Ölüm korkusu, şöyle veya böyle, açık veya örtük, hepimizin yüzleşebileceği bir korkudur. Nihayetinde, aklı başında tüm insanlar şunu bilir: Hepimiz bir gün öleceğiz. Bu açıdan ölüm korkusu, doğal kabul edilebilir. Bununla birlikte, diğer psikolojik bozukluklarda olduğu gibi, ölüm korkusunda da, korkunun şiddeti ve hayatımıza etkileri belirleyici faktörlerdir.
Bu yazıda, “Ölüm korkusu nedir?”, “Ölüm korkusunun nedenleri nelerdir?” ve “Ölüm korkusunu yenmek mümkün müdür?” gibi soruların cevaplarını bulabileceksiniz.
Ölüm, hepimizin er ya da geç yüzleşmek zorunda olduğu bir şey. Peki ölüme nasıl yaklaşacağız? Neden ölümden bazılarımız daha çok korkar? Peki bizi ölümden korkutan şey tam olarak ne? Ölüm korkusu ile ilgili teorilerle alakalı çizilecek genel bir tabloyla birlikte bu sorunu çözmek adına neler yapılabilir?
Genel kapsamda ya da özelde, ister sevdiğimiz birinin ölmesinin düşüncesi olsun, isterse kendimizi bundan alıkoyamama durumumuz olsun, hepimizin ölümden korkması muhtemeldir.
Ölüm düşüncesi hoş bir şey değildir. Biz, kendi istek ve amaçlarımızın yanı sıra, yaşamın sunmak zorunda olduğu şeylere odaklanırız ve ölüm gibi korkunç düşüncelerden kaçarız.
Hatta Benjamin Franklin’in ünlü bir sözü var ‘Dünyada ölüm ve vergiler dışında hiçbir şey kesin değildir’. Yani ölüme bağlı endişelerin bazen bir fırtınaya dönüştüğünü görmek sürpriz değil.
Ölüm korkusu Yunanca ölüm tanrısı “Thanatos” ve korku anlamına gelen “phobos” kelimelerinden türeyen “thanatofobi” olarak da adlandırılır.
Özellikle, klinik bağlamda “ölüm korkusu” olarak adlandırılan aşırı boyutlardaki fobi, ‘Zihinsel Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı’nda bir bozukluk olarak bağımsız biçimde tanımlanmamıştır. Yine de, nadiren konuşulan bu korku, insanların yaşam biçimlerini ve duygusal sağlığını ciddi şekilde etkileme potansiyeline sahiptir.
Ölüm korkusu doğal mı, travmaya mı bağlı?
Ölüm korkusu, ilk olarak ölüm korkusu olduğunu düşünmeyen Sigmund Freud tarafından ele alındı. Freud ölüme gerçek bir olguymuş gibi inanamayacağımızı ve ölüme bağlı korkuların belirtilmemiş çocukluk travmalarından kaynaklandığını düşünüyordu.
Fakat ölüm korkusu ve sebeplerine dair günümüzdeki anlayışı büyük ölçüde şekillendiren ise Ernest Becker adında bir antropoloğun kısa bir süre sonra ileri sürdüğü teori olmuştur.
Becker, ölüm korkusunun doğal olarak ölüm ve ölme düşüncesini kabul edilemez bulan tüm insanlara geldiğine inanır. Bu nedenle Becker, yaptığımız her şeyin -belirlediğimiz hedefler, tutkularımız, hobilerimiz ve katıldığımız etkinlikler- özünde bir başa çıkma stratejisi olduğunu ve bunların, nihaî ölümümüz hakkında endişelenmememiz için üzerinde durmamız gereken şeyler olduğunu savunmuştur.
Becker’in çalışmaları, insanların ölümün kesinliğine karşı temel yaşama isteği olan iç çatışma ile daima uğraşması gerektiğini ortaya koyan “Dehşet Yönetimi Kuramı” nı (DYK) ortaya çıkardı: DYK, bireylerin benlik bilinci ve ölüm düşüncesiyle harekete geçirilen kişisel hedeflerine ulaşma yollarını gösterir.
Ayrıca, DYK’na göre, benlik saygısı, bireylerin ölüm korkusunu ne derecede yaşadıklarını belirleyen ana unsurdur. Benlik saygısı yüksek olan insanlar ölüm korkusunu yönetmekte daha başarılıdır. Benlik saygısı düşük olan insanlar ölümden daha çabuk korkarlar.
Bazı yeni yaklaşımlar, DYK ve “ayrılma teorisi” olarak da anılan başka bir teori ile hayatın içinde daha sonraları ölümlülük bilinci ile pekişen erken travmanın önemini ön plana çıkaran bir “orta yol” sunar.
Ölüm korkusunu anlama ve açıklama konusundaki yeni bir yaklaşım da “Travma Sonrası Büyüm (TSB)”dir. TSB’ye göre, üzücü bir olay yaşamak – sevilen birinin ölümü veya endişe verici bir sağlık teşhisi almak gibi – aslında olumlu bir etkiye sahip olabilir, bireylerin hayattaki küçük şeylere çok daha fazla değer vermelerine ya da daha fazla hedef odaklı olarak yaşamalarına neden olabilir.
