Louis Cozolino’nun EMDR terapisi ile ilgili düşünceleri nelerdir?

“EMDR terapisi nedir?” diye merak ettiğimde, doğal olarak ilgili kitaplardan bazılarını okudum ancak EMDR terapisini benim için güvenilir hale getiren ünlü psikolog Louis Cozolino oldu. Onun Terapi Neden İşe Yarar? adlı kitabını okurken, kitabın bir bölümünde EMDR terapisini konu edinmesi çok ilgimi çekmişti. Cozolino’nun EMDR terapisi ile karşılaşmadan önceki düşünceleri benimkilere çok benziyordu. Bu yazıda, Cozolino’nun EMDR terapisi ile ilgili deneyimlerini paylaşmak istiyorum. Yazının “EMDR terapisi işe yarar mı?” diye merak edenlerin işine yarayacağını düşünüyorum.

Aşağıdaki metin Louis Cozolino’nun Terapi Neden İşe Yarar? adlı kitabında yer almaktadır.

https://emdrrehberi.com/emdr-terapisi-nedir/

Bellek sistemlerine erişme ve onları birleştirmenin ilginç bir yolu Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (EMDR) olarak adlandırılan bir terapi türüdür. Diğer pek çok tedavi şekli gibi EMDR da, danışanı sistemli, duyarlı ve şefkatli bir tutum ile korkulan anılara maruz bırakmayı içerir. Ancak diğer yöntemlerden farklı olarak, EMDR, bu sürece göz hareketleri ve diğer duyusal uyaranları da dahil eder. Ben bu yöntemi kabul etmeye uzun süre direndim, çünkü bir şekilde bunun gelip geçici bir moda olduğuna inanıyordum ve parmağını danışanın yüzünün önünde gezdirmenin profesyonellikle örtüşmediğini düşünüyordum. Ayrıca, beni bütün olaydan soğutan tuhaf klişe bir hisse kapılmıştım: Terapi yaptığım yıllar boyunca, yüzlerce modanın gelip geçtiğini görmüştüm ve bunun da aynı şekilde gitmesini bekliyordum. Ama EMDR gitmemekle kalmadı, aynı zamanda saygı duyduğum pek çok klinisyen bu yöntem hakkında olumlu şeyler söylemeye başladı.

EMDR’ı geçerli bir tedavi yöntemi olarak düşünmeye başladığım sırada, yaklaşımın, göz hareketlerinin dışında temel maruz bırakma yöntemlerinden biri olduğunu gördüm. Bu da sistematik duyarsızlaştırmada bize öğretilene benzer bir şeydi. Böylece EMDR işine çok temel bir soru ile girdim: Göz hareketleri, parmak hareketleri ya da diğer duyusal sinyaller, zaten var olan maruz bırakma metotlarına bir şey ekliyor muydu? Burada düşüncelerimi ve deneyimlerimi paylaşmamın sebebi, EMDR’ın tanıtımını yapmak ya da kitabı bir kılavuza çevirmek değil, benim EMDR deneyimimin herhangi bir terapi türünün nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olacağını düşünmemdir.

Yönelme refleksi ve belleğin yeniden güçlendirilmesi

Korkunun izi kolay silinmez. (Ernest Gaines)

Çok sayıda araştırma gösteriyor ki TSSB [Travma Sonrası Stres Bozukluğu] yaşayan kişilerin beyinlerinde bilgi ve belleğin işlemlenmesi ile ilgili aksaklıklar vardır: Danışanlarımızın davranışlarını, eylemlerini ve duygularını beklenmedik yeni bir şeyle karşılaşma korkusu olan neofobi yüzünden kısıtladıklarını biliyoruz. Travmatize olmamış kişiler yeni bir şey deneyimlediklerinde, beynin singulat anterior adlı bölgesi şu işlemleri gerçekleştirir: Kişi tüm dikkatini bu yeni şeye verir, tepki vermeye hazırlıklı olur ve beklenmedik bu şeyden bir şeyler öğrenmeye çalışır. Bu hem iyi hem de kötü olabilir -hangisi olduğunu tam olarak bilmiyoruz- ama korkumuza yenik düşmezsek, merak ve keşif dürtülerinin bilinmeze karşı duyulan korkuyu dengeleyeceğini biliyoruz. TSSB mağdurlarında ise kişiliğe yeniliğe ve yeni bir şey öğrenmeye hazırlayan devreler etkinleşmez. Bunun yerine, beynin otobiyografik ve somatik belleği düzenleyen kısımları harekete geçer. Bu yüzden, neofobi aslında kişiye geçmişin acı ve dehşetinin hatırlatılması ile oluşan korkudur. Başka bir deyişle TSSB mağdurlarının beyinleri yeni bir şey öğrenme ve geçmiş deneyimleri güncelleme becerilerini devre dışı bırakır.

