bildirilmiştir. En düşük yaygınlık oranlarının ise % 12,4 ile Cezayir, Mısır, Fas, Güney Afrika ve Türkiye’de olduğu gözlenmiştir .

    Ancak, Konya il merkezinde yapılan yeni bir araştırmada , evli erkeklerdeki EB oranının % 29,3 olduğu bildirilmiştir. Türkiye toplumundaki, çoğunluğu Müslüman erkeklerin sorunlarını gizlemesi ya da içinde bulunduğu olumsuz durumu sorun olarak görmemesi, EB gibi cinsel işlev bozukluklarının sıklığını belirlemede görüldüğü gibi yanıltıcı olabilmektedir.

    Örneğin, Türkiye’de yapılan bir araştırmada, sorun belirtmeyen erkeklerin dörtte üçünde cinsel işlev bozukluğu gözlenmiştir. Benzer biçimde) EB tanısı alan erkeklerin yarısında tanı ile başvuru yakınmaları arasındaki tutarlılığın düşük olduğu izlenmiştir.

    Erken boşalma sorunu çoğu kez sertleşme sorunları, cinsel isteksizlik ve evlilik sorunları ile birlikte görülmektedir.Bu tür olgularda başvurular çoğu kez erektil işlev bozukluğu yönünden yardım almak amacıyla yapılmakta ancak incelendiğinde temel sorunun denetimsiz boşalma olduğu saptanmıştır.

    Eğitim düzeyi daha yüksek olan grupta bu yakınma ile başvuruların daha fazla olmasının partneri tatmin etme çaba ve kaygısından kaynaklandığı belirtilmektedir.

    Denetimsiz boşalma genellikle primer bir sorundur.

    Erken boşalma çeşitleri nelerdir?

    Metz ve McCarthy 9 tip erken boşalma tanımlar. Cinsel terapistler  bunu 12’ye tamamlar.

    12 tipi vardır. 4’ü fiziksel nedenli, 7’si psikolojik ya da ilişkisel nedenli ve 1 tanesi de diğer bir cinsel fonksiyon bozukluğunun eşlik ettiği karışık tip olmak üzere inceleyeceğimiz erken boşalma tipleri, özellikle klasik ve geleneksel yöntemlerin sonuç vermemesini anlamada bizi aydınlatacak bir sınıflama olacaktır.

    1. Özgüven eksikliğine bağlı erken boşalma
    2. Psikolojik streslere bağlı erken boşalma
    3. Karışık tip erken boşalma
    4. Psikoseksüel beceri eksikliğinden kaynaklanan erken boşalma
    5. Nörolojik sisteme bağlı erken boşalma
    6. Bilinçdışı çatışmalara bağlı erken boşalma
    7. Psikolojik sisteme bağlı erken boşalma
    8. Fiziksel hastalığa bağlı erken boşalma
    9. Fiziksel yaralanmaya bağlı erken boşalma
    10. İlacın yan etkisine bağlı erken boşalma
    11. Mahremiyet eksikliğine bağlı erken boşalma
    12. İlişki stresine bağlı erken boşalma

    Özgüven eksikliğine bağlı erken boşalma

    Özgüven, bir kişinin kendi değerleri ve yetenekleri hakkındaki subjektif ( öznel) değerlendirmesidir. Yani kişinin kendi özelliklerinin ne ölçüde olumlu ya da olumsuz olduğu hakkındaki yorumudur.

    Psikolojik streslere bağlı erken boşalma

    Psikolojik sıkıntılara bağlı erken boşalma, uyum sorunu (geçici depresyon yada anksiyete), alışkın olunmayan ciddi bir stres yada akut depresyon gibi geçici psikolojik zorlanmalardan kaynaklanabilir.

    Erken boşalması olan erkekler için tipik bir kişilik profili var olmasa da, bilimsel literatüre göre daha çok durumsal anksiyete, reaktif depresyon, kendine güven kaybı, şüphecilik, engellenme, öfke, sınırlayıcı dini inançlar, kişinin kendi bedeni ve cinsellikle ilgili olumsuz duygularının olması ya da cinsel performans hakkında gerçekçi olmayan beklentilerin olması veya kişinin baba ver erkek rolleri arasında çatışma yaşaması gibi durumlarda erken boşalmanın görüldüğü söylenebilir.

    Psikolojik sıkıntılara bağlı erken boşalma sonradan kazanılmıştır.

    Karışık tip erken boşalma

    Başka bir cinsel fonksiyon bozukluğunun eşlik ettiği erken boşalmadır.

    Erken boşalma başka bir cinsel fonksiyon bozukluğuyla olabilir, cinsel isteksizlik yada sertleşme sorunu gibi veya cinel kimlik bozukluklarının yani eşcinselliğin bir sonucu olabilir.

    Psikoseksüel beceri eksikliğinden kaynaklanan erken boşalma

    Erken boşalma, erkek kendi bedeni, partnerinin bedeni ve cinsel fizyoloji (cinsel yanıt nasıl oluşur) konularında doğru ve yeterli bilgiye sahip olmadığında cinsel performansla ilgili gerçekçi olmayan beklentileri olduğunda ve cinsel uyarılma sırasında bedenini kontrol etmeyi beceremediğinde ortaya çıkabilir.

    Ayrıca bazı erkekler flört etme yada kişiler arası ilişki becerilerinden de yoksundurlar. Bu tarz erken boşalma cinsel ilişkilerde ömür boyu sürebilir ama mastürbasyon sırasında  ortaya çıkmayabilir.

    Başarısız olma korkusu vardır, cinsel olarak uyarıldığında bedenini rahatlatmakta sorun yaşar; erken boşalmayla baş edecek teknikler konusunda farkındalığı azdır; partnerinin bedeni ve tepkilerine aşırı derecede odaklanmıştır; kısıtlanmış, endişe dolu hisleri vardır ve bozuk düşüncelere sahiptir.

    Nörolojik sisteme bağlı erken boşalma

    Tarihsel olarak erken boşalma konusunda en genel açıklamaları içeren nörolojik sisteme bağlı erken boşalma, sinir sisteminde erken boşalmaya fizyolojik bir yatkınlık olmasından kaynaklanır. Boşalma refleks olarak tetiklenir.

    Erken boşalması olan bazı erkeklerin aykırı olarak aşırı duyarlı sempatik sinir sistemleri yani çok hızlı işleyen boşalma refleksleri vardır. Erken boşalmanın bu türü; erkeğin yaşamı boyunca sürer, mastürbasyon da dahil olmak üzere her durumda ve her partnerle olur.

    Erken boşalması olan erkeklerin aşk kası refleksi (bulboculvernosus refleksi) daha hızlıdır. Bu aşk kaslarında daha hızlı bir nörolojik yanıt olduğu anlamına gelmektedir.

    Penisin aşırı duyarlılığı, penisin cinsel nesnelere teması ve bunu algılayan sinirsel yapılar ise algının iletildiği üst merkezler arasındaki ilişkinin erken boşalmaya yol açacak şekilde aşırı duyarlılık derecesinde olmasıdır.

    Bilinçdışı çatışmalara bağlı erken boşalma

    Ödipal çatışma ve oto kastrasyon yaşayan kişilerde çok görülür. Bu kişiler anne lafını çok kullanırlar ve muhtemelen  anne ile ayrışma gerçekleşmemiştir. Bu kişilerde anneden ayrışma ve bağımsızlaşma sorunları , bağlanma hastalığı görülür.

    Psikolojik sisteme bağlı erken boşalma

    Psikolojik Sisteme Bağlı Erken Boşalma; bipolar bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk, kronik depresyon, anksiyete bozukluğu, şizofreni, kişilk bozuklukları( örneğin, çekingen kişilik bozukluğu, bağımlı kişilik bozukluğu, narsisistik kişilik bozukluğu ya da borderline kişilik bozukluğu ),travma sonrası stres bozukluğu yada dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi gelişimsel olarak ortaya çıkan kronik psikolojik tahatsızlıklardan kaynaklanabilir. Erken boşalmanın bu türü, erkeğin yaşamı boyunca ve her durumda ortaya çıkar.

    Fiziksel hastalığa bağlı erken boşalma

    Bu çeşit erken boşalma sonradan kazanılmıştır, yaşam boyu değildir ancak her cinsel durumda ortaya çıkar.

    Bir takım akut hastalıkların boşalma hızını etkilediği bilinmektedir. Bazıları idrar yolu enfeksiyonları gibi oldukça yaygın hastalıklarken, bazıları da az görülen rahatsızlıklardır. Erken boşalmaya en çok neden olan rahatsızlık prostat iltihabıdır(prostatit). Ayrıca diğer ürolojik hastalıklar da erken boşalmaya yol açabilir.

    Ayrıca karaciğer yetmezliği, kalp-kan dolaşım rahatsızlıkları, hipertansiyon, arsenik, benzol ve kurşun gibi kimyasal maddelerden zehirlenmeler, çeşitli skleroz, ağır böbrek hastalıkları, prolaktin anomalileri ve tiroid hormon bozuklukları gibi endokrinopatiler de erken boşalma yapabilir. Bu nedenle erken boşalma hastalarında rutin olarak prolaktin ve testosteron düzeylerine bakılması tedavinin gidişatı için çok yararlı olacaktır.

    İlacın yan etkisine bağlı erken boşalma

    Özellikle ruh sağlığı hastalıklarında kullanılan ilaçların ani olarak kesilmesi erken boşalma sorununa yol açabilir.Bu tip erken boşalma sonradan kazanılmış olup, her durumda ortaya çıkar.

    İlişki stresine bağlı erken boşalma

    Karmaşık kişilerarası ilişkiler  erken boşalmaya yol açabilir ya da erken boşalma nedeniyle ilişkiler bozulabilir. İlişkisel sorunlara bağlı erken boşalma iletişim eksikliği, yanlış anlaşılmalar, romantik olmaktan korkma, çözülmemiş duygusal çatışmalar,partnere karşı aşırı hassasiyet, yakın ilişkilerden aşırı derecede korkma ya da aldatılmaya karşı bir cevap nedeniyle ortaya çıkabilir.

    Ayrıca kadına karşı isteksizlik , eşle çatışma, eşin hayal kırıklığına uğrayabileceği korkusu, erken boşalma korkusu gibi durumların erken boşalmaya yol açacağı saptanmıştır. İlişkisel sorunlara bağlı erken boşalma genelde sonradan kazanılmıştır.

    Mahremiyet eksikliğine bağlı erken boşalma

    Sağlıksız bağlanmalar kişinin sağlıklı ve mutlu bir evlilik yaşamasına engel olabilir. Cinsel birleşme eylemi, bir başkasının vücudunda başka birinin vücudunun yer alması, son derece kırılgan fizyolojik bir pozisyondur. Cinsel sorunlar mahremiyet zorluklarının bir göstergesidir.Mahremiyet evlilikte, cinsel ve aile yaşamından çok elzem bir kavramdır. Mahremiyet de aşk gibi bir çok tanıma sahiptir.Mahremiyet yaygın anlamlarının dışında birçok şey ifade etmektedir.Herhangi bir şey özelse, onu hak etmeyen bir kişiyle paylaşmak doğru değildir.bu özel olan şey için ‘mahrem’ kelimesi de kullanılabilir. Paylaşmak haline, gizli olma durumuna veya gizliliğe ise ‘mahremiyet’ denir. Mahremiyet için bir çok önemli öge vardır; bağlanabilme ve iş birliği becerisi, mahrem ilişkilerde meydana gelen çatışmayı, düşmanlığı çözebilme, anlama, direnebilme ve ifade edebilme yetisi.

    Mahremiyet korku dolu bir süreçtir çünkü ifşa korkusu, terk edilme korkusu; kızgın saldırı korkusu; kontrolü kaybetme korkusu; kişinin kendi yıkıcı dürtülerinin korkusu; kişinin bireyselliğini kaybetme korkusu gibi korkular içinde barındırır.Erken boşalmaya yol açan mahremiyet eksikliği, yakınlık korkusunun bir sonucu da olabilir.

    Sünnet yaşının erken boşalma üzerinde etkisi var mıdır ?

    Yapılan araştırmalara göre erken boşalmayı “sünnet yapan kişinin mesleki konumu”, “sünnet ettirilme nedeni”, “zorla sünnet ettirilme durumu”, “sünnet sırasında anestezi kullanımı” ve “sünnete bağlı ek bir sorun olup olmaması” etkilememiştir.

    Fakat “sünnet olma yaşı” açısından görülen farklılık ise sünnet yaşının Erken Boşalma üzerinde etkili olduğunu göstermiştir. Bulgulara göre sağlıklı grubun büyük çoğunluğunun (% 82,5) “7 yaşın altında” sünnet oldukları izlenmiştir.

    Erken Boşalan grupta ise yine büyük bir çoğunluk (% 72,5) “7 yaş ve üstünde” sünnet olmuştur.

    “7 yaş ve üstü”nde sünnet olmanın erken boşalma ile karşılaşma açısından oldukça riskli olduğu tesğit edilmiştir. Diğer taraftan “7 yaşın altında” sünnet olmanın erken boşalma açısından anlamlı bir risk taşımadığı gözlenmiştir.

    Fallik dönemde sünnet ve erken boşalma

    Araştırmalara göre, “3-7” yaşları arasında (fallik dönemde) sünnet olanların erken boşalma ile karşılaşma oranı olan % 10, diğer yaş dilimlerine göre en düşük orandır. Bu bulgu beklendik değildir. Çünkü Freud’un , sünnetin iğdiş edilme korkusu ile bağlantılı olabileceğine dikkat çekmesi ile ilişkili olarak sünnet “fallik dönem”de önerilmeyen bir ameliyat olagelmiştir. Bu konuyla ilgili Türkiye’deki elde edilen ilk kanıtlara göre , 4-7 yaşları arasında sünnet olma sürecindeki (sünnet öncesi ve sonrası gözlem) 12 çocuk üzerinde yaptığı testlerin sonuçlarına göre sünnetin, çocuklar tarafından “iğdiş edilme” ve bedenlerine bir “saldırı” olarak algılandığını belirtmektedir. Sünnetin (sünnet olma süreci ve anında) iğdişlik korkusunu tetiklediğini bildirilmiştir. Ayrıca, Türkiye toplumundaki çocukların çoğunluğunun iğdişlik korkusunun arttığı bir dönemde (3-7 yaş) sünnet ettirildiğini vurgulayarak, sünnetin erkek çocuğa “organıma bir şey yapılacak”, “bir parçası kesilecek” korkusu yaşattığına ve bu korkunun da çocukta iğdişlik karmaşasının yerleşmesine neden olabileceği tespit edilmiştir..

    Benzer biçimde yapılan bir araştırmaya göre   ergenlik dönemi öncesi travma (sünnete bağlı oluşan iğdişlik korkusu bir travma olarak düşünülebilir) yaşayan erkeklerde yaşamayanlara göre üç kat daha fazla sertleşme sorunu, iki kat daha fazla erken boşalma ve azalmış cinsel istek olduğunu gözlemiştir

    Fallik dönem sonrası (7 yaş ve üstü) sünnet ve erken boşalma

    Erikson’un  gelişim kuramına göre çocuk 6-7 yaşlarına geldiğinde, ruhsal dünyası ile gerçek yaşama girmeye hemen hemen hazırdır. Çocuk bu süreçte, aletleri (araç-gereçler) ve becerilerinden ya da çalışma arkadaşları ile arasındaki konumundan umudunu keserse, onlarla ve aletler dünyasının bir bölümüyle özdeşim kurmaktan kaçınır. Böylece çocuk, aletler dünyası ve beden yapısındaki donanımına (el, kol, cinsel organlar vb.) karşı umutsuzluğa kapılarak yetersizlik ve aşağılık duygusu içine girer. Bu döneme sünnetsiz olarak girmek, “henüz erkek olmadım” algısına paralel bir biçimde, beden donanımında da bir eksiklik algısı ortaya çıkararak Türkiye’deki erkek çocuklarında yetersizlik ve aşağılık duyguları uyandırıyor olabilir. Bu yorum, Türkiye’de, sünnet olmamanın erkek olmamakla, toplum dışı kalmakla eşanlamlı olduğunu ve bu nedenle sünnetin önemli bir benlik gereksimi halini aldığını destekler. Bu yönüyle bakıldığında sünnet olan bireyin beden algısı ve beden parçası kaybına yüklediği anlam yaş arttıkça, fiziksel ve zihinsel olgunluğa bağlı olarak, farklı boyutlar kazanabilir. Böylece geç sünnet erken boşalmanın gelişiminde rol oynayabilir.

    Boşalma öncesi majör belirtiler nelerdir?

    • Nefes hızlanması,
    • Kaslarda kasılma,
    • Ritmin hızlanması

    Boşalma öncesi minör belirtiler nelerdir?

    Penisten gelecek boşalma sinyalleri;

    • Keyifli bir yanma
    • Bir ılıklık ve sıcaklık
    • Uyuşma veya karıncalanma
    • Kasık bölgesindeki kaslarda kasılma
    • Çekilme

    Erken boşalan erkeklerin ortak özellikleri nelerdir?

    • Hızlı yemek yerler.
    • Hızlı araba kullanırlar.
    • Her konuda aceleci davranırlar.
    • Çabuk sinirlenirler.
    • Kontrolsüz davranışları vardır.
    • Ya çok çabuk güvenirler ya da güven duymada zorlanırlar.
    • Kaygılı ruh halleri vardır.
    • Çocukluklarında babalarıyla sorunları vardır.
    • Çocukluklarında yataklarını ıslatmışlardır.
    • Genellikle eğitim düzeyleri yüksektir.
    • Atipi kişilik yapısına sahiplerdir.
    • Rekabetçi, sosyal alanda ve mesleğinde hırslıdır,
    • Dakiktir,
    • Güçlü ve etkileyicidir,
    • Sabırsızdır,
    • Aynı anda birkaç iş yapmayı sever,
    • İnsanlara ve olaylara çabuk sinirlenir,
    • Onaylanmayı bekler,
    • Sorunlu bir dinleme tarzı vardır,
    • Daima telaşlıdır,
    • Ev ve iş dışında çok az ilgi alanı vardır,
    • Duygularını saklar,
    • Kendini ve başkalarını işlerini bitirmeye zorlar vb.

    Boşalmanın hızını artıran faktörler nelerdir?

    • Genç olmak,
    • Romantik, içgüdüleri zayıf ve mantığıyla hareket eden erkekler,
    • Heyecanlanmak,
    • Uzun süren cinsel perhizler sonrası kurulan cinsel ilişkiler,
    • Partnerinin daha istekli olması,
    • Yeni evlenmiş veya hiç cinsel ilişkide bulunmamış olmak,
    • Cinsel ilişki yoğunluğunun azalması,
    • Cinsel birleşme esnasındaki gidip gelmelerin hızlanması,
    • Kaygılı ve sinirli ruh hali,
    • Aşırı istekli olmak veya aşırı cinsel isteğin verdiği gerginlik,
    • Eve günün stresinden bunalmış, yorgun ve sıkıntılı bir halde gelmek,
    • Performans anksiyetesi yani aşarısızlık korkusu,
    • Partner olarak seçilmiş kadının cinsel isteksizliği,
    • Cinsel zevke önem vermeyen kadınlarla, hayat kadınlarıyla veya yakalanma korkusu olan bir ortamda kız arkadaşlarla yaşanan erken cinsel deneyimler,
    • Devamlı alışılmış partnerle değil de ek olarak başka bir partnerle ilişkiye girme,
    • Sorunlu veya bozuk giden evlilikler,
    • Sertleşme bozukluğu olacağı endişesi vb.

    Erken boşalmanın tedavisi nasıldır?

    Erken boşalma tedavisinin önündeki en büyük engel erkeğin tedavinin ne zaman biteceğine yönelik aceleci tutumudur. Erkek ironik bir şekilde tedavi için acele ettikçe erken boşlamasının tedavisini de baltalamaktadır. 

    Erken boşalma cinsel terapisinde erkekler sonu belirsiz ve zaman sınırlaması olmayan bir cinsel aktiviteye yönlendirilmelidir. Böylece çiftler arasındaki yakınlık en yüksek düzeye çıkar ve bu yakınlık süreklilik kazanır. Örneğin buz pateniyle dans ederken, buz pistini sınırlayan hiçbir başlangıç ve varılacak son nokta veya bir işaret yoktur. Çiftler özgürce dans ederler. Önemli olan o anı yaşamaktır. Cinsellikte de önemli olan son noktayı düşünmeden telaşsız bir şekilde şimdiye ve duygularımıza yoğunlaşmaktır. Ayrıca yoğunlaşırken bedenimizin serbestçe hareket etmesine olanak tanırsak cinsellik doğal bir şekilde gerçekleşebilir. Aksi takdirde “nasıl bir cinsel birleşme olmalıdır?” kavramını tanımlayan toplumun genelinde kabul görmüş cinsel mitlere uygun bir şekilde hareket edersek, ani bir boşalma kaçınılmaz olacaktır.

    Bu nedenle erken boşalmanın tedavisinde boşalma süresini uzatmak değil, kişiyi telaşsız bir birleşmenin getireceği sonsuz yakınlık duygusuna ulaştırmak, zamansız bir şekilde cinsel birleşme becerisini ve kalıcı olarak boşalma refleksi üzerinde istemli denetim sağlamayı öğretmek esas olmalıdır.

    Erkeğin ne kadar sürede boşaldığından çok, boşalmanın istendiği zamanda olabilmesi için; düşük uyarım ve heyecan düzeyinde cinsel aktiviteye devam edilmeli, aşırı heyecanlanıldığında sakinleşene kadar beklenmeli ya da yavaşlamalı ve sakinleştikten sonra yeniden cinsel aktiviteye başlanmalıdır. Bu sayede cinsel heyecanı arttırıp azaltma becerisini kazanıp, istemeden doruğa ulaşılan o noktadan uzak durma öğrenilebilir.

    Ama bu süreç içinde boşalmayı kontrol etmeyi öğrenirken “sabırsız” olunmamalıdır. Çünkü önemli olan heyecan düzeyi arttığında geri çekilmek gerektiğini anımsamak ve fark etmektir. Erken geri çekilmek, geç kalmış olmaktan her zaman daha iyidir. Boşalmayı kontrol etmeyi değil, boşalmanın istem dışı bir şekilde gerçekleştiği kaçınılmazlık noktasına (geri dönülmez nokta) ulaşmamak için heyecan düzeyimizi kontrol etmeyi öğrenmeliyiz. Bu durum üzerinde şelale bulunan bir ırmakta kayıkta kürek çeken bir kişiye benzetilebilir. Tecrübeli kayıkçı ırmağın durgun sularında kalır, şelaleye fazla yaklaşmaz. Tecrübesiz kayıkçı şelaleye fazla yaklaşırsa kayığın üzerindeki kontrolünü tamamıyla yitirebilir. Eğer kayıkçı şelaleyi aşmayı amaçlamıyorsa yani henüz boşalıp orgazm olmak istemiyorsa, deneyimleri ona, ırmağın durgun sularında kalmayı yani heyecan seviyesini kontrol etmeyi öğretecektir. Bu yöntemin, heyecan seviyesini kontrol etme yeteneğini ortaya çıkarıp geliştirebilmek için cinsel aktivitenin yeterince uzatılmasına olanak tanır. Tedavide;

    • “neden?” sorusuna yanıt aranması yani sebebin açığa çıkarılması,
    • nedenselliği değiştirecek güç ve kudretin hastanın içinde olduğunun gösterilmesi ve hissettirilmesi,
    • endişelerin giderilmesi,
    • gevşeme ve rahatlamanın sağlanması,
    • erken boşalma yaratan kişilik özelliklerinin tespit edilerek yerine daha olumlu davranışların öğretilmesi,
    • sık cinsel ilişkide bulunarak cinsel gerilimin azaltılması,
    • cinsel birliktelikte birden fazla ilişkiye girme,
    • mastürbasyon egzersizleri,
    • erkeklerin boşalma olmaksızın en az bir saat süreyle sevişmeye motive edildiği carezza yöntemi,
    • cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanılması,
    • soluk almanın kontrol edilmesi esasına dayanan pranayama tekniği ve
    • uyuşturan kremlerin veya spreylerin penis başına sürülmesi işe yarayabilir.