Psikolojik bir bozukluk olarak ölüm korkusu?
Her ne kadar hayatımızın bazı dönemlerinde ölüm veya ölümle alakalı bir durumdan korksak da, ölüm korkusu sadece bireyin hayatını bozacak şekilde uç seviyelere ulaştığında patolojik bir hal alır.
Ölüm korkusunun bir yönü de –bir adamın eşi tarafından belirtildiği üzere- böylesine bir korkunun ne derece obsesif bir hale gelip kontrolden çıkabileceğini gözler önüne sermektedir.
“Korku, özellikle ölümden (acı ya da acıyla ölümden değil) ve ölüm boşluğundan ( inançlı biri değil) ve artık var olmayacağı gerçeğinden duyulan korkudur. Duyduğu korku, kontrol etmekte sorun yaşadığı akla uymayan, duygusal bir korkudur. Son zamanlarda kötüleşti – nedenini bilmiyor – ama panikliyor ve düşünceleri gün boyu aklından gitmiyor”.
Ölümden kim korkar?
Dr. Robert Kastenbaum ölüm kavramı ile ilgili çeşitli psikoloji kuramlar geliştirdi ve araştırmalar yaptı ve kimlerin ölüm korkusu yaşadığını özetledi. Dr. Patricia Furer ve John Walker Bilişsel Psikoterapi dergisinde yayınlanan bir makalede bulguları şu şekilde özetledi:
1. Bireylerin büyük çoğunluğu ölümden korkuyor. Çoğu kişi ölümden korkma eğilimi gösteriyor, ancak sadece korku dereceleri farklılık gösteriyor.
2. Kadınlar erkeklere oranla ölümden daha çok korkma eğilimindedir. Buna ek olarak, yapılan yeni bir çalışmaya göre, 20’li yaşlarda hem kadınlarda hem de erkeklerde ölüm korkusunun meydana geldiği görülürken, 50’li yaşlara gelindiğinde kadınlarda ikinci bir dalgalanma daha yaşandığı görülüyor.
3. Genç insanlar, yaşlı insanlar gibi ölüm korkusu yaşayabiliyor.
4. Bir kişinin eğitim durumu ve sosyo-ekonomik düzeyi ile ölüm korkusu arasında ilişki vardır.
5. Dini inanış ve ölüm korkusu arasında herhangi bir ilişki kurulamamıştır.
Uzmanlar ölüm korkusunun tek başına ortaya çıkmadığını ve diğer ruh sağlığı bozukluklarının (örneğin, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon veya obsesif kompulsif bozukluk gibi) buna eşlik ettiğini savunmuşlardır.
Diğer çalışmalar, hipokondriya ya da sağlık endişesi sergileyen insanların bu durumdan çok fazla etkilendiklerini ve doğal olarak ölüm korkularının olduğunu gösteriyor.
Ölüm korkusu için bilişsel-davranışçı terapi
Günümüzde uzmanlar, ciddi ölüm korkusu ile karşı karşıya olan kişilere Bilişsel Davranışçı Terapi’yi önerirler. BDT, maruz kalmaya ve görüşmeye dayanır ve genellikle anksiyete, fobiler, depresyon gibi birçok farklı türde korkuyu tedavi etmek için kullanılır.
Dr. Furer ve Walker bireylerin ölüm korkusu durumlarına altı adımda “bilişsel-davranışsal müdahale” yi tavsiye etmişlerdir .
1. Korkulara maruz kalma
Ölüm korkusunu azaltmaya çalışan bireyler yalnızca korkularını açıkça ifade etmekle kalmamalı, ayrıca onları ölümle alakalı korkutan şeyin tam olarak ne olduğunu ve korkularının tetiklenmemesi için -cenaze veya mezarlık- gibi kaçındıkları durum ve mekanlar olup olmadığını belirlemelidirler.
Dr. Furer ve Walker, bireyin korku biçimiyle alakalı unsurlarla yüzleşmesinin BDT’nin önemli bir parçası olmasından dolayı, ölümle alakalı korkulan konulara (canlı ve hayali olarak) maruz kalmayı öneriyor.
2. Güven arayışı davranışını azaltmak
Bu adım, bireyin endişe verici değişiklikler için kendi vücudunu takıntılı biçimde kontrol etme ve ölümle alakalı korkularına ilişkin duygusal güvence arayışıyla danışman veya emsalleriyle konuşma eğilimlerini hedefler.
Bu tarz pek de yardımcı olmayan davranışları engellemek için Doktor Walker ve Furer ‘hedef davranışları ertelemek, kademeli olarak frekanslarını azaltmak veya tamamen davranışları durdurmak’ önerisinde bulundu.
3. Kişisel Deneyimleri Gözden Geçirme
Sevilen birinin ölümüne tanıklık etmek, kendinin veya başkasının hayatını tehdit eden bir hastalıkla karşılaşmak gibi bireylerin “ölümle ilgili kişisel deneyimleri”ni gözden geçirmek de önemlidir.