Bellek ve motor sistemlerimiz, balık olduğumuzdan beri, evrim süreçlerinden işbirliği halinde geçmektedir. Bunun bir kanıtı, yürümek ya da koşmak için büyük kas gruplarını kullandığımız zaman, bu kasların beyne giden kanallardan nöral büyümeyle ilişkili iletimler yaparak öğrenme ve plastisiteyi artırmasıdır. Bu bağlantı, çok büyük ihtimalle, kaslarımızın beynimize hareket ettiğimiz zaman şunları söyleyecek şekilde evrimleşmesi ile ortaya çıkmıştır: “Dikkat et! Hareket ettiğime göre önemli bir şeyler oluyor.” Yoksa neden hareket edeyim ki.

Bir şey dikkatimizi çektiğinde odağımızı, otomatik bir şekilde, bu şeye yönlendiririz. Bu tepkiye yönelme refleksi denir. Bu ilkel refleks, tüm hayvanlarda bir çevreye uyum sağlama aracı olarak bulunur. Büyük olasılıkla, bellek sistemleri evrimleştikleri sırada, yönelme refleksini kullandılar. Bunun sebebi, beyni yeni bir şey öğrenmek konusunda uyarmaktı. Bu durum, EMDR sırasında kullanılan göz hareketleri ve diğer duyusal uyaranların etkisini ve önemini açıklayabilir.

Benzer bir şekilde bir taraftan diğerine gerçekleşen göz hareketlerinin bellek güncellenmesini tetiklemesi olasıdır, çünkü evrim tarihinde gözler yiyecek bulmanın sıra hem av hem de avcılara karşı dikkatli olma ile ilişkili olmuşlardır. Büyük ihtimalle, REM uykusu sırasında, beynimiz belleğimizin güçlendirilmesi ile meşgulken, hızlı göz hareketlerinin gerçekleşme sebebi budur. Aslında belleğin güçlendirilmesi için göz hareketlerine ihtiyacımız yoktur; bu sadece evrimin bir kalıntısıdır, çünkü geçmişte yiyecek bulma arayışımız, yönelme refleksimiz, göz hareketlerimiz ve hakimiyet bölgemizi belirleme ihtiyacı eş zamanlı olarak evrimleşmişlerdir.

Bir taraftan diğerine gerçekleşen göz hareketlerinin evrimsel bir önemi olduğu için, EMDR’ın çok sayıda duyusal yöntem aracılığı ile yönelme refleksini harekete geçiriyor olması olasıdır. TSSB yaşayan kişilerin beyni, yeni bir bilgi karşısında otobiyografik bellek sistemine geri döner. Yönelme refleksinin, bu dönüşün etkisini yok edebilmesi de olasıdır. Göz hareketleri ya da hafif bacak vuruşları ile beynin bilgiyi tespit etme merkezleri harekete geçirilir ve belleğin tekrar oluşturulması mümkün olur. Bu sayede belleğe yeni bilgi girerken, eski bilgiler değiştirilir ve güncellenir. Bence EMDR’ın işe yaramasının arkasındaki etki mekanizması da bu olabilir. Yani, EMDR’ın TSSSB mağduru kişilerin beynini kandırma yöntemi olduğu söylenebilir. Beyin, yeni deneyimleri EMDR sayesinde işler ve böylece bu kişiler şimdide yaşayabilir.

Bu kısma eklenebilecek önemli bir not ise şudur: Ben EMDR’dan yararlanmak için TSSB mağduru olmak gerektiğini düşünmüyorum. Bunu söylüyorum, çünkü hepimizin bastırılmış ama hayatımızın belli alanlarına olumsuz şekilde müdahale eden korkutucu anıları vardır. Bu öylesine söylenmiş kaynağı muğlak bir teori değil, bizzat kendi deneyimime dayalıdır.