    Erken Boşalma  tedavisinde yeni ve uygun farmakolojik tedavilerin kullanılmaya başlanmasına geleneksel psikolojik/ davranışsal metodlar yan etkilerinin olmaması, çiftleri cinsel ilişkide iletişime teşvik etmesi, orta derecede başarılı olunması nedeni ile halen cazip bir tedavi seçeneği olarak bulunmaktadır. Önemli miktarda zaman ve para gerektirir, hemen sonuç alınamaması partnerin uyumu gereklidir ve etkinliğinin belirsizliği bazı çekinceleride beraberinde getirmektedir.Seks terapistleri arasında iki psikolojik/davranışsal yöntem popülerlik kazanmıştır. Bunlardan ilki Semans tarafından geliştirilen dur-sık tekniğidir  ve bu teknik daha sonra Masters ve Johnson tarafından kendi cinsel tedavi kliniklerinde kullanılmıştır.

    İkinci metod ise Kaplan , tarafından savunulan dur-ara ver tekniğidir. Her iki teknikte de seksüel stimulus durdurularak ejakülasyon dürtüsü baskılanır. Ancak ilk yöntemde, ejakülasyon olmasına yakın zamanda stimülasyona ara verilmesi için glans penis sıkılır.

    Dur-sık tekniğinde; Tedavinin başlangıç aşamasında erkek altta sırt üstü pozisyonda olmalıdır. Erkeğin cinsel eşine ejakülasyon dürtüsünün oluştuğunu belirtmesi sonrasında çiftler; bu aşamada seksüel hareketi durudur. Cinsel eş her iki elin işaret ve orta parmağı ile penisi korona hizasından tutar; iki elin baş parmağı ile  aralıklı olarak erkeğin boşalma dürtüsü azalana kadar bası uygular. Ancak bu bası ereksiyonun kaybına neden olacak seviyede olmamalıdır. Sıkma işlemi, farklı sürelerde uygulanmaktadır ve belirlenmiş özel bir süre yoktur. Bu yöntemde erkek ve bayan duyularına çok dikkat etmeli ve boşalma kaçınılmaz olmadan önce aktivitesini durdurmalıdır. Orta derecede seksüel uyarı devam edecek şekilde dengeli dürtü azalması yapan yaklaşım en etkin yoldur . Masters ve Johnson’un ilk raporunda erken boşalma tedavisinde kısa sürede %2, uzun sürede %3 oranında başarısızlık belirtilirken, sonraki çalışmalarda çok daha düşük başarı oranları (%50-60) rapor edilmiştir (49).

    Başla-dur tekniği: Cinsel ilişki sırasında uzun boşalma zamanı için gerekli olan davranışları daha iyi taklit ettiği düşünülerek Kaplan tarafından geliştirilmiştir.  Haftalık ayaktan tedavi 25 primer, yaygın (tüm partnerlerle ve sıklıkla mastürbasyon sırasında da) erken boşalması olan erkeklerde %80-90 oranında yüksek bir başarı oranına sahiptir. Hem dur-sık hem de başla-dur tekniklerinin farklı terapistlerin varyasyonları dahil farklı tanımlamaları mevcuttur. Bazı terapistler yavaşlama, derin nefes alma veya dairesel tarzda hareket gibi erken boşalması  olmayan birçok erkeğin bilinçsizce yaptığı teknikleri kullanmayı tavsiye etmektedir. Hemen hemen hepsi cinsel ilişki pozisyonunun etkili faktör olduğu konusunda hem fikir olup; partnerin üstte veya yanda olduğu pozisyonlar, erkeğin üstte olduğu pozisyona göre daha fazla kontrol olanağı sağlamaktadır

    Davranışsal ve psikolojik stratejiler kullanıldığında tedavide etkinliği artıran üç faktör önemlidir:

    Birincisi erkeğin seksüel ve visseral duyularına olan dikkati yükseltilmelidir.

     İkincisi, çiftlere koite odaklanmamaları söylenmeli ve geniş perspektifli bir cinsel tutum geliştirilmelidir.

    Üçüncüsü, erkek ve daha az derecede de eşi boşalma kontrolü arttırmak için alternatif kognitif ve davranışsal stratejiler geliştirmelidir. Bu spesifik tekniklerin ötesinde, erkeğin tedavi için motivasyonu ve davranışsal yaklaşımlara olan açıklığı ve partnerin ilişki hakkındaki olumlu yaklaşımı pozitif tedavi sonucu sağlanmasında önemli belirleyicilerdir.

     En etkili tedavi haftada 1-2 seans olarak başlamaktır. Uzun dönemde etkinliği azaldığı için yeterli yoğunluk veya sürede olmayan tedavilerde nüks ihtimali artar başarı sağlandıktan sonra 6 aylık görüşmelerle periyodik olarak devam edilir . Erken boşalmanın grup veya bireysel tedavisine ait sonuçları net değildir ancak çiftlerin birlikte tedavi proğramına dahil edilmesi başarı oranını artırdığı bilinmekle birlikte bazı toplumlarda sosyokültürel farklılıklar buna izin vermeyebilir.

    Erken boşalma antidepresanlar ile tedavi edilir mi ?

     İsteğe bağlı kullanım ile ilgili sınırlı sayıda çalışma bulunmakla birlikte klomipraminin (10- 50mg) cinsel ilişkiden en az 4-6 saat önce alındığında etkinliğinin en az 15 saat devam ettiği bulunmuştur. Diğer bir strateji ise paroksetin, sertralin ve fluoksetinin günlük düşük doz kullanımının, cinsel ilişkiden kısa süre önce verilen yüksek doz ile kombine edilmesidir.

    Güncel tedavi seçenekleri

    1) Kendi kendini tedavi etme çabaları

     2) Davranış tedavileri

    3) Topikal tedaviler (lokal anestetikler)

    4) PDE5 inhibitörleri

    5) Tramadol

    6) SSRI/trisiklik antidepresan kullanımı

    7) Dapoksetin

    8) Diğer yeni tedaviler

    Kaynaklar (8)
    1. Ekmekçioğlu O, Nas H, Yılmaz U ve ark. (1999) Prepusyum retraktilitesi ve sünnetle ilişkisi, Türk Üroloji Dergisi, 25(2): 174-7.
    2. Koçak İ, Özkök S, Dündar M ve ark. (2001) Bir toplu sünnet uygulaması ve sonuçlarının medikolegal yönden değerlendirilmesi. Türk Üroloji Dergisi, 27(1): 65-9.
    3. Cücelioglu A, Hoşrik E, Ak M, Bozkurt A. ( 2012) Sünnet yaşının erken boşalma üzerindeki etkisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 23(2): 99-107.
    4.  Kaynar, M.(2010).Prematüre ejekülasyon( erken boşalma) tedavisinde tramadol kullanımı,(Yayımlanmamış uzmanlık tezi). Selçuk Üniversitesi/Meram Tıp Fakültesi ,Konya
    5. Keçe, C.(2010) 10 adımda erken boşalmanın tedavisi. Ankara: Pusula.
    6. Keçe, C.(2014) Erken boşalmanın üstesinden gelmek.Anlara:Pusula.
    7. Gülsün, M., Ak, M., & Bozkurt, A. (2009). Psikiyatrik Açıdan Evlilik ve Cinsellik. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches In Psychiatry, 1: 68-79.
    8. Kulacaoğlu, F.(2016). Psikojenik nedenli erektil disfonksiyon. Androloji Bülteni , 18(67): 230–232.
  • Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu

    Sitede yer alan yazılarda daha önce obsesif kompulsif bozukluktan bahsedilmişti. Bu yazıda ise obsesif kompulsif kişilik bozukluğundan bahsedeceğiz.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu nedir?

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun temel özelliği genç erişkinlik döneminde başlayan ve çok değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı bir mükemmeliyetçilik, düzenlilik, kendini ve başkalarını denetleme isteğidir. Bu özellikler danışanın esnek, açık ve verimli olmasını engeller.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu ne sıklıkla görülür?

    Görülme sıklığının genel popülasyonda %1, psikiyatrik bozuklukları olan kişiler arasında ise %3-10 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Erkeklerde kadınlara göre iki misli daha fazla görülmektedir.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu tanısı ve DSM-V (Ruhsal bozuklukların tanısal ve istatistiksel el kitabı) 

    DSM-V’te obsesif kompulsif kişilik bozukluğu için daha özgül hale getirilen tanı ölçütleri şunlardır:

     A. Aşağıdakilerden en az dördünün olması ile belirli, genç erişkinlik dönemimde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, esneklik, açıklık ve verimlilik pahasına düzenlilik, mükemmelliyetçilik, zihinsel ve kişilerarası kontrol koyma üzerine aşırı kafa yormanın olduğu sürekli bir örüntü.

    1. Asıl amacı unutturacak şekilde ayrıntılar, kurallar, listeler, sıralama, organize etme ya da program yapma ile uğraşıp durur.

    2. İşin bitmesini zorlaştıran mükemmeliyetçilik gösterir.

    3. Etkinlik ve arkadaşlarından yoksun kalacak şekilde kendini işe adar.

    4. Ahlak, doğruluk, değerler gibi konularda esneklik göstermez.

    5. Özel bir değeri olmasa bile eski, değersiz şeyleri elden çıkaramaz.

    6. Görev dağılımı yapmak ve başkaları ile birlikte çalışmak istemez.

    7. Para harcama konusunda hem kendisine, hem de başkalarına karşı cimri davranır.

    8. Katı ve inatçıdır.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun özellikleri

    Obsesif-kompulsif kişilerin düşünceleri genellikle akılcı ve işlevsel özelliklerden yoksundur. Bu yoksunluk ise uyumsuz duygulara, davranışlara ve fizyolojik tepkilere yol açar. Obsesif-kompulsiflerin bazı otomatik düşünceleri şu şekilde sıralanabilir:

    • “Bu iş mükemmel olmalı”,
    • “Bunu kendi başıma yapmalıyım yoksa tam ve doğru olmayabilir”,
    • “Boş zamanlarımda roman okumak yerine daha üretken işler yapmalıyım”,
    • “Ne yapacağıma karar vermeden önce iyi düşünmeliyim yoksa hata yapabilirim”,
    • “Bir kişi yanlış davrandıysa cezalandırılmalıdır”,
    • “Bu eski lambayı saklamalıyım, çünkü bir gün ihtiyacım olabilir”,
    • “Bir işi, doğru olduğundan emin olmak için tekrar tekrar yapmayı tercih ederim”,
    • “Bu partide kendimden hoşnut olmalıyım”.

    Obsesif kişilerin bazı özellikleri

    • Bu kişiler kendilerini yetersiz ve çaresiz olarak algılarlar. Çaresizlikle ilgili bu inançları yüzünden kendilerini koruyamayacakları düşüncesiyle diye paniğe kapılır, işlevlerini yerine getiremez hale gelirler.
    • Diğerlerini fazla rahat, sorumsuz, sadece kendileriyle uğraşan, yetersiz kişiler olarak görürler. Kendilerini, kendilerinden ve diğerlerinden sorumlu olarak görürler. Kendilerinden ve diğer insanlardan beklentileri çok fazladır. Mükemmeliyetçilikleri bazen işe yarasa da genel bir yaşam stili haline geldiğinde fonksiyonel değildir.
    • Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan bireyler her şeyi, en iyi ve en kusursuz bir biçimde yapmak ister. Bu nedenle başladığı bir işi defalarca bozup yeniden başlayabilir.
    • Obsesif kompulsif kişilik zamanını iyi kullanamaz. Önemsiz ayrıntılarla çok zaman kaybeder. Örneğin; bir öğrenci, bir sınavda, bütün soruların yanıtlarını bildiği halde, tüm sınav süresini birinci soruyu yanıtlamakla geçiriyor. Sürenin dolmasına beş dakika kaldığı halde hala, birinci soruyu devalı silip yeniden yazmaktadır
    • Obsesif -kompulsif kişilik, yaşamak için çalışmak yerine çalışmak için yaşar.
    • Hayatta katı kurallar vardır ve bu kurallara hiç değiştirilmeden uyulmalıdır.
    • İnsanları tanımlayan yaptıkları iştir. Yaptığımız iş ne kadar iyi ise biz de o kadar iyi bir insan sayılırız.
    • “Düzenli olmazsam, olan bitenle başa çıkamaz hale gelebilir, kontrolü kaybedebilirim.” “Var olmak için kurallara ve düzene ihtiyacım var.” “Belli bir sistemim yoksa her şey mahvolur.” “Performansımdaki en küçük bir kusur bile büyüyüp, bir çığa dönüşebilir.” “Eğer bu işte başarısız olursam, bir insan olarak da başarısızım demektir.” Gibi fonksiyonel olmayan düşünceleri vardır.
    • “Kontrolü elde tutmalıyım.” “Her şeyi mükemmel yapmalıyım.” “Neyin en iyi olduğunu bilirim.” “Her şey benim söylediğim şekilde yapılmalıdır.” “Ayrıntılara dikkat edilmelidir.” “İnsanlar mutlaka daha iyiye doğru çabalamalıdır.” Gibi stratejilerle hareket ederler.
    • Standardın altında performans beklentisi yüzünden anksiyete, gerçek ve ciddi başarısızlıklar karşısında da depresyon yaşarlar.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunda kişilerarası özellikler

    Kişilerarası bakış açısıyla, obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan bireyler sosyal etkileşimlerinde son derece kısıtlıdır. Spontanlıktan yoksundurlar, kişisel etkileşimlerinde neredeyse çizelge tutarlar. Uzaklıkları ve hesaplama nitelikleri iş ortamlarında, astları ve üstleri ile ilişkilerinde açıkça görülebilir. Psikodinamik yaklaşımın da öne sürdüğü gibi, ebeveynin aşırı kontrolcülüğü kompulsif kişiliğin gelişmesine katkıda bulunan bir faktördür. Kişilerarası psikologlara göre, gerçek başarıların ödüllendirilmesinde yapılan ailesel hatalar da önemli bileşendir.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun sebepleri nelerdir?

    • Katı tuvalet eğitimi gibi anal döneme saplanmaya yol açan etkenler, titizlik, inatçılık ve düzenlilik gibi karakter hatalarının gelişmesine neden olabilir. (Bu görüş aradan geçen zaman içinde gücünü bir miktar yitirmişse de Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu vakalarının bir bölümünde görülen tuvalet ritüelleri bu görüşü destekler gibidir. )
    • Çocuğun duygu, düşünce ve dürtülerin ifade edilişine ebeveynlerce uygulanan aşırı kontrol ve takdirsizliğin çocukta bu yönde bir yapı oluşturabileceği düşünülmektedir.
    • Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan bireylerin ailelerinde depresyon ve diğer C kümesi kişilik bozuklukları (çekingen kişilik bozukluğu, bağımlı kişilik bozukluğu) daha sık görülür.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu ile ilgili araştırma ve deneysel veriler

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu ile ilgili olarak yapılmış çok az tanımlayıcı çalışma mevcuttur. Bu bozukluk ile ilgili bilgilerimizden pek çoğu klinik çalışmalar sonucunda elde edilmiştir. Yapılan faktör analitik çalışmalar, birçok özelliğin Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu tarafından kapsandığını ve birlikte bulunduklarını göstermektedir. Fakat psikoanalistlerin öne sürdüğü gibi, obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun katı tuvalet eğitiminden kaynaklandığı ile ilgili bir bulguya rastlanmamıştır. Adams’ın obsesif çocuklarla yapmış olduğu bir çalışmada, bu çocukların ailelerinin, katılık, kontrol, aşırı uyum, yetersiz empati ve yetersiz duygu aktarımı gibi obsesif özellikler taşıdığı belirtilmektedir. Obsesif-kompulsif kişilik özellikleri taşıyan bu çocukların, gelecekte yüzde kaçının obsesif kompulsif kişilik bozukluğu geliştirecekleri ise tahmin edilememektedir.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun genetik ve fizyolojik temelleri ile ilgili olarak bazı çalışmalar başlamıştır. Clifford, Murray ve Fulker’ in yapmış olduğu bir çalışmada, Leyton Obsesyon Envanteri kullanılmış ve bu envanter ile ölçülen obsesif özelliklerin korelasyon katsayıları, tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek bulunmuştur. Kişilik bozuklukları ile beyindeki sağ ve sol hemisfer aktivasyonları arasındaki ilişkilerin incelendiği çalışmalar da mevcuttur.

    Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunda ayırıcı tanı

    • Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu, bu adı taşımasına rağmen obsesyon ya da kompulsiyonların olmayışı ile obsesif-kompulsif bozukluktan ayrılır. Ortak özellikler gösterdiği diğer kişilik bozukluklarından ayırt edilmesi güç olabilir.
    • Örneğin; narsistik kişilik bozukluğunda da mükemmeliyetçilik ve başkalarının yaptığını beğenmeme görülebilir. Fakat bunlardaki belirgin kendini beğenmişlik obsesif kompulsif kişilik bozukluğunda yoktur.
    • Danışan birden çok kişilik bozukluğunun ölçütlerini karıştırıyorsa tüm tanılar konulmalıdır.

    Obsesif kompulsif bozukluk ile obsesif kompulsif kişilik bozukluğu arasındaki ilişki

    Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ile obsesif kompulsif kişilik bozukluğu (OKKB) isimleri benzer olsa da; klinik açıdan birbirinden farklı şeylerdir. Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu da obsesyon veya kompulsiyonların varlığı yerine düzenli olmak, mükemmelliyetçi olmak ve denetim altında tutabilmek düşünülüp durulur. Ayrıca söz konusu bozukluk tanısı konulabilmesi için bozukluğun genç erişkinlik döneminde başlamış olması gerekir. Hem obsesif kompulsif kişilik bozukluğu ve hem de obsesif kompulsif bozukluk tanısının birlikte konması için her iki bozukluğunda semptomlarının kişide beraber bulunması gerekir.

    Bir yaklaşıma göre, çocukluk çağında başlayan obsesif kompulsif bozukluğun ileride obsesif kompulsif  kişilik bozukluğuna dönüşebileceği ileri sürülmektedir. Yapılan başka bir araştırmada obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan obsesif kompulsif danışanlarında kontrol etme kompulsiyonlarının obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olmayan obsesif kompulsif danışanlarına oranla daha yüksek sayıda olduğu bulunmuştur. Bu çalışmaların sonuçları, obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun, genel obsesif kompulsif semptomatolojiden çok kontrol etme kompulsiyonlarıyla bağlantılı olduğunu düşündürmektedir.

    Ne Zaman Yardım Alınmalı?

    Yaşanılan sıkıntılar (ayrıntılara çok fazla dikkat etme, her şeyi kusursuz yapmaya çalışma vb. gibi) kişiyi rahatsız edecek boyuta gelmişse, kişinin olmak istediği benliği ile gerçek benliği arasında fark varsa (örneğin; kişi, rahat bir yapıya sahip olmak istiyor fakat aşırı mükemmeliyetçi), kişinin bu durumu ve yaşadıkları genel toplum normundan belirgin derece sapma gösteriyorsa ve kendi içerisinde yaşadığı bu çatışmayı çözemiyorsa mutlaka bir tıp hekimine sonrasında ise bir terapiste giderek yardım almalıdır.

    Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğunun Tedavisi

    • Diğer C kümesi kişilik bozukluklarında (çekingen kişilik bozukluğu ve bağımlı kişilik bozukluğu) olduğu gibi danışan durumundan rahatsız olabilir ve tedavi için başvurabilir. Ne var ki terapi sürecini de denetlemek ve kendi istediği biçime sokmak eğiliminde olacağı için psikoterapi zor ve zaman alıcıdır.
    • Eşlik eden depresif bulgular varsa ya da danışanın bazı özellikleri obsesyon ya da kompulsiyon düzeyine yaklaşıyorsa antidepresan ilaçlar denenebilir.
    • Bireysel terapilerden ve grup terapilerinden yararlanılabilir.