Dr. Furer, “Bu konularda daha dengeli görüşlere yönelmek için onlara yardım ediyoruz.Bu, “ölüm korkusuyla daha sakin bir şekilde başa çıkmalarında yardımcı olabilir.” diyor.
4. Yaşamın tadını çıkarmaya odaklanma
Ve sonra, birey, hayatında elde etmeyi istediği şeylerin tadını çıkarmaya odaklanabilmek için ‘kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini’ net olarak belirlemeli ve korkularını takıntı yapmamalıdır.
5. ‘Sağlıklı bir yaşam tarzı geliştirmek’
Terapist ayrıca, ölüm korkusunu daha da ağırlaştıracak herhangi bir ” sağlıksız yaşam biçimi” ile karşı karşıya olan kişilere yönelik stres kaynaklarını tespit etmeli ve bunlara değinmelidir.
6. Korkunun Tekrarlamasını Önleme
Son olarak Drs. Furer ve Walker ‘BDT ile ölüm korkusu azalmasına rağmen, birçok insana tekrar nüks edebiliyor’ diyor. Bunun olmasını önlemek için, ani bir hastalık ya da duygusal bir kriz gibi, ölüm korkusunu tetikleyebilecek zorlu durumlar için, her birinin “başa çıkma stratejileri geliştirmesinin” hayati öneme sahip olduğunu söylüyor.
Ölüm korkusuna karşı içten mücadele vermek
Son zamanlarda, cenaze endüstrisindeki meslek mensuplarının yanı sıra, ölüm korkusu ile ilgili konularla ilgilenmek isteyenler bile, diğer insanların ölüm korkusuyla baş etmelerine yardımcı olacak kaynaklar oluşturdu. Örneğin, Mortician Caitlin Doughty, halkı ölümle ilişkili uygulamalar hakkında bilgilendirmeye ve insanları “ölüm korkusunun üstesinden gelme”ye teşvik eden, her kesimden bir profesyonel topluluğunun olduğu İyi Ölüm Grubu’nu kurdu.
Son yıllarda aynı gücü yakalayan benzer bir girişim Death Cafe (Ölüm Cafesi), dünyanın her yerinden insanlara ölüm temalarını keşfedebilecekleri toplantılar düzenlemesine imkân veren bir projedir. Ölüm Cafesi’nin hedefi, insanların (sınırlı) hayatlarından en iyi şekilde yararlanmalarına yardımcı olmak amacıyla ölüm bilincini arttırmaktır.
Ölüm korkusu ile yüzleşmek için öncelikle ölüm korkusunun ne olduğunu, ondan da önemlisi ilk önce insanların ölüm hakkında korktukları şeyin ne olduğunun anlaşılması gerekiyor. Doughty tarafından bildirilmiş, “ölüm korkusu” adlı klasik bir makalede, ölüm korkusu için olası yedi neden belirtilmiştir:
- Artık hiçbir tecrübe edinemiyorum.
- Ölümden sonra bir hayat olursa bana ne olacağı konusunda emin değilim.
- Bedenim öldükten sonra olacaklardan korkuyorum.
- Etrafımdakileri artık önemsemiyorum.
- Ölümüm akrabalarıma ve arkadaşlarıma acı çektirir.
- Tüm planlarım ve projelerim sona erebilir.
- Ölme süreci ağrılı olabilir.
Doughty, ölümden korkmak için kişisel gerekçemiz olarak güçlü bir şekilde tanımladığımız ve onlara yönelik pragmatik adımlar attığımız iki nedeni belirlemeyi öneriyor. Örneğin, ölümümüzden sonra bize bağlı birinin finansal krizde kalabileceğinden korktuğumuz takdirde, o durumda tüm olanakları sağlamak için adımlar atmamız gerekir.
Ona göre, ölüm korkumuzu “serbest bırakma” ve onlardan ayrı kalabilme yeteneği, sakinliğimizi tekrar kazanmamıza ve korkularımızdan daha az rahatsızlık duymamıza yardımcı olabilir.
Ölüm korkusuyla yüzleşilmeli mi, ondan kaçınılmalı mı ?
Ölüm ve ölüm korkusu, özellikle sağlık uzmanlarının bile bu konudan nasıl söz edileceğinden ya da nasıl etkilenmeyeceklerinden emin olamadıkları zor konulardır.
Toplum olarak yaşamın sonunu düşünmekten kaçınmaya o kadar istekliyiz ki yaşamı yapay olarak korumanın (insan ”orijinleri”ne benzer biçimde düşünebilen ve tepki verebilen dijital varisler yaratmayı amaçlayan canlı dondurma ya da genişletilmiş sonsuzluk gibi ) başka yollarını aramaya takıntılı hale geliyoruz.
Burada, kendi ya da başkalarının ölümünün düşüncesiyle başa çıkma konusunda net bir yol yoktur ve bununla birlikte, üretken hayatları sürdürecek olursak bunu yapmak zorundayız. Ne dersiniz : gözleriniz açık bir şekilde ölümle karşı karşıya kalmak mı en iyisidir?
Referanslar
https://www.medicalnewstoday.com/articles/318895