Irvin D. Yalom ile yedi soru

Popüler bilim insanı, roman yazarı ve varoluşçu Irvin Yalom, Yedi Soru’yu yanıtlıyor. Bu röportajı yüz yüze yapabilmek benim için bir memnuniyetti.

Yedi Soru projesi, psikoterapi ile alakalı aynı yedi soruyu bu alanda itibara sahip klinik tedavi uzmanlarına yöneltir. Kasım ayından beri, en çok satan kitapların yazarları; tarihi figürler ve akıl sağlığı ile ilgili derneklerin başkanlarından geri dönüş aldık. Dr. Yalom, röportaj yapacağımız 14. ve son davetlimiz.

Irvin D. Yalom (Doktor, Boston Üniversitesi, 1956), Stanford Üniversitesi’nde Fahri Psikiyatri Profesörü; psikoterapi ve varoluşçuluk üzerine üretken bir yazar ve konuşmacıdır. Grup Psikiyatrisinin Teori ve Pratiği isimli ilk kitabı, yüz binlerce kopyası satılmış; konu hakkında kusursuz bir kitaptır. En çok Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri, filmi de bulunan tarihi romanı Nietzsche Ağladığında ve Divan gibi romanları ve vaka çalışmalarını içeren kurgusal olmayan romanları ile bilinir. Her biri terapistler ve terapistlerin nasıl düşündüğüyle ilgilenen danışanlar tarafından okunması gereken kitaplardır. Bir hastasıyla birlikte yazdığı Her Gün Biraz Daha Yakın isimli kitap, her ikisinin de seanslardaki bağımsız düşüncelerinin bir derlemesidir. Yalom’un terapistin özgünlüğünün ve şimdi ve buradaya odaklanmanın önemini vurguladığı Bağışlanan Terapi isimli kitabı, bu blogu yazma ilhamımın bir parçasıydı.

Giriş bölümünde, profesyonel kariyerimde bana en çok heyecan veren kişilerden birini anlattım. Tüm proje harikaydı; ancak heyecandan kastım, durumdan habersiz bir şekilde edebi ve mesleki akıl hocam olan Dr. Yalom ile birlikte geçirdiğim saatti. Soğuk bir kış akşamı, Palo Alto’daki ofisinde röportaj vermeyi kibarca kabul etti. Röportajın büyük bir kısmı, yeni çıkardığı kitabı Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek ile ilgiliydi; ancak Yedi Soru’yu da araya sıkıştırdım. Bunu yaptığım için çok mutluyum. Terapistlerin kendini açması, merak uyandırması ve psikoterapinin geleceği hakkındaki düşünceleri oldukça etkileyiciydi. Evet, yediden fazla soru sordum.

Bir saatini benimle paylaştığı için Dr. Yalom’a minnettarım. Umarım sizler de modern psikoterapiye büyük katkısı olan Dr. Yalom’un cevaplarından keyif alırsınız.

Irvin Yalom ile birkaç soru

1) Eğer yeni bir danışan size “Ne hakkında konuşmalıyım?” diye sorsaydı ona nasıl cevap verirdiniz?

Aslında kimse bana böyle bir soru sormuyor; ancak genellikle seanslarıma, “Canınızı sıkan nedir?” sorusuyla başlarım. Fakat, eğer çok kaygılıysa ve daha önce hiç terapiste gitmemişse biraz yardıma ihtiyaç duyacaktır. Ona, “Pekala, siz rahat hissedene kadar hakkınızda birkaç bilgi alacağım.” der ve geçmişiyle, dünyadaki durumuyla ve kiminle yaşadığıyla ilgili sorular sorarım. Danışanlarımın 24 saatlik gün içerisinde neler yaptığını öğrenmeden ilk seansın bitmesi nadir olarak denk geldiğim bir durumdur. “Bana sıradan bir gününüzü anlatır mısınız?” Bu soru, genellikle hastanın kişiler arası ilişkileri; hayatlarının nasıl insanlarla çevrili olduğu; hatta uyku düzeni ve rüyaları hakkında bilgi almamı sağlar. Bu ilk seansta kullandığım bir yöntemdir.