    Bilişsel-Davranışçı Terapi Yaklaşımı

    • Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan danışanlarla yapılan psikoterapinin temel amacı, danışanın davranış ve duygularının değiştirilebilmesi amacıyla, problemlerinin altında yatan varsayımları ona gösterebilmek ve bunları yenmesinde yardımcı olmaktır. Terapi, danışanın getirdiği problem ya da problemlere odaklanılarak başlamalıdır. Şayet danışan anksiyete (kaygı), baş ağrısı ve erken boşalma gibi belirtilerle başvurursa, bunlar obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun ilk ipuçları olabilir. Bazen de danışan “patronum, geçerli bir nedeni olmadığı halde beni sürekli eleştiriyor” gibi çok uç bir şikayetle başvurabilir. Bu tür bir problem ile gelen bir danışan ile çalışmak oldukça güçtür. Terapist böyle bir durumda doğrudan getirilen probleme yönelmeli, patronun davranışlarını değiştiremeyeceklerine göre, hedeflerinin bu davranışların danışan üzerindeki etkisinin değiştirilmesi olduğu danışana belirtilmelidir.
    • Bütün terapilerde olduğu gibi, başlangıçta danışan ile sağlam bir ilişkinin kurulması önemlidir. Bu ise, obsesif bireylerin katı, duygu aktarımı ve kişilerarası ilişkilerinin zayıf olması nedeniyle oldukça zordur. Bu danışanlarla yapılan terapi genellikle duygusal aktarım ve destekten yoksun, yalnızca iş ve problem odaklı olarak sürme eğilimindedir. Terapi ilişkisi genellikle terapistin danışan üzerindeki yönlendirmesine temellenir. Terapinin erken aşamalarında duygusal bir ilişkinin kurulmaya çalışılması zararlı olabilir ve terapinin erken sonlanmasına yol açabilir.
    • Obsesifler, terapistler üzerinde çeşitli duygusal reaksiyonlara neden olabilirler. Bazı terapistler bu danışanları, duygusallıktan yoksun olmaları, olayların duygusal yönlerinden çok, gerçekçi görüntüleriyle uğraşmaları nedeniyle çok kuru ve sıkıcı bulabilirler. Yavaşlıkları ve ayrıntılara çok dalmaları nedeniyle, deneyimli bir terapisti bile çileden çıkartabilirler. Bazı obsesifler terapide pasif-agresif yollar izleyebilirler. Örneğin bir ev ödevi verildiğinde, terapiste bu ödevin çok aptalca ve ilgisiz olduğunu söyler veya ev ödevini yapmayı başlangıçta kabul eder ama yapmak için hiç vakitleri olmadığını ya da unuttuklarını söylerler. Bu tür danışanlar terapistte kızgınlık ve hayal kırıklığı yaratırlar.
    • Obsesif bir danışana terapistin gösterdiği tepki aynı zamanda terapiste, danışan ve danışanın yaşadığı güçlüklerin kaynakları hakkında da bilgi sağlar. Bununla birlikte terapist, hastanın görüşlerinin temellendiği değerleri değiştirmeye çalışmaktan çok, danışanın ihtiyaçları ve ortaya koyduğu problemler üzerinde çalışmalıdır. Örneğin duygu aktarımında güçlüğü olan bir obsesif bireyin bu durumu, bir terapist için psikolojik sağlıklılık göstergesi olmadığı halde, danışan için bu durum bir stres kaynağı oluşturmuyor olabilir.
    • Bilişsel terapinin başlangıcında danışana bilişsel model hakkında bilgi vermek gereklidir. İnsanın duyguları ve davranışlarının, yaşantısındaki olaylara verdiği anlam, düşünceleri ve algılarından etkilendiği, bunlar üzerine kurulduğu anlatılarak, danışanın çeşitli yöntemlerle bunun farkına varmasını sağlamak gereklidir. Danışana, terapi esnasındaki duygu değişimlerini fark ettirerek ya da daha önce olanları düşündürerek bu gösterilmeye çalışılabilir. Bunu danışana fark ettirmenin başka bir yolu da; geç kalan arkadaşını bekleyen birini düşünmesini sağlamaktır. Bu arkadaşını beklerken kızgınlık, anksiyete (kaygı) ve depresyon gibi ilgili değişik duygular ve “Beni bekletmeye nasıl cüret edebilir”, “kaza geçirmiş olabilir” veya “bu durum kimsenin beni sevmediğini gösterir” gibi duygularla ilgili düşünceler danışana sıralanarak farkına varmasına çalışılabilir.
    • Danışana bilişsel terapi hakkında bilgi verdikten sonra tedavi edici (terapötik) hedeflerin belirlenmesi önemlidir. Getirilen problemlerle ilişkili olarak bir hedef listesi yapılabilir. Terapist ve danışan hedefleri belirledikten sonra bunları sıraya dizerek üzerinde çalışmaya başlarlar. Hedefler sıraya dizilirken her bir problemin önem derecesi ve çözülebilme kolaylığı gibi iki kriter kullanılabilir. Bu, terapinin hızlı ve başarılı bir şekilde ilerlemesine yardımcı olur. Problem alanları belirlenip sıraya dizildikten sonra, bunlarla ilgili otomatik düşünceler ve şemaların belirlenmesi önemlidir. İşlevsel olmayan düşüncelerin hangi durumlarda, nasıl bir duygu durumu içindeyken, ne ile ilgili olarak ortaya çıktığının hasta tarafından fark edilerek kaydedilmesi istenir. Böylece bir obsesif, işi erteleme konusu üzerinde çalışırken, bunun bir görev olduğunun farkına vararak anksiyete (kaygı) yaşayabilir ve “bunu yapmak istemiyorum, çünkü mükemmel bir şekilde yapamayacağım” diye düşünebilir. Buna benzer birkaç otomatik düşünce örneği hastaya gösterildiğinde anksiyete (kaygı) ve işi erteleme durumunun mükemmeliyetçiliğinden kaynaklandığını anlama fırsatı doğabilir.

    Özel Bilişsel Terapi Teknikleri

    • Bilişsel terapinin geniş yapısı içerisinde yer alan birkaç özel teknik obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu olan bireyler ile çalışırken yararlı olabilir. Terapi seanslarının yapısını belirlemede, üzerinde durulacak problemlerin önem derecesine göre dizilmesi ve problem çözme tekniklerinin kullanılması önem taşır. Bu tür bir çalışma, özellikle obsesyonun karar verememe, uzun uzun düşünme ve işi erteleme gibi özelliklerinin çözümü için yararlıdır. Şayet danışan yapı üzerinde çalışmakta zorlanıyorsa, terapist danışanın bunun ile ilgili otomatik düşünceleri üzerinde yoğunlaşmasını sağlayarak, karar verememe ve işi erteleme sorunları ile ilişkisini danışana göstermeye çalışabilir. Hafta içerisinde danışanın yaptığı tüm aktiviteleri adım adım kaydettiği Haftalık Aktivite Çizelgeleri, terapi esnasında daha az çaba harcanarak danışanın günlük yaşamda karşılaştığı sıkıntıların, yaşadığı belirtilerin anlaşılmasında oldukça yarar sağlar.
    • Obsesif bireylerin sıklıkla yaşadığı anksiyete ve psikosomatik semptomlar gibi problemler nedeniyle gevşeme teknikleri ve meditasyon sıklıkla yararlı olur. Obsesif bireyler boşuna zaman kaybı olduğuna inandıkları için bu teknikleri başlangıçta kullanmakta zorluk çekerler. Danışanlardan, bu tür özel bir davranış veya inancın avantajları ve dezavantajlarının listesini çıkartmalarının istenmesi gibi bilişsel bir teknik de kullanılabilir. Obsesif bir danışan için gevşeme tekniğinin dezavantajı vakit alması, avantajı ise danışanı rahatlatması ve anksiyetesini azaltmasıdır.
    • Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu olan bireylerle davranışsal bir yöntemin kullanılması yoluyla da ilişki kurulabilir. Danışanın obsesif katı inançları üzerinde tartışmak yerine, terapist nötr ve deneysel bir tutum takınabilir. Örneğin obsesif bir iş adamı gün içerisinde gevşeme egzersizleri yapmaya hiç vaktinin olmadığını söylüyorsa, terapist bu durumda danışandan birkaç gün için bu egzersizleri mutlaka denemesini ve o günlerde kendini nasıl hissettiğine, o gününü nasıl yaşadığına dikkat etmesini, bu günleri de gevşeme egzersizleri yapmadığı günler ile karşılaştırmasını isteyebilir. Bu durum, danışanın aradaki farkı değerlendirmesine yardımcı olacaktır.
    • Bilişsel ve davranışçı teknikler, danışanın kronik sıkıntı ve düşünceleriyle başa çıkmasında yardımcı olabilir. Önce danışanın bu düşünce ve sıkıntılarının işlevsel olmadığını kabul etmesi, düşünceyi durdurma ve dikkatin başka yöne çekilmesi gibi teknikler ile bu düşünce süreçlerinin yönünü değiştirebileceğini anlaması gerekir. Herhangi bir amaca ulaşmak için hazırlanmış olan derecelendirilmiş görevler (ödevler) listesi bu durumda yardımcı olabilir.

    Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğunun Tekrarını Önleme

    • Tedavi gören pek çok danışan için işlevsel olmayan bilişler ve davranışların tekrar başlaması, yani bozukluğun nüks etmesi oldukça kolaydır. Bu durum, özellikle kişilik bozukluğu tanısı almış ve problemleri oldukça kemikleşmiş olan danışanlar için geçerlidir. Ancak, danışanların problemlerinin ne olduğu ile ilgili olarak bilinçlendirilmesi ve bu problemlerle etkili bir biçimde nasıl başa çıkılabileceğinin öğretilmesi nedeniyle, bilişsel terapi diğer terapi türlerine göre daha avantajlıdır. Danışanlara terapi dışındaki yaşamlarında da işlevsel olmayan düşüncelerin kaydının nasıl tutulacağı ve bunlarla nasıl başa çıkılabileceği gibi malzemeler verilerek başa çıkma yolları öğretilir.
    • Danışan terapi sonunda, bozukluğun nüksetme olasılığı ile ilgili olarak uyarılmalı ve böyle bir durumda zaman kaybetmeden başvurması gerektiği belirtilmelidir. Ayrıca danışanın zaman zaman destek seanslarına ihtiyaç duyabileceği ve böyle bir durumda herhangi bir kaygı yaşamaması gerektiği vurgulanmalıdır. Birçok terapist bunu, terapi bittikten sonra danışanı periyodik olarak belirli aralıklarla takip seanslarına alarak yapar.
    Kaynakça
    • Beck, A.T. ve Freeman, A. Kişilik Bozukluklarının Bilişsel Terapisi. Litera Yayıncılık.
    • Davinson, G. C. ve Neale, J. M. (2011) Anormal Psikolojisi, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık.
    • Gölcük, D. (2016). Okul çağı çocuklarında cinsiyet açısından obsesif kompulsif bozukluk belirtileri arasındaki farkların incelenmesi. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
    • Konduz, N. (2015). Dsm-5’e göre kişilik bozukluğu tanısı alan hastaların kişiler arası işlevsellikte yetersizlik düzeyleri. Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Aydın.
    • Özdemir, Ö., Tükel, R. ve Türksoy, N. (2000). Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan ve olmayan obsesif kompulsif bozukluk hastalarında klinik özelliklerin karşılaştırılması. Klinik Psikiyatri, 3, (92-98).
  • Panik atak nedir?

    Panik atağı, son derece zorlayıcı ve korkutucu bir deneyim olduğu için, cevaplanması gereken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Ben de bu yazıyla, okuyucuların zihnini meşgul eden sorulara cevap vermeye çalışacağım.

    Panik atağı nedir?

    Panik atak (panik atağı) veya panik nöbeti hakkında zihnimizde bir netlik oluşturmak için, bazı kelimelerin Türk Dil Kurumu’ndaki anlamlarına kısaca göz atmama müsaade edin lütfen.

    • Panik: Ani dehşet duygusu, büyük korku, ürkü
    • Atak: Aniden başlayan hastalık nöbeti
    • Nöbet: Vakit vakit ortaya çıkan, aynı türden fizyolojik bozuklukların bütünü
    • Korku: Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu

    Panik atak, “panik” ve “atak” kelimelerinden oluşan, İngilizce karşılığı “panic attack” olan bir isimdir. Türkçe psikoloji literatüründe, “panik atak (panik atağı)” şeklinde yaygın bir kullanım söz konusu olsa bile, Türk Dil Kurumu’nda, “panik atak” kelimesine ulaşamıyoruz. Onun yerine “panikatak -ğı” kelimesiyle karşılaşıyoruz.

    Türk Dil Kurumu’na göre panikatak, “Aşırı korku, heyecan dolayısıyla saldırgan, telaşlı davranışta bulunma veya içine kapanma.” demektir. Burada bahsettiğimiz, panik atak kelimesinin sözlük kullanımıdır. Biz bu yazıda daha çok, panik atağın psikiyatri/psikoloji literatüründeki karşılığını kullanacağız.

    Türkiye’nin önemli psikiyatristlerinden Prof. Dr. M. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları kitabında, “panic attack” kelimesinin Türkçe çevirisiyle ilgili bir dipnot düşüyor, ve şöyle diyor:

    İngilizce’de iki isim yan yana gelebilir. Örneğin “anxiety disorder”, “drug effect”, “panic disorder” gibi. Türkçe’de iki isim böyle bir amaçla yan yana getirilince, ikincisi ek alır. “Anksiyete bozukluğu”, “ilaç etkisi”, “panik bozukluğu” gibi. İngilizce’de panic (panik) isimdir. “I am panic” hiçbir zaman denemez. “I am panicy.” ya da “I am in a panic.” denir. Bunun gibi, İngilizce’deki “attack” sözcüğünün Türkçe’deki karşılığı “nöbet” olmalıdır. (Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Prof. Dr. M. Orhan Öztürk)

    Orhan Hoca’nın eleştirisinden hareketle düşünecek olursak, doğru kullanım “panik atağı”, hatta “panik nöbeti” olmalıdır; ki kendisi bu şekilde kullanmayı tercih ediyor. Ben bu sitede, “panik atak”, “panik atağı” ve “panik nöbeti” kelimelerinin hepsini kullanıyorum.

    Yukarıdaki tanımlardan hareketle, nereden bakarsak bakalım panik atağı, içinde korku barındıran bir deneyim olarak görülebilir. Korku duygusunun tetiklenebilmesi ise, bir tehlikenin algılanmasına (sezinlenmesine) bağlıdır.

    Panik atak meselesini anlamak için, tehlike algısı bence kilit bir kavram. Tehlike algısı, panik atağımızın tetiklenmesi için, bir tehlikeyle karşı karşıya kalmamız gerektiğine işaret eder. Haklı olarak şöyle bir soru aklınıza gelebilir: Ben televizyon karşısında otururken, ortada hiçbir tehlike yokken, bir anda panik atağı geçirebiliyorum. Bunu nasıl izah edeceğiz?

    Ben bir meseleyi anlamaya çalışırken, o meseleyle ilgili ana kelimelerin anlamlarına ihtiyaç duyuyorum; bu yüzden sizi de sürekli sözlüğe başvurmaya davet ediyorum, umarım kusuruma bakmıyorsunuz. Şimdi de tehlike kelimesinin ne anlama geldiğine bir göz atalım:

    Tehlike: 1- Büyük zarar veya yok olmaya yol açabilecek durum, muhatara. 2- Gerçekleşme ihtimali bulunan fakat istenmeyen sakıncalı durum.

    Yukarıdaki tanımdan hareketle tehlikeyi, gerçekleşmekte olan veya gerçekleşme ihtimali olan, zarar verici, istenmeyen durum olarak düşünebiliriz. Neyin, hangi durumun tehlike olarak görülebileceği, büyük oranda kişinin öznel dünyasına bağlıdır. Bu durum şu anlama gelir: Ahmet için tehlikeli (zarar verici, istenmeyen) olan şey, Mehmet için hiç de tehlikeli olmayabilir; hatta, istenen bir durum bile olabilir.

    Üst paragraftaki son cümleyle ilgili, lise yıllarıma ait bir anımı paylaşırsam, demek istediğim şey daha kolay anlaşılır zannediyorum: Karne tarihine yakın bir dönemde, arka sıradaki, ders başarısı düşük bir arkadaşım Furkan’la sohbet ederken, arkadaşımın, “Babam, zayıf getirmezsem bana bisiklet alacağını söyledi.” demesiyle yaşadığım şaşkınlığı hatırlıyorum. Benim babam, takdir belgesinin altındaki bir sonucu kabul etmiyordu. Bu durumda, sadece zayıf getirmemek (takdir belgesinin yokluğu) benim için son derece istenmeyen, korkutucu bir durum (tehlike) iken, Furkan için tam tersine, bir ödüldü. Umarım bu örnekle, öznel deneyimin ne demek olduğunu ifade edebilmişimdir.

    Korkunun bir diğer özelliği, iç dünya ve dış dünya tarafından tetiklenebilmesidir; yani biz, içsel bir tehlikeyle (huzursuzluk, can sıkıntısı gibi) karşı karşıya kaldığımızda da, dışsal bir tehlikeyle (üzerimize doğru gelen bir araç, deprem vb.) karşı karşıya kaldığımızda da korkabiliriz. İç dünya ve dış dünya ayrımını hesaba katarsak, yukarıda dile getirdiğim
    “Ben televizyon karşısında otururken, ortada hiçbir tehlike yokken, bir anda panik atağı geçirebiliyorum. Bunu nasıl izah edeceğiz?” sorusuna bir cevap üretebiliriz.

    Televizyon karşında oturan birisi, dışsal bir tehlikeyle karşı karşıyaymış gibi görülmemektedir; ancak, söz konusu kişinin, seyrettiği filmde, bir terk edilme (bırakılma) sahnesine denk geldiğini düşünelim. Şayet, kişinin hayatında (geçmişinde veya yakın zamanında) terk edilmek, bırakılmak hassas bir konu ise, kişi bir anda huzursuzlanmaya başlayabilir. Yaşadığı huzursuzluğun (buna anksiyete -bunaltı- diyebiliriz) belirtilerini bir tehlike sinyali olarak algılaması, onun panik atak tüneline girmesine yol açabilir.

    Yeniden, panik atağı nedir?

    Buraya kadar, “Panik atak ne demek?” sorusuna, ilgili kelimelerin sözlük karşılıklarından hareketle cevap vermeye çalıştım. Şimdi de isterseniz, panik atak (panik atağı, panik nöbeti) psikiyatri (psikoloji) literatüründe ne anlama geliyor, ona bakalım.

    Panik atak, aniden başlayan, klasik “savaş ya da kaç” semptomlarının ve göğüs ağrısı, ürperme, sıcak basması, tıkanma, nefes darlığı, hızlı veya düzensiz kalp atışı, karıncalanma, uyuşma, aşırı terleme, mide bulantısı, baş dönmesi ve titreme (tremor) gibi başka birkaç semptomun daha eşlik ettiği korku ve dehşet duygusudur. (DSM-5’i Kolaylaştıran, Nobel Yayınları)

    Panik nöbeti işaretleri nelerdir?

    Psikiyatri dünyasında yaygın olarak kullanılan tanı kitabı DSM-5, 13 panik nöbeti belirtisi listelemektedir. Yaşadığınız deneyim, söz konusu 13 işaretin 4’ünü veya daha fazlasını karşıladığında, “panik nöbeti” olarak isimlendirilmektedir.

    DSM-5’te yer alan 13 panik nöbeti işareti şunlardır:

    1. Çarpıntı, kalp atışlarını duyumsama, kalbin yerinden fırlayacakmış gibi olması, göğüste basınç, bazen sol kola yayılan ağrı ve uyuşmalar
    2. Terleme, sıcak-soğuk boşalımlar, bazen üşüme, bazen alevlerin basması hissi
    3. Titreme, sarsılma, itilme hissi
    4. Boğulma ve nefes alamama hali (Boğazda düğümlenme veya bir yumru, tıkanma hissi)
    5. Soluğun kesilmesi (Derin nefes alma ihtiyacı, havanın yetmemesi hissi)
    6. Göğüste daralma, sıkışma, ağrı duyumsama
    7. Bulantı, karında ağrı, şişkinlik, gaz oluşması, geğirti (Bazen mideden başlayıp boğaza doğru yayılan kalkışma, rahatsızlık hali)
    8. Baş dönmesi, sersemlik hissi, (Düşecekmiş ya da bayılacakmış olma hali)
    9. Olayları bir sis perdesinin gerisinden algılama, cisimlerin küçülmesi, her şeyin bulanıklaşması (derealizasyon); veya, benliğinden ayrılmış hissetme (depersonalizasyon). Depersonalizasyonda, bedenle ruh ayrılmış hissedilir; kişi kendini hissetmekte, algılamakta zorlanır ve kendine yabancılaşır.
    10. Çıldırma, kontrolü kaybetme (Kendine veya etrafındakilere zarar verme) korkusu
    11. Ölüyormuş gibi hissetme (ölüm korkusu)
    12. Ellerde, kollarda, bacaklarda, başta ve birçok yerde uyuşma, yanma, karıncalanma, diken üzerinde olma hali
    13. Üşüme, ürperme veya ateş basması.

    Dikkat: Yukarıda da belirttiğim gibi, listelenen 13 maddenin 4’ünü veya daha fazlasını yaşıyorsanız, panik nöbeti geçiriyor olabilirsiniz.

    Panik atakla ilgili bazı önemli noktalar

    • Panik atak, zannedilenin aksine oldukça yaygın bir deneyimdir. Yetişkinlerin %30’u hayatlarında en az bir kez panik atağı deneyimlemişlerdir.
    • Kişinin, sakinken de endişeli veya huzursuzken de panik nöbeti tetiklenebilir.
    • Kadınların panik atak yaşama oranı erkeklerinkinden daha fazladır.
    • Pek kişi, panik atağı geçirmesine rağmen bunu bir hekimle paylaşmaz; bu durumda da bir tanı almaz.
    • Panik ataklar yaşanma sıklığı açısından değişkenlik gösterebilir. Bazıları, hayatları boyunca birkaç panik atak yaşarken, bazıları haftada birkaç panik atak yaşayabilir.
    • Panik ataklar tedavi edilmezse, insan hayatı için ciddi düzeyde zorlayıcı olabilirler.
    • Panik ataklar göz ardı edilmemesi gereken deneyimlerdir. Bazı panik atakların, kolayca üstesinden gelinebilirken, bazı panik ataklar, duygudurum bozukluğu ve kalp krizi gibi ciddi hastalıkların göz ardı edilmesine yol açabilir.
    • Panik ataklar birbirinden farklı şekillerde yaşanabilir: Belirtili ataklar, belirtisiz ataklar ve durumsal eğilimli ataklar. (Bunlar, yazının devamında, “Panik Atak Türleri” başlığı altında açıklanacaktır.)
    • Panik atak, bir bozukluk veya hastalık değil, belirtidir. Panik ataklar, diğer belirti ve bulgularla birlikte, panik bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, depresyon gibi bozukluk ve/veya hastalıkların varlığına işaret edebilirler.

    Panik atak çeşitleri (türleri) nelerdir?

    Panik atak, zannedilebileceğinin aksine, birden fazla şekilde yaşanabilmektedir. Psikoloji literatüründe, panik atağın türlerinden (çeşitlerinden) ve alt tiplerinden bahsedilmektedir. İsterseniz bunları ayrı ayrı ele almaya çalışalım.

    Panik atak türleri

    Panik atak çeşitleri, panik atak yaşayan kişinin, yaşanma şekli açısından 3 kategoride ele alınmaktadır:

    1. Beklenmedik Panik Ataklar: Beklenmedik şekilde, aniden ortaya çıkan, kişinin neden olduğuna dair bir fikir öne süremediği panik ataklarıdır

    2. Beklenilebilen Panik Ataklar: “Belirli” bir durumda ortaya çıkan, dolayısıyla da tahmin edilebilen panik ataklardır. Korkulan bir nesne (kedi, köpek vb.) veya durumla (kalabalıklar vb.) karşı karşıya kalındığında yaşanılan panik atakları ifade eder.

    3. Durumsal Yatkınlık Gösteren Panik Ataklar: Genellikle tetikleyici bir faktörün olduğu, ama bu faktörün her zaman tetikleyici olarak işlev görmediği panik ataklardır. Mesela, araba kullanırken yaşanabilen, ama araba kullanırken
    bazen de yaşanmayan panik ataklar bu grupta değerlendirilebilir.

    Panik atak alt tipleri nelerdir?

    Panik atak yaşayanlar, üç aşağı beş yukarı panik atağın benzer belirtilerini yaşarlar. Bununla birlikte, farklı sebeplere bağlı olarak, yaşanılan panik ataklar bazı farklılıklar gösterebilirler. Bu açıdan bakıldığında, panik atağın alt türlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

    1- Klasik Panik Atak: Daha çok solunum ve kalp sistemindeki belirtilerle kendini gösteren panik atağıdır. En sık karşılaşılan panik ataklar bu grupta yer alır.