EMDR işine girişmek

Tehlike gelip çattığında korkular hafifler. (Seneca)

Birkaç yıl önce, EMDR’ı geliştiren Francine Shapiro, beni yöntem hakkında bilgi edinebilmem için bir EMDR eğitimine davet etti. Kitaplarda okuduklarımla aynı çizgide ilerleyen konferanslar süresince oturdum. Dinlediklerim oldukça standart bilgiler ve kabul görmüş Bilişsel-Davranışçı Terapi yöntemlerini içeriyordu. Bilinen yöntemlere bir de duyusal uyarılma eklenmişti. Göz hareketlerinin tedaviye neden yardımcı olduğunu açıklayan bir teori yoktu. Sadece, tekniğin işe yaradığını gösteren bazı klinik çalışma sonuçları varmış gibi görünüyordu. Bu benim için kabul edilebilir bir durumdu -yüzyıllar boyunca pek çok tedavi, tedavinin neden işe yaradığı anlaşılmadan kullanılmıştı. Konferansların sonunda göz hareketlerinin zaten var olan temel maruz bırakma terapisine bir şey eklemiş olduğunu düşünüyordum hala.

Genel olarak söylenen, danışan için problemli olan bir konuyu açıp, bu konuyu 24 ile 36 arasında değişen göz hareketi serileri ile bütünleştirmemiz ve bu sırada sanki bir film izlermiş gibi danışanın deneyimledikleri karşısında pasif sayılabilecek bir tutum sergilememizdi. “Sadece bunu fark et” ya da “Yalnızca bunu düşün” gibi yumuşak yönlendirme ve cesaretlendirme ifadeleri kullanılabilirdi. Genel varsayım, olumsuzun temizlenmesinin olumluya yer açacağı yönündeydi. Travmanı yaşamayı durdurabilirsen, hayatını yaşamaya başlayabilirdin.

Seanslar başlamadan önce, zamanı ve farkındalığı yolda tren camından görünen manzaralar gibi düşünüp, olan biteni sadece izlememiz gerektiğini öğrendik. Göz hareketleri beyne şimdide kalması gerektiğini söyleyecekti. Bize de konuşma terapisinden kaçınmamız gerektiği söylenmişti. Psikodinamik süreçler üzerinden yorum yapmak yerine, EMDR terapistinin beynin ve zihnin kendi iyileştirici işlevlerine güvenmesi gerekiyordu.

Öğle yemeğinin ardından, sabahki oturumlarda öğrendiğimiz EMDR tekniklerini uygulamak üzere dört kişilik gruplara ayrıldık. Yapmamız gereken, bir başlangıç alıştırması yapabilmek için danışan ve terapist rollerini sürekli değişerek her iki rolü de denemekti. Bize anlatılan protokolü sırasıyla takip etmemiz gerekiyordu. Protokol; sorular sorma, odak noktaları belirleme ve “danışanlarımıza” göz hareketleri konusunda rehberlik etme adımlarını içeriyordu. Danışan rolünü aldığımızda ise, hayatımızda bizim için problem olan ve üzerinde çalışmak isteyeceğimiz bir şeyi bulup çıkarmamız gerekiyordu. Benden beklenmeyecek şekilde, canımı sıkacak bir sürü şey sayıp dökemedim. Biraz şaşırmıştım, çünkü kendimi her zaman bir çalkantı içinde hissetmişimdir. Demek ki yıllarca terapi görmenin karşılığını sonunda almıştım.

Partnerime destek olabilmek için, yine de kendimi onun üzerinde çalışabileceği bir konu bulmak için zorladım. Başka bir motivasyonum yoksa bile, en azından iyi bir grup arkadaşı olmalıydım. Zihnimi taradım ve aylık üniversite toplantısının yaklaştığını hatırlayarak birden olumsuz bir düşünce ile irkildim. Bu toplantıları her zaman sıkıcı ve sinir bozucu, genellikle dayanılması güç ve bazen düpedüz acı verici bulmuşumdur. O anda bu düşüncenin, üzerinde çalışılabilecek bir şey olduğunu düşündüm: Düşüncenin uyandırdığı duygular vardı, buradan bir şeyler çıkabilirdi ve benim için başka hiçbir işe yaramasa bile, toplantı fikrinin verdiği rahatsızlık partnerim için iyi bir alıştırma olabilirdi.