Bazen bekler ve “Neden sadece aklınıza geleni söylemiyorsunuz?” derim. İnsanlar bunu yapmakta büyük zorluk çekerler ama yine de şansımı denerim: “Bakalım bugün aklınıza ne gelecek.” Özellikle bir süredir görüştüğüm ancak ne hakkında konuşacağını bilmeyen hastalara özgüvenle: “Biliyor musun? Bazen provasını yapmadığınız veya planlamadığınız buluşmalar çok daha iyi geçer ve bu bir yönden müthiş bir durumdur; bu yüzden sadece bekleyelim ve neyin geleceğini görelim.” derim. Bu kulağa biraz Freud’un serbest çağrışım kavramı gibi gelebilir; fakat bu serbest çağrışımın biraz daha odaklanılmış hâli. Bu yöntem bizi nereye götürürse götürsün, hastalarıma rehberlik ederim.

2) Terapötik süreçte danışanlar için en zor olan şey nedir?

Boş vermek. Terapiyi boş vermek, beni boş vermek.

Terapi hakkında sana verdiğim cevaplar çarpık olabilir; çünkü bildiğin üzere hastalarımı seçiyorum. Hayatımın bu bölümünde, ciddi rahatsızlığı olan; hastaneye yatırılacak veya duygudurum bozukluğu olan insanlarla çalışmıyorum. Bir çeşit varoluşsal krizde olan; hayatında, hayatının bir bölümünde bir şeyler yaşayan insanları seçiyorum.

Bu aslında “iyi yönde bir endişedir.” Onları anlıyorum.

İyi yönde endişeye sahip kişilerle çalışıyorum. Yorumlarımı eski hastalarıma göre değil; şu an çalıştığım hastalara göre yapıyorum. Ayrıca, şu an grup terapisi de yapmıyorum. Birkaç yıldır hiç yapmadım.

Hiç burada grup terapisi yaptınız mı?

Hayır, burada hiç yapmadım. Tüm grup terapilerimi Stanford’da yaptım. Bu oda grup terapisi için uygun değil. San Francisco’da farklı bir ofisim ve öğrenci psikolojik danışman grubum var. 15 yıldan fazla süredir ayda bir kere olmak üzere onlarla görüşüyorum. Kimse değişmedi, kimse gelmedi ve kimse gitmedi. Her biri grup terapisi yapıyor.

3) Terapistlerin yaptığı terapötik süreci kötü yönde etkileyecek hatalar nelerdir?

Neredeyse görüştüğüm herkes öncesinde başka birinden terapi almıştı ve neredeyse hepsi aynı durumları yaşamıştı; terapist biraz fazla ilgisizdi, biraz fazla soğuktu, biraz fazla etkisizdi. Gerçekten insanlarla ilgilenmiyorlar, onlarla iletişim kurmuyorlar. Bu durumlar hakkında çok şey yazdım. İşte bu yüzden, kendini açma; kendin olma ve kendini gösterme konularını vurgulamak için tekrar tekrar çalışmalar yaptım. Yazdığım her kitapta bu konuya değinmek istiyorum.

Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek kitabınızda da kendini açmaktan bahsettiniz.

Bu doğru, son bölümde kendini açma konusuna değindim. Hastalara karşı açık olmanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Kurgusal terapi hakkında yazarken bile bundan bahsedeceğim. Gerçekten çok fazla yardımı oluyor. Bence kendini açmamak yapılan büyük hatalardan biri. Diğer hata ise terapistlerin terapiye gitmemesi. Terapistler, koltuğun diğer tarafında olmanın nasıl hissettirdiğini ve neyin yardımcı olup neyin olmadığını anlayabilmek için uzun bir süre terapiyi deneyimlemelidir. Eğer mümkünse, sadece biraz örnek alabilmek için hayatlarının farklı bölümlerinde farklı terapistlere gitmeliler.

4) Daha fazla katılamazdım. Size göre terapinin temel amacı nedir?

Hmmm. Terapinin temel amacı… Oldukça zor bir soru. Aklıma gelen ifadeler; sakinlik, içsel doygunluk ve potansiyelinin farkına varmak oldu. Freud’un söylediği gibi; sevmek ve çalışmak. Bu oldukça iyi bir özet. Bağışlanan Terapi kitabımda temel olarak açıklamaya çalıştığım fikir her bir hasta için ayrı bir terapi geliştirmek gerektiğiydi. Bir hastanın amacı, başka bir hastadan farklı olabilir. Bir hastam için terapinin amacı eşiyle bazı hassasiyetlerini paylaşabilecek duruma gelmek ve aralarında gerçek bir ilişki olması.