    Klasik panik atağı yaşıyorsanız; önce kalbinizin çarptığını ve heyecanlandığınızı fark edersiniz. Göğsünüzde bir sıkışma, sol kolunuz vuran bir ağrı ve uyuşma hissedersiniz. Hızlı soluk alıp verirsiniz, ve boğazınız düğümlenir. O esnada, kalbiniz duruyormuş, nefesiniz kesiliyormuş ve kap krizi geçiriyormuşsunuz gibi gelir size.

    Klasik panik ataklar, ortalama olarak, yakınları kalp krizi geçirenlerde daha fazla görülebiliyor.

    2- Kognitif (Bilişsel) Panik Ataklar: Bu panik atak türünde belirtiler daha çok kognitif (bilişsel), yani düşünce yapısıyla ilgili alanda ortaya çıkmaktadır.

    Kognitif odaklı bir panik atak yaşadığınızda, kendinizi tam ve bir bütün olarak algılamakta zorlanır, ruhunuzun bedeninizden ayrıldığını, boşlukta olduğunuzu hisseder; etrafı bulanık (sisli) görmeye, cisimleri uzak (farklı) algılamaya başlarsınız ve başınız dönmeye başlar. Bununla birlikte, kontrolünüzü kaybedeceğinizden, elinizde olmadan kötü şeylerin olacağından, aklınızı kaçırabileceğinizden ve öleceğinizden korkarsınız.

    3- Non-Kognitif Panik Atak: Bu panik ataklar, zihinsel belirtilerin olmadığı panik ataklar olarak kabul edilirler.

    Non-Kognitif bir panik atak yaşadığınızda, daha çok, bir fenalık hissi, göğsünüzde bir baskı ve çarpıntı hissi ile karşı karşıya kalırsınız.

    4- Nokturnal Panik Atak: Uykudan, ani bir kalp çarpıntısı ve korku ile uyanılan panik ataklarıdır.

    Nokturnal panik atak yaşadığınızda, muhtemelen, hemen pencereyi açarak veya başka bir yolla hava almaya çalışırsınız.

    5- Aleksitimik Panik Atak: Daha çok, nöbetler halinde bedensel belirtilerin yaşandığı panik atak türüdür.

    Aleksitimik bir panik atakta daha çok, ateş basması, terleme, uyuşma, nefes darlığı, baş dönmesi, ve ağrı yaşayabilirsiniz.

    6- Gastro-İnstentinal Panik Atak: Mide ve/veya karın odaklı panik atak çeşididir.

    Gastro-İnstentinal panik atağı geçirdiğinizde, mide ve/veya karında başlayıp göğse doğru dalga dalga yayılan bir fenalık hissi yaşarsınız. Boğazınız düğümlenir ve boğazınızda bir yumru hissi oluşur. Bunlara, mide bulantısı, midede şişkinlik, gaz ve ishal eşlik edebilir.

    Not: Gastro-İnstentinal panik atağın, bir çeşit sara hastalığı olan abdominal epilepsiden ayırt edilmesi önemlidir.

    7- Korkusuz (Non Fearful) Panik Atak: Bu, panik bozukluğu denilen bir psikolojik bozukluğun belirtilerini karşılayan panik atak çeşididir.

    Korkusuz bir panik atakta, korku veya anksiyete deneyimlemezsiniz. Bazı şikayetlerle, nörolog ve/veya kardiyologlara başvurursunuz; ancak, muayene ve tahlillerde, ilgili bölümlerle ilgili bir veriye ulaşılmaz.

    Panik atak döngüsü

    Panik atak döngüsü kavramı, yaşadığınız panik atak deneyimini anlamanız açısından size son derece önemli ipuçları sunabilir. Aynı zamanda, panik atak tedavisi için ilk adım, panik atak döngünüzü keşfetmeniz olacaktır. Bu yüzden, bu yazıyı üzerinde dura dura, belki birkaç kere okumanızı öneririm.

    Panik atak yaşantılarına baktığımızda, belirli bir döngünün varlığını görüyoruz. Ayrıntılara girmeden önce, döngü kelimesinin anlamını hatırlatmakta fayda görüyorum. Çünkü, panik atak terapisi uygulamalarımda, pek çok kişinin döngü kavramıyla, yaşadıkları arasında ilişki kurmakta zorlandığını görüyorum.

    Döngü kelimesinin sözlükteki bazı karşılıkları şunlardır:

    – Herhangi bir olayın birden fazla tekrarlanması (Güncel Türkçe Sözlük)

    – Aynı ses sinyalinin kopyalama yoluyla sürekli tekrar etmesi (Gitar Terimleri Sözlüğü)

    – Termodinamikte, aynı hal içinde başlayan ve sona eren değişimlerin sırası (Kimya Terimleri Sözlüğü)

    Panik döngüsünü anlayabilmek için, giriş-gelişme-sonuç yaklaşımını kullanabiliriz. Nasıl ki herhangi bir hikayenin genel olarak, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden bahsedebiliyorsak, panik atağın da başlamasından, devam etmesinden ve sona ermesinden bahsedebiliriz.

    Panik döngüsü, işte bu başlama, devam etme ve sona ermelerin tekrarını ifade eder.

    Panik atak döngüsünün evreleri

    Aşağıda, panik atak yaşayan birinin geçebileceği evreleri almaya çalışacağım. Söz konusu evreler mutlak ve değişmez değillerdir. Ben, okuyucunun en iyi şekilde anlamasına yardımcı olmak için böyle bir tasvirde bulunuyorum.

    Birinci Evre: Panik Atağın Tetiklenmesi

    Bu evre tabiri caiz ise, panik atak tüneline girdiğimiz evredir. Bu evreyi aynı zamanda, endişe (veya korku) duygusunun tetiklenme evresi olarak da düşünebiliriz. Bu evrede şu ya da bu şekilde, panik atak geçirecek kişinin korku ve/veya endişe duygusu tetiklenmiş olur.

    Çok fazla ayrıntıya girmeden, korku ile endişe arasındaki bir farkı dile getirmek istiyorum: Korku, bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımızda yaşadığımız bir duygu iken, endişe, bir tehlikenin gerçekleşme ihtimaline odaklanma halidir.

    Evet, bu evrede korku duygunuz tetiklenmiş oluyor. Panik atağınızı anlamanızda kilit noktalardan biri, korku veya endişenizi neyin tetiklemiş olduğunu doğru tespit edebilmenizdir. Panik atak sorunuyla bana gelen pek çok danışanım, korku veya endişesini tetikleyen şeyi tespit etmekte zorlanıyor.

    Korkunuzu (Endişenizi) Tetikleyen Şeyi Tespit Edebilmek

    Endişenizi tetikleyen faktörleri anlayabilmeniz için endişenin psikolojik analizine kısa bir göz atalım isterseniz.

    Endişe her zaman, bir tehlike algısının göstergesidir. Yani, endişeye kapıldığınızda, bir tehlikenin varlığına odaklanmış oluyorsunuz. Endişe veya korku duygusu son derece insani ve işlevsel (gerekli) bir deneyimdir aslında. Çünkü sizi olası tehlikelere karşı uyanık tutar. Ancak, panik atağı tetikleyen, çoğunlukla gerçekçi bir tehlike olmaktan ziyade, abartılan bir tehlike olasılığı oluyor.

    Bu yazıyı yazdığım şu anda, İstanbul’da ciddi bir kar yağışı bekleniyor. Pek çok kişi, bu kar yağışını büyük bir felaketin işareti olarak algılayıp ciddi bir endişe duygusu yaşayabilir. Mesela bir anne şöyle düşünebilir: “Ya kar yağışı çok fazla olur, yollar kapanır ve çocuğum da hasta olursa, onu hastaneye nasıl yetiştiririm?”

    Kişiyi endişeye sevk eden ve panik atağını tetikleyen söz konusu tehlike, çok değişik olabilir. Bazı tehlike örneklerini şöyle sıralayabilirim:

    • Hastalanma, yaralanma vb. yollarla bedenine bir zararın gelmesi. Bu zararın sonraki aşaması, ölüm ihtimali.
    • Aşağılanma, eleştirilme, beğenilmeme gibi yollarla kendiliğin zarar görme ihtimali.
    • Sevilmeme, terk edilme, yalnız kalma, dışlanma, aldatılma gibi olasılıklar.
    • Başarısız olma, yetersiz görülme, beceriksiz olarak algılanma gibi olasılıklar.
    • Adli bir meseleye karışma ve hapse girme gibi ihtimaller.
    • Deprem, yangın ve sel gibi doğal afet ihtimali.
    • Üzülme, pişman olma, çaresiz hissetme gibi duygusal olasılıklar.

    Bu örnekler çok daha fazla artırılabilir. Ana nokta, panik atağınız tetiklendiğinde, muhtemelen bir tehlike ile karşı karşıya olduğunuzu düşünüyor olmanızdır. Bunu keşfedebilmek için, aklınızdan geçenlerin doğru ya da yanlış, akıllıca ya da aptalca oluşlarına bakmadan kendinize şu tür soruları sormanızdır:

    • Endişeli hissettiğim esnada aklımdan ne geçiyor olabilir? Zihnimde nasıl bir görüntü oluşmuş olabilir?
    • Şu anda ne olacağından endişe ediyorum?
    • Yaşadığım korku duygusu ne ile izah edilebilir? Aşağılanma korkusu, dışlanma korkusu, yetersizlik korkusu, yaralanma korkusu, ölüm korkusu, başarısızlık korkusu, terk edilme korkusu, enayi yerine konma korkusu vb.

    Endişeler son derece kişiseldir. Bu yüzden yaşadığınız endişenin genel geçer, kabul edilebilir bir endişe olması gerektiğini düşünmeyin. Mesela, herkesin çok eğlendiği bir anda (halay çekmek gibi) siz bir anda panik atak yaşayabilirsiniz. Çünkü zihninizde şöyle bir kurgu olabilir: “Her gülmenin sonu ağlamaktır. > Ben şu anda çok mutluyum ve gülüyorum. > O halde her an ağlayabilirim. > Demek ki bilemediğim bir tehlike ile karşı karşıyayım.” Bu düşünce zinciri sizi bir anda panik atak tüneline sokabilir.

    Panik atak döngüsünde birinci evreyi özetlersem, “içsel bir uyaran” ile karşı karşıya kalırsınız, ve bu uyaranı bir tehlike işareti olarak algılarsınız. Bu da sizin korku ve/veya endişe duygunuzu tetikler. Bu “içsel uyaranları” fark etmek panik atak tedavisi için son derece önemlidir.

    İkinci Evre: Bedensel Tepkilere Odaklanma Evresi

    İnsan ve hayvan bir tehlike algıladığında doğal olarak korkar. (Endişe ise sadece insanın yaşayabileceği bir şeydir. Çünkü hayvanlar, bildiğimiz kadarıyla gelecekle ilgili tasarımlarda bulunamazlar.) Son derece doğal bir duygu olan korkunun bedeninizde bazı karşılıkları olur: Mesela kalbiniz hızlı atmaya başlar, terlemeye başlarsınız, elinizde ayağınızda titreme, vücudunuzun bazı bölgelerinde kasılmalar vb. olabilir. Bedeninizin yavaş yavaş, anlam veremediğiniz bir sürece girdiğini ve kontrolünüzü kaybetmeye başladığınızı düşünürsünüz.

    Üçüncü Evre: Bedensel Tepkilerin Felaket Olarak Yorumlanma Evresi

    Bir önceki paragrafta ele aldığım nokta son derece önemlidir. Çünkü, panik atak döngüsü ve dehşetpanik atak yaşayan pek çok kişi, bedeninde ortaya çıkan tepkilerin doğal bir korku tepkisi olduğunu düşünemez. Bu belirtileri daha çok bir felaketin işaretleri olarak algılar. “Acaba kalp krizi mi geçiriyorum?”, “Eyvah, vücudumda tuhaf şeyler oluyor!” gibi düşünceler, sizi korku sarmalına iyice sokar. Siz korktukça bedensel tepkileriniz artar, bedensel tepkileriniz arttıkça da korkunuz tetiklenir. Bütün bunların sizi getirebileceği nokta şudur: Bedenim (ve/veya zihnim) benim kontrolümden çıkıyor.

    Büyük bir tehlikeyle karşı karşıya gelmiş olma ve kendinizle ilgili kontrolü kaybetme düşüncesi sizi bir “dehşetin” içine sokar. Bu dehşetengiz yaşantıya ise literatür “panik atak” diyor.

    Dördüncü Evre: Panik Atağı Evresi

    Hissettiğiniz duyguların bedeninizde duyumsadıklarının etkisiyle 10 dakika gibi bir sürede panik atağınız zirveye ulaşır. Bu evrede, panik atağın korkutucu ve zorlayıcı belirtilerini yaşarsınız.

    Beşinci Evre: Atak Sonrası Evre (Beklenti Anksiyetesi ve Kaçınma)

    Sorularla panik atak

    Panik atak yaşayan kişi, bedeninde ortaya çıkan ani değişiklikleri çoğunlukla bir tehlikenin işareti olarak yorumlar. Bu yorum kişinin korkmasına ve bu korku da algılanan tehlikeye daha fazla odaklanma gibi bir sonuca yol açar. Bu şekilde bir panik atak tetiklenmiş olur.

    Panik atakla ilgili, insanların zihninde pek de gerçekçi olmayan, düşünce ve bilgiler yer alabilmektedir. Bu bölümde, panik atakla ilgili, sıkça sorulan soruları ve onların bilimsel cevaplarını (kısaca) bulacaksınız.

    Soru: Panik atak kalp krizine yol açar mı?

    Panik atak esnasında kalbin normalden çok daha hızlı atması, pek çok kişi tarafından bir kalp krizi işareti olarak algılanır.

    Tıbbi Gerçek: Panik atakları kalp krizine yol açmaz. Panik atak esnasında çekilen elektrokardiyogramlarda (EKG), sadece kalp atış hızında artış gözlemlenir. Kalp krizi belirtileri gözlenmez. Gerçek bir kalp krizinin işaretleri, göğüste basınç duyumu, şiddetli bir göğüs ağrısı ve seyrek olarak ortaya çıkan çarpıntıdır. Kalp krizi belirtileri çoğu zaman kişinin dinlenmesi ile azalır. Panik atak yaşayan kişinin belirtileri ise, kişi dinlense bile devam eder.

    Soru: Panik ataklar inmeye (felce) yol açar mı?

    Panik atak esnasında yaşanan uyuşukluk, kaskatı kesilme, karıncalanma, güç kaybı hissi (özellikle vücudun belirli bir bölümünde), ve sırttan yukarı doğru hissedilen ateş basmaları, kişi tarafından inme (felç) işareti olarak algılanır.

    Tıbbi Gerçek: Panik ataklar bir felce yol açmaz. Panik esnasında kan basıncı biraz yükselse bile bu durum hiçbir zaman bir inmeyi tetiklemez.

    Soru: Panik atak boğulmayla sonlanır mı?

    Nefes almakta yaşana güçlük, yeterince hava alamama (soluksuz kalma), boğazda daralma ve boğazın tıkanması duyumları ve göğüste basınç duyumu kişide “Boğuluyorum galiba.” düşüncesini tetikleyebilir. Kapalı, sıcak ve kalabalık ortamlar kişide, yeterince hava alamıyor hissi yaratabilir.

    Tıbbi Gerçek: Henüz, panik atağı esnasında boğularak ölen birisi literatürde tanımlanmamıştır. Her ne kadar kişi, panik atak esnasında soluk alıp veremediğini hissetse de, aslında soluk alıp veriyordur. Ancak kişi, soluk almak için kendini ne denli zorlarsa, soluk alıp verme hızı o denli artacağından yeterince hava alamadığını hissedecektir.

    Soru: Panik atak, bayılmaya yol açar mı?

    Kişinin yaşadığı sersemlik hissi, baş dönmesi, bayılacakmış gibi olma duygusu, uyuşukluk, bulanık görme, odaklanmakta zorluk, ateş basması ve soluk alıp verememe kişide bayılma endişesini tetikleyebilir. Bu korkuya “düşecek gibi olma” deneyimi de eşlik edebilir. Pek çok kişi, yaşadıklarını “bayıldım” diye tabir etse de, yaşantı analiz edildiğinde, ortada gerçek bir bayılmanın olmadığı fark edilir.

    Tıbbi Gerçek: İstisnai durumlar dışında, kişiler panik atak esnasında bayılmazlar. Bayılmanın gerçekleşebilmesi için kan basıncının aniden düşmesi gerekir. Oysa panik atak esnasında kan basıncı az da olsa yükselir.

    Soru: Panik atak geçirenler çıldırır mı?

    Panik atak esnasında gerçekdışılık veya benliğinden ayrılmış olma deneyimi, odaklanamama ve düşünceleri toparlayamama, düşünce uçuşmaları vb. söz konusu olabilir. Bu tür deneyimler kişinin zihnine “Acaba çıldırıyor muyum?” gibi bir sorunun düşmesine yol açabilir. Bu soru da korkuyu ve paniğin şiddetini artırır.

    Tıbbi Gerçek: Net olarak bilinmesi gereken şey şudur: Panik atak çıldırmaya yol açmaz! Literatürde şu ana kadar, “Panik atak dolayısıyla çıldırdı.” denilen kimse olmamıştır. Yaşanılan korkunu birtakım rahatsız edici sonuçları olabilir. Ama bu tıbben bir çıldırma işareti olarak değerlendirilmez.

    Soru: Panik atak geçirdiğim için insanlar beni aşağılar mı?

    Panik atak yaşayan pek çok kişi için başkaları tarafından nasıl görüldüğü, hayatını zorlaştırıcı derecede önemlidir. Onlar için, yaşayacakları zorlu deneyimden ziyade, başkalarının onun hakkında ne diyeceği önemli olabilir. Söz konusu kişiler, “Benim çok zayıf biri olduğumu düşünecekler.”, “Beni acınası bulacaklar.”, “Benim, duygularını  kontrol edemeyen biri olduğumu düşünecekler.” tarzında düşünce yapısına sahip olabilirler. Bu düşünce yapısı da, kişilerin başkalarının yanında rahat olamamasına yol açabilir. Bu yüzden insanlar alışveriş yapmakta, başkalarının yanında yemek yemekte, bir ortamdan kalkıp gitmekte vb. zorlanabilirler.

    Tıbbi Gerçek: Bu tür düşünceler gerçeği yansıtmaktan çok, bizim durumu algılama şeklimizi ifade eder. Yolda yürürken, herkesin (bu yüzlerce kişi de olabilir) tek derdinin sizin olmanız ne kadar gerçekçi olabilir? Biz bu kadar önemli olmadığımız gibi başkaları da bu kadar acımasız değildir belki de.

    Soru: Panik atak uyuşma yapar mı?

    Pek çok kişi, panik atağı, uyuşmalara yol açan bir “sebep” olarak görmektedir. Oysa uyuşma, panik atağın yol açtığı bir sonuç değil, panik atak işaretlerinden biridir. Yani, insanlar panik ataktan dolayı vücutlarında uyuşma yaşamazlar; vücuttaki uyuşmalar, başka pek çok (yazının ilk kısımlarında dile getirilen) işaretle birlikte ortaya çıktığında, duruma panik atağı denir.

    Örnek bir panik atak vakası

    Sertan, 45 yaşında, evli ve üç çocuk babası bir adamdır. İyi eğitimli ve başarılı olmasına karşın, Sertan’ın hayatında on beş yıldır panik atakların yol açtığı zorluklar vardı. Sertan her ay ortalama iki ile beş arasında panik atak yaşıyordu.

    Sertan bir önceki hafta, ailesiyle bilgisayar mağazasına giderken, direksiyon başında panik atak yaşamıştı. Panik ataktan hemen önce, arka koltukta çok gürültü yapan çocuklara sesini yükselttiğini hatırlıyordu. Panik atak, çocuklara uslu durmalarını söylemek için hızla arkaya döndüğü anda ortaya çıkmıştı. Yola bakmak için kafasını çevirdiğinde, başının döndüğünü hissetmişti. Bunu hisseder hissetmez terleme, kalp atışlarının hızlanması, ateş basması ve titreme gibi ani ve yoğun yaşantılar da sökün etmişti. Kaza yapmaktan korkan Sertan, arabayı hemen sağa çekmişti.

    Panik atak yaşantısı

    Sertan ayda yalnızca birkaç panik atakyaşıyordu. Ancak her an bir panik atakyaşama olasılığına odaklandığı için ger gün yüksek düzeyde kaygı yaşıyordu. Dolayısıyla araba kullanma, uçakla seyahat, asansöre binme, açık alanlarda bulunma, uzun süre yalnız yürüme, sinemaya gitme ya da şehir dışına çıkma gibi konularda yoğun bir endişe yaşıyordu, ya da bu durumlardan kaçınıyordu.

    Panik atak geçmişi

    Sertan ilk panik atağını on beş yıl önce yaşamıştı. Gece saat bir sularında, arkadaşlarıyla içtikten sonra eve dönmüş ve salondaki divanda uyuyakalmıştı. Dört buçuk gibi uyandıktan hemen sonra midesinde acı, ensesinde yoğun bir kan basıncı hissedecekti. Birdenbire kalbinin de deli gibi atmaya başladığını fark etmişti. Ne olup bittiğini bilmiyordu ama öleceğinden emindi.

    Sertan, yaklaşık iki ay sonra ikinci bir panik atak yaşadığını anımsıyordu. Bundan sonra panik ataklar daha düzenli bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştı. Ataklar tekrarlanınca Sertan da, atakları yaşadığı durumların yanı sıra, panik atak yaşamaktan korktuğu diğer durumlardan da kaçınmaya başlamıştı. Panik atakların ilk birkaç yılında yaşadığı üç olayda hastanenin acil servisine gitmiş; çünkü belirtilerin kalp krizine işaret ettiğinden eminmiş. Ancak yapılan tetkiklerde herhangi bir kalp krizi belirtisine rastlanmamış.

    Kaynakça
    • Kring, A.M., Johnson, S.L., (2015). Anormal Psikolojisi. 1. Baskı. Ankara: Nobel.
    • Köroğlu, E., (2011). Kaygılarımız korkularımız. 3. Baskı. Ankara: HYB
  • Çocuk Resimlerini Okuma Rehberi

    Bir yetişkin kelimeler ile kendini ifade edebilirken, bir çocuğun yetersiz kelime haznesi ve ilişkisel bağ gücü bunu uygun şekilde yapamaz. Ancak kendini ifade etme ihtiyacı onu başka yollarda kendini bulmaya ve ifade etmeye sevk eder. Çocuğun duygu ve düşünceleri, yansıttıkları oyunlarda, çizimlerde, resimlerde anlam bulur. Yani temelde çocuklar sözcüklerle anlatamadıklarını, resimle anlatır. Bu nedenle çocukları genelde resim yaparken sıkça buluruz.

    Çocukların çizdiği resimler neden önemlidir?