İlk adım, zaten anlattıklarımın dışında, yüzeyde görünenden daha derindeki bazı düşünce ve duyguların farkına varmaktı. Bunu yapmak için toplantılarda oturduğumu hayal ettim ve buradaki deneyimlerim üzerine düşündüm. Bir anda sinirim bozuldu, öfkelendim ve kaçmak istedim. Neden bu toplantılar beni bu kadar etkiliyordu? Sonuçta bu toplantılar işimin bir parçasıydı. Ayda sadece bir-iki saatimi alıyorlardı ve toplantıdaki herkesi seviyordum. Onlarca yıl, toplantıların kötü yönetildiğinden ve hiçbir işe yaramadığından şikayet edip durmuştum. Ayrıca, yapacağım şeyleri oraya getirip, toplantıda ofiste yapacaklarımın hepsini yine yapabilirdim. Tarafsız şekilde bakınca, bu toplantılara bu kadar olumsuz yaklaşmamı gerektirecek bir sebep yoktu. Ama ortada bir kaygı, öfke ve kaçma isteği duygusu olduğu aşikardı. İşte benim EMDR deneyimim:

1) Kendimi toplantıda hissettiğim duygulara bırakıp, bunu yaptığımda ortaya çıkanlara bakınca giderek daha da çok kaygılı hissetmeye başladım. Bunun sebebini anlamaya çalıştığımda aklıma ilk gelen o toplantılarda kimsenin beni istemediğiydi. Benim sinir bozucu ve herkesin ilgisini isteyen ben-merkezli bir aptal olduğumu düşünüyorlardı. Devam ettikçe, başka düşüncelerin de yüzeye çıktığını fark ettim: “Benim için “keşke burada olmasa” diye düşünüyorlar”, “Söylediğim hiçbir şeyi ciddiye almıyorlar”, “Benim sinir bozucu bir çocuk olduğumu düşünüyorlar”.

Göz hareketleri

2) Bu toplantılardaki deneyimlerimi daha tarafsız şekilde düşündükçe, olumsuz duygularımın yol açtığı davranışların, bu korkuların bazılarını gerçek yapmaya katkıda bulunabileceğini fark ettim. Kaygımla baş etmek için, toplantıya ofiste yapacağım işleri getirmek gibi kendimi oyalayacak şeyler buluyordum ya da çocukken başımın çaresine bakmak için kullandığım savunma stratejilerinin aynılarını kullanıyordum -dalga geçme, aşırı hareketlilik, geri çekilme ve kaçma.

Göz hareketleri

3) Kendimi toplantılarda hayal ederken ve bunu tarif ederken bedensel duyular ve duygular ile de temasa geçiyordum. Kendimi bu duygulara daha da derinlemesine bıraktım ve şunu fark ettim: Zihnimdeki bir manzara, kendiliğinden, çocukluğumdan başka bir manzara ile yer değiştiriyordu. Çevre ve kişiler tamamen farklı olsa da, duygular toplantıdakilerle tamamen örtüşüyordu. Şimdi de bedenimde tamamıyla aynı duyguları hissediyordum ama artık aktif bir şekilde manzarayı canlandırmaya uğraşmıyordum. Sanki kafamdaki bir filmi izliyordum:

4) 1950’lerde, dedemlerin evinin salonundaydık. Ben annemin, ninemin ve dedemin karşısındaki koltukta otururken, onlar da bana ilgiyle bakıyorlardı. Yüzlerinden coşku, ilgi ve sevgi okunuyordu, söyleyeceklerimle epey ilgili görünüyorlardı. Bense, bir şekilde onların derinde hissettikleri acıyı yatıştırdığımın farkındaydım ve bu yüzden şu yanlış sonuca varıyordum: “Ben ailemi depresyondan ve ümitsizlikten kurtarmaya gelmiş harika çocuğum.” -işte kompulsif bakımverenin yaratılışı… Onlarla olan bağım bana mutluluk veriyor, aynı zamanda benim de onlara neşe verdiğimi hissediyordum.

Göz hareketleri

5) Göz hareketlerinin üçüncü serisi tamamlandığında, hevesle bütün gözlerin bende olduğu o özel duyguya gittim. Bu kez, görüntüye uzaktan gelen bir gürültü ve eve giren birinin ayak sesleri eklenmişti. Bu, yirmili yaşlarının ortasında, bir testesteron küpü olan, kolay alınan ve öfkelenen babamdı. Babamın kafası ve yüzü, koltuktaki diğer üçlüden çok daha büyüktü. Yüzündeki ifade yarı öfkeli bir aslan, yarı aç bir sırtlan gibiydi. Gözleri annemin ve ninemin arkasından beni takip ediyordu. Korkmuştum; benden nefret ettiğini ve ölmemi istediğini biliyordum -beni yemek istiyordu. Diğerleri dönüp ona baktıklarında, bana gülümsüyordu. Ama tekrar bana döndüklerinde ifadesi tekrar tehditkarlaşıyordu. Terapistim ve ben, bu imgenin sahip olduğu güç karşısında şaşırmıştık. Aslında bu görüntüler, babamla ilişkimizin geçmişiyle aynı doğrultudaydı. Babam beni, Vietnam Savaşı sırasında askere gitmeye teşvik etti.