5) Terapist olmanın en zor kısmı nedir?

Sanırım çok fazla acıya maruz kalmak. Hastalarım hakkında endişelenmek. Yardım edemeyeceğim, durumu yardım edilebilecek boyutu aşmış insanlar görmek. Veya hakkında hiçbir şey yapamayacağını veya ona ulaşamayacağını bildiğin bir sosyopat görmek. Veya bazı insanların uyuşturucu kullanarak hayatını heba eden insanları izlemek ve bu konu hakkında yapabileceğin çok az şeyin olması. Hayatta farklı tutkuların bulunduğu zamanlar olur. Örneğin; uyuşturucuya duyulan iştah, cinsellik dürtüsü ve daha fazlası. Bunların hepsi çok güçlü tutkular.

Spinoza, “Mantık ve tutku birbiriyle uyuşmaz.” demiştir. Farklı bir yol bulmalıyız. Spinoza’nın fikri, mantığı tutkuya çevirmekti. Bu fikrin, mantıklı anlayışa büyük bir tutku beslememiz gerektiği anlamına geldiğini düşünüyorum. Ancak bu merak tutkusunu hastaya aşılayarak kendileri hakkında merak duymalarını sağlayabiliriz. Eğer kişinin kendine dair herhangi bir merakı yoksa bu her zaman kötüye işarettir. Merak aşılamanın yollarını aramaya devam edeceğim; bu yol hastalara, “Nasıl oluyor da sizi sizden daha çok merak ediyorum?” demek olsa bile.

6) Terapist olmanın en eğlenceli veya ödüllendirici kısmı nedir?

İnsanların hayatının nasıl düzene girdiğini görmek, hastaların bana eşleriyle aralarının ne kadar düzeldiğinden veya hayatın ne kadar güzel gittiğinden bahsetmesi. İşte bunları son derece ödüllendirici buluyorum.

7) Terapiye yeni başlayan bir danışana terapi ile ilgili vereceğiniz öneri ne olurdu?

Bu kendini anlama yolculuğuna başladığı için çok şanslı olduğunu söylerdim. Düşünebildiğim tek şey bu. Çok klişe ama yine de hissettiğim bu.

Psikoterapi ölüyor mu?

Kesinlikle başı belada. Fakat, bence etrafta hep sen ve ben gibi yardım etmek isteyen insanlar olacaktır. Kendini anlama isteğinin yok olduğunu düşünemiyorum. Bazı dalgalardan belirli trendlerin geldiğine dair hislerim var. Şüphesiz, BDT şu an oldukça revaçta.

Biri kesinlikle daha fazla araştırma yapmalı. Ancak şunu merak ediyorum: BDT uygulayan bir terapist sıkıntısı olduğunda kime gidiyor? İçimde BDT uygulayan başka bir terapiste gitmediğine dair güçlü bir his var. Bence dışarı çıkıp derinlerdeki sorunları keşfetmesine yardımcı olacak bilge birini aramak ister. Büyük ihtimalle, bununla ilgili okumadığım bir psikoterapi araştırması yapılmıştır. Bunu bilmek ilginç olabilirdi. Eğer böyle bir veriye rastlarsan bana haber ver. Birçoğunu terapide görüyorum. Lisansüstü eğitim gören insanlar dinamik terapiyi keşfetmedikleri için çok üzgünler. Psikoterapinin ölmesi, klinik psikolojinin öne geçmesi için büyük bir fırsat olurdu ve psikiyatrinin şu an yaptığı gibi kendini piyasaya kaptırırdı. Şimdiyse, bu durumdan birçok evlilik ve aile danışmanının faydalandığını görüyorum. 15 yıldır çalıştığım öğrenci grubunun hepsi evlilik ve aile terapisti ve her biri çok iyi bir terapist.

***

Yazar Hakkında: Ph. D. unvanına sahip Ryan Howes, klinik psikolog, yazar, müzisyen ve Pasadena, Kaliforniya’da bulunan Fuller Psikoloji Okulu’nda profesördür.

Kaynak

https://www.psychologytoday.com/intl/blog/in-therapy/200903/seven-questions-irvin-yalom

Yorum yapın