    Çocuğun bu eşsiz, saf dünyası yansıttığı resimlerde öyle net bir şekilde kendisini ifade eder ki; yaşamında neler olduğunu, neye üzülüp, neye sevindiğini, ihtiyaç duyduğu şeyin ne olduğunu, kızgınlıklarını, korkularını yani yaşadıklarını duygu ve düşünceleriyle nasıl algıladığını biraz dikkat edersek görebiliriz. Bunun önemi öylesine büyük ki, zamanında fark edilmeyen olumsuz anılar, tekrar tekrar yaşandıkça ve bununla ilgili uygun bir baş etme yöntemi geliştirilmedikçe yani olumsuz yaşantı ile ilgili algı çemberi kırılmadıkça, tüm yaşamı boyunca ciddi ruhsal hastalıkların öncüsü olabilmektedir. Bu nedenle bir çocuğun duygusal ve zihinsel gelişimini takip etmek bir anne babanın öncelikli görevidir.

    Çoğu ebeveyn çocukla ilgili problemin nereden kaynaklandığını bilmediği için çaresiz kalmaktadır. Çocuk resimlerini okumak çocuk ile ebeveyn arasında iletişim bağı oluşturan güçlü bir köprüdür.

    Çocuk resimleri ve özellikle psikolojik boyutları ile ilgili 1900 lü yıllardan beri birçok araştırma yapılmıştır ve git gide geliştirilmiştir. Bu araştırmalar sonucu çocukların çizimlerinden yola çıkarak onlar ile ilgili sadece duygu ve yaşantıları hakkında bilgi sahibi olmak değil, aynı zamanda kişilik ve zihinsel gelişimleri ile ilgili de değerlendirmeler yapılmaktadır.

    Bu makalede hangi yaş grubunun, nasıl çizimleri olur? Kişiliği nasıl yansıtır? Ne zaman psikolojik bir desteğe ihtiyaç duyulur ve bir uzmandan destek alınması kaçınılmazdır? Kendisi, başkaları ve dünya hakkında algısı nasıldır? Gelişimsel özellikleri normal midir? Renklerin, çizimlerinin sembolik anlamları neyi ifade etmektedir? gibi birçok konuda temel ölçüde cevap bulacaksınız. Burada amaç, psikolojik teşhis ve tanı koymak değil, çocuğu tanımaya, anlamaya, yaşadığı iç/dış çatışma ve yaşantılarıyla ilgili ön değerlendirme yapabilmek ve şüphe yaratan noktalarda bir uzmandan yardım almaya yöneltmektir.

    Unutmamak gerekir ki her çocuk özeldir ve kendi dünyalarında yaşadıklarını basitçe bir kalıba sokmamak, kendisine özgü ve bütünsel değerlendirme yapma hassasiyeti gerektirir.

    Sağlıklı çocukların çizimleri

    Öncelikle patolojik yani ruhsal bir problem olmayan, sağlıklı çocuklarda görülen ve resimlere yansıyan genel resim detaylarını bilmek gerekir. Bunlar;

    Kimlik/benlik algısı

    Benlik algısı gelişmiş, özsaygısı olan bir çocuğun yaptığı bir resimde, kendisi olarak çizdiği insan figüründe temel organlar ve detaylar (her yaş grubuna göre detay farklı olarak değerlendirilmelidir) var ise örneğin gözler, burun, ağız, kulaklar, kaşlar, saç, boyun, gövde, eller ve kollar, bel,  bacaklar, ayaklar gibi ve bu organlar uygun ve orantılı bir şekilde konulmuşsa eğer bir insan resmi çizilmiş ise, tüm gerekli detaylar varsa buna ek olarak kendisi olarak ifade ettiği insan figürü silik ya da baskın olarak çizilmeden kağıda göre normal boyutlarda sayfanın orta noktalarında konumlandırılmışsa sağlıklı bir kimlik algısı ve özsaygıdan bahsedebiliriz.

    Güven duygusu ve öz güven

    Kendine güvenli ya da kendini güvende hisseden çocukların resimlerinde hayali bir zemin bulunur. Ayakları belli bir yere, toprağa basılı gibidir. Havada asılıymış gibi belirsiz bir yerle temas içinde değildir. Genel olarak insan figürü net çizgilidir ve belirgin olarak ortalıktadır, bazı kısımları ya da tümü saklanmaz.

    Sıcaklık

    İnsanların arasındaki ilişkinin sıcaklığını çocuklar resimlerinde birbirine yakın nesneler çizerek gösterirler. Yakınlıktan öte önemli iki figür arasına çizilen nesneler kişilerin arasında problem olduğunu ve bu durumun çocuğun farkında olduğunu ve olumsuz etkilediğini gösterir. Örneğin anne baba figürlerinin arasına çizilmiş bir nesne, anne baba arasında olumsuz, soğuk ya da problemli bir ilişkinin olduğunu gösterebilir.

    Tekraren ifade etmekte yarar vardır, çocuk resimlerini değerlendirirken tek bir olgu üzerinden değil bütünsel olarak bakmak ve değerlendirmek hatta birçok resmin akışını birlikte değerlendirmek gereklidir.

    İletişim ve açıklık

    İnsan figürlerinin ya da temsil ettiği figürlerin örneğin çiçek, ağaç gibi kolları açık ve rahat şekilde çizilmiş olması iletişim ve kendini ifade edebilme açısından çocuğun sağlıklı olduğunun bir işareti olabilmektedir. Aynı zamanda insanın dışında olan ve evini temsil eden figürler örneğin evin kapısı, pencereler gibi figürler eğer bir ev çizilmişse mutlaka belirtilmiştir ve net olarak çizilmiştir. Yani bilinçdışı olarak, ben/evim/ailem dış dünyaya açılan bir kapımız penceremiz var ve bu etkileşime açığız diye sembolize edilebilir.

    Cinsiyet bilinci

    Çocuk yaşa göre uygun olarak cinsiyetleri belirlerken özellikleri dikkate alarak çizmektedir, örneğin bir erkek figüründe gösterdiği pantolon ya da kız figüründe gösterdiği etek (bazı özel figür çizimleri hariç örneğin kahraman figürleri). İnsan figürlerinde çizilmiş pantolon ağı da artık kimlik algısının yavaş yavaş oluştuğunun göstergesi olabilir. Genellikle ilk olarak çizilen figürler çocuğun kendi cinsiyetindendir. Bu noktaya dikkat edilebilir.

    Gelişimsel dönemlerine göre çocuk çizimleri

    Yaşa göre sınıflandırılan “Çocuk Çizimlerinin Gelişimsel Dönemleri” nden söz etmek gerekir. Bu genel olarak evrenseldir ve ilk başlarda karalama olarak başlayan çizimler yaş ilerledikçe sembolik çizimlere ve sonralarında bir kompozisyon haline dönüşmektedir. Küçük yaşlarda insan figürlerinde neredeyse hiç detay olmazken, ileriki yaşlarda göz, göz bebeği, kulak, ağız, burun, kaşlar, kirpikler, çene, saç, eller, ayaklar, ayakkabı, ve diğer organlar ile ilgili tüm detaylar beklenir. Victor Lowenfeld (1978) ve diğer araştırmacıların yaptığı tüm çalışmaların ortak olarak belirtildiği beş evre bulunmaktadır. Çocuk çizimlerinin hangi aşamalarda olduğu ve beklenildiği bu beş evre aşağıdaki gibidir;

    Karalama dönemi

    Bu dönemde çocuk resimle kendini ifade etmedeki ilk aşamadadır ve kalem, boya ve resim kağıdıyla ilk kez tanışır ve çizimlere başlar. 2 ile 4 yaş arasında olan bu dönemde (14 aylıktan itibaren de başladığı görülmektedir) çocuğun çizimleri düzensiz ve amaçsızdır. Çok az kas kontrolü gerektirir. Kullandığı renkler genellikle parlak ve canlıdır. Çocuk çizimle ilk defa tanıştığı için kalem tutuşu ve karalamaları ilkel ve hatalı gibi görünür, bu noktada ebeveyn bazen çocuğun kalem tutuşunu düzeltmek isteyebilir. Ancak ısrarcı olunmamalıdır. Zamanla zaten çocuk çizimlerini benzettiği ve daha iyi ifade edebildiği zaman tutuşu ve çizimleri ileri seviyeye geçecektir. Eğer sabırsız davranıp çocuğa çok fazla müdahale edilirse, o noktada kendini ifade etme aracından uzaklaşabilmekte ve duygusal anlamda kendini yetersiz ve sürekli hata yapıyor olarak algılayabilmektedir. Bu noktada ya geri çekilme ortaya çıkabilir ya da agresyon (öfke) ortaya çıkabilir.

    Şema öncesi dönem

    Bu dönem çocuğun ilk simgeleştirmeye çalıştığı, gördüklerini ya da hayal ettiklerini ilk tasvir etmeye çalıştığı dönemdir. 4 ile 7 yaş arasında olan bu dönemde görsel düşünce yavaş yavaş gelişmeye başlar. Ancak henüz uzay mekan kavramı gelişmediği için nesneler belli bir düzen ve planda konumlandırılmamıştır. Ancak karalama döneminde zemin kavramı oluşmadığı için nesneler ve figürler havada asılı kalırken, bu dönemde çocuğun yere basarak yürüdüğünü fark etmesiyle çizimlerinde de bunu kullanır ve nesneleri ve figürleri bir zemine oturtmaya başlar. Renk seçimi hala mantıksal değil duygusal olarak seçilir. Çocuğun çizdiği insan figürleri kafadan inen bacaklar şeklinde görülebilir. Ancak yaş ilerledikçe kollar ve bacaklar gövdeden inmeye başlar. Genellikle aileden fertleri çizerler (birbirine benzer figürlerdir). Eğer aile dışından bir insan figürü çizmiş olduğunu gösterirse sosyalleşmeye başladığını gösterir.  Çocuk insan figürlerinde önem verdiği, kendisi için daha değerli olan kişileri en önce ve daha büyük çizer, sevmediklerini ise çirkin, en son ya da küçük çizer.

    Şematik dönem

    Bu dönemde çocuk görsel düşünce oluşturmaktadır. 7-9 yaş arasında olan bu dönemde çocuk çevresinde olup bitenler hakkında daha farkındalıklı ve belli bir şemalara sahiptir. Artık insan figürleri daha belirgindir. Cinsiyet farklılıkları netleşmeye başlar, İnsan figürlerine kıyafetler giydirir. Eller parmaklar kollardan çıkmış, Diğer organ detayları da daha gerçekçidir.  Kullandığı renkler de artık daha gerçekçidir. Önceki dönemlerde örneğin insan yüzünü mor yapan çocuk, artık bu dönemde 7-9 yaş arasında daha gerçekçi renkler kullanarak insan yüzünde anormal renkler kullanmaz.

    Gruplaşma dönemi

    Bu dönemde çocuk artık gerçekçi bir algıyla çizimlerini yapar. 9-11 yaş grubuna ait bu dönem, çocukların cinsiyet farklılıklarının artık netleştiği bir dönemdir. Kız çocukları daha çok bebek, kız kıyafetleri, çiçekler gibi resimler çizerken, erkek çocukları ise araba, uçak, polis gibi resimler çizmeye başlar. Bu evrede renkler ve çizgiler gerçeklik üzerine kurulur ve gördükleri şeylerin aynısını çizmek için gayret gösterirler. Bu durum bu evre için çok önemlidir.

    Mantık dönemi

    Doğalcılık ve tabiatı tasvir etme dönemi olarak da bilinen bu dönemde 12-14 yaş grubu çocukları, eğer bir önceki gruplaşma / gerçekçilik döneminde çocuk gerçeği olduğu gibi çizemediği zaman kendini bu alanda ifade etme ile ilgili umutsuzluğa düşer ve artık devam edecek cesareti ve şevki kalmayabilir. Bu nedenle her çocuk bu dönemi geçiremeyebilir ve bu noktada bırakabilir.

    Renk kullanımında dikkat edilecek noktalar

    Öncelikle bilinmesi gereken sıcak ve soğuk renklerdir.

    Sıcak renkler: Kırmızı, Sarı ve Turuncudur.

    Soğuk renkler: Mor, Mavi, Yeşildir.

    Resimlerde önemli olan sıcak ve soğuk renklerin bir uyum içinde birlikte kullanılmasıdır.

    Diğer bir önemli nokta sadece renklere bakarak değerlendirilmemeli, renklerin hangi nesnelerde ve nasıl bir etkileşim yaratarak kullanıldığına dikkat edilmelidir.

    Kırmızı: Bir çocuk için öfkeyi, kızgınlığı ya da saldırganlığı temsil edebilir. Duygusal bir patlamanın ifadesi, bir problemin ifadesi olarak gösterilebilir. Bazen de aşkı, yoğun duyguları, keskinliği ve baskınlığı da ifade edebilir.

    Pembe: Bu renk, geçmişte oluşan bir problem ya da rahatsızlıkla ilgili üstesinden gelindiğinin ya da gelinebileceğini göstermektedir (Furth, 2002). Sakin, sevgi dolu, sıcak bir renk olan pembeyi resimlerinde kullanan çocuklar olumlu duygular yaşadığını gösterir.

    Sarı: Çocuklar resimlerinde en çok güneşi yaparken kullanırlar. Bu nedenle parlaklığı, ışığı, sıcaklığı, enerjiyi ve umudu simgeler. Olumlu hisler yaratır ve onu yansıtmasını sağlar. Anne babası tarafında sevilen ve değer verilen ya da sevilmek isteyen bu konuda umut besleyen çocuklar sarı rengi tercih ederler. Çünkü çocuğun yaptığı resimler gerçek duygu ve yaşantılarını yansıtabildiği gibi, onların fantazmlarını, korkularını, umutlarını, beklentilerini de yansıtabilir. Ancak bir yandan diğer boyutlarını düşünmekte fayda vardır; çocuğun anne babaya çok fazla bağımlı olup olmadığına da bakmak gerekebilir.

    Mavi: Çocuklar resimlerinde genellikle gökyüzünü, bulutu ya da denizi, nehri göstermek için maviyi kullanır. Bu rengi resimde baskın ya da belirleyici olarak görmek sakin, huzurlu ve uyumlu bir yapının olduğunu ve olumlu duyguları açığa çıkardığını gösterir.

    Yeşil: Kendine güvenli, mutlu, gelişmekte ve büyümekte olan çocuğu simgeler. Bununla birlikte,koyu yeşil sağlığı ve iyileşmeyi ifade ederken, açık yeşil ise fiziksel zayıflığı ya da sağlığa kavuşulmuş olmayı beklemenin bir ifadesi olabilmektedir (Malchiodi, 1998).

    Mor: Eğer bir çocuk resminde baskın olarak ya da önemli figürlerinde mor rengini kullanıyorsa, çocuğun ve anne babanın son zamanlardaki davranışlarıyla birlikte değerlendirme yapmak gerekebilir. Çünkü böyle bir resimde çocuğa yüklenen bazı sorumluluklar ağır gelmiş ve bekleneni karşılayamayacağı kaygısı taşır ve resimlerine bu ağır yükü ve endişeyi mor rengiyle yansıtır. Bu noktada düşünülmesi gereken bu çocuk anne babanın sevgisine ve desteğine daha çok gereksinim duyabilir.

    Turuncu: Çocuk resimlerinde enerjiyi, sıcaklığı, keyfi ifade etmesiyle görünür. Olumlu duygular çağrıştırır. Ancak kullandığı yere ve baskınlığa göre endişeyi de ifade edebilmektedir. Çocuğun yaşadığı süreçlerle eş kontrol yapmakta fayda vardır.

    Kahverengi: Bu renk çocuklarda sınırları ifade etmektedir. Çok fazla kural olan bir ailede, çocuk sınırların ve engellemenin verdiği olumsuz duyguyu ifade etmek için bu rengi kullanabilmektedir. Aslında toprak rengi olduğu için çok derin bir renktir ancak bazen duygusal ağırlık yaşatabilir. Aynı zamanda, resimlerinde kahverengiyi baskın kullanan çocuklar, korunmaya ihtiyaç duydukları, sevgi ve ilgi özlemi çektikleri göstermek isteyebilirler. Tuvalet eğitiminde yaşanan sıkıntılara da işaret edebilmektedir. (Çankırılı,2011).

    Resimlerde genellikle bütüne bakılmalıdır. Nesne ve figürlerin bazı sembolik anlamları vardır. Örneğin dağ babayı sembolize ederken, sivri uçlu keskin dağ çizimleri babayla aradaki kötü kızgın ilişkiyi ifade edebilmektedir. Ya da dağdan çıkan kırmızı sert karalamalar babaya duyulan öfke ya da babanın çocuğa gösterdiği agresyon olarak çizilebilmektedir.

    Çocuklar ağaç çizmesini çok sever, ancak ağacın gövdesindeki kovuklar ve yuvarlak kontrolsüzce çizilen halkalar travmayı işaret edebilmektedir. Güneşli bir hava aydınlığı, neşeyi gösterirken, yağmurlu bir hava eğer ki bir de üzgün endişeli insan yüzleri varsa depresif bir durumları ifade edebilmektedir. Ya da bir evin çatısının olması olumlu bir algıyken çatıdan çıkan kara yüksek dumanlar evdeki çatışmayı huzursuzluğu sembolize edebilmektedir, ya da çatısız bir ev çizen çocuk ailesi tarafından ya da tüm aile olarak korunaksız olduğunu gösterebilmektedir.

    Yani temel olarak, çocukların yaptığı resimler ve çizimler çocuklar için duygularını açığa çıkarıp, baskılamaması açısından son derece önemliyken, ebeveynler açısında çocuğun yaşadığı tüm süreçleri takip edebilmek ve tehlike sinyali çaldığı zamanı görebilmek açısından son derece önemlidir. Ancak bu takip ve değerlendirmeler sürecinde çocuğa asla müdahale, sorgulama ve yargılama yapılmaması dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur. Tam tersi, çocuk yönlendirme yapılmadan teşvik edilebilir. Yaşa uygun olarak değerlendirilmeli ve nesneler, figürler, renkler, etkileşimler birlikte değerlendirilmelidir. Bu süreçte garipsediğiniz, endişelendiğiniz ya da yukarıda belirtilen noktalarda olumsuz bir durum gözlemlediğiniz noktada bir uzmandan destek almayı geç olmadan unutmayınız.

    Referanslar
    • Viktor, L. (1978). Creative and Mental Growth.
    • Furth, G. M. (2002). The Secret World Of Drawings: A Jungian Approach to Healing Through Art, Toronto: Inner City Boks, 2 edition.
    • Malchiodi, C. A. (1998). Çocukların Resimlerini Anlamak, İstanbul: Epsilon Yayıncılık.
  • Çocukluk çağı mastürbasyonu

    Mastürbasyon, cinsel organın genelde orgazm oluncaya kadar uyarılmasıdır. Çocukluk dönemi mastürbasyonuerken dönem mastürbasyon olarak da isimlendirilir- ise, ergenlik döneminden önce görülen, genelde 3-4 yaşlarında başlayan, çocuğun kendi kendine bazı ritmik hareketlerle haz duygusu alması olarak tanımlanabilir.

    Çocukluk dönemi mastürbasyonunda çocuklar, yetişkinlerin mastürbasyondan aldıkları haz gibi bir haz almazlar. Çocukluk dönemi mastürbasyonu daha çok çocuğun kendini rahatlatmasına yöneliktir.

    Çocukluk dönemi mastürbasyonu, çocuğun genital organını uyarmasıdır. Bu durum ruh sağlığı açısından bir bozukluk/ patoloji olarak görülmemekte ve ruh sağlığı uzmanlarının rehberi olan DSM-5’te (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı, 5. Baskı) yer almamaktadır.

    Çocuğunuzun Mastürbasyon Yaptığını Nasıl Anlarsınız ?

    Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, mastürbasyon yapan çocuklar sabit bir noktaya bakarlar, nefes alış-veriş hızları artabilir, yüzleri aniden kızarabilir, terlemeye başlayabilir ve ritmik bazı hareketler -sürtünme, ileri-geri ritmik hareket gibi- yapabilirler, hırıltılı sesler çıkarabilirler.

    Kız çocukları erkek çocuklarından farklı olarak bacaklarını ve kasıklarını kullanarak kasılabilir ya da bacakları arasına herhangi bir obje koyarak kasılma gerçekleştirebilirler.

    Mastürbasyon esnasında çocuklar, etraflarındaki uyaranları algılamayabilirler. Hayali kişilerle sessizce konuşabilirler. Genel olarak çocuklar, mastürbasyon sonrasında yorgun düşerler ve hatta uyuklayabilirler de.

    Bazı mastürbasyonlar, çocuğun sağlık problemlerinden – idrar yolu enfeksiyonları, mantarlar, parazitler, lokal irritasyonlar, sünnet sonrası dönem gibi- kaynaklanabilir. Bu yüzden, çocuğunuzun mastürbasyonunun altında tıbbi bir nedenin olmadığından emin olduktan sonra psikolojik etkenleri  incelemeye yönelmelisiniz. Herhangi bir sağlık problemi sonrasında çocuğunuz kendini bu şekilde de fizyolojik acıdan uzak tutuyor olabilir.

    Çocukluk Dönemi Mastürbasyonunun Nedenleri – Etkileri

    Çocuklar cinsel organlarını keşfetmekle beraber onunla ilgilenmeye başlarlar. Tesadüfen cinsel organına dokunan çocuk, fizyolojik olarak uyarıldığı için bir haz duygusu yaşar.  Ancak bu duygu yetişkinlerin yaşadığı haz duygusundan çok farklıdır. Çocukların yaşadıkları haz duygusu,  annenin memesini emerken yaşadıkları haz duygusu, kendi parmaklarını emerken yaşadıkları haz duygusu, emzik emerken yaşadıkları haz duygusu, oyuncakları ağzına götürdüklerinde yaşadıkları haz duygusundan hemen hemen farksızdır. Çocuk tesadüfen bu hazzı yaşadığında bunu öğrenir ve devam ettirmeye başlar.

    Çocuklar çoğunlukla kendi başlarına yalnız kaldıklarına cinsel organlarıyla oynamaya başlarlar. Çünkü anne ya da babasından gerekli fiziksel teması alamayan çocuk bunu farklı koşullar altında telafi etmeye çalışır. Ceylan ve Çetin tarafından 2015 yılında yapılan Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Çocukların Cinsel Eğitimine İlişkin Ebeveyn Görüşlerinin İncelenmesi  başlıklı araştırmada, anne ve babanın yoğun iş temposuyla çalıştığı 3 yaşındaki bir bebeğin koltuk kenarlarına sürtünerek mastürbasyon davranışı sergilemesinin çok büyük ve benzer oranlarda duygusal problemler ve ilgisizlikten kaynaklandığı gösterilmiştir.

    Mastürbasyon, yani bireyin kendi kendini uyarması oldukça yaygın görülen bir davranıştır ve bu bir bozukluk değildir. Çocukların tuvalet eğitimi sırasında ya da bazı farklı sebeplerle cinsel organlarını keşfetmeleriyle beraber genital bölgelerine ilgi göstermeye başlarlar.  Bu fizyolojik gelişimin olağan bir basamağıdır.