Göz hareketleri

6) Yeniden dedemlerin evindeydik. Annemin, ninemin ve dedemin karşısında oturuyordum ve babamın onların arkasından beni takip edişini izliyordum. O zamanın korkutucu duygularına tekrar kapılmaktan çekinip, canlandırmayı daha tarafsız bir şekilde düşünmeye çalışıyordum. Babamın bir ileri bir geri yürüyüşünü izlerken, anne-babasının ve karısının, bana kıyasla, ona ne kadar az ilgi gösterdiklerini düşündüm. Babam hala kendi babasının ilgisine muhtaç genç bir adamdı -kendisine her zaman çok sert davranmış ve şimdi ilgisinin tümünü bana vermiş olan babasının… Bu sahnenin içinde böyle düşününce, kendimin hem çocuk hem de yetişkin halinin yan yana oturduğunu hissettim. Aslında, içimdeki terapist bana olan biteni açıklıyordu. Söylemeye gerek yok: Babamın nefretinin benimle hiçbir ilgisi olmadığını sözlüyordu.

7) İşte, tam da bu noktada, bu tedavi yöntemini farklı bir şekilde deneyimlemeye başladım. Beşinci serideki deneyimim terapi işini yapmaktan çok, terapinin yapıldığına şahit oluyormuşum gibiydi. Bu deneyim, yazı yazma deneyimime çok benzer bir deneyimdi. Burada da, kafamda bir karakter yarattığım zaman, bu karakterin ne yapacağını düşünüp yazmakla, kafamın içinde onun ne yaptığını izliyor olmak arasında gidip gelirim -bu süreç EMDR uygulayanların seanslarda kullandığı “Sadece bun fark et” ya da “Yalnızca bunu düşün” gibi nazik yönlendirmelerde de yansıtılıyordu.

8) Canlandırmaya geri dönecek olursak, bu kez babamın kafası daha küçüktü ve bu kez yüzü kendi yüzüydü. Yüz ifadesi tehditkar değil üzgün, kırgın ve çaresizdi. Ayrıca, artık, bütün ilgiyi babam pahasına kendime çekmekten eskisi kadar mutlu olmadığımı hissettim. Aslında, neredeyse, ilginin bende olması babamı cezalandırmanın bir bir yolu gibi duruyordu. Bu senaryoda olgunluğa çabuk erişmiştim. Artık, ilgi bekleyen o küçük çocuk değildim ve bu yıkıcı aile tiyatrosunun içinde gönüllü olarak rol almış olmaktan utanıyordum. Bu aile draması içine hapsolmuştum ve herkes bir bedel ödüyordu. Serinin sonlarına doğru bir yerde dedeme döndüm ve babamı göstererek ona şöyle dedim: “Oğlunun sana ihtiyacı var.”

Bu deneyimimle ilgili iki şey oldukça ilgi çekiciydi. İlk olarak, anılarımı yeniden düşünmek ve organize etmek için kendimi zorlamak yerine, sanki iç dünyamdaki bu olayları bir ekrandan izliyor gibiydim. Anlattığım bu altı basamak, ben ana karakter yerine sadece izleyici olarak dururken, bir rüyadaymışım gibi karşımda bir bir açılıyordu. Deneyimimin ikinci ilgi çekici yanı ise, ertesi hafta gerçekleşen üniversite toplantısında, geçmişte kurtulamadığım olumsuz duyguların yükünden kurtulmuş olmamdı. Toplantı her zamanki gibi sıkıcı ve verimsizdi ama ben her zamanki yükümü artık taşımıyordum. Sonuçlar karşısında büyülenmiştim -EMDR bellek dünyamda yepyeni bir pencere açmıştı.


Okuduğunuz bu metin, benim açımdan çok kıymetli. “EMDR terapisi işe yarıyor mu?” sorusu benim de sorduğum bir soruydu ve Cozolino’nun bir kitabında EMDR terapisine bu kadar yer vermesi -kendisi EMDR terapisti olmasa da- benim için önemli bir referans kaynağı olmuştur. Umarım siz de yazarın deneyiminden istifade ettiniz.

Yorum yapın