    Çocuk mastürbasyonuna kızarma, terleme, nefes nefese kalma, kalp atımında hızlanma gibi bazı fizyolojik olağan tepkiler de eşlik edebilir.  Ancak bir çocuğun aşırı mastürbasyon yapması çocuğa dönük ilginin bir anda azalması sonucu -kardeşin doğması gibi bir sebepten- oluşabileceği  gibi, bazı travmatik olaylar sonucunda da olabilir. Çünkü insanlar sosyal etkileşime açık birer varlık oldukları için özellikle de çocuklar bakım verenlerinden gerekli ilgiyi alamadıklarında böyle bir yolu tercih ediyor olabilirler. Ve bunun sonucunda da olumsuz bir davranışla bile olsa istedikleri ilgiyi almış olurlar.

    Erkeklerde kızlardan daha fazla görülen ‘ocukluk çağı mastürbasyonunun, kendiliğinden geçtiğini gösteren çalışmalar da vardır.

    Çocukluk çağı mastürbasyonu obsesif-kompulsif bozukluğun bir işaretçisi de olabilir. Çünkü çocuklar henüz geniş soyut düşünme becerileri geliştiremediğinden herhangi bir sorunla karşılaştıklarında bunu davranış bozukluğu olarak ortaya koyarlar ve o sorundan bu şekilde uzaklaşmaya çalışırlar.

    Yazının başından beri, erken dönem mastürbasyonun normal olduğunu, bir bozukluk olmadığını dile getiriyoruz. Bununla birlikte, erken dönem mastürbasyonu, istenmeyen bazı sonuçlara yol açabileceği için, dikkate alınması gereken bir durumdur.

    Çocukta mastürbasyon sonucu genital organlarında tahriş, harabiyet oluşmaya başlamışsa ya da çocuk bu davranışı her yaptığında kendinde olumsuz bazı duygular hissetmeye başlamışsa ve artık bunun farkındaysa, çocukta suçluluk duyguları gelişmeye başlamışsa, davranış çok aşırı olup artık diğer aktivitelerini etkilemeye başladıysa, aile çocuğun bu davranışı üzerinde aşırı şekilde duruyor, her fırsatta ikaz ediyorsa çocuk için zararsız olan bu davranış zararlı ve tehlikeli bir hale gelebilir.

    Erken dönem mastürbasyon, çocuğun sosyal ortamlardan uzak kalmasına sebep olacak kadar sık sergileniyorsa ve bu davranış her ortamda yapılıyorsa tedavi edilmelidir.

    Çocuk bazen mastürbasyon yaparken kendi bedenine zarar verici bazı davranışlar da sergileyebilir. Sürtünme yoluyla mastürbasyon yapan bir çocuk penisine zarar verebilir. Biz çocuklara tuvalet eğitimi verirken de onlara kendi bedenlerinin özel olduğunu ve yalnızca onların izni doğrultusunda bedenlerine dokunulabileceği mesajını veririz. Mastürbasyon için de benzer bir tavır takınılmalı, çocuklara bedenlerinin özel olduğu -buna mahremiyet eğitimi de diyebiliriz- söylenmeli, her ortamda ve sıkça mastürbasyon yapmanın doğru olmadığı ifade edilmelidir.

    Ebeveynler Aşırı ve Sık Mastürbasyon Yapan Çocuklarına Karşı Nasıl Davranmalıdır ?

    Çocuklar için neler söylediğinizden çok neler yaptığınız önemlidir. Onlar sizin sergilediğiniz tutumlar doğrultusunda kendilerine bir şema oluşturarak büyür ve gelişirler.

    • Mastürbasyon sizin çocuğunuzla iletişime geçme gündeminiz olmasın. Yani çocuk mastürbasyon yaptığında siz ona şaka yaparsanız, gülerseniz, ona ilgi gösterirseniz çocuk bundan ikincil kazanç elde edeceği için bu davranışı sık sık tekrarlama eğiliminde olacaktır. Ancak siz çocuğunuzla fiziksel ve sözel temas kurarsanız, çeşitli oyunlar aracılığı ile de onunla iletişime geçerseniz çocuk sizinle iletişime geçebilmek için farklı ve uygun olmayan yollar aramayacaktır.
    • Bu davranışından dolayı onu utandırmayın, ayıplamayın ve onun bu davranışını başkalarının bulunduğu bir ortamda anlatmayın. Unutmayın: Çocuğumuzun bedeninin sahibi biz değiliz.
    • Mastürbasyon davranışının ne zaman sergilendiğine dikkat edin. Okuldan geldikten sonra mı, odada yalnız başına kaldığında mı, duştan çıktıktan sonra mı, tuvaletini yapmadan önce mi? Bu davranışın ne zaman gerçekleştiğine dikkat ederseniz çocuğunuza o zaman dilimlerinde oyalanması için farklı etkinlikler önerebilirsiniz. Eğer okuldan geldikten sonra yalnız kaldığında mastürbasyon yapıyorsa onunla oyun oynamayı, boyama yapmayı, resim çizmeyi teklif edebilirsiniz. Oyunlar ve resimler çocuğun kendini en rahat ve en iyi ifade edebilme yoludur.
    • Hangi ortamın ve hangi uyaranların çocuğunuzda mastürbasyonu başlattığına dikkat edin. Örneğin çocuğunuz uyumadan önce yatakta mastürbasyon yapıyorsa yatakta fazla vakit geçirmeyin, yani uykuya dalmaya yakın yatağa girmeyi deneyin. Ona uyumadan önce masal okumayı ve beraber bu masal üzerinde konuşmayı teklif edin.
    • Çocuğa bu davranışıyla alakalı aşırı yüklenmeyin. Unutmayın onlar daha çocuk ve bazı şeyleri unutmaları daha kolay olabiliyor. Ancak siz her seferinde ona mastürbasyon yapmamasıyla ilgili telkinlerde bulunursanız çocuk bunu sürekli hatırlar ve yeniden mastürbasyon yapmaya yönelebilir.
    • Tüm aile üyelerinin çocuğunuzun bu davranışıyla ilgilenmesine izin vermeyin. Çünkü bu çocukta aşırı kaygı yaratabilir ve yaptığı şeyin kendisine çok zarar veren, tehlikeli bir durum olduğunu düşünüp alarm durumuna geçebilir.

    Eğer çocuk çok fazla bu davranışı sergilemeye başladıysa, sosyal ortamlarda aşağılanıyorsa ve mastürbasyon yapmayı arkadaşlarıyla vakit geçirmeye tercih ediyorsa bir uzmandan destek almayı denemelisiniz. 

    Çocukluk çağı mastürbasyonu ile ilgili düşüncelerinizi yazının yorum kısmında bizimle paylaşabilirsiniz.

    Kaynak
    • Özakar, S., Gözen, D. (2012). Erken Çocukluk Döneminde Mastürbasyon Sorunu Olan Çocuğa Hemşirelik Yaklaşımı. Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi, 28 (1), 113-122.
    • Aydın, M., Yılmaz, H., Kabakuş, N., Açık, Y., Ertuğrul, S. (2007). Erken Çocukluk Dönemi Mastürbasyonu Tanısı Alan Olgularımızın Sosyo-Demografik ve Klinik Özellikleri. Türkiye Klinikleri J Pediatr, 16 (1), 8-13.
  • Çocuklarda güven duygusu

    Her şeyi yapabilen bir çocuk yetiştirmek için ipuçları

    Teyze ve Amcamla birlikte cenaze sonrası yemekte otururken Teyzem «Keşke kızım kendisine daha fazla güvenseydi» diye haykırdı. Hımm bence 8 yaşındaki kızı mutlu ama utangaç duruyor. Utangaç olmanın kötü bir yanı yok ama teyzemin kızı için istediği çocukluğunda kendine güvenmesini istediğinden kaynaklanıyor. Bu yüzden kendine güven nedir diye düşünmeye başladım. Kendine güvenmenin temel nedenleri nelerdir? Bunu nasıl geliştirebiliriz?

    Kendine Güven

    Kendine güven Latince kökeni olan ve doğru görünen «güven ile» veya «bağlılık ile» veya «inanç ile» açıklanabilir. Kendine güvenen bir çocuk kendi yeteneklerine inanmaktadır. Bu gibi bir inanç zaman içerisinde gelişir ama kendine güven deneyimlerinin sonucunda ortaya çıkar. Bu nedenle ebeveynler kendi çocuklarında bu gibi özellikleri ne kadar ortaya çıkarabilirler?

    Oldukça fazla diyebilirim! Çocuklar iç ve dış çevrelerinin karmaşık olarak birbiri ile etkileşmesi ile gelişirler. Ebeveynler çocuğun dünyasında oldukça büyük bir yer kaplamaktadır. Çocuklar doğal olarak kılavuzluk etmeleri, iyi hissetmeleri ve nasıl davranmaları ve dünyaya inanmaları için ailelerini örnek alırlar. Çocuklarda kendine güveni sağlamak için bazı önemli noktalar şu şekildedir:

    • Çocuğa kendi olumlu özelliklerini gösterin: Örneğin «Yaptığın resmi çok beğendim Jill» veya «Hey, yapbozları birleştirmekte oldukça yeteneklisin» gibi cümleler kurun. Sürekli olarak olumlu özelliklerini yansıtmak kendine güven aşılayacaktır.

    • Sürekli Olarak Cesaretlendirme: Bu oldukça basit bir fikir olsa da çoğu ebeveynler için zorludur. Örneğin, dün radyo programında iken sunucum bana, oğlunun müziği kariyer olarak seçmesini pek de desteklemediğini söyledi. Ne? Mutlu bir çocuk yetiştirmedeki rol sürekli olarak cesaretlendirme ve hayallerine inanmaktır. Dinleyin, hayalleri değişebilir, ama ona nasıl hissettirdiğinizi asla unutmayacaklar.

    • Güveni Genişletin: Çocuklar onlar hakkında nasıl hissettiğinizi anlayabilirler. Çocuğunuza karşı güveniniz arttıkça, kendilerini genişletmeye başlayacaklardır. Örneğin evin önünün güzel görünmesii istiyorsunuz. İşi on yaşındaki Sally›e verin. Ona evin önünün güzel görünmesi için istediğini ve uygun gördüklerini yapabileceğini söyelyin (örneğin çiçek dikmek, eğilmek, çiti boyamak gibi). Ve aynı zamanda yardıma ihtiyacı olursa orada olduğunuzu açıklayın.

    • Yetenekli Bireyler: Çocuklar kendi yeteneklerini ve neler yapabileceklerini görmelidirler. Örneğin Johnny piyano dersleri aldı ve daha iyi şarkıları daha hızlı çalmaya başladı. Yıl sonu konserinde piyano madalyaları kazandı ve bu yetenekleri ile birlikte kendisini daha iyi hissetmeye başladı. Şimdi diğerlerinin önünde daha rahat piyano çalıyor.

    Zorlanan Çocuklar

    Her çocuk kendine güvenme kapasitesine sahip mi? Evet Durumları önlerinde istiflenmiş desteler gibi mi? Evet Maalesef olduykça fazla sayıda çocuk (her 5 çocuktan 1›i) travma, suistimal veya kötü davranşları deneyimlemektedir. Bu durumlarda çocuğun kendisini iyi hissetmesi ve kendisini iyi hissetmesi için biraz daha fazla çalışmaya gerek vardır. İyi haber is her zaman mümkün olduğudur. Yol göstererek, eğitimle, terapi ve yaratıcı programlarla birçok çocuk iyi yetenekleri hakkında nasıl hisssetmeleri gerektiğini öğrendi ve en sonunda bu yeteneklere güvendiler.

    İnanç, Bağlılık ve Güven

    Kendine güven kendisini yetenekli görebilme kavramı üzerine kurulmuştur. Çocuğun kendine güveni aileler veya yetişkinler çocuğa güvenip inandığında hızla artış göstermektedir. O zaman çocuk içindeki bu inançları yansıtacaktır. Adım adım ve gün gün çocuk kendine güvenini geliştirecektir. Çoğu ünlü bireyin açıkladığı gibi kendine güven onların başarılarının kaynağı olmuştur. İşte burada bir kaçını sıraladık:

    «Zor bir meslekte ilerlemek kendine güvenmeyi gerektirir» – Sophia Loren

    «Kendine güven. Bütün hayaın boyunca yaşamaktan keyif alacağın seni oluştur. İçindeki ufak kıvılcımlara alev aldırarak yapabileceğinin en iyisini yap» – Golda Meir

    «Kendine bir kere inandığında insan ruhunu ortaya çıakrak merak, anlık hoşnutluk veya herhangi bir deneyimi riske atabiliriz» – E.E. Cummings

    Yazar: Maureen Healy

    Kaynak: psychologytoday.com

  • Çocuk gelişiminde oyunun önemi nedir?

    Oyun,  çocukla özdeşleştirilen ve çocukla birlikte olduğumuzda zaman geçirebileceğimiz aktivitelerin başında gelen bir kavramdır.

    Oyun, çocukların en önemli ilişki ve iletişim biçimlerinden biridir.

    ‘’Oyun’’ kelimesinin TDK sözlüğündeki tanımına bakacak olursak şöyle bir tanım karşımıza çıkar: yetenek ve zeka geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence.  Bu tanımdan yola çıkarak oyun kavramını daha detaylı inceleyecek olursak; oyunlar, çocuğun kendini ifade edebildiği, sorunlarının ya da davranış problemlerinin ortaya çıkarılabildiği, çocuğun travmalarının tedavi edilebildiği, onun hayal dünyasının gelişimine katkıda bulunabildiği, kural öğrenmek ve bu kurallara uymak gibi toplum yaşamının getirdiği bazı gereklerin öğretilebildiği, duyguların adlandırılıp anlaşılabildiği, başkalarının zihinlerine dair bir anlayış geliştirebildiği, akranlarıyla veya ebeveynleriyle iletişime geçebildiği oldukça önemli ve faydalı bir araçtır.

    Oyun asla ama asla bir zaman kaybı ya da “çocukça” bir aktivite olarak görülmemelidir. 

    Oyundaki her bir eylem bilinçli bir şekilde ebeveyn tarafından alınıp yorumlanabildiği sürece iyileştirici bir güce sahip olabilir. Pek çok oyun çocuğun ebeveyni ya da bakım vereni ile güvenli bağ geliştirebileceği önemli bir araçtır. Oyun sırasında çocuk ebeveyni ya da bakım vereni ile göz teması kurar, fiziksel temas kurar, onun ses tonundan ya da yüz ifadelerinden hissettiği duyguya dair bir anlayış geliştirir… Bu gibi etkileşimler çocuğun ebeveynine ya da bakım verenine bağlanmasında oldukça önemli bir role sahiptir. Güvenli bağlanmanın temelinde bebeklik döneminde başlayan bu sosyal etkileşimler yatar. Çocuklar büyüdükçe oyunların karmaşıklığı da değişir. Her oyun biçimi içinde daha büyük çocuklar, daha küçük çocuklara göre daha olgun veya daha karmaşık davranmışlardır (Pan, 1994, Rubin, Watson ve Jambor, 1978).

    Bazı Oyun Türleri ve Psikolojik Gelişime Katkıları

    Bu bölümde sizlere Aletha J. Solter’in ‘’Oyun Oynama Sanatı’’ adlı kitabında tanımladığı oyun türlerinden ve onların çocuğun psikolojik gelişimine olan katkılarından bahsedeceğim :

    Yönlendirilmemiş Çocuk Merkezli Oyunlar

    Bu oyun türünde çocuk önündeki oyuncaklarla oynaması için serbest bırakılır. Bu oyuncaklarla çocuk herhangi bir problemi varsa ya da o anda hangi duygu durumundaysa veya geçirdiği bir travması varsa gibi bazı olayları canlandırmaya başlar. Yönlendirilmemiş çocuk merkezli oyunlar aile içi şiddete maruz kalan çocuklarda da başarılı sonuçlar vermiştir (Kot, Tyndall-Lind, 2005): Örneğin ; ebeveynlerinin sürekli tartıştığı bir ortamda büyüyen çocuk, yönlendirilmemiş oyunda ebeveynler ve çocuk figürlerini bir kavga sahnesi etrafında oynatabilir. Çocuğun kendiliğinden başlattığı ve devam ettirdiği bu oyun türünde ebeveynler çocuğa uyum sağlamalı ve çocuğun senaryosuna uygun hareket etmelidirler. Yönlendirilmemiş çocuk merkezli oyunlar çocuğun hayal dünyasının gelişimine yardımcı olur, çocuğun kendini değerli hissetmesini sağlar ve ebeveyn-çocuk arasındaki bağı güçlendirir.

    Belli Bir Konu ya da Tema İçeren Sembolik Oyunlar

    Bu oyun türü özellikle çocuğun yaşadığı travmaların iyileştirilmesinde ya da korkunç bulduğu bazı nesnelerle temasa geçmesinde etkin rol oynar. Bu oyun belli bir tema etrafında şekillenir ve devam eder. Örneğin ; tuvalet eğitimi alan bir çocuk başta ebeveynleri zorlayabilirler. Böyle bir durumda oyuncak figürlerle tuvalet eğitimi alan bir çocuk teması canlandırılabilir. Yılandan korkan bir çocuk oyuncak yılan figürüyle oynayabilir ya da yılanın içinde olduğu başka bir oyun sahnesi oluşturulabilir. Bu oyun türü çocuğun davranış sorunlarını çözebilmesinde  ve empati kurmasında önemli bir role sahiptir.

    Çocuğun Davranışı Doğrultusunda Geliştirilen Oyunlar

    Bu oyun türü yetişkin tarafından tekrarlanan bazı davranış örüntülerini içerir. Bu davranış örüntüleri çocuğun tepkisine bağlı olarak değiştirilebilir. Örneğin ; oyuncak bebeği her yere düştüğünde ‘’ayy’’ diye ses çıkarmak, araba her duvara çarptığında ‘’paat’’ diye ses çıkarmak gibi oyunlar bu oyun türüne örnektir. Bir başka oyun örneği ise çocuğun planlama, yürütme, sıralama, baskılama, karar verme, işlemleme gibi becerilerini kullanmasını gerektiren ‘’yürütücü-yönetici işlevler’’ dediğimiz işlevlerinin kullanımını ve davranışın yapılmadan önce düşünülmesi, uygun davranışa karar verilmesi, davranışın planı, dürtülerin bastırılması ve tepkilerin kontrol edilmesi gibi bilişsel süreçleri kapsayan ‘’kendini düzenleme’’ becerilerinin kullanımını gerektiren ‘’sol yanağına dokunduğumda gül, sağ yanağına dokunduğumda üzül’’ gibi iki ya da daha fazla sayıda kural gerektiren oyunlardır. Bu tür oyunlar çocuğun bilişsel işlevlerinin desteklenmesine ve kendini kontrol etme becerilerinin gelişmesine oldukça katkıda bulunur. Aynı zamanda ‘’taklit’’ oyunları da bebeklerin oldukça ilgisini çeker ve sizinle etkileşime geçerler. Örneğin ; 5 aylık bir bebek ‘’gaa’’ diye ses çıkardığında sizin de ona ‘’gaa’’ diyerek karşılık vermeniz oldukça dikkatini çekecektir. Ancak bu ‘’taklit’’ oyunları çocuk büyüdükten sonra daha dikkatli oynanmalıdır. 5 yaşındaki bir çocuğun söylediklerini taklit etmeniz onun çok hoşuna gitmeyebilir ve kendisi ile alay edildiğini düşünebilir.

    Saçma Oyunlar

    Bu oyun türü çocuğun ve ebeveyninin farkında olarak anlamsız hareketler yaptığı, duyguların abartılarak yaşandığı oyunları içerir. Bu tip oyunlar çocuğun oldukça hoşuna gider. Örneğin ; çocuğunuzun çorabını ayağına giydirmek yerine eline geçirebilirsiniz veya bazı kelimeleri farkında olarak yanlış söyleyebilirsiniz. Bu tarz anlamsız hareketlerle çocuk oldukça eğlenir ve kahkahalar atar. Bu da çocuğun stres ve gerilimden uzaklaşmasına ve duygusal regülasyonuna yardımcı olur. Abartmak da bir saçma oyun türüdür. Abartılı yaklaşımı çocuğunuzun korkularıyla yüzleşmesinde araç olarak kullanabilirsiniz. Örneğin ; kediden korkan bir çocuğunuz varsa peluş bir kediden çok korkmuşçasına tepki verebilir, çığlık atabilirsiniz. Bu durumda çocuk o nesneden abartılı bir şekilde korktuğunu görür ve öğrenir.

    Ayrılık Oyunları

    ‘’Ayrılık oyunları, çocuğunuzla aranızda kısa süreli görsel ve mekansal ayrılık oluşturmaya dayanır.’’ Bu oyun türüne hepimizin bildiği üzere en iyi örnekler ‘’saklambaç’’ ve ‘’ce-e’’ oyunlarıdır. Ce-e oyunu kısa süreli olarak yüzün saklandığı ve sonra bir anda geri geldiği oyunlardır. Ce-e oyunlarında  yüz, mekansal olarak değil görsel olarak saklanır. 6-18 ay arası bebekler bu oyunu çok severler ve oynarken oldukça büyük haz duyarlar. Saklambaç oyunları ise yine kısa süreli olmak üzere bu sefer mekansal olarak bir ayrılığın olduğu ve daha sonra saklanan kişinin yerinin bulunduğu bir saklanma ve bulma oyunudur. Bu tip oyunların –özellikle saklambaç oyununun- keyifle oynanabilmesi ve çocuğun huzursuzlanmaması için ‘’nesnelerin görüş alanı dışına çıktığında da orada var olmaya devam ettiklerine ilişkin farkındalık’’ olarak tanımlayabileceğimiz ‘’nesne sürekliliği’’ kavramının oluşumunun beklenmesi kanımca daha sağlıklı olacaktır. Zira nesne sürekliliği oluşmamış bir çocuk, ebeveyninin kendi görüş alanının dışına çıkmasından pek hoşlanmaz ve bu durumda huzursuzluk hissedebilir. Bu tip oyunlarda ebeveyn ile çocuk ayrıldığı için ‘’ayrılık kaygısı’’ sorunu da baş gösterebilir. Ayrılık kaygısı 9 ay civarında ortaya çıkmaya başlayan ve 24. aydan sonra nihayete ermesini beklediğimiz çocuğun ebeveyninden ayrılırken yaşadığı yoğun stres durumuna verilen addır. Dolayısıyla çocuğunuzla bu tarz oyunlar oynarken uzun süreli saklanmaktan kaçının. Aksi halde çocuğunuz sizin gerçekten yok olduğunuzu düşünüp korkabilir ve huzursuzlanabilir.

    Gücün Çocukta Olduğu Oyunlar

    Bu tür oyunlarda çocuk, yetişkinden daha güçlü, daha dirençli ve daha dayanıklı gibi olurken yetişkinler ise daha zayıf ve güçsüz-müş gibi davranırlar.  Gücün çocukta olduğu oyunlarda çocuk bir tür yetişkin rolüne girer. Bu tip oyunlar genellikle hareketli ve alt etmeye dayalı oyunlardır. Çocuklar fizyolojik anlamda yetişkinlerden daha güçsüz, zayıf ve korunmaya muhtaç dünyaya geldikleri için bu gibi gücün çocukta olduğu oyunlar çocuğun kendine olan özgüvenini, özsaygısını artırır.

    Bu oyunlar aşırı otoriter ve tutucu ebeveynlerin çocukta oluşturduğu olumsuz duyguların çözümlenmesinde de önemli bir araçtır. Gücün çocukta olduğu oyunları genellikle çocuk başlatır ve onun hareketlerine uygun olarak yetişkin ebeveyn de oyuna dahil olur. Örneğin ; ‘yastık savaşı’ gibi oyunlarda güç çocuğa geçer ve çocuk yastıkla ebeveynine her vurduğunda ebeveyn yere düşer, yuvarlanır. Bu tarz oyunlarda çocuk kontrollü davranmalıdır. Çocuğun kontrolsüzleştiğini ve darbelerine kahkaha yerine öfkenin eşlik ettiğini görürseniz derhal oyunu sonlandırın.

    Çocuğun Yaşça Geriye Gittiği Oyunlar

    Çocuğun yaşça geriye gittiği oyunlar büyük bir çocukla küçük bir bebekmiş gibi oynanan oyunları içerir. Bu durum bazı ebeveynler tarafından hoş karşılanmayabilir ve çocuğun bu davranışları cezalandırılabilir ancak bu davranışların dozunun kontrol edilebildiği ve çocuğun da bunun farkında olduğu durumlarda oynanmasında bir sakınca bulunmayan oyun türüdür. Bu oyunda çocuk genellikle ‘’kelimeleri tam çıkarmama, biberon emme, altını bezle bağlıyor gibi yapma, parmak emme, mızmızlanma’’ gibi davranış kalıpları gösterir. Bu gibi davranış örüntüleri özellikle yeni bir kardeşin doğumundan sonra büyük olanın gösterdiği davranış örüntüleridir. Böyle bir durumda çocuğun bu istekleri görmezden gelinmemeli ve cezalandırılmamalıdır. Çocukla bunu bir oyun haline getirebilirsiniz ve adeta ona bir bebekmiş gibi davranabilirsiniz. Bu gibi çocuğun yaşça geriye gittiği oyunlar çocuğun kendini güvenli, sıcak ve samimi hissedebileceği bir ortam hazırlar dolayısıyla bu ortam ebeveyn ve çocuk arasındaki bağlanmanın gücünü de arttırır.

    Fiziksel Temas Gerektiren Oyunlar

    Bu oyunun en temel işlevi çocuğun ebeveyni ile fiziksel temas kurmasına yardımcı olmasıdır. Ancak bu temas çocuğun sınırları gözetilerek kurulmalı ve onu güçsüz hissettirmemelidir. Bu gibi fiziksel temaslar bebeklik döneminden itibaren ebeveyn ile bebek arasında güvenli bağlanmanın temelini oluşturur ve çocukluk çağında bu temel, fiziksel temas gerektiren oyunlarla desteklendiğinde ebeveyn ile çocuk arasındaki bağlanma sağlanmış olur. Sarılmak, kucaklaşmak, dokunmak gibi eylemler pek çok araştırmanın da desteklediği üzere kişiye güven ve aidiyet duygusu verir. Bebekler doğdukları andan itibaren sıcak, yumuşak ve onu güvende hissettiren nesnelere karşı bağlanma eğilimi gösterirler (Harlow, 1957). Fiziksel temas gerektiren oyunlara örnek olarak; çocuğunuzu sırtınıza alıp uçuyormuş gibi oyunlar oynamak, dans etmek gibi örnekler verilebilir.

    İşbirliğine Dayanan Oyunlar ve Aktiviteler

    İşbirliğine dayanan oyunlar rekabet içermeyen, kazananın ya da kaybedenin olmadığı, tamamen işbirliğine dayalı aktiviteleri içerir. Bazı durumlarda kazananın ve kaybedenin olduğu, bir yarış içeren oyunlar da tercih edilebilir; yarış içerikli oyunlar çocuğun zaman yönetiminin gelişimine, kendi becerilerini başkalarınınki ile kıyaslayabilme ve dolayısı ile muhakeme yapabilme becerisinin gelişimine yardımcı olur. İşbirliğine dayalı oyunlar çocuğunuzla aranızdaki bağı güçlendirmenin en etkin yöntemidir. Örneğin çocuğunuzdan uzun süre ayrılmak zorunda kaldıysanız ve bu durum çocuğunuzda olumsuz sonuçlara yol açtıysa işbirliğine dayalı oyunlar bu gibi durumların üstesinden gelmekte oldukça doğru bir oyun türüdür. İşbirliğine dayalı oyunlarda ebeveyn ve çocuk ortak bir hedefe yöneleceğinden ebeveyniyle olan bağı güçlenir ve çocukta güven duygusu, aidiyet duygusu gelişir. İşbirliğine dayalı oyunlara örnek vermek gerekirse ; masa oyunları, çember biriktirme oyunları, grup halinde oynanan bazı oyunlar örnek verilebilir. Bir işbirliğine dayalı oyun formu olarak –mış gibi oyun (nesneye sahip olduğu işlevinin dışında başka bir işlev yükleyerek onu kullanabilme yeteneği) veya sosyo-dramatik oyun, okul öncesi dönem boyunca giderek yaygınlaşır ve sosyo-bilişsel gelişimi destekler (Göncü, Patt ve Kobua, 2004).

    Oyun ve Çocuğun Gelişim Süreci

    Oyunun, Çocuğun Psikomotor Gelişimine Olan Etkileri

    Psikomotor gelişim, fiziksel gelişime bağlı olarak ortaya çıkan harekete dayalı davranışların istemli hale gelmesi ve kontrol altına alınması sürecidir.

    Oyun oynayan bir çocuğun oyunun türüne göre bazı kasları hareket halindedir. Çocuğun kasları oyun esnasında kasılma, gevşeme ve esneme gibi bazı koşullar altında gelişir. Örneğin küçük bir çocuk top oynarken topu ileriye doğru atmasını istediğimizde tüm bedenini kullanarak topu ileri atabilirken; fiziksel olarak büyüdükçe ve dolayısıyla kasların kullanımına bağlı olarak kasları inceldikçe topu ileri atabilmek için yalnızca el-kol kaslarını kullanması yetecektir. Hareketli bazı oyunlarda (koşma yarışı, zıplama, sürünme, saklambaç) çocuğun sempatik sinir sistemi aktive olur. Kalp atışında hızlanma, tükürük bezlerinin az salgılanması ve dolayısıyla ağızda kuruluk, yorulma, solunum hızında artış ve terleme gibi bazı fizyolojik tepkiler de bu tür oyunlara eşlik eder. Bu gibi belirtiler ebeveynlerde bir huzursuzluk, panik ve telaş duygusu yaratır ancak bu tepkiler gayet doğal ve gereklidir. Çünkü vücut terleme esnasında vücuttaki bazı zararlı toksinleri dışarı atar. Oyunlar çocuğun el-göz koordinasyonunu, ince-kaba motor becerilerini geliştirir. Çocuk vücudunu kontrol edebilmeyi ve onu amaca yönelik hareketlerde kullanabilmeyi oyunlar yoluyla öğrenir.

    Oyunun, Çocuğun Duygusal ve Sosyal Gelişimine Olan Etkisi

    Oyunlar, çocuğun duygularını düzenleyebilme becerisini destekler. Oyun sayesinde çocuk, hissettiği duyguyu açığa çıkarabilir ve bu duygunun başka bir duyguya dönüşümünde oyunların önemi oldukça büyüktür. Çocuklar bazı duyguları oyun yolu ile de öğrenebilir. Mutluluk, üzüntü, öfke, şaşkınlık, korku gibi bazı temel duyguları oyun sayesinde tanıyabilir ve adlandırabilir. Stresli ve gergin olan bir çocuk oyun oynadığında rahatlar ve bu olumsuz duygular yerini daha olumlu duygulara bırakabilir. Örneğin ; okulda olumsuz bir olay yaşayan ve bu durumdan dolayı çok öfkeli olan bir çocuk özellikle de ebeveynleri ile oyun oynadığında yaşadığı bu olumsuz duyguların şiddetini azaltabilir ve hatta belki de yaşadığı o sorunu oyunda canlandırarak problem çözme ve baş etme mekanizması geliştirir. Grup içinde oynanan oyunlar çocuğun işbirliği yapma, kurallara uyma, sınırları ihlal etmeme, haklarını koruma ve iletişim kurma becerilerini destekler. Özellikle işbirliğine dayalı oyunlar oynayan çocuk, kendini bir gruba ait hisseder ve iş birliği yaparak hedefe ulaşabilmeyi öğrenir. Grup içinde oynanan oyunlarda herhangi bir anlaşmazlık çıktığında çocukların bu sorunla baş edebilmek için bir ‘sosyal problem çözme mekanizması’ (sosyal anlaşmazlıkları engellemek ya da bu anlaşmazlığa bir çözüm getirebilmek için diğerleri tarafından kabul edilebilir bir strateji planlamak ve uygulamak) geliştirmeleri gerekir. Bu da çocuğun iletişim kurma ve çözüm üretebilme becerisini geliştirir. Çocuklar, oyunlar ile toplumda yaşamanın getirmiş olduğu bazı kuralları ve gerekleri de öğrenebilirler. Oyunlar aracığıyla çocuk toplumsallaşmayı ve başkalarına saygı göstermeyi öğrenir.

    Oyunun, Çocuğun Zihinsel Gelişimine Olan Etkileri

    Oyunlar çocuğun çok yönlü düşünebilme becerisini destekler. Çocuk, oyunlar aracılığıyla keşfetmeyi öğrenir. Oyunlarla meraklarını giderirler ve birçok kavramı, nesneyi oyun yoluyla öğrenebilirler. Oyunlar çocuğun hayal kurabilme ve zihinde canlandırabilme becerilerini destekler. Oyunların çocuğun bilişsel gelişimine olan katkıları yadsınamayacak kadar büyüktür. Oyun sayesinde planlama, sıralama, mantık yürütme, baskılama, karar verme gibi ‘üst-bilişsel fonksiyonlar’ dediğimiz ve beynin frontal lobu tarafından organize edilen becerileri gelişir. Özellikle kurallı oyunlar çocuğun kendini düzenleme becerilerini destekler. Oyunlar, çocuğun dikkatini bir nesneden başka bir nesneye kaydırabilme ve aynı zamanda çevreden gelen diğer uyaranları görmezden gelebilme olarak tanımlayabileceğim ‘bilişsel esneklik’ becerisinin gelişimini sağlar. Oyunlar, çocuğun ‘çaba gerektiren kontrol’ ve ‘isteklerini erteleyebilme’  becerilerine olumlu yönde katkı sağlar. Bu beceriler çocuğun o anda baskın olan tepkiyi engelleyerek onun yerine daha az baskın olan tepkiyi harekete geçirmek suretiyle davranışını erteleyebilmesi anlamına gelir. Oyunlar çocuğun düşünme, algılama, sınıflama, sıralama, problem çözme gibi bilişsel işlevlerinin işleyişlerinin hızlanmasını ve nesnelerin ağırlık, sıcaklık, soğukluk, hacim, şekil, esneklik gibi bazı özelliklerinin tanınması ve ayırt edilmesi gibi becerilerini destekler.

    Oyunun, Çocuğun Dil Gelişimine Olan Etkileri

    Oyun, çocuğun dili kullanabilme becerisini geliştirir. Oyun, çocuğun en önemli ve en eğlenceli iletişim biçimidir. Bu iletişim biçimi dil kullanımı ile desteklendiğinde çocuk düzgün cümleler kurabilir, kelimelerin ve bazı kavramların anlamlarını öğrenebilir, konuşmak için söz sırası beklemeyi öğrenir, kendini ifade etme ve anlatabilme becerileri gelişir, doğru tonlama yapabilir ve sesleri doğru çıkarabilir. Oyun oynayan çocuk duruma uygun olarak diyaloğu devam ettirebilmeyi öğrenir.  Çocuğun günlük yaşamından bazı kesitler anlatılması istenerek bu sahne oyunda canlandırılabilir ve bu sayede çocuk bazı olayları bir akış içinde verebilmeyi öğrenir, aynı zamanda çocuğun dili aktif kullanması ile de onun dil gelişimi desteklenir.

    Oyun Konusunda Ebevenlere Bazı Öneriler

    Çocuklar oyun oynamaya bayılırlar ve bundan büyük bir haz duyarlar. Özellikle bu oyunun katılımcılarından birisi de kendi ebeveynleri ise. Çünkü çocuklar oyun esnasında anne-babası ile iletişime geçer ve onlarla ortak paylaşım alanı elde ederler.

    İlgisiz ve ihmalkar bir ortamda büyüyen çocuklar ebeveynleri ile iletişime geçebilmek için bazı olumsuz yollara da başvurabilirler. Örneğin ; çocuk annesi ile ya da babası ile göz teması kurabilmek, onunla etkileşime geçebilmek, onunla konuşabilmek, onun ilgisini çekebilmek, onun duygusal tepkilerini görebilmek için bile masanın üzerindeki bir nesneyi yere atıp kırabilir. Bu eylemi gerçekleştiren bir çocuk ebeveynleri ile olumsuz bile olsa iletişime geçebilmiş olur. Ancak bu durum elbette istenmeyen bir durumdur. Bu koşullar altında yetişen bir çocuk bazı olumsuz davranış kalıplarına sahip olabilir.

    Bunun olmaması adına çocuğunuzla kaliteli vakit geçirmeye özen gösterin. Onun duygularını ve düşüncelerini önemseyin.

    Ona seçim yapabilme hakkı tanıyın ve onu bu seçiminin sonuçları ile olumsuz bir sonuç dahi olsa karşı karşıya bırakın. Kendi sorunlarına çözümler getirebilmesine imkan tanıyın. Onu asla baskılamayın ve aşırı otoriter bir tutum sergilemeyin. Bu noktada çocuğunuza günlük 30-40 dakika dahi olsa oyun vakitleri ayırın. Ancak bu vaktin çocuğunuza tahsis edilmiş olduğunu ona hissettirin, onu değerli kılın, onunla ortak paylaşımlarda bulunun.

    Çocuğunuzun sizi oyuna davet ettiği anları değerlendirin. Bu, çocuğun sizinle iletişime geçmek istediğinin bir göstergesi olabilir. O an onunla beraber oyun oynayacak vaktiniz ya da haliniz olmayabilir; ancak çocuğun bu isteğini onu asla kırmadan ve aranızdaki bağı zedelemeden erteleyin. Bu ertelemeyi ‘’birazdan, az sonra, daha sonra, şimdi değil’’ gibi belirsiz vakit belirten kelimeler kullanmak yerine ; ‘’yemekten sonra, saatin büyük çubuğu tam 6’ya geldiğinde, mutfaktaki işim bittiğinde’’ gibi daha belirli ve somut zaman ifadeleri belirten kelimelerle erteleyin ve mutlaka belirttiğiniz vakitte çocuğunuzla oyun oynuyor olun.

    Çocuğunuzun yaşına uygun olan oyuncakları seçin. Ona çok fazla oyuncak almak birçok ebeveynin zannettiğinin aksine, çok da doğru bir düşünce değildir. Çünkü çok fazla oyuncağı olan çocuğun hayal gücü elinden alınabilir, çaba sarf etmeden alınan bir oyuncak onun ruhsal doyum yaşamasını zorlaştırabilir, odaklanmasını güçleştirebilir, huzursuzluk, inatçılık ve öfke duygularında gözle görülür bir artış olabilir. Bu gibi olumsuz durumlarla karşılaşmamak için çocuğa uygun olarak seçilmiş yeterli sayıda oyuncak alınmalıdır.

    Cümlelerime ünlü filozof Platon’un bir sözüyle son vermek istiyorum : ‘’Çocuk oyunla büyümelidir.’’  

  • Çocuk istismarı ve ihmali nedir?

    Çocuk istismarı, morarma ve kırık kemikten daha fazlasıdır. Fiziksel istismar en çok görülen olsa da, duygusal istismar ve ihmal gibi diğer istismar türleri de derin, kalıcı izler bırakmaktadır. Daha önce tacize uğramış olan çocuklar yardım alırlar; süreci iyileştirmek yerine döngüyü iyileştirmek ve engel olabilmek onlara daha yaşanılacak bir dünya sunmak adına daha iyidir. İstismar belirtilerini ve müdahale etmek için neler yapabileceğinizi öğrenerek bir çocuğun yaşamında büyük fark yaratabilirsiniz.

    Çocuk İstismarını ve İhmalini Anlama

    Yaptığı izlerden dolayı fiziksel istismar şok etkisi yaratmakla birlikte, tüm çocuk istismarları açıkça görülmemektedir. Çocukların ihtiyaçlarını göz ardı ederek, onları denetimsiz, tehlikeli durumlara sokmak veya bir çocuğa kendini değersiz veya aptal hissettirmek, çocuk istismarıdır. Çocuk istismarının türüne bakılmaksızın, sonuç ciddi duygusal zararlar oluşturur.

    Çocuk İstismarı ve İhmaline İlişkin Yanlışlar ve Doğrular

    Yanlış: Yalnızca şiddet içeriyorsa istismardır.

    DOĞRU: Fiziksel istismar çocuk istismarının sadece bir türüdür. İhmal ve duygusal istismar da zararlı olabilir ve daha derinden ilerler; çünkü duygusal istismar ve ihmalde diğerlerinin müdahale etme olasılığı daha düşüktür.

    Yanlış: Sadece kötü insanlar çocuklarını istismar eder.

    DOĞRU: Sadece “kötü insanlar” ın çocuklarını kötüye kullandıklarını söylemek kolay olsa da, bu her zaman siyah ve beyaz kadar net değildir. Tüm istismarcıların kasıtlı olarak kendi çocuklarına zarar vermediği bilinmektedir. Birçoğu istismarın nedenini anlayamamakta ve ebeveyn olmanın başka yollarını bilemektedir. Diğerleri zihinsel sağlık sorunları veya madde bağımlılığı sorunu ile mücadele ediyor olabilir.

    Yanlış: “İyi” ailelerde çocuk istismarı olmaz.

    DOĞRU: Çocuk tacizi sadece fakir ailelerde veya kötü mahallelerde gerçekleşmez. Tüm ırksal, ekonomik ve kültürel çizgileri aşar. Bazen dışarıdan her şeyi görünen aileler, kapalı kapılar ardında farklı bir hikaye saklıyor olabilirler.

    Yanlış: Çocuk istismarı yapanlar yabancı kişilerdir.

    DOĞRU: Yabancılar tarafından istismar olmasına rağmen, çoğu istismar eden kişi aile üyeleridir veya aileye yakın kişilerdir.

    Yanlış: İstismar edilen çocuklar her zaman istismarcı olarak yetişir.    

    DOĞRU: İstismara uğrayan çocukların döngüyü yetişkin olarak tekrarlama eğiliminde oldukları, çocukken yaşadıklarını bilinçsizce tekrar ettikleri doğrudur. Öte yandan, çocuk istismarından kurtulan birçok yetişkin, çocuklarını, geçtikleri şeylere karşı korumak ve mükemmel ebeveyn haline gelmek için güçlü bir motivasyona sahiptir.

    Çocuk İstismarının ve İhmalinin Etkileri

    Her türlü çocuk istismarı ve ihmali, kalıcı izler bırakır. Bu yara izlerinden bazıları fiziksel olabilir ancak duygusal yara izi, yaşam boyunca uzun süren etkilere sahiptir; çocuğun benlik hissi, sağlıklı ilişkiler kurma becerisi ve evde, iş yerinde ve okulda çalışma kabiliyetine zarar verir. Bazı etkiler şunları içerir:

    • Birine güvenmede ve ilişki kurmada güçlük çekme. Ebeveynlerine güvenemiyorsan kime güveneceksin? Çocuktan sorumlu olan kişi tarafından istismar edilme, en temel ilişkiyi henüz çocukken zarara uğratır; bakımınızdan sorumlu kişi tarafından karşılanan fiziksel ve duygusal gereksinimlerinizi güvenle ve güvenilir bir şekilde alma hakkınız varken, istismar edilince, insanlara güvenmeyi öğrenmek veya kimlerin güvenilir olduğunu bilmek çok zorlaşır. Bu, istismar edilmekten korkarak ilişkileri sürdürmekte güçlük çekilmesine neden olur. Yetişkinin gerçekleştirdiği bu ihmal veya suiistimal, çocukta sağlıklı olmayan ilişkilere neden olabilir.
    • Temel “aşırı değersiz” ya da “hasar görme” duyguları. Eğer çocukken aptal olduğunuzu veya iyi olmadığınızı size defalarca söyledilerse, bu temel duyguların üstesinden gelmek çok zordur. Onları gerçek gibi yaşayabilirsiniz. İstismar ve cinsel tacizden kurtulan çocuk utanç içinde, çoğunlukla zarar görme hissi ile mücadele eder.
    • Duyguların düzenlenmesindeki zorluk. İstismar edilen çocuklar duygularını güvenle ifade edemezler. Sonuç olarak, duygular beklenmedik şekillerde ortaya çıkar. Çocuk istismarına maruz kalanlar, açıklanamayan kaygı, depresyon veya öfke ile mücadele edebilir. Acımasız duyguları uyuşturmak için alkol veya uyuşturucuya yönelebilirler.

    Çocuk İstismarının Farklı Türlerini Tanımak

    İstismar davranışı birçok biçimde olabilir, ancak ortak payda çocuğun duygusal olarak etkilenmesidir. Çocuklar, ebeveynlerinin güvenilir olmasını beklerler. İstismara uğrayan çocuklar, ailelerinin nasıl davranacağını önceden tahmin edemezler. Onların dünyası, kuralları olmayan, öngörülemeyen, korkutucu bir yer haline gelir. İstismar bir tokat, sert bir yorum, endişeli bir sessizlik veya bu akşam masada akşam yemeği olup olmayacağını bilmemek olsun fark etmez, sonuçta, güvensiz, kayıtsız ve yalnız hisseden bir çocuktur.

    Duygusal istismar

    Tekmeler veya yumruklar kemiklerime zarar verebilir, ancak sözlerin bana asla zarar vermeyeceğini mi düşünüyorsun?

    Bu eski sözün aksine, duygusal istismar bir çocuğun zihinsel sağlığına veya toplumsal gelişimine ciddi hasar verebilir. Duygusal çocuk istismarına örnekler şunları içerir:

    1. Çocuğu küçümsemek, utandırmak ve küçük düşürmek
    2. Bağırarak seslenme ve diğerleriyle olumsuz karşılaştırmalar yapma
    3. Çocuğa sürekli “iyi değilsin”, “değersizsin”, “kötüsün” veya “hatalısın” demek
    4. Yakından bağırmak, tehdit etmek veya zorbalık etmek
    5. Ceza olarak onu görmezden gelerek reddetmek, ona sessiz kalma cezası vermek
    6. Çocukla sınırlanmış fiziksel temas – sarılma, öpme veya diğer sevgi işaretleri
    7. Çocuğa aileden başka birini istismar edeceğinin söylenmesi ve onun korkutulması, (diğer ebeveynin, kardeşin veya bir evcil hayvanın istismar edilmesi gibi).

    İhmal

    Çocuk ihmali, bir çocuğun temel ihtiyaçlarını (yiyecek, giyecek, hijyen veya gözetim) yeterli seviyede bulamamasıdır. Çocuk ihmalinin farkına varmak kolay değildir. Bazen bir ebeveyn, ciddi bir yaralanma, tedavi edilmemiş depresyon veya kaygı gibi nedenlerle fiziksel veya zihinsel olarak bir çocuğa bakamayabilir. Bazen alkol veya uyuşturucu kullanımı, çocuğun güvenliğini koruma kabiliyetini ciddi şekilde etkiler.

    Yaşı biraz daha büyük olan çocuklar, ihmal edildiklerini pek açığa vurmazlar. İhmal edilen çocuklar fiziksel ve duygusal gereksinimlerini karşılayamasalar bile bunu herkesten saklayabilirler.

    Fiziksel istismar

    Fiziksel istismar, çocuğa bedensel olarak zarar vermek demektir. Çocuğa zarar vermek için kasıtlı bir girişimin sonucu olabilir, ancak her zaman değil. Ayrıca, bir çocuğu kemerle bağlama gibi ciddi disiplinlerden ve çocuğun yaşına veya fiziksel durumuna uygun olmayan fiziksel cezalardan kaynaklanabilir. Birçok fiziksel istismar eden ebeveyn ve bakıcı, eylemlerinin basit disiplin yöntemi olduğunda ısrar eder; bu da çocukların davranışlarını öğrenmesini sağlamanın yollarıdır. Fakat fiziksel cezanın disipline girmesi ve fiziksel istismar arasında önemli bir fark vardır. Çocukları disiplin altına alma meselesi, onları korkutmadan yanlışı öğretme meselesi olmalıdır.

    Disiplin ve fiziksel istismar arasındaki fark

    Fiziksel istismarda, fiziksel disiplin biçimlerinin aksine, şu unsurlar mevcuttur:

    Tahmin edilemezlik. Çocuk, ebeveynin hangi beklentisini karşılamayacağını asla bilemez. Belirgin sınırlar veya kurallar yoktur. Çocuk sürekli olarak hangi davranışın fiziksel bir saldırıya yol açacağından emin olamayacak kadar endişelidir.

    Öfkeye kapılmak. Fiziksel istismara başvuran anne ve babalar, çocuğa sevgiyle öğretme motivasyonundan değil, tamamen öfkeden dolayı kontrol etmek istemektedirler. Anne ne kadar kızdıysa, istismar o kadar yoğun olur.

    Davranışı kontrol etmek için korku kullanma. Fiziksel istismar gerçekleştiren ebeveynler, çocuklarının istenen davranışlarını sağlamak için onları korkutma yolunu seçerler; bu nedenle “çocuklarını sınırda tutmak” için fiziksel istismar uygularlar. Ancak, çocukların gerçekten öğrendikleri şey, başkalarına bir şey öğretmek veya kabul ettirmek için dayak yöntemini kullanabilecekleridir.

    Cinsel istismar: Gizli çocuk istismarı

    Çocukların cinsel istismarı, suçluluk ve utanç etmenleri yüzünden özellikle karmaşık bir istismar şeklidir. Cinsel istismarın her zaman vücudun temasını içermediğini bilmek önemlidir. Çocuğu cinsel durumlara veya materyallere maruz bırakmak cinsel olarak taciz edici nitelikte olup, bir yetişkinin çocuğa dokunması şart değildir.

    Cinsel istismar haberleri korkutucu olsa da, daha da korkutucu olan şey, cinsel istismarın çoğunlukla çocuğun bildiği ve güvenebileceği birinin elinden olmasıdır – çoğunlukla akrabalarını kapsar. Ve birçok kişinin inandığının aksine, sadece risk altında olan kız çocukları değildir. Hem erkek hem de kızlar, cinsel istismara maruz kalabilirler. Aslında, erkek çocukların cinsel istismarı, utanç ve damgalanma nedeniyle daha az rapor edilmektedir.

    Çocuk cinsel istismarında utanç ve suçluluk problemi

    Cinsel tacizin neden olabileceği fiziksel hasarın yanı sıra, duygusal hasarlar da güçlü ve çok kapsamlıdır. Cinsel istismara uğrayan çocuklar utanç ve suçluluk nedeniyle işkence görürler. İstismardan sorumlu olduklarını veya bir şekilde istismarı kendilerine çektiklerini hissedebilirler. Bu, büyüdükçe kendi kendine nefret uyandıran ve cinsel sorunlara, çoğunlukla aşırı derecede karışıklığa ya da samimi ilişkilere sahip olamamasına neden olabilir.

    Cinsel istismarın ayıbı, çocukların itiraf etmesini zorlaştırıyor. Başkalarının onlara inanmayacağından, onlar kızacağından veya ailenin parçalanacağından endişelenebilirler. Bu zorluklardan dolayı, cinsel tacizle ilgili yanlış suçlama yaygın değildir, bu nedenle bir çocuk size güveniyorsa onu ciddiye alın, görmemezlikten gelmeyin.

    Çocuk İstismarı ve İhmalinin Belirtileri

    Çocuk istismarı her zaman açık değildir. Ancak, istismar ve ihmal konusundaki yaygın belirtilerden bazılarını öğrenerek mümkün olduğunca çabuk bir şekilde sorunu tespit edebilirsiniz ve hem çocuğa hem de istismar eden kişiye ihtiyaç duydukları yardımı sağlayabilirsiniz. İstismar eden kişiye yardım derken bizim toplumumuzda bazen iftiraya uğrayan kişiler olabiliyor veya istismar eden kişi psikolojik bir hastalıktan ötürü buna kalkışabiliyor.

    Çocuklarda Duygusal İstismarın Belirtileri

    •  Aşırı geri çekilmiş, korkan veya yanlış bir şeyler yapmak konusunda endişeli olması
    • Aşırı davranışlar gösterir (son derece uyumludur veya aşırı derecede zorlayıcıdır, aşırı derecede pasif veya aşırı agresiftir)
    • Uygun olmayan bir şekilde yetişkin gibi davranmak (diğer çocuklarla ilgilenmek) veya uygun olmayan biçimde çocuklaşmak (sallanmak, başparmak emmek,)

    Çocuklarda Fiziksel İstismarın Belirtileri

    • Sık yaralanmalar veya açıklanamayan morluklar, ısırıklar veya kesikler
    • Her zaman tetikte olmak, sanki bir şeylerin olacağını bekliyor gibi.
    • Yaralanmalar, bir el veya kemer izi
    • Dokunulmaktan kaçma, ani hareketlerde parlama veya eve gitmekten korkma
    • Sıcak günlerde uzun kollu gömlekler gibi yaralanmaları örtbas etmek için uygun olmayan giysiler giyer.

    Çocuklarda Cinsel İstismarın Belirtileri

    • Yürüyüşünde veya oturmasında sorun vardır
    • Yaşına uygun olmayan şekilde cinsel eylemlere ilgi duyar, hatta baştan çıkarıcı davranışlar sergileyebilir
    • Belirgin bir gerekçe olmaksızın, belirli bir kişiden kaçınmaya gayret gösterebilir
    • Kıyafetlerini başkalarının karşısında değiştirmek ya da fiziksel aktivitelere katılmak istemeyebilir
    • Özellikle 14 yaşın altındaki bir gebelik
    • Evden kaçabilir

    Çocuk İstismarı ve İhmali İçin Risk Faktörleri

    Çocuk istismarı ve ihmali, her türlü ailede görülebilirken, dışarıdan mutlu görünenlerde bile, çocuklar bazı durumlarda daha büyük bir risk altında olabilirler.

    • Aile içi şiddet. Aile içi şiddetin olması, çocuklara korkunç şekilde davranma ve duygusal olarak istismar etme. Anne, çocuğunu korumak için elinden gelenin en iyisini yapsa ve fiziksel olarak istismar edilmelerini önlüyor olsa bile, durum yine de son derece zararlı olabiliyor.
    • Alkol ve uyuşturucu kullanımı. Bir alkol veya uyuşturucu bağımlılığıyla yaşamak, çocuklar için çok zordur, kolaylıkla istismar ve ihmale neden olabilir. Sarhoş olan veya uyuşturucu çeken ebeveynler, çocukları bakımını yapamaz, iyi ebeveynlik kararları alamazlar ve sıklıkla tehlikeli olan dürtüleri kontrol edemezler. Maddenin kötüye kullanımı da yaygın olarak fiziksel istismara neden olur.
    • Tedavi edilmemiş akıl hastalığı. Depresyon, anksiyete bozukluğu, bipolar bozukluk veya başka bir zihinsel hastalıktan muzdarip olan ebeveynler, kendilerini bile çekip çeviremezken çocukların bakımını üstlenemezler. Zihinsel rahatsızlığı olan veya travma geçiren bir ebeveyn ruhen uzakta olabilir, çocuğundan uzaklaşabilir veya yaptıklarının nedenini anlamadan öfkelenebilir. Ebeveynler için tedavi, çocuklar için daha iyi bakım demektir.
    • Ebeveynlik becerilerinin eksikliği. Bazı anne-babalar iyi ebeveynlik için gerekli olan becerileri asla öğrenmezler. Örneğin genç ebeveynler, bebeklerin ve küçük çocukların bakım ve ihtiyaçları konusunda gerçekçi olmayan beklentilere sahip olabilirler. Bu gibi durumlarda, ebeveynlik sınıfları, terapi ve bakım veren destek grupları, daha iyi ebeveynlik becerileri öğrenmek için mükemmel fırsatlardır.
    • Stres ve destek eksikliği. Ebeveynlikte, özellikle aileler, arkadaşlar veya toplum desteğini almadan çocuk yetiştiriyorsanız ya da ilişki sorunlarıyla veya maddi zorluklarla ilgileniyorsanız, çocuklarla ilgilenmek çok zaman alan ve zor bir iş olabilir. Özürlü bir çocuğa, bakmak da bir mücadeledir. İhtiyacınız olan desteğin alınması önemlidir, böylece çocuğunuzu duygusal ve fiziksel olarak destekleyebilirsiniz.

    Çocuğunuzu Bilmeden İstismar Ediyor Olabilir misiniz?

    Kendinizi bu açıklamalardan bazılarında, acı çeken biri olarak görüyor musunuz? Kızgın ve sinirli hissediyor musunuz, nerede öfkelenebileceğinizi bilmiyor musunuz? Çocukları yetiştirmek hayatın en büyük zorluklarından biridir, öfke ve hayal kırıklığını en ılımlı haliyle tetikleyebilir. Çığlık atan, bağıran veya şiddetin sürekli olduğu bir evde büyüdüyseniz, çocuklarınızı yetiştirmenin başka bir yolunu bilemeyebilirsiniz. Bir sorunuz olduğunu kabul etmek, yardım almak için atılan en büyük adımdır. Eğer rahatsız edici bir ortamda büyüdüyseniz, bu sizin için son derece zor olabilir. Çocuklar dünyalarını normal olarak yaşarlar. Sizin yetiştiğiniz ailede tokat atmak veya iteklenmek normal olabilir ya da babanız akşam eve sarhoş gelmiş olabilir. Ailenizin sizi aptal, beceriksiz veya değersiz olarak çağırması normal olabilir. Ya da annenin babanız tarafından dövülmesini izlemek normal olabilir.

    Geriye dönüp neyin normal neyin kötü olduğuna bakmak bir yetişkinin yeteneğidir. İstismar ve ihmal konusunda yukarıda yazılı olan maddeleri okuyun. Bunlardan herhangi biri sizin ebeveynlik davranışlarıyla uyumlu mu? İstismar davranışını fark etmeden uyguluyor olabilir misin? Sonra aşağıdaki kısmı oku ve uygula.

    Çizgiyi aştığın zamanı nasıl anlarsın?

    • Öfkeni durduramazsın. Normal olarak başlayan bir kızgınlık büyük yıkımlara yol açabilir. Kendinizi kontrol etmezseniz çocuğunuza vurabilir, onu sarsabilir veya itebilirsiniz. Kendinizi yüksek sesle bağırırken bulabilir ve durmak isteseniz de duramazsınız.
    • Duygusal olarak çocuğunuzdan kopuk hissedersiniz. Çocuğunuzla hiçbir şey yapmak istemediğinizi fark edersiniz. Her geçen gün, yalnız kalmak ve çocuğunuzun daha da sessiz kalmasını istersiniz.
    • Çocuğunuzun günlük ihtiyaçlarını karşılamak imkansız görünür. Herkes çocuğuyla ilgili beslenme gibi gereksinimleri karşılarken ve çocukları okula ya da diğer etkinliklere götürmekle koşuştururken, siz bunu sürekli yapamıyor hale gelirseniz bir şeylerin yanlış olabileceğinin bir işaretidir.
    • Diğer insanlar davranışlarınız ve tutumlarınız konusunda endişelerini dile getirir. Endişelerini dile getiren diğer insanları umursamamak kolay olabilir. Bununla birlikte, ne söylemek istediklerini dikkatlice düşünün. Sözler normalde saygı duyduğunuz ve güvendiğiniz birinden de gelebilir, o yüzden konuşmak isteyen insanları reddetmek, sağlıklı bir reaksiyon değildir.

    Çocuk İstismarının Döngüsünü Kırmak

    Çocuk istismarıyla ilgili bir geçmişiniz varsa, kendi çocuklarınıza bakarken, bastırmış olabileceğiniz güçlü hatıralarınız ve duygularınız tetiklenebilir. Bu, yeni bir çocuk doğduğunda ya da belirli bir istismar hatırladığınızda ve ilerleyen yaşlarda ortaya çıkabilir. Kızgınlığınızdan şaşkına dönebilir ve kendinizi kontrol edemiyormuş gibi hissedebilirsiniz. Ancak duygularınızı yönetmenin ve eski kalıplarınızı kırmanın yeni yollarını öğrenebilirsiniz.

    Unutmayın, çocuğunuzun dünyasındaki en önemli kişi sizsiniz. Bir değişiklik yapmak için çaba harcamalısınız ve tek başınıza gitmek zorunda değilsiniz. Yardım ve destek almalısınız.

    Tepkilerinizi değiştirmek için yardım ipuçları

    • Beklentilerinizin çocuklarınızın yaşına ne kadar uygun olup olmadığını bilmelisiniz. Çocukların belirli yaşlarda üstesinden gelebilecekleri konular hakkında gerçekçi beklentilere sahip olmak, normal çocuk davranışında hayal kırıklığı ve öfkeden kurtulmanıza yardımcı olacaktır. Örneğin, yeni doğanların gece boyunca uyumamaları ve uzunca bir süre sessizce oturmaları mümkün değildir.
    • Yeni ebeveynlik becerileri geliştirin. Duygularınızı kontrol etmeyi öğrenmek kritik öneme sahip olmakla birlikte, bunun yerine ne yapacağınıza dair bir B planına da ihtiyacınız olacaktır. Uygun disiplin teknikleriyle ve çocuklarınız için açık sınırların belirlenmesiyle başlayın. Ebeveynlik dersleri, kitaplar ve seminerler bu bilgiyi elde etmenin bir yoludur. İpuçları ve tavsiyeler için deneyimli ebeveynlere de başvurabilirsiniz.
    • Kendinize iyi bakın. Yeterli seviyede dinlenemiyorsanız ve destek alamıyorsanız ya da bunalmış hissediyorsanız, öfkeden kurtulmak zordur. Uyku yoksunluğu, küçük çocukların ebeveynlerinde yaygın olarak, huysuzluğa ve huzursuzluğa sebep olur. Bu da aslında tam olarak kaçınmaya çalıştığınız şeydir.   Profesyonel yardım alın. İstismar davranışları örüntüsü iyice yerleşmişse, istismar döngüsünü kırmak çok zor olabilir. Ne kadar denesen de kendini durduramazsın. İşte o zaman terapi, ebeveynlik dersleri veya diğer müdahaleler konusunda yardım almak için zaman gelmiştir. Çocuklarınız bunun için size teşekkür edecek.
    • Duygularınızı nasıl kontrol altına alabileceğinizi öğrenin. Duygularınızı kontrol altında tutmanın ilk adımı, o sırada nelerin cereyan ettiğinin farkında olmanızdır. Çocukken istismar edildiyseniz, çocukların duygularının yelpazesine dokunmak için özellikle zor zamanlar yaşayabilirsiniz. Onları inkar etmeniz ya da bastırmış olmanız iyi bir şey değildir.

    İstismara Uğramış veya İhmal Edilmiş Bir Çocuğa Nasıl Yardım Edilir?

    Bir çocuğun istismar edildiğinden şüpheleniyorsanız ne yapmalısınız? Ona nasıl yaklaşmalısınız? Ya da bir çocuk size gelirse ne yapmalısınız? Bu durumda biraz şaşkın ve karışık hissetmek normaldir. Çocuk istismarı kabul edilemeyecek kadar zor konuşulacak bir konudur.

    Unutmayın, istismar edilen bir çocuğun hayatında muazzam bir fark yaratabilir, özellikle de istismarı erkenden durdurmak için adımlar atarsanız. İstismara uğrayan bir çocukla konuşurken verebileceğiniz en iyi şey, sakin güven ve koşulsuz destektir. Unutmayın ki istismar hakkında konuşmak, çocuk için çok zor olabilir. Çocuğa güven vermek ve elinizden gelen her türlü yardımı sağlamak sizin görevinizdir.

    İstismara uğramış bir çocukla nasıl konuşulur?

    • Reddetmekten kaçının ve sakin olun. Çocuk istismarı konusunu ilk duyan kişi genelde kabul etmek istemez. Daha doğrusu istismarı çocuğun doğasına yakıştıramadığı kabul etmekte zorlanır. Bu düşüncelerin içinde, çocuğu inkar ederseniz veya söylediklerini aşırı tepkiyle karşılarsanız ya da ona nefret gösterirseniz, çocuk anlatmaktan korkabilir ve tamamen içine kapanabilir. Ne kadar zor olsa da, olabildiğince sakin ve rahat olmalısınız.
    • Sorgulamayın. Çocuğa ne olduğunu, kendi sözleriyle anlatmasına izin verin, ancak çocuğu sorgulamayın ya da rahatsız edecek sorular sormayın. Bu, çocuğu şaşkına çevirir ve canını sıkar. Yaşadıklarını anlatmaya devam ettirmek daha da zorlaşabilir.
    • Çocuğa, bunun kendi hatası olmadığını söyleyin. Bir çocuğun istismar konusunda kendini ifade etmesi gerekir. Onu ciddiye aldığınızı ve bunun çocuğun suçu olmadığına ikna edin.
    • Önce güvenlik gelir. Müdahale etmeye çalışırsanız, güvenliğinizin veya çocuğun güvenliğinin tehlikeye gireceğini düşünüyorsanız, bunu profesyonellere (emniyet güçleri ve adli kuvvetler) bırakın. İlk profesyonel müdahaleden sonra daha fazla destek sağlayabilirsiniz.

    Çocuk İstismarını Bildirmek

    Bir çocuğun istismar edildiğinden şüpheleniyorsanız, konuşmak çok önemlidir. Ancak çocuk istismarını bildirmek biraz resmi görünebilir. Birçok kişi diğer ailelerin hayatına karışmaktan çekinir. Ancak, çocuk istismarı yalnızca bir aile meselesi değildir ve sessiz kalmanın sonuçları çocuk için yıkıcı olabilir. Lütfen bildirin.

    Çocuk istismarını bildirmek, fazla zor duygular ve belirsizlik yaratabilir. Tüm bu zorluklar içinde çocuk istismarını bazen çocuğun ailesine, şiddetli durumlarda ise yetkili mercilere bildirmenin tabi ki çeşitli yolları vardır;

    Çocuk İstismarını Nasıl Bildirirsiniz?

    Elinizden geldiğince özgün olmaya çalışın. Örneğin, istismara uğrayan veya ihmal edilen bir çocuk olduğundan şüpheleniyorsanız anne babasına; “Çocuğunuzu iyi giydirmiyorsunuz” şeklinde suçlayıcı bir üslup yerine “Çocuğunuzun geçen hafta birkaç kere soğuk havada üzerinde ince bir kıyafetle dışarıda oynadığını gördüm” diyebilir ve kibarca uyarabilirsiniz. Bununla birlikte, istismar ya da ihmali “ispatlamak” sizin göreviniz değildir. Şüpheleriniz varsa hepsini ilgili mercilere rapor etmelisiniz.

    İstismarın her şeye rağmen devam ettiğini görürseniz, ilgilileri yine arayıp rapor etmeye devam edin. Her bir çocuk istismarı raporu, ailenin içinde neler olup bittiğinin kanıtıdır. Sizin sağlayabileceğiniz daha fazla bilgi, çocuğa en iyi yardımın yapılması şansını artırır.

    Çocuk İstismarını Bildirirken Endişe Edilen Durumlar

    • Başkasının ailesine müdahale etmek istemiyorum. Çocuk istismarının etkileri ömür boyu sürmektedir. Özellikle gelecekteki ilişkilerini, benlik saygısını ve döngü devam ettiği için maalesef daha fazla çocuğu istismar riskine sokmaktadır. Çocuk istismarının döngüsünü kırmaya yardımcı olun.
    • Ya birinin yuvasını bozuyorsam? Çocuk koruma hizmetlerinde öncelik, çocukları evde tutmaktır. Bir çocuk istismarı raporu, çocuğun tehlikede olmadığı sürece otomatik olarak evden çıkarıldığı anlamına gelmez. Çocuklarını istismar eden aileler için önleyici tedbir kararları vardır. İstismarı devam ettirmeye inat eden aileler için çocukların korumaya alınması kararı uygulanır. O yüzden çekinmenize gerek yok.
    • Arayanın ben olduğunu bilirler. Raporlama gizli kalmaktadır. Çocuk istismarını bildirirken adınızı verseniz bile isminiz üçüncü şahıslarla paylaşılmamaktadır. Çocuk istismar eden kişi, çocuk istismarı raporunu kimin yaptığını öğrenemez.
    • Söyleyeceklerim bir fark yaratmaz. Bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir şüpheniz varsa yetkililer bunun için mutlaka önlem alacaklardır. Bir başkası bildirsin düşüncesi, o çocuğun dünyasının kararmasına sessiz kalınması suça ortak olmaktır ve bunu vicdanınıza anlatamazsınız.

    Evinizde veya Çocukların Velayet Durumlarındaki İstismarı Bildirmek

    Kendi evinizde istismara tanıklık etmek veya velayet durumunda istismardan şüphelenmek, haklı olarak sizi endişelendirir. Konuşursan, istismarcının sana ve evdeki diğer çocuklara ne yapacağından korkabilirsin. Ayrıca, istismar eden kişinin istismarı arttırarak devam ettirmesinden korkabilirsin. Bir anne veya baba olarak istismarı bildirmek çocuklarınızdan ayrılmanız anlamına gelse bile, sessiz kalmayın.

    Yazar: Memet Ali Kaymaz